Ibni Teymiye ve Hadisi Serif Tenkidi üzerine

#1 von MCK ( Gast ) , 14.07.2012 21:46

Hadisi Serif ve Tenkid Metodlar

Ibn-i Abbas(r.a)demistir ki;°Yahudiler,Hz.Peygambere (s.a)gelerek;Ruh nedir? ve cevaben,ve cesetteki ruh nasil azap görecek bize haber ver"dediler.Muhakkak ruh,Allah'in emrindendir.
Bu hususda kendisine herhangi bir sey inmemisti.Dolaysiyla onlara bir cevap vermemisti.
Sonra Ceprail(a.s)"Sana ruhu soruyorlar.De ki:Ruh,Rabbimin emrindendir.ve size bu hususda az ilim verilmistir.Isra17/85 Imam-i Sühreverdi bu hadisi serifi Ruh konusunda zikretmistir.
Bu hadisi serifin tahric ve tadilin da,bu rivayet tefsir kitaplarinda yer verilmistir.
Bu rivayet muteber hadis kitaplarinda yer almamistir.Bu sebebpten uydurma olma ihtimali yüksek denmektedir..Bunu demekle Büyük tefsir sahibi taberi ve imam-i sühreverdiye hadis uydurmakla ithaf etmis olmaktalar.Bu konuda Allah endogrusunu bilir ama,dört muteber kitapta olmamasina ragmen büyük tarikat imamlarindan Imam-i Sühreveridinin ve taberi tefsirn kitabina almasi bize guven vermektedir.Zira onlar ne fitra eder ve nede yalan söyler hadisi uydurmazla..Tenkidsel bakmak bu derece insanfsizca olmamali..

1.Ehl-i sünnet kelamcıları bilgi edinme yollarını üçe ayırmaktadır: a) Duyular: İşitme,
görme, koklama, tatma ve dokunma olmak üzere beştir. b) Doğru haber: Bu da iki kısma
ayrılmaktadır: Mutevatir haber. Peygamberlerin gösterdiği mucize ile doğruluğu teyid
olunmuş haber: Bu da istidlal yoluyla da olsa kesin ilim ifade eder. c) Aklî tefekkür. Bu iki çeşittir: Zorunlu (bedîhî) bilgi. Düşünmeden, ilk bakışta meydana gelen bilgidir. Her küllün kendi parçasından meydana geldiğini bilmemiz gibi. İstidlâlî bilgi. Düşünme türlerinden birine ihtiyaç gösteren bilgidir; dumanı gördüğümüz zaman (buna sebep olan bir) ateşin mevcudiyetine intikal edişimiz gibi.
2.İlhamın durumuna gelince, ilhamın dini konularda bilgi kaynağı olmayacağını söyleyen ilk sünnî kelamcısı İmam Maturididir.
3.Ona göre ilham, bilgi sahasında kaos ve fikir ayrılıkları
yaratır. Gerçek bilgiye ulaşmayı imkansızlaştırır. Bütün çabaların sonunda, onunla ilgili ortak bir değerlendirme standardı ve anlaşma için müşterek bir zemin bulunmadığından, ilham, insanlığı parçalanmaya ve yıkıma götürmekten sorumludur.
4.Onun gibi düşünenlere göre,
Kur’ân insanın doğru bilgiye ulaşması için başvurması gereken kaynakları duyular, akıl
yürütme ve vahiy olmak üzere üç noktada toplamıştır. Oysa ilhamî bilgilerin elde edilmesiyle ilgili açık ifadeler yoktur. Ayrıca ilhamî bilgiler kontrolü olmayan sübjektif bilgilerdir. Bu sebeple, ilhamın bilgi kaynağı olduğunu iddia etmek kadar olamadığını söylemek te mümkündür.
5.Bu kabul yanında el-Gazâlî, er-Râzî, İbn-İ Teymiyye'nin Görüşleri Ve Hukuki Düşüncesi

225- İbn-i Teymiyye'nin düşünceleri yalnızca bir tek alanla ilgili ol­mayıp, birbirleriyle alâkası olmayan çok değişik alanlara uzanır. Siyaset konusunda, akıl ve düşüncenin çok farklı sonuçlara vardığı ve pratik bir değer kazanmayan bir takım hayâller peşinde koşmayip, müslümanlann gidişatıyle ilgilenen, uygulamanın içindeki bir insan gibi düşündü. İnsan­ların, sahabe ve tabî'ûnun değeri hakkındaki ihtilâfları konusunda fikir yü­rüttü, cemaatin (çoğunluğun) görüşünü benimseyen ve icma'in hükmüne boyun eğen selefî bir âlim idi. Kur'ân-ı Kerim ve O'ndan ilim ve irfan elde etme konusunda fikir yürüttü. Kur'ân-i Kerim'den hukukî hükümler ve ma­nâlar çıkarmaya, hükümleri ve gayelerini öğrenmeye yöneldi. Bu konuda da selef yolunu izleyip onlara uyuyor ve bid'at çıkarmıyordu. Kur'ân-i Ke-rim'de Allah'ın sıfatlarıyle ilgili müteşabih âyetleri te'vii konusunda ka­fa yordu. Sancağı, selef-i salihin inandığı görüşlerini yüksek sesle haykı-rarak taşıdı. Kendinden önceki veya çağdaş muhaliflerine aldırmadı. O, bu konuları gerçek sahibinden, Hz. Peygamber'den (S.A.V.) ve ayrıca 0'-nun yetiştirdiği ve O'nun kaynağından içenlerden, sahabe ve tabiûndan öğreniyordu. Kendisine bu yoldan bir haber geldiğinde, sonrakilerin O'na muhalefeti kendisini bağlamıyordu. O, sadece selef-i salihine ve onların izinden gidenlere uyardı. O'nu bağlayan yegâne şey hakikatti. İbn-i Tey-miyye, hakikati kişilerin isimlerine değil, bilâkis yajnızca Rasulullah ve ashabına bağlanarak kabullenirdi. Bunlar dışında, insanlar katında değeri ne kadar yüce, tarihteki mevkileri ne kadar büyük, izleyenleri ve seven­leri ne kadar çok olursa olsun, kimseye uymazdı. O, Hz. Ali'nin (R.A.) şu sözünü ilke edinmiştir: «Hakikati kişilere göre değil, ehline göre değer­lendirerek öğren.»
İbn-i Teymiyye, Allah'ın (C.C.) genel olarak bütün sıfatları, özel ola­rak da kelâm sıfatı konusunda kafa yordu. İlâhî iradeyle birlikte insan iradesi konusunda söz söylediği gibi, Kur'ân'ın yaratılışı (halku'l-Kur'ân) konusundan da bahsetti. Bu konularda, kendince selefi salih kabul ettik­lerinin yolunu izledi. Onlar dışındakilerinin görüşlerine iltifat etmedi. Bi­lâkis onları tenkide tabi tuttu. Cehmiyye'yi tenkid etti. Cebir konusunda Eş'ariyye ve Maturidiyye'yi de onlarla birlikte ele aldı. Bu konularda Mu'tezile'ye tam olarak katılmadı. Bilâkis sağlam bir yolda yürüdü. İnsan İra­desini inkâr etmedi. Aksi takdirde şeriatlerin iptali gerekir. Mecusîlerin benimsediği gibi, biri hayır, dğeri şer iradesi şeklinde iki irade benimse­medi.
Şia'ya ve Mutasavvıflara görüşlerinin kusurlu olduğunu belirterek meydan okudu. Çağındaki Suriye Şiîleriyle tartışmalar yaptı. Bunların ço­ğu, Hâkimiyye Nusayrİyye'si ve kamuflaj için kullandıkları islâm'ın is­minden başkasını bilmeyen ayrı yapıdaki kişilerdi.
Mutasavvıflara Vahdet-i Vücud ve Panteizm konusunda savaş açtı. Onlara ateş püskürdü. Onlara İnkâr kapısından başka girecek kapı bırak­madı. Küfür ve ilkad kelimelerini kullanmakta hiç de cimrilik etmedi. Bu konuda, tepkiyle karşılaştı. Ama hedefini bulan ikna edici okları atmaya da son vermedi.
Aynı selefî aklı, fıkıh alanında da kullandı. Fıkha, imam Ahmed b. Han-bet'in mezhebinde başladı, ve bütün sahih hadislerini okuduğu gibi. müs-nedini de okudu. Diğer bütün imamların kitaplarını da okudu. İmamların ittifak ve ihtilâf noktalarını bilmek bakımından insanların üstünüydü. Hz. Peygamber'in (S.A.V.) sünnetini, sahabe ve tabîûn asarını incelemesi, O'-na dört mezhep İmamının belirtmemiş olduğu görüşleri ortaya koyma im­kânını bahşetti. Bazan başkalarının görüşünü paylaşır, bazan da eğer Kitap ve Sünnet'ten kendilerine uyduğu ve dost bildiklerini sevdiği Selefi salih-ten dayandığı bir prensip olursa hiç kimsenin söylemediği yeni bir görüş ortaya koyardı. Sahabenin bir görüşünü veya Hz. Peygamber'den (SAV.) nakledilen bir eser bulursa, O'na başka hiçbir sözü denk tutmazdı.
226- Görüşleri böylesine değfşik alanlarla ilgili olunca, bütün bun­ların hepsini sıralamak zordur. Bununla birlikte, O'nun görüşlerini belli bir şekilde sistemleştirerek kısım ve bölümlere ayırabiliriz. Buna göre, İbn-i Teymiyye'nin ulemaya muhalefet ettiği belli başlı meseleleri seçe­rek kısım ve bölümler yapabilir ve her kısımda metoduna işaret edebili­riz. Ana başlıklarımız şunlardır:
1. Gene! olarak metodu.
2. Kur'ân'ın tefsifindeki metodu. Akaid konularında da bu metoda gö­re fikir yürütmüştür.
3. Akaid incelemelerindekî metodu. Genel olarak akaid konusundaki, ayrıca müteşabih âyetler, halku'l-Kur'ân, kudret, İrâde, tevessül, vesile ve kabir ziyareti konularındaki görüşleri.
4. Tasavvuf ve Sofiler hakkındaki görüşleri, Vahdet-i Vücud hakkın­daki incelemeleri.
5. Siyaset ve sahabenin değeri ve dereceleri konusundaki görüşleri.
6. Fıkhî düşüncesi, kendinden önceki ve çağdaşı fukaha arasındaki yeri, ictihad konusundaki değeri. [1]

Ibni Teymiye nin Genel Olarak Metodu

- Geçen bölümlerde, İbn-i Teymiyye'nin hep aynı mantık ve me-todla yürüdüğünü görmüştük. Tefsir konusundaki eser yazma metodu, ay­nen akaid, fıkıh ve tasavvuf konusunda da geçerlidir. Konuyu Sünnet'e dayandırır, sonra Sünnet'İ akılla karşılaştırırdı. Aklı inşa için değil, tezki­ye için, kılavuzluk içîrv değil mukayese için kullanırdı.
Bu yüzden, O'nun tek bir metodu ve özelliği bulunduğunu görüyoruz. Doğrudan görüşlerini incelemeye girişmezden önce, söz konusu bu özel­lik ve metodu belirtmemiz gerekir. Çünkü, metodunu bildiğimiz takdirde, -katılalım ya da katılmayalım- görüşlerini anlamamız kolaylaşır.
228- İbn-i Teymiyye'nin izlediği metod, dört noktada özetlenebilir:
1) Akaide ve ahlâka dair konularda hükmün mukaddimelerinde, ön­cüller (prensipler), özellikle müteşabih konusunda, uygunluğu veya uygun­suzluğu açısından akla tam bir güven duymaz. Bu yüzden, düşüncede ve ulaştıkları neticeleri dayandıkları mukaddimelerde filozoflara, onların me­todunu ve yolunu izleyenlere karşı çıkar ve onlardan farklı neticelere var­masını, yol ve metod ayrılığına bağlar.
O'na göre, Kur'ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in (S.A.V.) sünneti doğ­ru yolu bulacağımız aklî esasları göstermişlerdir. Aklın yanılgıları, filozof­ların, ayrıca akaidin çıkarılması ve akaid konusunda fikir yürütmede on­ların yolunu izleyen kelâm bilginlerinin ortaya koyduklarındadır. Bu ko­nuda şöyle diyor:
«Bir kısım aşın giden kelâm ve hadis ehli, fakihler, sofiler ve başka­larının zannettiği gibi. Kitap ve Sünnet'in dinî esasları göstermesi, yal­nızca haberle olmayıp, İnsanlara burhan (açık ve kat'î delil) ve dinî asilla-t'r açıklayan delilleri de gösterirler. Bu aşın guruplar, Kur'ân'dakİ aklî de-Hllerden ve yakîn burhanlardan habersizdirler.»[2]
Filozofların sapma sebebini şöylece gösterir:
«Kitaplarında nazar (akıl yürütme), delil ve ilim kavramlarına öncelik verir­ler. Nazarın ümi gerektirdiğini ve vacip olduğunu belirtirler. Nazarın, delilin ve ilmin türleri hakkında doğru ve yanlışın karıştığı bir takım açıklamalar yapar­lar. Dinin asıl ve deliline gelince, arazın sonrahğmı (hudusunu), cisimlerin sonra. lığına delil getirirler. Oysa bu, dinde sonradan ortaya çıkarılan bir delildir ve ak-Ien de yanlıştır.»
Her ne kadar akaid konusunda Kurân'ı önder kabul etmişlerse de, onları ispat konusunda Kur'ân'ın dışında bir yola girmiş olmaları ve Kur'-ân'ın muhtevasını yalnızca haber sanıp, ondaki delilleri ortaya koymama­ları ve akaid konusundaki delillerini Kur'ân'in önermelerine göre açıkla­maları sebebiyle kelâmcılara hücum eder. Filozofları şiddetli bir şekilde eleştirirken, kelâmcılara karşı nisbeten daha yumuşak davranır. Bu konu­da şöyle diyor:
«Filozoflar; Kur'ân'da anlaşılır (vehabi) deliller ve cumhuru (halkı) ikna eden prensipler bulunduğunu, Kelâmcilarm cedelci yola girdiklerini kendilerinin ise, burhan-ı yakın ehli olduklarını ileri sürerler. Oysa onlar, ilahiyat alanında bur­handan, kelâmcılara göre daha uzaktırlar. Kelâmcılar ilahiyat ve külliyat konu­sunda burhanı işlemleri çok daha iyi bilirler. Buna karşılık, filozoflar ilahiyat ala­nının aksine, tahiyyât (tabiat felsefesi) alanında belirgin bir derinliğe sahiptirler. Filozoflar, ilahiyat dalında insanların en bilgisizi ve bu alanda doğruyu en az ta­nıyanlarıdırlar. Üstadları Aristo'nun ilahiyat alanındaki görüşleri az olması bir yana, son derece hatalıdır. Bu görüşleri, tıpkı, sarp bir dağın tepesindeki zayıf bir oğlak eti gibidir ki dağ düz değil çikılsm, oğlak semiz değil kızartılsın.»
- Bunlardan cja anlaşılacağı gibi, îbn-i Teymiyye, akaidi olsun, fıkhı olsun, bütün din konularında Kitap ve Sünnete uygun olana güve nlrdi. Akâid ilmi konusunda, Kur'ân'i yalnızca haber ve nakil kabul etmez, bilâkis delilli ve burhanlı olarak görür. Akaid alanında yalnızca akla daya-nanın gözü kapalı bir tutum içinde olduğunu, filozofların ilahiyata dalın­ca hata yaptıklarını, yalnızca tabiat alanında kaldıklarında ise daha tutarlı olduklarını belirtir.
Bu açıklamaların da gösterdiği gibi, îbn-i Teymiyye, dinî hakikatlere ulaşmada, yalnızca aklın yeterli olmadığını ve naklin de gerekli oiduğu-nu düşünür. O, ekli, ihmal etmez, bilâkis arar. Ancak, akıl uyulacak değil, uyacak bir nesne olarak değerlendirilir. Akıl, istidlal {düşünme ve delil­lere bakma) konusunda, Kur'ân'ın metoduna karşı gelemez. Buna bağlı ola­rak, kendisine aykırı düştüğünde Kur'ân-i te'vil edemez, bilâkis ona dü­şen, tefekkürle ve Kur'ân âyetleri arasında mukayeseler yapmak suretiy­le Kur'ân-ı anlamaya yönelmektir. Kur'ân'ın te'vili, filozoflar, .kelâmcılar ve diğerlerinin sözleriyle değil, yine Kur'ânla olur.
İşte bu sebeple, Gazzâlî'nin birinci yolunu iyi görmemiş, bilâkis ri­salelerinde bu yola itiraz etmiştir. Bununla birlikte, bazı noktalarda ve filozoflara karşı tutumlarında Gazzalî'ye katılır. Allah'ın (C.C.) kullarıyla konuşması konusunu işlerken, Minhâcu's-Sünne'de Gazzaiî ve fiiozuflar hakkında şöyle diyor:
Allah'ın kelâmının, manalardan nefislere taşması, bazılarına göre faal akıl-hazılarına göre başkası ndandır. Bu, Sabit ve îbn-i Sina gibi vahdet-i yücu-' vunanlar ile filozof ve kelâmci sofilerden, onlara katılan filozofların görü--H"r El-Madnûn biha alâ Gayr-i Ehlihâ ve Mişkâtu'I-Envar vb. gibi kitanlarm ?U arlarının (Gazzali'nin) sözlerinden de buna yorulacak görüşler vardır. O, baş-v-3 kitaplarında bunun tersini söyler. Fakat, O'nun sözü, bazan onlara uygun, ba­da muhaliftir. Son görüşünde onlara muhalefet ve Hz. Peygamber'in (S.A.V.) hadislerine uymakta karar kılmıştır.»
Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi, Ibn-i Teymiyye, aklı nasiara haKim kılanları kınıyor, Gazzalî'ye karşı çıkıyor. Çünkü Gazzaiî, bazı fikrî devir­lerde bu yolu benimsemiştir. Çünkü el-Madnun biha alâ Gayri Ehliha ve Mişkatu'l-Envâr'ın yazarı odur. Zira, bu risale ve el-Madnun bihi alâ Gay­ri Ehli's-Sagîr ve'İ-Kebîr onundur.
- Sözün kısası, İbn-i Teymiyye, akla mutlak olarak güvenmediği gibi, O'nıT büsbütün de ihmal etmemiştir. Bilâkis, aklı şeriat çerçevesin­de tutmaya çalışır, akıl bunun dışına çıkmaz ve sınırını aşamaz. Çünkü o, sınırını aşarsa yanlışlıklar yapar, haddini çok aşar, herhangi bir gayeye ulaşamaz ve bir sona varamaz. Bu yüzden, eski filozoflar ve onların yo­lunu tutanlar şaşırıp kalmışlar ve mücerred akılla maddenin ötesine uza-namamışfardır. Filozof, kâinatın dış görünüşünü tahlil eder, maddenin ka­nunlarını ve ondaki gizli güçleri keşfeder. Tek başına madde ötesine yö­nelince, yasak bölgeye girer ve sınırlarını aşar. Bu durumda, O'na rehber­lik eden prensipleri açıklayan veya onlara işaret eden dinî bir nassın ve şeriatı indirenden bir naklin kılavuzluk etmesi gerekir.
Peygamberin gönderilmesine dair bir mucize delili ortaya çıkınca, kai­nat ve maddenin ötesindeki meçhul karanlıkların ortasında bu mucizeyi getirenin rehber ve kılavuz olması gerekir. Akaid ve fürua dair dinî bilgi, işte bu şekilde vahiy yoluyla alınır. Çünkü, onu indiren her şeyi bilir. İn­sanoğlu tek başına kendi idrakiyle yetinemez, çünkü o, ikamet ve hilâfet yeri olduğundan yalnızca yeryüzünü ve onda olanları bilebilir.
- Bu İbn-i Teymiyye'nin metodunun birinci unsurudur. İkinci özelliğe gelince, İbn-i Teymiyye, kişilere isimlerine bakarak uymaz. O'na göre, söyleyenin derecesi ne olursa olsun, alınan ve delilsiz olarak uyul­ması caiz olanlar dışında Kitap, Sünnet veya selef-i sâlihin asarından bir delili olmayanın bir değeri yoktur. İstidlale, şer'î delilleri ölçmeye ve muhtelif naslar arasında mukayeseler yapmaya muktedir olanların delili-ni ve hakikat yönünü bilmeden çeşitli sözlere ve görüşlere uyanlara şid­detle hücum eder. İbn-i Teymîyye, herhangi bir mezhebe mensup mukalli­din, mezhebine muhalif bir hadis gördüğünde anlamaya muktedir ise.bu hadis konusunda mezhebinden dönmesini gerekli görür O'na göre, bir imamı taklid edip, sünneti bilir ve imanın ona muhalefet ettiğini görür de hâlâ taklidde direnirse, bu kişi Hz. Peygamber'e (S.A.V.) uymamaktan baş­ka, imamına da uymuş olmaz. İbn-i Teymiyye, dört mezhep imamının dinde aykırısını gördükleri takdirde kendi görüşlerine uymalarını öğrencilerine yasakladıklarını anlatır. Ebu Hanife'nİn bu hususta şöyle dediğini anlatı­yor:
«Bu benim kendi görüşüm. Kim ondan daha üstün bir görüş getirirse, ben ona uyarım.»
İmam Malik'ten de şunu naklediyordu:
«Ben sadece hata ve isabet eden bir insanım. Allahın (C.C.) kitabı ve Pey­gamberinin sünneti karşısında benim görüşümden vazgeçin.»
İmam Şafii de şöyle diyordu:
«Hadis sahih olunca, benim görüşümü duvara çarpın.» İmam Ahmed'in şöyle dediğini nakleder:
«Beni taklid etme. Malik'i, Şafiî'yi ve Sevrî'yi de taklid etme. Bizim gibi sen de öğren.»
Yine İmam Ahmed şöyle diyordu: «Dinini kişilere bağlama, çünkü onlar hata etmekten uzak değiller.»[3]
Kendisi de yalnızca delile uyar. Bu metodu uygulamak için, İnsanla­ra âşinâ olmadıkları görüşler sunmuştur. Fakat O, bu görüşlerini usulüne irca ediyor ve bu görüşünün bid'ât olmadığını, bilâkis bid'âtçi değil, tam bir müttebî (selefe uyan biri) olduğunu açıklıyordu.
Bu konuda, furu ve akide ayrımı yapmazdı. Bilâkis, makul olan, furû konusunda taklidin caiz olduğu, akîde konusunda ise hiçbir şekilde caiz olmadığıdır. Çünkü, o, dinin özü ve aslıdır.
- Bu, İbn-i Teymİyye'nin metodunun ikinci unsurudur. Üçüncüsü­ne gelince, Kur'ân şeriatın aslı ve Hz. Muhammed (S.A.V.) O'nun tefsir edicisidir. Hz. Peygamber'den [S.A.V.) bu tefsiri, açıklama ve tebliği alan­lar sahabedir. Sahabe; Allah'ın (C.C.) dinini Muhammed b. Abdullah'tan almışlar, duydukları ve anladıkları gibi O'nun mesajını korumuşlar ve gö­zetmişlerdir. Sonra, bu dini kıyamete dek, onlara güzellikle uyanlara nak-letmişlerdir. Bunun için, İbn-i Teymiyye, din konusunda düşündüklerinde Allah'ın (C.C.) kitabı ve Peygamberinin sünnetine müracaat eder. Allah (C.C.) ve Peygamberinden sonra yalnızca sahabeye uyar, tabîunun görüş­lerine sempati duyar, münazaralar sırasında bazen onlardan delil getirir­di. İbn-i Teymiyye ile çağdaşı ulema arasında ortaya çıkan şiddetli çatışmaların çoğu, O'nun dinden saymadığını diğerlerinin dinden kabul etme­leridir. İbn-i Teymiyye onları er-Risaletu'l-Vâsıtıyye'de olduğu gibi hakem kabulüne çağırdı. er-Risaletü'1-Vasıtıyye'deki münazarada şöyle diyor:[4]
«Bir konuda bana karşı çıkana üç yıl süre verdim: Benim belirttiğime aykı­rı düsen ilk üç nesilden zikrettiğime uygun düşen bütün gurupların nakillerini getirmem gerekil'.»[5] .
Zikrettiğimiz ilk üç nesil, Hz. Peygamberden (S.A.V.) sonraki üç taba­ka, yani sahabe, tabiûn ve tebe-i tabiûn tabakalarıdır. Bu münazaranın sus­turma amacı güttüğü ortaya çıkıyor. Çünkü tebe-i tabîîni mutlak olarak taklid ettiğini bilmiyoruz veya bu bid'atlerin bu nesillerden sonra ortaya çıktığını belirtmek istiyor. Sözkonusu bu bid'atler, müteşâbihat ve onunla alakalı konularda konuşmasıdır.
- Bu, İbn-i Teymİyye'nin araştırmalarındaki metodun üçüncü un­surudur. Dördüncü unsur, düşüncesinde mutaassıp olmayışıdır. Taassup gösterdiği vn donup kaldığı belli bir fikir O'na hakim olmamıştır. Bilâkis, hür düşünceliydi, doğruyu görünce düşüncesinden vazgeçebilirdi. Kitap, Sünnet ve selef-i sâlihin âsân dışında, bütün kayıtlardan kendisini azade saymıştır. Büyüme çağında, Hanbelî mezhebine mensuptu. Yaşı ilerledik­çe, diğer bütün İslâm mezheplerini incelemiş, kaynaklarına inmiş, her gö­rüşün kaynağını ve benimsemeye götüren sebebleri incelemiştir. Bu incelemeleri, bazı görüşlerinin dört mezhebe aykırı olması sonucunu do­ğurmuştur. Tekfir etmediği Şia'nın bazı görüşlerinde olduğu gibi, başkala­rından da iktibaslar yapmıştır. Talâk konusundaki görüşünden söz eder­ken belirteceğimiz gibi, çevresindeki Şiâ ismini taşıyanlara şiddetli dav­ranmakla birlikte, talâk konusunda İmamiyye'nin görüşlerinden önemli ölçüde etkilenmiştir. Şayet görüşlerine taassup hakim olsaydı, İmamiyye'­nin bütün ortaya koyduklarından uzaklaşırdı.
Bu selefî, fakih, istidlal ve derinlemesine inceleme olmaksızın fik­rini, taklidini veya bağlılığını [ittiba) oluşturmuyordu. İbn-i Teymiyye, sa­pık veya hatalı muhalefetin bilerek ve kasıtla olacağını düşünemiyordu. Bilâkis müctehid olduğunu, müctehidin hata ve isabet edebileceğini dü­şünüyordu. Hatta o, Ref'ul-Kelâm ani'l-Eimmeti'l-Aiâm (Büyük İmamlardan Kınamanın Kaldırılması) adında bir risale yazdı. Bu kitapta büyük imamla­rın sahih sünnete muhalif görüşleri bulunduğunda, kınamaya kaldıracak nitelikte onlar adına çok kuvvetli özür beyanında bulunuyordu. Onların takdir edilmesine ve büyük tanınmasına davet ediyordu. İbn-i Teymiyye şöy. le diyor:
«Müslümanların Allah (C.C.) ve Peygamberinden (S.A.V.) sonra mü'minleri de sevmeleri gerekir. Bunu en önce, Kur'ân ve özellikle Allah'ın (C.C); karaların ve denizlerin karanlıklarında yol bulmaya yarayan yıldızlar mertebesinde kıldığı peygamberlerin mirasçısı bilginler ifade etmişlerdir. Müslümanlar, onların kıla­vuzlukları ve dirayetleri konusunda icma etmişlerdir. Çünkü, Hz. Peygamber'den (S.A.V.) önceki müslümanlar hariç, her ümmetin uleması onların en şerlileri ol­muştur. Müslümanların âlimleri ise onların en üstünleri, Hz. Peygamberin (S.A.V.) halifeleri Ölen sünnetinin dirilticileridir. Kitap onlar sayesinde ayaktadır, onlar da Kur'ân sayesinde ayaktadırlar, onlar sayesinde Kitap konuşur,onlar da Kitap sayesinde konuşurlar. Bilinmelidir ki, ümmet içinde genel kabul görmüş olan imamlardan hiçbirisi Hz. Peygamber'in (SA.V.) küçük veya büyük herhangi bir sünnetine kasıtlı olarak muhalefet etmemiştir. Çünkü onlar, Hz. Peygamber'in (S.A.V.) uymanın vacip olduğu konusunda yine Rasûlullah dışında herkesin sözü­nün alındığı veya terkedildiğinde kesin bir şekilde ittifak etmişlerdir. Herhangi birinin sahih hadise aykırı bîr görüşü bulunursa, bunu terk etmesi konusunda mutlaka bir mazereti vardır. Bu mazeretler üç gruptur: 1) Rasûlullah'm (S.A.V.) onu söylediğine inanmaması. 2) Bu sözüyle, bu meselenin çözümünün kastedildi, ğine inanmaması. 3) Bu hükmün mcnsuh olduğuna inanması.»
Böylece İbn-i Teymiyye'nin muhalif olsa bile, kendi dışındaki ilmi tak­dir ettiğini görüyoruz. O, muhalife lanet etmiyor, onu yalanlamıyor, onu töhmet altında tutmuyor, fakat mazereti bulunduğunu kabul ediyor, görü­şüne katılsa da katılmasa da onu takdir ediyordu. Bu, ufku geniş bir âli­min tutumudur. Ancak, bir takım bid'âtler uydurarak müslümanları aldatan, içlerinde sadece küfürden ibaret olan gizlediklerini bunlar vasıtasıyla gös­teren yıkıcılara çok canı sıkılırdı. [6]

MCK
zuletzt bearbeitet 15.07.2012 17:59 | Top

   

Tasavvuf Literatüründe Uydurma Hadis olup olmadigi Tartismalari
Sinirli Olmak Üzerine ...

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz