Sarrazin tartışmalarına ayrıca Alice Schwarzer'in başörtüsü yasağı da dahildir: İslamofobya Üzerine On Tez Prof. Dr. Achim Buehl
Prof. Dr. Phil. habil. Achim Bühl Berlin'deki Uygulamalı Bilimler Beuth Üniversitesi'nde sosyoloji dersleri vermektedir. Eğitim ve araştırma alanları arasında biyoetik ve ırkçılık araştırması var. Hayatta kalan SPD Thilo Sarrazin’in vesilesiyle ilgili basında çıkan bir konuşmada, Alice Schwarzer’in okullardaki okul kızlarının başörtüsüne karşı “EMMA” kampanyası aldı. Makalenin altında bir ilk okuyucu reaksiyonu bulunabilir. - Editörler
Irkçı ve sosyal demokrat Thilo Sarrazin NRhZ arşivi 1. İslamofobi ırkçılıktır.
İslamofobik ifadeler, İslam karşıtı olarak ölen yüzlerce sayfadaki Sarrazin'i dile getiren ırkçı ifadelerdir ve ırkçı olarak tanımlanamaz. Eğer Frankfurter Allgemeine Zeitung gibi gazeteler bu adı sonuna kadar reddederse, tarihçi Hans-Ulrich Wehler gibi iyi bilinen şahsiyetler, "vox populi" üyesi için faşist konumlara rağmen, SPD'de kalabilecekse, temelde sosyal demokratik bir kitaptan bahseder. Almanya'da ciddi bir sorunumuz var.
Bu bağlamdaki nedenler aynı zamanda ırkçılığı anlamada da belirsizlik içindedir. Örneğin, sözde İslami eleştirmenler “ırkçı” ya da yalnızca bir dine karşı hiçbir şeyleri olmadığından, hiçbir zaman ırkçı olamazlardı. Bu ifade, hem sosyolojide hem de 1945'ten sonraki çeşitli Birleşmiş Milletler beyannamelerinde ırkçılığın, reddedilen "dış grubu" inşa etmek için kullanılan temel özellik tarafından değil, diğerinin agresif dışlanma yöntemi ile tanımlandığı gerçeğine değinmektedir.
İslamofobi kendisini İslam'a ve Müslümanlara karşı grup odaklı bir düşmanlık olarak gösterir ve son yıllarda öncelikle kültürel ırkçılık biçiminde ortaya çıkmıştır.
2. İslamofobi 1.000 yaşın üzerindedir ve uzun bir dalga ve kısa bir dalgadan oluşur.
Ağda olduğu kadar bilimde de, İslamofobinin ne zaman var olduğu konusunda tartışmalı bir tartışma var. "Almanya'daki İslamofobi" kitabımda (VSA, Hamburg 2010) İslamofobinin 11 Eylül’de de etkisiyle artan ve güçlenen kısa bir dalgadan oluştuğunu varsayan bir modele dayanıyorum. olmak. Uzun dalga zaten 1000 yaşın üzerindedir, kısa dalga Doğu-Batı ihtilafının çöküşünden bu yana var olmuştur. Yeni bir düşman imgesi arayışı içinde İslam muzaffer bir hale geldi.
3. Uzun İslamofobi dalgası, her şeyden önce haçlı seferleri ve Türk savaşları ile bağlantılıdır ve mevcut İslamofobi için basmakalıp mühimmat sağlar.
Uzun dalga bağlamında, Batı'lı, Hristiyanlıkla eşittir, tıpkı İslam'la olan Doğu ve Doğu-Diyalektik diyalektiği ilk başta ortaya çıkar.
Burada hayati öneme sahip olan, modern Avrupa anayasasının hem Yahudiliğe hem de İslam'a karşı öldürücü, agresif bir dışlama tarafından yapılması. Wulff’un “İslam’ın Almanya’ya ait olduğunu” söyleyen çelişki, İslamofobya’nın uzun dalgasının, kollektif Avrupa bilincini derinden ve sürdürülebilir bir biçimde şekillendirdiğini ve İslam’ın savunmasının, içselleştirildiği gibi, tarihsel olarak oluşturulmuş bir parçasını oluşturduğuna işaret ediyor. Türkiye'nin AB katılım tartışmasıyla gösterildiği gibi Avrupa'yı anlamak.
Bununla birlikte uzun dalga, yalnızca ortak bilinci değil, aynı zamanda İslam'ın bireysel bilincini de kesin olarak şekillendirmiştir. Size burada "Sarotti-Mohr" un bilinçli ve bilinçsiz resimlerini, harem motifini, Karl May'ın şark hikayelerini ve 1001 Gece hikayesini hatırlatalım.
Güncel İslamofobik düşüncenin kalıpları, d. h. Kısa dalga, öncelikle uzun süreli İslamofobi dalgasından kaynaklanır, tarihsel olarak çok sayıda söylem biçiminde gelenekseldir. Buna karşılık, kısa dalga, homofobinin suçlanması ve İslam ve Müslümanlara yönelik anti-Semitizm gibi sadece birkaç post-modern stereotipe sahip.
4. Sarrazin'deki yeniliğin özü, genel olarak merkezi düşman imajı olan ekonomik, politik ve kültürel yaşamın kilit sorunu olarak İslam'ın hipostazıdır.
"Almanya kendini ortadan kaldırıyor", 19. yüzyılın sonlarında klasik İslam karşıtlığından modern anti-Semitizm’e geçişi ile kıyaslandığında, klasik İslamofobiden “Müslüman dünyası ırkçılık” biçimindeki “Alman dünya görüşüne” geçişi işaret ediyor.
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
KİTÂBÜ'S-SİYER SİYER, CİHAD VE DEVLETLER HUKUKU
1- SİYER NE DEMEKTİR? CİHÂD'IN TARİFİ, ŞARTI VE HÜKMÜ SİYER VE CİHÂDIN TARİFİ
Siyer,.burada cihâd demektir.
Cihâd ise» hak din olan îslâma da'vet; bu da'veti kabul etmekten kaçınan ve bunda inat edenlerle mücadele etmektir..
Cihâd, ya nefs ile (= kişinin, bizzat bedenen savaşması;) veya mal ile olur. [1]
Cihâdın Mubah Olmasının Şartı Cihâdın mubah olması için iki şart vardır:
1) Düşmanın, hak din olan İslama da'vet edilmesine rağmen; bunu kabulden kaçınması ve bunlarla müslümanlar arasında, emân ve akit bulunmaması...
2) Müslümanların, bu savaş sonunda, kuvvet ve kudret fsâhibi olacaklarına ümid etmeleri... (Savaşa hazır olup, zafer kazanacaklarını ümit edecek güçte bulunmaları...)
Bu durumda olmayan müslümanların savaşması, nefsi tehlikeye atma durumundan dolayı, helâl olmaz. [2]
Cihâdın Hükmü
Cihâd eden kimse, —diğer ibâdetlerde olduğu gibi— dünyada, —yapması icâbeden bir vecîbeyi yerine getirmiş ve bu— borçtan kurtulmuş olduğu gibi; âhirette de, sevap ve saadete nail olur. Şerahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
Bazı âlimler: "Cihâd, düşman topluluğu saldırmadan önce, nafile(farz ve sünet değildir); düşmanlar saldırdıktan sonra ise, farz-ı ayn'dır." demişlerdir.
Âlimlerin ekserisi ise: "Cihad, her halde, farzdır: Düşmanın saldırmasından önce, farz-ı kifâye; saldırmasından sonra ise, farz-ı ayındır." demişlerdir. Sahih olan kavil de budur. [3]
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
Selamlaşma ve Musafaha Adabı Selam vermek ve almak, Müslümanın Müslüman üzerindeki haklarındandır.
Sevgili Peygamberimiz(s.a.v); Ümmetine “selâmı yaymayı”, “bol bol selâm vermeyi” tavsiye etmiş, “selâmın kelamdan önce geldiğini” beyan buyurmuştur. (Tirmizî, İstizan 11)
Rabbimiz selâmla ilgili mealen şöyle buyurmaktadır: “Bir selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selâm verin yahut aynı şekilde karşılık verin. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını arayandır.” (Nisa, 86)
Abdullah b. Amr b. As(r.a) anlattı: Bir adam Resûlullah’a: “İslâm’ın hangi ameli daha üstündür” dedi. Resûlullah(s.a.v) da: “Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selâm vermendir” buyurdu. (Tergib ve Terhib, c.5/288-1)
Ebû Hüreyre(r.a) Resûlullah’ın(s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Mü’min olmadıkça sizler cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de mü’min olamazsınız. Birbirinizi sevdirecek şeyi size haber vereyim. Selâmı aranızda yayınız. Zira insanların en cimrisi, selâm vermekten kaçınandır.” (Tergib ve Terhib, c.5/288-2)
Ebû Hüreyre(r.a) Resûlullah’ın(s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Müslümanın Müslüman kardeşi üzerinde beş hakkı vardır. Selâmını almak, hastalandığında ziyaret etmek, cenazelerinde bulunmak, davet edince gitmek, aksırınca, Allah sana merhamet etsin, demek.” (Tergib ve Terhib, c.5/291-10)
Selam vermek sünnet, verilen selama karşılık vermek ise farzdır.
En güzel selâm verme-alma şekli şöyledir; “Esselâmü aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekâtühü (Size selâm, Allah’ın rahmeti ve bereketi de üzerinize olsun).” Selâmı alan da “Ve aleykümü’sselâm” veya “Ve alaykümü’s-selâmü ve rahmetu’llahi ve berekâtühu” şeklinde karşılık verir.
Ebû Hüreyre(r.a)’nin naklettiği şu hadis-i şerifte “en güzel selâm verme şekillerini” görmekteyiz: Bir adam Resûlullah’ın(s.a.v) bulunduğu bir meclisten geçerken: “Selâmun aleyküm” dedi. Resûlullah(s.a.v): “On hasene kazandı” buyurdu. Sonra başka biri geçerken: “Selâmün aleyküm ve rahmetullah” dedi. Bu defa Resûlullah(s.a.v): “Yirmi hasene kazandı” buyurdu. Daha sonra da başka bir kişi geçerken: “Selâmün aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuhu” deyince, Resûlullah(s.a.v): “Otuz hasene kazandı” buyurdu.
Derken adamın biri Resûlullah’ın meclisinden selâm vermeden ayrılınca Resûlullah(s.a.v): “Arkadaşınız ne de çabuk unuttu” dedi ve: “Sizden biriniz bir topluluğa geldiğinde selâm versin. Oturmak isterse otursun, ayrılırken de selâm versin. Birincisi ikincisinden daha ehemmiyetli değil” buyurdu. (Tergib ve Terhib, c.5/297-22)
Selâmı, işaretle vermek caiz olmadığı gibi, lâfzî olarak söylemek lazımdır. Arada mesafe uzak ise yahut araba ile gidiliyorsa; uzaktaki şahsa veya bir diğer arabadakilere elle işaret edilirken veya korna çalınırken, selâmdaki lafzı da söylemek lazımdır. Aradaki mesafe yakın ise Gerek selâm verirken, gerekse selâmı alırken, muhataba duyuracak bir sesle selam alıp vermek gerekir.
Muaviye b. Kure(r.a), Resûlullah’ın(s.a.v) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Selam verdiğiniz zaman, selâmınızı duyurunuz. Selama karşılık verdiğiniz zaman da duyurunuz.” (Tenbihü’l-Gafilin, c.2/816)
Câbir(r.a) Resûlullah’ın(s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Kişinin bir parmağı ile işaret ederek selâm vermesi, Yahudi işidir.” (Tergib ve Terhib, c.5/308-16)
Sünnet-i seniyyenin muamelatın da, selam verme ve alma konusunda öncelik veya azlık-çokluk bakımından bir sıralama söz konusudur.
Hz. Peygamberin(s.a.v) Selam vermede öncelik sırası ile ilgili hüküm ve talimatı şöyledir:“Küçükler büyüklere, binekli atlı veya arabalı olanlar yayalara, yürüyenler, oturanlara; arkadan gelenler yetişince öndekilere; iki grup karşılaştığı zaman, az olanlar çok olanlara önce selam verirler. Bir topluluk diğer bir topluluğa uğradığında, içlerinden birinin selâm vermesi kâfidir. Aynı şekilde, oturanlardan da birinin selâmı alması kâfidir.” (Buhârî, İsti’zân 4-7; Müslim, Selâm 1)
Cabir(r.a) Resûlullah’ın(s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Binekli olan yürüyene, yürüyen oturana selâm verir. Yürüyerek karşılaşan iki kişiden önce selâm verenin sevabı ve derecesi daha üstün olur.” (Tergib ve Terhib, c.5/293-14)
Bir kimse bir meclise vardığında ilk kelamı selam olmalı ve o meclisten ayrıldığında da selam vermesi gerekir. Eve girerken ve evden çıkarken de selâmı ihmal etmemeliyiz. Çocuklarımızı da buna alıştırmalıyız. Şayet evde kimse yoksa o vakit; “Esselâmü aleynâ ve âlâ İbâdillâhissâlihîn” (Bize ve Allah’ın salih kullarına selâm olsun) diye selâm vermeliyiz.
Cenâb-ı Hak mealen şöyle buyurmaktadır: “Evlerinize girdiğiniz zaman, Allah tara- fından mübarek ve pek güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (birbirinize) selâm verin. İşte Allah, düşünüp anlayasınız diye size ayetlerini böyle açıklar.” (Nur, 61)
Hz. Enes(r.a) şöyle rivayet etmiştir: Resûlullah(a.s.m) bana, “Evladım, evine girdiğin zaman selâm ver. Senin ve ev halkın için berekete sebep olur” buyurdu. (Tirmizî, İsti’zan 10)
Ebû Hüreyre(r.a) Resûlullah’ın(s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Sizden biriniz bir meclise vardığında selâm versin. Ayrılırken de selâm versin. İkinci selâm da birincisi kadar mühimdir.” (Tergib ve Terhib, c.5/294-17)
Bir topluluk diğer bir topluluğa uğradığında, içlerinden birinin selâm vermesi kâfidir.
Aynı şekilde, oturanlardan da birinin selâmı alması yeterlidir.
Ali bin Ebû Talib’den(r.a) rivayet edildiğine göre Peygamberimiz(a.s.m) şöyle buyurmuştur: “Bir topluluk diğer bir topluluğa uğradığında, içlerinden birinin selâm vermesi kâfidir. Aynı şekilde, oturanlardan da birinin selâmı alması kâfidir.” (Ebû Dâvud, Edeb 141)
Bir kimseden selam getiren birisine: “Aleyhi ve aleyke’s-selam!” şeklinde cevap verilir.
Bir mektuba yazılmış bir selâm için ise: “Ve aleyke’s-selam” denilir.
Selâm verirken veya alırken, eğilmek doğru değildir. Selâm verildiği takdirde alamayacak durumda olanlara ise, selam vermek doğru değildir.
Meselâ, namaz kılanlara, Kur’an-ı Kerim okuyanlara, hutbe dinleyenlere, ilimle meşgul olanlara, yemek yemekte, tuvalet ihtiyacını gidermekte veya banyo yapmakta olanlara selam verilmez. Dolayısıyla bu durumda iken verilen selâmı almamanın bir sorumluluğu da yoktur.
Gerek erkeklerin birbiriyle, gerekse de kadınların birbirleriyle, karşılaştıkları zaman selâmlaşmaları, hal-hatır sormaları, Musafaha yapmaları, tokalaşmaları, kucaklaşmaları, birbirlerine güleryüz göstermeleri İslâmî kardeşliğin bir icabıdır. Bu davranışların tamamı sadakadır ve ibadettir.
Musafaha(Tokalaşma); İki kişinin, karşılaşınca, birbirleriyle önce el ele tutuşmaları, yani avuçlarının içlerini birbirine yapıştırıp sonra birbirlerine sarılıp yüz-yüze bakışmaları demektir.
Peygamber Efendimiz(s.a.v) birisiyle karşılaştığı zaman, musafaha eder, o kimse elini çekmedikçe, Efendimiz de elini çekmez, o kimse, yüzünü çevirmedikçe, Peygamber efendimiz de ondan yüzünü çevirmezdi.
Hz. Enese(r.a) sordum: “Resulullah (sav)’in Ashabı arasında müsafaha var mıydı?”
Bana: “Evet!” diye cevap verdi. (Buhari, İsti’zan 27)
Tirmizi’nin İbnu Mes’ud’dan kaydettiği bir diğer rivayette şöyle buyrulmuştur: “Müsafaha etmek üzere mü’min kardeşin elinden tutulması selamlaşma cümlesindendir.” (Tirmizi, İsti’zan 31)
İki kişi karşılaşınca, selamlaşmanın ardından musafaha esnasında Peygamber Efendimizin(s.a.v) üzerine salavat-ı şerife getirmeleri, adat-ı hasenedir.
Muamelatta bu güzel sünnet şu şekilde husule gelir: “İki Müslüman karşılaştıkları zaman önce “Esselâmü Aleyküm” “Ve aleykümüsselam” diyerek selâmlaşırlar, musafaha yaparlar ve “Allahümme salli âlâ seyyidinâ Muhammed” diyerek Peygamberimizin üzerine salavat getirirler.”
Bir hadislerinde Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Birbirlerini seven iki kul karşılaştıkları zaman Resulullaha(a.s.m) salavat getirirse, ayrılmadan önce Allah’ın affına ermiş olurlar.” (el-Ezkar Trc. s.480)
Mü’minlerin birbirleriyle karşılaştıklarında yapacakları ilk muamele, selamlaşmanın akabinde musafaha etmek olur.
Hz. Bera(r.a) naklediyor: “İki Müslüman buluştuğunda, musafaha eder, Allah’a hamd eder ve Ona istiğfar ederlerse, Allah her ikisini de mağfiret eder.” (Ebu Davud, Edeb 153)
Hz. Ömer(r.a) naklediyor: “İki Müslüman buluşup da onlardan biri arkadaşına selâm verdiğinde, bu ikisinden Allah’a daha çok sevgili olanı, arkadaşına karşı güler yüzlülükte daha önde olanıdır. Musafaha ettiklerinde ise Allah onların üzerine yüz rahmet indirir, ilk başlayana doksan, diğerine ise on rahmet verilir.” (Ramûz, c. 1/35-11)
Enes(r.a) Resûlullah’ın(s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etti: “İki Müslüman karşılaşır, birbirlerinin ellerini tutar, musafaha yaparlarsa, Allah mutlaka dualarını kabul eder. Ellerini birbirinden ayırmadan günahlarını affeder.” (Tergib ve Terhib, c.5/303-4)
Ata el-Horasani anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Musafaha edin ki, kalblerdeki kin gitsin, hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin.” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk 16)
Âlimlerimiz, muhtelif rivayetleri nazar-ı dikkate alarak mü’minlerin karşılaşmalarda musâfahanın, uzaktan gelme durumunda da kucaklaşmanın hak ve sahih olduğunu söylemekte ittifak eder.
Hz.Enes’in(r.a) bir rivayeti şöyle: “Ashab karşılaşınca musâfaha ederler(tokalaşırlar), seferden gelince de kucaklaşırlardı.”
Dolayısıyla kucaklaşmak, uzun yoldan gelenler ve uzun zamandan beri görüşmeyenler içindir. Öpmek ise istisnaî haller ve istisnaî kişiler için mevzubahistir.
Meselâ, Peygamber Efendimiz(s.a.v) Habeşistan’dan gelen Hz. Cafer’i(r.a) kucaklamış ve öpmüştür. (İslâmi Hayat, c.3/314)
Bir erkeğin kendisine ebedi olarak nikâh düşmeyen kadınlar(Anne, kız kardeş, hala, teyze, nine, sütkardeş gibi) ve eşi dışında yabancı kadınlarla tokalaşması caiz olmadığı gibi; bir kadının da kocası, baba, kardeş ve amcaları gibi mahremleri sayılan erkeklerin dışında, diğer erkeklerle tokalaşması caiz değildir.
Efendimiz(a.s.v), kendisine bîat için gelen sahabî hanımlara şöyle buyurmuşlardır: “Ben kadınlarla tokalaşmam. Benim yüz kadına söylediğim söz bir kadına söylediğim söz gibidir.” (Neseî, Bîy’a 18; İbni Mâce, Cihad 43)
Hz. Âişe Validemiz(r.anha) ise Resulullah’da(a.s.m) musafaha hakkında muamelatta gördüğünü şöyle nakletmektedir: “Resulullahın(a.s.m) mübarek eli hiçbir yabancı kadının eline kesinlikle değmedi.” (Buharî, Ahkâm 49; İbni Mâce, Cihad 43)
Musafaha mes’elesinin Haram-Helal çerçevesi, muamelatta gayet açık bir şekilde Sahib-i Şeriat(s.a.v) tarafından belirlenmiştir. Bundan dolayı gerek iş hayatında, gerekse ailevî münasebetlerde ve bazı merasimlerde, erkeğin kendisine yabancı bir kadınla veya bir kadının yabancı bir erkekle tokalaşması hususunda bir ruhsat bulunmamaktadır.
Ayrıca bu bir zaruret de değildir. Yani, “Bu zaruri bir haldir” diye, insan gönül rahatlığı içinde bu yasağı işleme yolunu zorlayamaz. “Zaruret”, ancak insanın “muztar” halde kaldığı, haram olan o şeyi yapmadığı zaman canına, malına ve namusuna bir zarar gelebilecekse ve bu durum da kuvvetli bir ihtimalle tahmin ediliyorsa, ancak o zaman yapılır.
Yoksa her akla gelen sıkıntılı bir hal, her karşılaşılan âcil ve ânî bir durumda “Bu zarurettir” diyerek haram olan bir şeyi yapmak ve tatbik etmek gerekir ki, bu, suistimali netice verir. O zaman her önüne gelen kendi ölçülerine göre bir “zaruret” bahanesi ileri sürer, böylece bütün mahzurlu şeyler mübahlaşır.
Hâlbuki mesele böyle değildir. Zaruret, ancak meşru çerçeve içinde kalmanın imkânsız olduğu hallerde söz konusu olabilir. Bir Müslüman, sosyal münasebetlerine zarar vermeden meşru daire içinde kalabilir, yaşayabilir. Öyle ise, “zaruret, mecburiyet” prensibini hatıra getirerek erkeklerin nâmahrem olan kadınlarla, kadınların da yabancı erkeklerle tokalaşmasının, bugün artık zaruret gerekçesiyle tatbik edilmesinin haklı bir dayanağını bulmak, pek o kadar kolay değildir.
Çünkü böyle bir zaruret yoktur. İnsan yapmadığı zaman ne canına, ne malına, ne de namusuna bir eksiklik ve zarar gelmez. Çevrenin garip karşılayacağı ihtimalinin, kişinin yabancı kadınla tokalaşmadığı an medenî münasebetlerde bir eksiklik olacağı telâkkilerinin, dikkatleri üzerine çekerek “gerici, yobaz” olarak karşılanmanın haklı sebeplerini bulmak mümkün olmasa gerektir. (Mehmet Paksu, Aileye Özel Fetvalar)
Bediüzzaman hazretlerinin mevzu hakkındaki tesbitlerine, beşerin içtima-i hayatını istikamet üzere sabit kılan şaşmaz prensiplerine kulak verelim:
“Evet, kat’i ve zaruri bir maslahat için mesağ-ı şer’i vardır. Fakat hakikate bakılırsa, maslahat dedikleri şey batıl bir özürdür. Zira usul-i şeriatta takarrur ettiği veçhile, mazbut ve miktarı muayyen olmayan birşey, hükümlere illet ve medar olamaz; çünkü miktarı bir had altına alınmadığından suistimale uğrar. Maahaza, birşeyin zararı menfaatine galebe ederse, o şey mensuh ve gayr-ı muteber olur. Maslahat, o şeyi terk etmekte olur. Evet, âlemde görünen bu kadar inkılaplar ve karışıklıklar, zararın, özür telakki edilen maslahata galebe etmesine bir şahittir.” (İşaret-ül İ’caz, s.93)
“Hakkın hatırını kırmayacağım, hakikati söyleyeceğim. Zira Hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmez. Kimin hatırı kırılırsa kırılsın, yalnız hak sağ olsun” (Divan-ı Harb-i Örfi, s.43)
“Hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir.” (Münazarat)
Bediüzzaman, hakkın hatırı söz konusu olunca, nefs-i emmareyi değil, hakkı ve hakikati baş göz üstünde kabul edeceğini ifade ederek bize ders veriyor: “Hakkın hatırını muhafaza için başka hatırlara bakılmaz” (Barla Lâhikası, s.97)
Bediüzzaman, hakikatin hiçbir zaman değişmeyeceğini, hakikatin hak olduğunu “el- Hakku ya’lu vela yu’la aleyh” Hak daima üstündür. Hakka galip olunmaz. (Keşfü’l- Hafa, 1:127) hadisiyle ifade ediyor ve hakikat zannedilen hayalin ömrünün kısa olduğunu bildiriyor. (Divan-ı Harb-i Örfi, s.51)
Kadın şehevânî histen kesilmiş yaşta ihtiyar olursa, onunla musafaha yapmada, elini öpmede bir mahzur yoktur. Çünkü arada hissî bir mahzur kalmamış bulunmaktadır. Ancak erkek kaç yaşında olursa olsun, isterse seksen-doksan yaşında bulunsun, haramlık devam etmektedir.
Bir âlime veya makamca büyük birisine hürmet için ayağa kalkmak, elini öpmek, gurbetten gelen birisini kucaklamak, gibi davranışlar şer’an yasak değildir.
Musafahadan ayrı olarak, hürmete lâyık ve yaşlı kimselerin eli öpülebilir. Çocuklar; anne, baba, dede, nine ve diğer büyüklerinin ellerini öpebilirler. Baba-anne kendi çocuklarını öpebilir. Bütün bunlar sevgi ve şefkat ifadeleridir. Bu gibi hallerde öpme mevzubahis olabilir. Onun ötesinde musafaha asıldır.
İslam âlimleri, bilhassa ilim, ahlak ve fazilet sâhibi kimselerle birlikte cemiyetin faydası için çalışan makam sâhibi zevata, gösteriş ve ta’zîm niyetiyle değil de hürmet ve muhabbet izhar etme düşüncesiyle ayağa kalkmanın caiz olduğunu belirtmişlerdir. (İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî , XI, 49, vd)
Efendimiz, ashâbının kendisi için ayağa kalkmalarını istememiştir. Ebû Ümâme(r.a) anlatıyor: Bir gün Resûlullâh (s.a.v) elinde bir baston olduğu hâlde yanımıza geldi. Biz de onu görünce ayağa kalktık. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Birbirlerine ta’zîmde bulunan Acemler gibi yapmayın” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb 152)
Ancak Fahr-i Kâinât Efendimiz’in, Kızı Fatıma (Ebû Dâvûd, Edeb, 143) ve azadlısı Zeyd bin Hârise gibi bazı sahabîleri karşılarken ayağa kalktığı görülür. (Tirmizî, İsti’zân, 32)
Yine Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir hakemlik vazifesiyle görevlendirdiği Sa’d bin Muaz hakkında Ensâr’a hitaben; “Efendiniz (veya en hayırlınız) için ayağa kalkınız” buyurmuştur. (Buhârî, Meğâzî, 30)
Efendimiz(s.a.v), şöyle buyurmaktadır: “Allâh Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında hizmet edecek kimseler lütfeder.” (Tirmizî, Birr 75)
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
Konuşma Adabı Evet, bu dünyayı san’atlarıyla ziynetlendiren bir San’atkârın, san’atını istihsan eden insanla konuşmaması muhaldir. Mademki yapar ve bilir; elbette konuşur. Madem konuşur; elbette konuşmasına yakışan Kur’ân’dır.
Bir çiçeğin tanziminden lâkayt kalmayan bir Mâlikü’l-Mülk, bütün mülkünü velveleye veren bir kelâma karşı nasıl lâkayt kalır? Hiç başkasına mal edip hiçe indirir mi? (Sözler, 25.Söz)
Hem hiç mümkün müdür ki, bir Sâni-i Hakîm, bütün zîhayat, zîşuur masnularını birbiriyle konuştursun ve dillerinin binler çeşitleriyle birbiriyle söyleştirsin ve onların sözlerini ve seslerini bilsin ve işitsin ve efâliyle ve in’âmıyla zâhir bir sûrette cevap versin, fakat kendisi konuşmasın ve konuşamasın? Hiç kàbil midir ve hiç ihtimali var mı?
Madem bilbedahe konuşur ve madem konuşmasına karşı tam anlayışlı muhatap en başta insandır. Elbette, başta Kur’ân olarak meşhur kütüb-ü mukaddese onun konuşmalarıdır. (Şualar, 2.Şua)
Düşünmek ve konuşmak insanı diğer canlılardan ayıran en mühim vasıftır. Aralarındaki alâka sebebiyle konuşma, sahibinin aklî seviyesini ve fikir yapısını gösteren pürüzsüz bir ayna gibidir. Dolayısıyla insanı insan yapan dilidir. İslâm, mü’minlerin söz disiplinine sahip olmalarını istemiş ve bu sahada pek çok esaslar koymuştur. Konuşmak, insanlar arasındaki iletişimi, muhabbeti ve anlaşılıp kaynaşmayı sağlayan büyük bir ilâhî lütuftur. Yani insanlar duygu ve düşüncelerini, arzu ve taleplerini çoğu kez konuşarak ifâde ederler.
Bir kimsenin kullandığı dil ve üslûb, onu hayatta başarılı kılabildiği gibi hüsrâna da uğratabilir. Hatta kişinin dilini muhafaza etmesi, cenneti elde etme vesileleri arasında zikredilmiştir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki: “Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iffet ve nâmusunu koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm.” (Buhârî, Rikâk 23)
Bir başka hadis-i şerîf’te “En faziletli kimdir?” sorusuna Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem: “Dilinden ve elinden Müslümanların emniyette olduğu kimsedir.” Mukâbelesinde bulunmuştur. (Buhârî, İmân 4,5)
Açık ve anlaşılır bir şekilde muhâtabın seviyesine göre konuşulmalı, gerektiğinde önemli görülen ifâdeler tekrar edilmelidir.
Fahr-i Kâinât Efendimiz(s.a.v), namaz kıldırırken dikkat çekici âyetleri bazen iki, bazen üç defâ tekrarlardı. Sahâbeye nasihat ve îkazda bulunurken, bir kısım ifâdeleri tekrarladığı olurdu. Allâh dostlarının sohbetlerinde de bu şekilde tekrarlara çokça rastlamak mümkündür. Ancak bunun telkin maksatlı olması, sıkıcı olmaması ve cemaatin seviyesine münâsip olması gerekir. Sözü anlayacak kimsenin bulunmadığı meclislerde konuşmak da nefesleri isrâf etmek mânâsına gelir. Zîrâ Meşhûrî’nin dediği gibi; “Âkilân, tâ söz mahallin bulmadıkça söylemez!”
Nitekim ashâbın, fasih ve beliğ bir üslûp ile konuşan Peygamber Efendimiz(s.a.v) hakkındaki şu tespitleri oldukça önemlidir:
“Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in konuşması her dinleyenin rahatlıkla anlayabileceği şekilde açıktı.” (Ebû Dâvûd, Edeb 18)
“Konuştuğu zaman onun kelimelerini saymak isteyen sayabilirdi.” (Buhârî, Menâkıb 23)
“İyice anlaşılmasını istediği kelime ve cümleleri, üç kere tekrar ederdi.” (Tirmizî, Menâkıb 9)
Bir eser okunacağı veya bir söz dinleneceği zaman, evvelâ مَنْ قَالَ وَ لِمَنْ قَالَ وَ لِمَا قَالَ وَ فِيمَا قَالَ yani: Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş? olan bir kaide-i esasiyeyi, nazar-ı itibara almalı.
Evet kelâmın tabakatının ulviyeti, güzelliği ve kuvvetinin menbaı, şu dört şeydir: Mütekellim, muhatab, maksad ve makam. Yoksa, her ele geçen kitab okunmamalı, her söylenen söze kulak vermemelidir. Meselâ: Bir kumandanın, bir orduya verdiği arş emriyle; bir neferin, arş sözü arasında ne kadar fark vardır? Birincisi koca bir orduyu harekete getirir. Aynı kelâm olan ikincisi, belki bir neferi bile yürütemez. (Sözler 755)
Kelâmın tabakaları, ulviyet ve kuvvet ve hüsn-ü cemal cihetinden dört menbaı var. Biri mütekellim, biri muhatab, biri maksad, biri makamdır.
Ediblerin, yanlış olarak yalnız makam gösterdikleri gibi değildir. Öyle ise, sözde "Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makamda söylemiş?" ise bak. Yalnız söze bakıp durma. Madem kelâm kuvvetini, hüsnünü bu dört menbadan alır. Kur’anın menbaına dikkat edilse, Kur’anın derece-i belâgatı, ulviyet ve hüsnü anlaşılır.
Evet kelâmın ulviyetine, kuvvetine, hüsnüne, cemaline kuvvet veren mütekellim, muhatab, maksad, makam olmak üzere dört şeydir. Ediblerin zannettikleri gibi yalnız makam değildir. Demek, bir kelâmın derece-i kuvvetini anlamak istediğin zaman; fâiline, muhatabına, gayesine, mevzuuna bak. Bunların dereceleri nisbetinde kelâmın derecesi anlaşılır.
Evet madem kelâm, mütekellime bakıyor. Eğer o kelâm emr ve nehy ise, mütekellimin derecesine göre irade ve kudreti de tazammun eder. O vakit söz mukavemet-sûz olur; maddî elektrik gibi tesir eder, kelâmın ulviyet ve kuvveti o nisbette tezayüd eder. (Sözler 430; Mesnevi-i Nuriye 234)
Bilgiçlik taslama ve kendini başkalarına üstün gösterme niyetiyle yapmacık konuşmalarda bulunmak veya insanların anlayamadıkları kelimelerle onlara hitap etmek şiddetle yasaklanmıştır.
Vazifesi hakkı ve hakîkati tebliğ olan Resülullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, konuşmalarında hiçbir zaman san’at kaygısı taşımamakla birlikte, safi duygular içinde, şefkat ve merhamet hisleriyle dolu olarak ve ruhûnun en tabiî ifâdeleriyle konuşmuştur. Böylece onun mübarek sözleri apayrı bir güzellikte ve şânına yakışır bir hüsn-ü edeb üzere olmuştur.
Sevgili Peygamberimiz(s.a.v): “Şüphesiz ki Allâh Teâlâ, sığırın otu yerken ağzında evirip çevirdiği gibi, sözü ağzında evirip çevirerek lügat paralayan kimselere buğz eder.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb 94)
Bağırıp çağırmak sûretiyle yüksek sesle konuşulmamalıdır. Kibar ve nazik bir üslûbun benimsenmesi, her zaman için en isâbetli yoldur. Bu hususla ilgili İlâhî emri ölçü alan İslâm âlimleri, anne-baba, âlim, salih kişiler gibi simaların yanında da sesi yükseltmenin caiz olmadığını belirtmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim’in beyânıyla Lokman aleyhisselâm oğluna söz konusu metodu şöyle tavsiye etmektedir. “Yavrum! Yürüyüşünde tabiî ol ve sesini alçalt. Unutma ki seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman 19)
Bir başka âyette de: “Kullarıma söyle, en güzel sözü söylesinler!” (el-İsrâ 17/53) buyurmaktadır.
Hatta Allâh Teâlâ, Hz.Musâ ile kardeşi Hârûn’u, Fıravun’a gönderirken onu yumuşak bir sözle uyarmalarını istemiş (Tâhâ 20/43-44), muhâtab kâfir de olsa âdâb gereği güzel bir üslûbun kullanılmasını emretmiştir.
Bir hadis-i şerifte de, söylenecek güzel bir sözle bile cehennem azabından kurtulunabileceği ifâde edilir: “Yarım hurma vermek sûretiyle de olsa cehennemden korunun. Bunu da bulamayan hiç olmazsa güzel bir sözle cehennemden korunsun!” (Müslim, Zekât 68)
Bediüzzaman Hazretleri de bu konuda şöyle demiştir; “Risale-i Nur’un mesleği, nezihâne ve nazikâne ve kavl-i leyyindir.” (Lem’alar, 23.Lem’a)
İki kişinin, yanlarında bulunan üçüncü kişiyi dışlayarak, yok sayarak aralarında fısıldaşmaları yasaklanmıştır.
Resûl-i Ekrem Efendimiz(s.a.v) böyle bir tavrın, yalnız kalan kimsenin üzülmesine ve su-i zannına sebep olabileceğini belirtmektedir. Olgun bir Müslüman ise mü’min kardeşini üzecek ve kalbini incitecek davranışlarda bulunmak istemez. (Buhârî, İsti’zân 47)
Bir mecliste herhangi bir konu görüşülüyor ise veya cevaplandırılmak üzere bir soru sorulmuşsa, ilk söz hakkı meclisin büyüğüne aittir. Bununla birlikte diğer kişiler de yeri geldiğinde edebe uygun bir şekilde fikirlerini beyân edebilirler.
Nitekim bir hâdiseyi anlatmak için, yaşça en küçük olan Abdurrahman bin Sehl ilk önce söze başlayınca, Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-; “Sözü büyüklerine bırak, sözü büyüklerine bırak!” buyurmuş, bunun üzerine olayı büyükler anlatmıştır. (Buhârî, Cizye 12)
Az ve öz konuşmalı, lüzumsuz tafsilattan kaçınmalıdır. Diğer bir ifadeyle çok konuş- mamayı, yerinde ve ölçülü konuşmayı âdet edinmek gerekir.
Allâh Teâlâ mü’minlerin mümtaz hasletlerini sayarken: “O kimseler ki boş söz ve işlerden yüz çevirirler.” (el-Mü’minûn 23/3) buyurmakta, lüzumsuz sözlerle meşgul olmayı fâsıklık ve dalâlet olarak nitelendirmektedir. (Lokmân 31/6)
Peygamberimiz ise bu konuya şu hadisleriyle dikkat çekmektedir: “Allâh’ı zikretmeksizin çok konuşmayın! Allâh’ın zikri dışında çok söz söylemek kalbi katılaştırır. Katı kalpli olanların ise Allâh’tan en uzak kimseler olduğunda şüphe yoktur.” (Tirmizî, Zühd 62)
Başka bir hadislerinde ise peygamberimiz(s.a.v) : “Kendisini (doğrudan) ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi, kişinin iyi müslüman oluşundandır.” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Zühd 11)
Talebeleri, mevzu hakkında bizlere hüsn-ü misal olan Bediüzzaman hazretlerini şöylece tarif etmişlerdir; “Üstadımızın, az söylemek âdetidir. Fakat söylediğini veciz söyler; her halde düstûr-u hikmet olarak pek ma’nidar ve pek şümullü birer câmiül-kelimdirler.” (Tarihçe-i Hayat, Kastamonu Hayatı, 326)
Maddî veya manevî hiçbir faydası olmayan, bilâkis zararı bulunan malayani konuşmalardan şiddetle kaçınılmalıdır.
Zîra: “İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında onu gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kaf 50/18) âyet-i kerîmesi, insanın kendisine bahşedilen hayatın kelime kelime hesabını vereceğine dikkat çekmektedir.
Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur: “Allâh’a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun!” (Buhârî, Edeb 31,85, Rikak 23; Müslim, Îmân 74, Lukata 1)
Bediüzzaman hazretlerinin mevzu hakkındaki şu beyanatları ne kadar manidardır: Sen, gündüz uyanık iken güzel bir söz söylersin; bâzan rü’yada güzel bir elma şeklinde yersin. Gündüz çirkin bir sözün; gecede acı bir şey suretinde yutarsın. Bir gıybet etsen, murdar bir et suretinde sana yedirirler. Öyle ise, şu dünya uykusunda söylediğin güzel sözlerin ve çirkin sözlerin; meyveler suretinde uyanık âlemi olan âlem-i âhirette yersin ve yemesini istib’ad etmemelisin... (Sözler, 31.Söz)
Kişinin helâl mi haram mı, güzel mi çirkin mi, hayır mı şer mi henüz tam olarak kestiremediği bir sözü söylemesi de konuşma âdâbına aykırıdır. Nitekim atalarımız da, “Bin düşün bir söyle” ve benzeri güzel sözleri söylerken bu hadislerden ilham almışlardır.
Hadis-i şerifte: “Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider.” buyrulmaktadır. (Buhârî, Rikâk 23)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem başka bir hadislerinde ise şöyle buyurdu: “Kişiye, yalan olarak, her duyduğunu anlatması yeter!” (Hadis El Kitabı, Müslim 685)
İkili ilişkilerde insanı müşkil duruma sokacak anlamsız sözlerden kaçınmak, dostlukların istikametle devamiyeti açısından fevkalâde ehemmiyeti hâizdir.
Fahr-i Kâinât Efendimiz(s.a.v): “Özür dilemek zorunda kalacağın bir sözü söyleme!” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Zühd 15)
Mü’min her hâlukârda doğruyu konuşmalı, yalan söz ve yalan haberden şiddetle sakınmalıdır. Kizb(yalan), küfrün esasıdır. Kizb, nifakın birinci alâmetidir. Kizb, kudret-i İlâhîyyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbânîyeye zıddır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrib eden, kizbdir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbdir. Âlem-i beşerin ahvâlini fesada veren, kizbdir. Nev-i beşeri kemâlâttan geri bırakan, kizbdir. Müseylime-i Kezzab ile emsalini âlemde rezil ve rüsva eden kizbdir. İşte bu sebeblerden dolayıdır ki; bütün cinâyetler içinde tel’ine, tehdide tahsis edilen, kizbdir.
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerîmde bizlere şu uyarıda bulunmaktadır: “Ey îmân edenler! Allâh’tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Allâh amellerinizi salih hâle getirsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (el-Ahzâb 33/70-71)
Allâh Resûlü(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “İnsan sabahlayınca, bütün âzâları dile mürâcaat eder ve âdeta ona şöyle derler; «Bizim haklarımızı korumakta Allâh’tan kork! Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz.» ” (Tirmizî, Zühd 61)
Bediüzzaman hazretleri de mevzu hakkında şu tespitlerde bulunmuştur: “Biz ki hakîki müslümanız, aldanırız fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz!” (Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı)
S— Herşeyden evvel bize lâzım olan nedir? C— Doğruluk. S— Daha. C— Yalan söylememek. S— Sonra. C— Sıdk, sadakat, ihlâs, sebat, tesanüddür. S— Neden? C— Küfrün mâhiyeti yalandır, îmanın mâhiyeti sıdktır. Şu bürhan kâfi değil midir ki; hayatımızın bekası, îmanın ve sıdkın ve tesanüdün devamiyledir. (Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı 77; Münazarat)
Yalan, bir lâfz-ı kâfirdir.
Bir dane sıdk, yakar milyonla yalanı. Bir dane-i hakikat, yıkar kasr-ı hayali. Sıdk büyük esastır, bir cevher-i ziyalı. Yeri verir sükûta-eğer çıksa zararlı. Yalana yer hiç yoktur, çendan olsa faydalı. Her sözün doğru olsun, her hükmün hak olmalı.
Lâkin hakkın olamaz her doğruyu söz etmek. Bunu iyi bilmeli. “Huz mâ safâ, da’ mâ keder” kendine düstur etmeli. Güzel gör, hem güzel bak. Tâ güzel düşünmeli. Güzel bil, hem güzel düşün. Tâ leziz hayatı bulmalı. Hayat içinde hayattır hüsn-ü zanda emeli. Sûizanla yeistir saadet muharribi, hem de hayatın katili. (Sözler, Lemeat)
Sual: Bir maslahata binâen kizbin(yalan söylemenin) câiz olduğu söylenilmektedir...
Öyle midir? Cevab: Evet, kat’i ve zarûri bir maslahat için bir mesağ-ı şer’î vardır. Fakat hakîkata bakılırsa, maslahat dedikleri şey bâtıl bir özürdür. Zîra usûl-i şerîatta takarrur ettiği vechile, mazbut ve miktarı muayyen olmayan bir şey, hükümlere illet ve medâr olamaz; çünkü mikdarı bir hadd altına alınmadığından sû-i isti’male uğrar.
Maahaza bir şeyin zararı menfaatına galebe ederse, o şey mensuh ve gayr-ı muteber olur. Maslahat, o şeyi terketmekte olur. Evet, âlemde görünen bu kadar inkılâblar ve karışıklıklar, zararın özür telakki edilen maslahata galebe etmesine bir şahiddir. Fakat kinaye veya ta’riz sûretiyle yâni gayr-ı sarih bir kelime ile söylenilen yalan, kizbden sayılmaz.
Hülâsa: Yol ikidir: Ya sükût etmektir. Çünkü, söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya sıdktır. Çünkü, İslâmiyetin esası, sıdktır. Îmanın hassası, sıdktır. Bütün kemâlâta îsal edici, sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı, sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâm’ın nizamı, sıdktır. Nev’-i beşeri kâ’be-i kemâlâta îsal eden, sıdktır. Ashab-ı Kiramı bütün insanlara tefevvuk ettiren sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm’ı meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır. (İşaret-ül İ’caz, Mühürlenen Kalpler)
Amma maslahat için kizb ise, zaman onu neshetmiş(Hükmünü kaldırmış). Maslahat ve zaruret için bazı âlim “muvakkat” fetvası vermişler.
Bu zamanda o fetva verilmez. Çünki o kadar sû’-i istimal edilmiş ki, yüz zararı içinde bir menfaatı olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez.
Meselâ: Seferde namazı kasretmenin sebebi, meşakkattır. Fakat illet olamaz. Çünki muayyen bir haddi yok. Sû’-i istimale düşebilir. Belki illet, yalnız sefer olabilir.
Aynen öyle de, maslahat dahi yalan söylemeğe illet olamaz. Çünki muayyen bir haddi yok, sû’-i istimale müsaid bir bataklıktır. Hükm-ü fetva ona bina edilmez.
Öyle ise اِمَّا الصِّدْقُ وَاِمَّا السُّكُوتُ Ya doğruyu söylemek, ya da sükût etmek. Yani yol ikidir, üç değildir. Ya doğru, ya yalan, ya sükût değildir.
İşte şimdi beşerin ortadaki dehşetli yalancılığıyla ve tezviratlarıyla emniyet-i umumiyenin ve rûy-i zemin asayişlerinin zîr ü zeber olması kizble ve maslahatın sû’-i istimali ile olmasından, elbette o üçüncü yolu kapatmağa beşeri mecbur ediyor ve kat’î emir veriyor.Yoksa bu yarım asırda gördükleri umumî harbler ve dehşetli inkılablar ve sukutlar ve tahribatlar, başlarına bir kıyameti koparacak. (Hutbe-i Şamiye, 3.Kelime)
Evet, her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazan zarar verse sükût etmek.. Yoksa yalana hiç fetva yok.
Her söylediğin hak olmalı, fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yok. Çünki hâlis olmazsa sû’-i tesir eder; hak, haksızlıkta sarfolur. (Hutbe-i Şamiye, 3.Kelime)
Senin üzerine haktır ki: Her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zîra senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihatı ba’zan damara dokundurur, aksü’l-amel yapar. (Mektubat, 22.Mektub)
Kinaye veya ta’riz sûretiyle yâni gayr-ı sarih bir kelime ile söylenilen yalan, kizbden sayılmaz. (İşaret-ül İ’caz, Mühürlenen Kalpler)
Malûmdur ki, fenn-i belâğatte, bir lâfzın, bir kelâmın mânâ-yı hakikîsi başka bir maksud mânâya sırf bir âlet-i mülâhaza olsa, ona “lâfz-ı kinâî” denilir. Ve “kinâî” tabir edilen bir kelâmın mânâ-yı aslîsi, medar-ı sıdk ve kizb değildir. Belki kinâî mânâsıdır ki, medar-ı sıdk ve kizb olur. Eğer o kinâî mânâ doğruysa o kelâm sadıktır; mânâ-yı aslî kâzip dahi olsa sıdkını bozmaz. Eğer mânâ-yı kinâî doğru değilse, mânâ-yı aslîsi doğru olsa, o kelâm kâziptir.
Meselâ, kinâî misallerinden, “Fülânün tavîlü’n-necad” denilir. Yani, “kılıcının kayışı, bendi uzundur.” Şu kelâm, o adamın kametinin uzunluğuna kinayedir. Eğer o adam uzun ise, kılıcı ve kayışı ve bendi olmasa da, yine bu kelâm sadıktır, doğrudur. Eğer o adamın boyu uzun olmazsa, çendan uzun bir kılıcı ve uzun bir kayışı ve uzun bir bendi bulunsa, yine bu kelâm kâziptir. Çünkü mânâ-yı aslîsi maksud değil. (Sözler, 32.Söz, 2.Mevkıf, 2.Sual)
İmam-ı Beyhakî’nin rivayet ettiği bir hadiste, Peygamberimiz(a.s.m) “Tevriyeli, kinâî ifadelerle yalandan kurtulup rahatlama vardır” buyurarak bu meseleye açıklık getirmişlerdir. (et-Tâc, 5:55)
Yalanı ve olmayan bir şeyi haber vermek mutlak sûrette yasaklanmıştır. Yalan husundaki hadislerdeki müsaade ise “tevriye” ve “îhâm” yoluyla söylenmesi halindedir.
Tevriye ve Îhâm; Birkaç mânâsı olan bir kelimeyi kullanan kimsenin en uzak mânâyı kasderek söylemesidir.
Kinaye ve Ta’riz ise; Bir Maksadı; açıktan olmayıp (dolaylı olarak) hakiki manayı başka ifade ile imalı ve dokunaklı olarak konuşmak anlamlarına gelir.
Bu iki söz sanatını bu meseleye getirecek olursak şu şekilde misaller verilebilir: Meselâ, savaş esnasında düşman askerine “Kralınız öldü” denilirken, bununla düşmanın daha önceki krallarından birisi kasdedilmesi gibi.
Yine İslâmın ve Müslümanların zarara düşebileceği bir halde konuşmak ve fikir beyan etmek icap ettiğinde, doğrudan yalana varmadan dolaylı cümleler kullanmak da bu kabildendir.
Aynı şekilde hanımın ve kızının gönlünü almak isteyen bir insan onlara bir şey vâdederken, “İnşaallah-Allah dilerse” gibi bir ifade kullanır da, söz verdiği şeyi hemencecik almazsa, bu durumda da yalan söylemiş olmaz. Çünkü bu vaâd istikbale mâtuftur.
Ayrıca birbirine dargın olan iki kişinin arasını bulurken, “falan adam senin için duâ ediyor” dese de, bununla o adamın “Allah’ım, bütün Müslümanları affet” demiş olduğunu kasdetse, yalan bir beyanda bulunmuş olmaz. Dolaysıyla yalan söylemenin mes’uliyetinden kurtularak rahatlar.
Münakaşa tarzında konuşmaktan sakınmak lazımdır. Hususan Mesâil-i îmaniyenin münakaşa sûretinde bahsi câiz değildir. Şayet muhatap ısrar ediyorsa, o vakit, Kur’ân’a, sünnete, icma ve kıyasa göre doğruyu söyleyip bırakmak lazımdır. Tartışmaya girmemek gerekir. Kişi hakkı anlattıktan sonra, muhatabı münakaşaya girişince, orayı terk etmek gerekir. Terk ederken de dargınlığa yol açmamalıdır.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Kardeşinle tartışma! Çünkü konunun anlaşılmasını engeller ve belasından da emin olunmaz.” (Rezin, Hadis El Kitabı, 682)
Bediüzzaman Hazretleri mevzu hakkında şunları söylemiştir; “Münakaşa etmenin bi- rinci şartı, insafla, hakkı bulmak niyetiyle, inatsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, sû-i telâkkiye sebep olmadan müzakeresi caiz olabilir. O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muarızın elinde zahir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun. Çünkü bilmediği şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zahir olsa, fazla bir şey öğrenmedi; belki gurura düşmek ihtimali var.” (Mektubat, 28.Mektub)
Bir insanı yüzüne karşı övmeyi Efendimiz(s.a.v) yasaklamakla birlikte, gıyabında da överken aşırı gitmeyi nehyetmiştir. Zira İhsan-ı İlâhîden fazla ihsan, ihsan değildir. Bir dane-i hakîkat bir harman hayalâta müreccahtır. İhsan-ı İlâhî ile tavsifte kanaat etmek farzdır.
Cem’iyyete dâhil olan, cem’iyyetin nizamını ihlâl etmemek gerektir. Bir şeyin şerefi neslinde değildir, zâtındadır. Bir şeyin aslını gösteren semeresidir. Birinin malına başka mal velev kıymetli de olsa karışırsa, malını kıymetsiz ettiği gibi, haczetmesine dahi sebeb olur. (Muhakemat syf.21)
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin yanında, bir adam bir adamı övdü. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Onun boynunu vurdun, arkadaşının boynunu vurdun! İçinizden birinizin, mutlaka birisini övmesi gerekiyorsa, şöyle desin: Allah bilir ama şöyle şöyle olduğunu sanıyorum. Zira, Allaha karşı kimse temize çıkartılmaz. O kişi hakkında bildikleri varsa, onu şöyle şöyle sanıyorum, desin.” (Hadis El Kitabı, Buhari, H.N 689)
Ölmüş insanları zemmetmek hiç lüzumu yok. Onlar, dâr-ı âhirete mahall-i cezaya gitmişler. Lüzumsuz, zararlı, onların kusurlarını beyân etmek lazım değildir.
Umûmî bir ünvan ile lânet caiz olabilir. Yoksa zararlı, lüzumsuzdur. Şer’an, bir adam hiç mel’unları hatıra getirmeyip lânet etmese, hiçbir zararı yok. Çünkü zem ve lânet ise, medih ve muhabbet gibi değil. Onlar, amel-i salihde dâhil olamaz. Eğer zararı varsa, daha fena.
Madem zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i şer’î yok, fakat zemde ve tekfirde hükm-ü şer’î var. Zemm ve tekfir, eğer haksız olsa, büyük zararı var; eğer haklı ise, hiç hayır ve sevab yok. Çünki tekfire ve zemme müstehak hadsizdir. Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-ü şer’î yok, hiç zararı da yok. (Emirdağ Lahikası I, 207)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Ölülere sövmeyin! Bu sebeple dirilere eziyet etmiş olursunuz. Zira onlar, zaten ettiklerini bulmuşlardır.” (Hadis El Kitabı, Buhari H.N 691; Tirmizi 692)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Bir adam bir adama günahkâr, ya da kâfir derse, o özellik de onda bulunmazsa, bu söz kendisine döner.” (Hadis El Kitabı, Buhari H.N 690)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve selleme dediler ki: “Müşriklere beddua et ve onları lânetle!” Cevaben şöyle buyurdu: “Ben, rahmet olarak gönderildim, lânetleyici olarak değil.” (Hadis El Kitabı, Müslim H.N 671)
Dilini, kem söz ve küfürlerden alıkoymaya çalışmamak, Hayat-ı Ebediyye esasâtını ve Saadet-i Uhreviyye levâzımatını tedârik etmek için verilen akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel Hediye-i Râhmaniyyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir sûrete çevirmektir. (Sözler, 6.Söz)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Kul, önemsemeden ve farkına var- madan, Allahın hoşnut olduğu bir söz söyler, bu sebeple Allah onun derecesini yükseltir. Yine kul, dikkat etmeden, Allahın öfkesini gerektiren bir söz söyler de, Allah onu, o kelime nedeniyle cehenneme yuvarlar.” (Hadis El Kitabı, Buhari H.N 662)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: Meryemoğlu isa, yolda bir domuza rastladı: “Haydi selâmet içinde geç!” dedi. Kendisine, “Sen bunu domuza mı söylüyorsun?!” diye itiraz edilince: “Ben dilimi, kötü söze alıştırmaktan korkuyorum,” diye cevap verdi. (Hadis El Kitabı, Malik H.N 666)
Manevi hastalıkların birisi de “Sû-i zan” dır. Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin.
Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. Binaenaleyh, eslâf-ı izâmın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek sû-i zandır. Sû-i zan ise, maddî ve mânevî içti- maiyatı zedeler. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Hem, meselâ, sûizan ve sû-i te’vilde, bu dünyada muaccel bir cezâ var. “Men dakka dukka” kaidesiyle, sû-i zan eden, sû-i zanna mâruz olur. Mü’min kardeşinin harekâtını sû-i te’vil edenlerin harekâtı, yakın bir zamanda sû-i te’vile uğrar, cezâsını çeker. (Mektubat, 22.Mektub Uhuvvet Risalesi)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Kişinin, kanıtsız ve dayanaksız söz söylemesi ne kötüdür.” (Hadis El Kitabı, Ebu Davud 669)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Kuşkulandığını at, kuşkulanmadığına bak! Doğruluk kalbinin yatıştığında, yalan ise kuşku duyduğundadır.” (Hadis El Kitabı, Tirmizi H.N 668)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Kişiye, yalan olarak, her duyduğunu anlatması yeter!” (Hadis El Kitabı, Müslim H.N 685)
Mü’min kardeşini yaptığı bir hatadan veya günahtan dolayı ayıplamamak, kusurlarını araştırmamak, görmezden gelmek, mü’min bir insanın sahip olması gereken elzem vasıflardandır.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Her kim, müslüman kardeşini bir günah yüzünden ayıplarsa, onu kendisi de işleyinceye kadar ölmez.” (Hadis El Kitabı, Tirmizi H.N 669)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Mümin, kusur bulucu, lânet edici, azgın ve hayâsız olamaz.” (Hadis El Kitabı, Tirmizi H.N 670)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Haksız yere müslümanın namus ve şahsiyetine sataşmak, günahların en büyüğüdür.” (Hadis El Kitabı, Ebu Davud H.N 673)
Söz taşıyıcılık… Koğuculuk… Nemmamlık… Bir kimseye, o kimse hakkında bir başkasının söylemiş bulunduğu bir sözü ya da o kimseye yönelik yapmış bulunduğu bir işi -gördüğünü veya duyduğunu öne sürerek- ulaştırma, aktarma, götürme işi...
“Vay haline, diliyle çekiştirip alay edenlerin hepsinin” şeklinde anlamlandırılan “Veylün li külli hümezetin lümezetin” (Hümeze) âyetindeki ‘hümeze’ kelimesi yalın bir çekiştirmeden çok koğuculuk anlamına gelmektedir.
Ancak, söz taşımanın, lâf götürüp getirmenin koğuculuk sayılamayacak, kınanamayacak bir türü daha vardır ki, o da, Peygamber Efendimiz Hazretlerinin “insanların arasını düzelten ve bunun için hayır maksadıyla söz ulaştıran veya hayır kastıyla kinayeli yalan söyleyen kimse, yalancı değildir” sözüdür. (Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih, 1156)
Resulullah(s.a.v) bir defasında kabristan yanından geçerken kabirdeki iki kişinin sesini işitince şöyle buyurdular: “Bunlar azab görüyorlar. Hem de azab görmeleri kendilerince büyük bir şeyden dolayı değil. Evet, günahları büyüktür. Birisi idrardan sakınmaz, taharetlenmezdi. Diğeride iki kişinin arasını bozmak için söz taşırdı.” (Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih, 163)
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Bana bir kimse, sahabilerimin birinden bir şey ulaştırmasın! Zira ben, onların yanına, içim arınmış ve rahat olarak çıkmak istiyorum.” (Hadis El Kitabı, Tirmizi H.N 674)
Peygamber efendimiz(s.a.v) başka bir hadislerinde buyurdular ki: “Söz gezdiren, laf taşıyan kimse cennete giremez.” (Tirmizi, Birr ve Sıla, 78)
Dinimiz verilen sözün tutulmasını emreder ve bu hususa ehemmiyet verir. Vefasızlık şiddetle yasaklanmış ve haram ilan edilmiştir. Ahde vefa, Kur’ân-ı Kerîm’de “Allah’ın vasıflarından biri” olarak zikredilmiş (Tevbe 111), mü’minlerin de bu vasıfla muttasıf olmaları taleb edilmiştir. (Bakara 177)
İbnu Ömer(radıyallahu anh) anlatıyor: Resulullah(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kıyamet günü, Allah öncekileri ve sonrakileri birleştirip topladığı zaman her vefasız için, onu tanıtan bir bayrak dikilir ve: “Bu falan (oğlu falanın) vefasızlığıdır” denilir.” (Buhârî, Edeb 99, Cizye 22, Hiyel 9, Fiten 21)
Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Kardeşinle tartışma! Çünkü konunun anlaşılmasını engeller ve belasından da emin olunmaz. Ayrıca, tutamayacağın bir sözü de verme!” (Hadis El Kitabı, Rezin H.N 682)
İnsanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var. Ehl-i îman, bilmeyerek isti’mal ediyorlar. Mühimlerinden üç tanesini beyân edeceğiz:< Birincisi: “Evcedethu’l-esbâb” Yâni, “Esbâb bu şey’i îcad ediyor.” İkincisi: “Teşekkele binefsihi” Yâni, “Kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor.” Üçüncüsü: “İktezathü’t-Tabiat” Yâni, “Tabiîdir, tabiat iktiza edip îcad ediyor.”
Evet, câmid, şuursuz bulut, âb-ı hayat olan yağmuru, muhtaç olan zîhayatların imdadına göndermesi, ancak senin rahmetin ve hikmetin iledir. Karışık tesadüf karışamaz. Meşîet-i İlâhîyye ile vücûda gelen işlerde; “İnşâallah İnşâallah” yerinde, bilerek “tabi tabi” demek, ne kadar hata ve muhâlif-i hakîkat olduğunu kıyas et...
Rubûbiyet-i âmmedeki dâire-i esbab-ı zâhiriyede, ehl-i gafletin nazarında, hikmeti ve sebebi bilinmiyen işlerde, tesadüf nâmını vermişler. Tabiî, sevk-i tabiî tesâdüf değil. Hakîki, fıtrî sevk-i İlâhî, kader-i Sübhanî, her işimizde hâkim. İşte ey tabiata saplanan ve bataklıkda boğulmak derecesine gelen gafil! Bütün mâzi ve müstakbele ulaşacak hikmetli ve kudretli ma’nevî el sâhibi olmıyan birşey, nasıl bu zemînin hayatına karışabilir!
Senin gibi hiç ender hiç olan tesadüf ve tabiat buna karışabilir mi? Kurtulmak istersen “Tabiat, olsa olsa bir defter-i Kudret-i İlâhîyyedir. Tesadüf ise, cehlimizi örten gizli bir hikmet-i İlâhîyyenin perdesidir.” de, hakîkate yanaş. Demek en cüz’î hâdisat vukua gelmeden evvel hem mukayyeddir, hem yazılmıştır. Demek tesadüf yok, hâdisat başıboş gelmiyor, intizamsız değillerdir.
قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ İşte şu âyet Cenâb-ı Hakk’ın, nev’-i beşerin hayat-ı içtimaiyyesindeki tasarrufatını şöyle gösteriyor ki; izzet ve zillet, fakr ve servet doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’ın meşietine ve iradesine bağlıdır. Demek, “Kesret-i tabakatın en dağınık tasarrufatına kadar, meşiet ve takdir-i İlâhiyye iledir. Tesadüf karışamaz.” (Lem’alar, 23.Lem’a)
Gelecekle ilgili konuşurken “inşaallâh” demek, konuşma ile alâkalı bir diğer edeb kâidesidir. Mü’minin, kâmil bir imana sahip olduğunu gösterir.
Kulun cüz’î irâdesi herhangi bir şeyin olması için kâfi bir sebep değildir. Önemli olan Allâh’ın dilemesidir. Zîra istikbale ait bir şey dilerken “inşâallâh” demek, Allâh’ın irâdesinin farkında olmak ve onun irâdesinin üstünde bir irâde tanımamak demektir.
“Yârın falan işi yapacak mısın?” sualine verilen “tabi, tabi” cevâbı da bu kabildendir. Zira bu cevaptaki “tabi, tabi” kelimesi, “tabiî, tabiî” demektir. Yâni, “inşâallah” denilmesi gerekirken, bunun yerine “Tabiatı gereği o işi yapacağım. Tabiatı bunu gerektirdiği için, benim işim de tabiatıyla olacak.” manâsını taşıyan ve küfür kokan o söz söylenmiş oluyor.
Hâlbuki değil “inşaalah” yerinde “tabi” demek; belki meşiet-i İlahiye’ye bağlamadan “Yarın şu işi yapacağım.” demeği bile Cenab-ı Hak, mealen şu ayetiyle yasaklamıştır: “Habibim! Allah’ın meşietine bağlamadıkça yani İnşâallah demedikçe hiçbir şey için “Bunu yarın yapacağım.” Deme! İnşâallah lafzını unuttuğunda, hatırladığın zaman Rabbin Tealayı zikret. Yani derhal “inşâallah” de ki, o işin halk olunmasına vesile olsun.” (Kehf/23-24)
İşte, meşîet-i İlâhîyye ile vücûda gelen işlerde; “İnşâallah İnşâallah” yerinde, bilerek “tabi tabi” demek, ne kadar hata ve muhâlif-i hakîkat olduğunu kıyas et... (Mektubat 262)
Gıybet, ehl-i adâvet ve hased ve inadın en çok isti’mal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip isti’mal etmez. Nasıl meşhur bir zât demiş: اُكَبِّرُ نَفْسِى عَنْ جَزَاءٍ بِغِيْبَةٍ ٭ فَكُلُّ اِغْتِيَابٍ جَهْدُ مَنْ لاَ لَهُ جَهْدٌ Yâni: “Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gıybet; zaîf ve zelîl ve aşağıların silahıdır.”
Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerâhet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır.
Evet, Kur’ânın beyânından sonra beyân olamaz, ihtiyaç da yoktur. İşte اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا âyetinde altı derece zemmi, zemmeder. Gıybetten altı mertebe şiddetle zecreder. Şu âyet bilfiil gıybet edenlere müteveccih olduğu vakit, ma’nası gelecek tarzda oluyor. Şöyle ki: Ma’lûmdur: Âyetin başındaki hemze, sormak (âyâ) ma’nasındadır. O sormak ma’nası, su gibi âyetin bütün kelimelerine girer. Her kelimede bir hükm-ü zımnî var.
İşte birincisi, hemze ile der: Âyâ, suâl ve cevab mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin bir şey’i anlamıyor?
İkincisi, يُحِبُّ lâfzîyle der: Âyâ, sevmek ve nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever?
Üçüncüsü, اَحَدُكُمْ kelimesiyle der: Cemâatten hayatını alan hayat-ı içtimâîye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirliyen bir ameli kabûl eder?
Dördüncüsü, اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ kelâmiyle der: İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşınızı diş ile parçalamayı yapıyorsunuz?
Beşincisi, اَخِيهِ kelimesiyle der: Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlûmun şahs-ı ma’nevîsini insafsızca dişliyorsunuz? Ve hiç aklınız yok mu ki, kendi âzanızı kendi dişinizle divâne gibi ısırıyorsunuz?
Altıncısı, مَيْتًا kelâmiyle der: Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşinize karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir işi yapıyorsunuz?
Demek şu âyetin ifadesiyle ve kelimelerin ayrı ayrı delâletiyle: Zem ve gıybet, aklen ve kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak nasıl şu âyet, îcazkârâne altı mertebe zemmi zemmetmekle, i’cazkârâne altı derece o cürümden zecreder.
Gıybet, mezkûr âyetin kat’i hükmüyle nazar-ı Kur’ânda gâyet menfur ve ehl-i gıybet, gâyet fenâ ve alçaktırlar. (Mektubat, 22.Mektub, Hatime)
Sen, gündüz uyanık iken güzel bir söz söylersin; bâzan rü’yada güzel bir elma şeklinde yersin. Gündüz çirkin bir sözün; gecede acı bir şey suretinde yutarsın. Bir gıybet etsen, murdar bir et suretinde sana yedirirler. Öyle ise, şu dünya uykusunda söylediğin güzel sözlerin ve çirkin sözlerin; meyveler suretinde uyanık âlemi olan âlem-i âhirette yersin ve yemesini istib’ad etmemelisin... (Sözler, 31.Söz)
Bediüzzaman hazretlerinin hayatından, talebelerinin dilinden mevzu ile alakalı bir hatıra nakledelim: Üstadımız ne kimseyi zemmeder ve ne de yanında kimseyi gıybet ettirir. Bunlardan asla hoşlanmaz. Kusur ve hataları setrederler. Hem o kadar hüsn-ü zanna mâlikdir ki, hatta kendisi hakkında bir nâseza söz tebliğ edene; “Hâşâ! bu yalandır. Bu sözü söyledi dediğin zat, böyle söylemez.” buyururlar. (Tarihçe-i Hayat, Kastamonu Hayatı 326)
Gıybet, mahsus birkaç maddede caiz olabilir;
Birisi: Şekva sûretinde bir vazifedar adama der, tâ yardım edip o münkeri, o kabahati ondan izâle etsin ve hakkını ondan alsın.
Birisi de: Bir adam onunla teşrik-i mesâî etmek ister. Senin ile meşveret eder. Sen de sırf maslahat için garazsız olarak, meşveretin hakkını eda etmek için desen: “Onun ile teşrik-i mesâî etme. Çünkü zarar göreceksin.”
Birisi de: Maksadı, tahkir ve teşhir değil; belki maksadı, târif ve tanıttırmak için dese: “O topal ve serseri adam filan yere gitti.”
Birisi de: O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yâni fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor; zulmü ile telezzüz ediyor, sıkılmayarak aşikâre bir sûrette işliyor.
İşte bu mahsus maddelerde garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet câiz olabilir. Yoksa gıybet, nasıl ateş odunu yer bitirir; gıybet dahi a’mal-i sâlihayı yer bitirir. (Mektubat, 22.Mektub, Hatime)
Eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit اَللّٰهُمَّ اغْفِرْلَنَا وَ لِمَنِ اغْتَبْنَاهُ demeli, sonra gıybet edilen adama ne vakit rast gelse: “Beni helâl et.” demeli... (Mektubat, 22.Mektub, Hatime)
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname 42. Bölüm Marifetnâme 42.Bölüm
BEŞİNCİ BÖLÜM
Beden uzuvlarındaki şekillerin hikmetini, kıyafetlerin farklılığı hasebiyle muhtelif olan canın vasıflarını, insan uzuvlarının seğirmesinin bükümlerini sekiz madde ile hakîmâne açıklar.
Birinci Madde
Baş uzuv şekillerinin hikmetini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, anatomi bilginleri demişlerdir ki: Cihanın yaratıcısı, insan bedenini kâmil bir güzellik üzere en latif cisimler ve en güzel şekiller kılmıştır. Onun uzuvlarının uygunluğu bir mertebe letafet, nezaket ve melahat olmuştur ki, onun vasıflarında nutuk ve açıklama âciz kalmıştır. Onun pâk ruhu, anlayış ve ferasetle, ilim ve hikmetle öyle dolmuştur ki, sonsuz bir deniz olmuştur. Güzel suret ve olgun siretle güzel bahçe ve fasih lehçe ile cihana benzersiz gelmiştir. Güzel yürüyüş, şirin söz, güzel eda ve latif seda ile âlemin aklını almıştır. Çekici güzellik ve tatlı can ile cihanın sevgilisi, irfan ehlinin rağbet edileni olmuştur. Onda âşıklara nice hâlet gelmiştir.
BEYT
Serv-i kadlerde olan şive-i reftarındır Gonca-i femlerde olan lezzet-i güftarındır.
(Servi boylarda olan gidişinin şivesidir. Gonca ağızlarda olan sözlerinin lezzetidir.)
O halde imdi, nimet verici ve şekil verici Allah, insan bedeninde olan dört karışımın dumanından, şerefli başına latif saçlar ihsan edip, iki yumurta dumanından erkeklerin yüz ve göğsünde kıllar ortaya çıkarmıştır. Ta ki saç ile kadınlar süslenmiş ve sakalı erkekler belirlenmiştir. Kaşlar ile de hepsi ünvanlanmış olsun. Saçın siyah olması, dumanın çokluğundandır. Sarı olması balgamın çokluğundandır. Beyaz olması, tabiî hararetin zayıflığındandır. Hararetin zaafı, çok inzalden, çok cimadan ve şiddetli gamdandır.
Alnın nuru, gönüller sürûrudur. İki kaş, gözlere gölge olup, bir dolunay üzerinde iki hilal olmuştur. Gözlerin yeri kaşlar ve buruna arasında olduğu çarpmalardan korunmuş olmasına yarar. İki gözün önde yaratıldığı, cismin öne alacağı işlerde ona görücü olmak içindir. Göz kapakları, mekruhlara bakmaktan mâni olup, uyku hâlinde perde olmaktır. Kirpikler, ebru gibi gözü süsleyip, toplandığına gözleri toz ve dumandan korumuştur Aralarından bakan, yoluna doğru gitmiştir. göz bebeğinin siyah, gözün beyaz olduğu, süs içindir. İnsanın başının yuvarlak olduğu, çarpmalardan emniyet bulmak içindir. Ve dimağ azasına geniş mekan olmak içindir. büyüklüğü bu miktar olduğu uygun olmak içindir. İnsan yüzünün yuvarlak olduğu, güzellikle güneş ve aya benzemek içindir. Dudakların kırmızı, dişlerin beyaz inci olduğu, ziynet ve letafet içindir. Burnun iki delikli olduğu, biri teneffüs ve biri temizlik içindir. Kıkırdak olduğu, hafiflik ve çarpmalardan ihtiyat içindir. Burun kanatlarının geniş olduğu, fazla hava almak içindir. Bu yapıya bulunduğu, fazlalıkların inmesi ve nezle içindir. Dişlerin dar olanları, kesmek ve kırmak içindir. Genişleri, çiğneme ve öğütme içindir. Düzenli oldukları, konuşma anında sedanın cüzleri içindir. Dilin kemiksiz olduğu, lokmayı hareket ettirme ve harfleri eda içindir. ses, kelamı yükseltmek içindir. Dilin dişler ve dudaklarla hapis olduğu, az kelam içindir. Dilin bir, göz ve kulağın iki olduğu, çok görme ve çok dinleme içindir.
Kulakların iki tarafta oldukları, her taraftan gelen sesleri duymak içindir. Deliğinin çevresi bu yapıda olduğu, sesleri çekmekle uyanmak içindir. Kıkırdak olduğu,hafiflik, letafet ve çarpmalardan korunmak içindir. Boyun eni ve boyu bu miktar olduğu, baş ile uygunluk ve onu taşımaya metanet içindir. Tek kemik olmayıp, yedi omur olduğu, her tarafa dönme ile nezaket içindir. İnsan başının bütün azasından yüksek olduğu, şanının yüceliği ile mehabet içindir. Akıl cevherinin başında olduğu, ona tazim içindir. Bütün on hissi şerefli başında olduğu, onu şereflendirmek ve keremlendirmek içindir. Bunca aza ve kuvvetlerin birbirine topladığı, kerim Allah'ın kudretini ortaya çıkarma, hakim Allah'ın sanatını göstermek içindir.
İkinci Madde
İnsanın sair uzuvlarının şekillerinin hikmetini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: bu insan türünün itidal üzere dik kılındığı ve iki ayağı ile yürür bulunduğu onu tadil ve faziletlendirmek içindir. İki omuz ve iki kolun bu şekil ve yapıda kılındığı, ahbabı sineye çekip, kabul etmek içindir. Ellerin, parmakların ve tırnakların böyle oldukları, yüz binler menfaat ve sanat içindir. Baş parmağın kalın ve kısa olduğu, dört parmağa karşı geldiğinde mukavemet içindir. Tırnaklar büyük ve yumuşak oldukları, uzuvların derilerini kaşımak eşyayı toplamak ve yarmak içindir. Çarpmalardan korunmak içindir. gümüş sine levhası üzerinde gül ve nar gibi iki meme erkeklerde güzellik, kadınlarda ziynet ve çocuklara süt içindir. Süt memesinin göğüste bulunduğu, otururken çocuğu emzirilmesi kolay olmak içindir. İnsan derisinin latif ve ince olduğu, ondan terin kolaylıkla seçilip, cisim ve can rahat bulmak içindir. Deri iç organları örtmek, dıştaki uzuvları süslemek içindir. Et, eden içini korumak ve dışını güzelleştirmek içidir. Meme ve göbek menfezlerinde çevredeki havanın beden içine ulaşması ruha ferah ermek içindir. Koltuk altlarında ve kasık gibi yerlerde kıl olduğu, menfezlerinden karışık kokuyu dışarıya vermek içindir. Aksırmak genze kaçan şeyi dimağa nüfuzdan men içindir. öksürmek,balgamın soğukluğunu yürekten atmak içindir.
Gülmek, gönülde olan sevinç ve hayreti ortaya çıkarmak içindir. Ağlamak, gönülde bulunan dert ve elemi dışa vurmak içindi. Titreme, sinirlerin gevşemesindendir ki, intizam ve sağlamlık isteği içindir. Esnemek, uyku ve yemeği istemek içindir. Uyuklama, beyin damarlarının gevşemesidir ki, yemeğin buharının çıkması içindi. Uyku ise, kuvvetlerin rahatını ve gıdanın hazmını, uzuvların olgunluğunu sağlamak içindir. Omurga kemiği, tek olmayıp, omurları ile nizam bulduğu, her tarafa bükülme ve eğilme içindir. Erkeklerde, âletin dik silindir şeklinde bulunduğu, yürüme ve oturma halinde, oyluklar arasında bulunduğundan hareketi kolay olmak içindir.
Cevheri kemik olmayıp, sinirler ve damarlar olduğu, yürekten damarlarla gelen şehvet rüzgârlarıyla büyüyüp, dolmak, ta ki, rahim ağzına ulaşıp, nutfeyi ona verip, ayrıldığına yine evvelki şekline gelip, kılıfına çekilip, rahat bulmak içindir. Kavga dolu başının et bulunduğu, bızırın iç etine uygun gelip, girme temasının tamamen hissedip, tam vuslat hasıl olmak içindir. Belalı başı kertek olduğu kendisinde ve bızır içinde bulunan can damarların sürtüşmesiyle meninin inmesi lezzetli olmak içindir.
Şehvet,yemek şehveti ve inzal içindir. İnzal şehveti, çocukların meydana gelmesi içindir. Eğer celal sahibi olan yaratıcı Allah, çocukların meydana gelmesini bu lezzetler ile kayıtlı ve bağlı kılmasaydı, bu lezzetlerin sonucu evlat olmasaydı, bir kime ihtiyar ve iradesiyle bu fitne ve belalara kail ve meyilli olmazdı. Şu halde insan nesli kesilip, yer yüzünde kimse kalmazdı.
Kadınlarda, ferç iki oyluk arasında bulunduğu, cebri cimadan emniyet gelip, sabit olmak içindir. ferç rutubeti, onda âletin cevelanı kolay olmak içindir. Bızırın harareti, ona can cana katılmak içindir. Tekrar tekrar ileri geri götürme, kavuşma ve birleşme bulmak içindir. Ama bızırın uzunlamasına olduğu erkeğin emnisinin incelmesinin kolaylıkla olması içindir. Bızırın sinir ve damarları, makat hizasına gelip, ondan geri dönüp, her biri kendisine yapışma ile yine bızırın içine katlanıp, katlanma yeri hurma şeklinde akıp, zekere uygun olduğu erkek aleti gibi rahim ağzına yakın gelip, nutfenin tabiatı bozulmadan onu selametle rahmine sokmak içindi. Rahim ağzının iki çeşme arasıda bulunduğu ondan doğan mütevazi olmak içindir. Erkeklerde yumurtaların dışarıda bulunduğu, büyük ve sert olmak içindir. Büyük oldukları, sahibi yiğit olup, cesaret bulmak içindir. Sert olmaları ,nutfe cevherine sertlik verip, kırmızı iken beyaz kılmak içindir. nitekim, meme eti ona gelen kırmızı kanı beyaz süt etmek içindir. Kadınların yumurtaları küçük ve yumuşak olduğundan, kendileri çekingen olup, nutfeleri sarı ve sıvı bulunmuştur. İki bulunmaları, mühim olan birleşme işinde ihtimam olunmak içindir. Eğer birine âfet isabete dese, biri selamet kalıp, nesli baki bulunmak içindir. Yumurta zarfının geniş bulunduğu, oyluklar arasında sıkıldığında zarfı içinde genişliğe erip, selamet bulmak içindir. Kadınlarda, tenasül uzuvlarının bızır içinde bulunduğu, tam vuslata imkan bulunmak içindir. Ama iki yumurta onlarda daha küçük ve daha yumuşak olduğu, yüz ve sineleri tüysüz, parlak, taze, temiz, güzel ve öpmeye layık olmak içindir. Derileri ince ve nazik olduğu, erkekler onlara meyil ve muhabbet kılmak içindir. Oyluklar, etli olduğu, oturma durumunda yumuşak döşek gibi makat halkasını korumak içindir. Zarta yani kavara (yellenme) geldiği midede gıdadan hasıl olup, kalbe ve karna ağırlık veren kötü rüzgâr çıkıp gitmek içindir. Oyluk adalelerinin kalın olması, ayaklara mukavemet verip, derece derece incelip, alttaki uzuvlar ve öteki uzuvları uygun kılmak içidir. Diz kapakları ve topuklar bu şekil üzere bulundukları, türlü yürüme ve oturma mümkün olmak içindir. Ayakların ön tarafa uzun olup, ayak parmakları bu yapılarında yaratıldığı dört ayaklılar gibi, ayakta durmak mümkün olup, yürüme bir karar üzere bulunmak içindir.
Açıklanan insan vücudu uzuvlarının hikmetinde mevcut olan fayda ve menfatalerin azının azıdır. Bütün cisimlerin en güzel duranı, en tamı, en önemlisi, en doğrusu, en güzeli, en sağlamı, en olgunu ve en güzeli insanın bedeninin olduğunun delili: İnsan, Rabbin binasıdır. Onu yıkan melundur,) Hadis-i Şerifi burhan ve delildir. Nitekim Hak Taâlâ Kitab,ı Kadîm'inde: "Gerçekten biz, insanları üstün kıldık, karada ve denizde taşıtlara yükledik ve onlara hoş rızık verdik. Kendilerini, yarattıklarımızdan çoğunun üzerine üstün kıldık," (17/70) buyurmuştur. O halde, bu insan türü bütün âlemin mahdum ve mükerremi, yaratıkların çoğunun en faziletlisi ve muhteremi olduğunu cümleye duyurmuştur. İnsanı en güzel şekilde yaratan Allah münezzehtir. Yaratıcıların en güzeli Allah, ne Yücedir.
NAZM
Muin etti bu mânâyı hüccet burhân Ki zübde-i dü-cihândır hazret-i insân Hezâr kerre sana bu sözü dedim tahkîk Ki kendi kadrini bil ey hülasa-yi devrân Bilinse meşreb-i irfân hayat-ı cân bulunur Ki ayn-ı âb-ı hayât oldu meşreb-i irfân
(Muin olan Allah bu mânâyı hüccet ve burhan etti; hazreti insan iki cihanın zübdesidir. sana bin kere bu sözü dedim; ey devranın özeti,kendi kadrini bil. İrfanın meşrebi bilinse, hayat ve can bulunur. Ab-ı hayatın gözü irfan meşrebi oldu.) Üçüncü Madde
İnsan uzuvları şekillerinin kıyafetlerine anlayış ve ferasetle bakmanın gönül ve cana ola emniyet ve selametini, lütuf ve kerametini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Alemi bu kapıda yaratan ve takdir eden hakîm ve kadîr Allah'ın, kendi benzeri olan insan âlemini, en güzel şekil üzere olduğu surette tasvir edip; ruh üflemekle süslemiş ve nurlandırmıştır. Hayvan cinsinde bu insanı güzellik ile en güzel ve en mutedil kılıp, nutuk ve beyan ile en faziletli ve en mükemmel kılmıştır. Gerçi adem oğlunun hepsini ziynet ve yaratılışta bir yaratmıştır. Lakin ademoğlu fertlerini suret ve sirette birbirine muhalif ve farklı etmiştir.
Sonra lütûf ve inayetiyle hikmetinin hakikatlerini ve sanatının inceliklerini bu insan âleminde açıklayarak ortaya çıkarıp; sureti sirete,e azayı ahlâka âlamet ve nişan etmiştir. Ta ki önce insan kendi kıyafetinden kendi vasıflarını tamamıyla bilip, ihtimamıyla ahlâkını güzelleştirsin. sonra akranı ve yârânı kıyafetlerine anlayış ve ferasetle bakıp, her birinin zatında gizli olan durumlarına ve ahlâkına vâkıf ve muttali oldukta; onlara ya ahlâkınca rağbet ve muhabbetle muamele etsin veya aklınca iyi idare ile geçinip gitsin. Veya hepsinden uzlet edip, emniyet ve selamete, izzet ve rahata yetsin. Ne kimseden incinip, ne kimseyi incitsin. Gönül boşluğuyla tenha oturup, yatsın.
NAZM
Cihan bağında ey âkıl budur makbul-i ins ve cin Ne kimse senden incinsin ne sen bir kimseden incin
Hadis-i şerifte: "Hayrı, güzel yüzlüler yanında arayın," buyurmuştur. Yani gökçek insandan güleç yüz ve şirin söz görülüp, işitildiğini; güzel huylar ve yahşi işler vücuda geldiğini herkese duyurmuştur.
BEYT
Kim ki hikmetle nâsal kıldı nazar Her işi mukteza-ı zat sezer
(Hikmetle insanlara bakan, her işi atı gereğince sezer.) Hak Taâlâ kemal-i keremiyle: "De ki, herkes yaratılışına göre davranır," (17/84) vaat ve müjdesini işaret buyurmuştur. Şu halde herkese karşı gafur, halim, cevat, kerim, rauf ve rahim olduğunu lafzıyla duyurmuştur. Zira ki herkes kendi layığını işlediğini, herkes görmüştür.
Dördüncü Madde
Baş ve boyun uzuvlarının kıyafetini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki:
Boyu uzun olan güzel ve sâde dil olur. Boyu kısa olanın çok hilesi vardır. Boyu orta olan, akıllı ve hoş huylu olur. Saçı sert olan akıllı ve atılgan olur. Saçı yumuşak olan, ebleh ve arsız olur. Saçı sarı olan, kibirli gazalı olur. Saçı kara olan, sabırlıdır, onu ara. Saçı kumral ise güzeldir ve sahibi bedelsizdir. Sazı az olan lütufkâr, bilgili ve nazik olur. Saçı çok olan kadın, anlayışsız olur. Başı küçük olanın aklı azdır. ona sır söyleme. Başı büyük olanın, aklı çok olur. Başının tepesi yassı ise, sahibi keder çekmez. Başının derisi parlak olan, hayır yapar, ziyan vermez. kele yaklaşma sakın, kötü huylu olur alnı dar olanın ahlakı da dar olur Alnı yumru olan,kötü ve aldatıcı olur. Alnı normal olanı, emin olarak bil. Alnı kırışıksız olan, mutlaka tembel olur. alnı uzun olan anlayışlı, az ise cömert olur. Kaş arası kırışık olan, her zaman gam yüklüdür. Kulağı uzun ve bol olan, cahil ve tembeldir. Küçük kulaklı olan uğursuz; orta olan doğrudur.
Kaş ucu ince olanın işi gücü fitnedir. Kaşının kılı çok olan, kırık ve gussalıdır. Kaşı açık olan doğrudur, çatma olan uğursuzdur. İnce kaş güzel olur; uzunu kibre delildir. Kaşı kavisli olan, her zaman dilber olur. Göz çukuru az ise, o kibre delil olmuştur. siyah gözlü olan itaatli, kızıl gözlü olan cesurdur. Gök gözlü olan zeki, ela gözlü olan edip (yazar) olur. Küçük gözlü olan, hafif; büyük gözlü olan zarif olur. Gözü yumru olan hasetçi, orta olan dost olur. Kıpık gözlü olan, yaramazdır; bakışı tembeldir.
Noktalı göz ok olur, demesi pek çok olur. Tek gözlüye yakın olma,sık bakan olmaz emin. Şaşıya bakma, çünkü sana eğri bakar. Güleç gözlü lan güzeldir, kirpiği sık olansa bedelsizdir. Büyük yüzlü olan illetlidir; küçük yüz kibre delildir. Yumru yülü olan cimridir, yassı olan güzeldir. Arık yüzlü olan borcuna sadık değildir; kalın ve etli yüzlü sevimsizdir. Uzun yüzlü olan,lafla yalan söyler. yüzü sert olanın, çoğu sözü acı olur. Yuvarlak yüzlü olan, aydan daha nurlu olsa gerektir. Çünkü böyleleri mütebessim olur ve onu gören kâm alır. Benzi kızıl olan edip (yazar), esmer olan zeki olur. Benzi sarı olan hastalıklı, siyahımsı olan tevekkeli olur. Gözleri gök ve mavi olsa, ondan ırak ol. Rengi normal olan hem ak, hem kızıl olur. Burun eğer uzun olsa, sahibinin anlayışı kıttır. Burnu kısa olan, çok korkak olur. Burun ucu top olan, neşeli olur.
Burun ucu ağza yakın olan adamdan sakın. Burun deliği bol olsa, o, kibir ve haset dolmuştur. Burun kanatları hareketli olanda kahır ve inat toplanmıştır. Burnu geniş olan, şehvet düşkünüdür. Burnu eğri olanın fikri himmettir. Küçük ağızlı olan güzel, fakat çok korkak olur. Ağzı büyük olan cesur, küçük olan kötü olur. Kadının tenasül uzvunun yapısı ağzı gibidir. Genizden gelen söz, kibirden olsa gerek. İnce sesli erkek, kadına düşkündür. Erkek seli kadınlar çoğunca yalan söyler. sözü seri olanın anlayışı yüksektir. Kaba sesli olanın himmeti vardır. Çatal sesli olan, sürekli halktan kuşkulanır. Gülmesi çok olandan haya umma. Yüz güleç, söz lezzetli olan, candır, azizdir. Yufka ve kırmızı dudaklı olan dersi iyi anlar. Kalın dudaklıların muzipliği ağırdır. İri dişli olan, çoğunca yaman işler yapar. Mutedil dişli olanın işi hoş ve doğrudur. Ağız kokusu hoş olanın, ahlakı da hoştur. İnce çeneli olanın aklı hafiftir. Enli çeneli olan, kaba olur. Çenesi normal olan, akıllı ve güzel olur. Uzun sakallı olan, hünersiz olur. Sık sakallı olan kabadır ve sohbeti uzatır. Siyah ve az sakal, zekaya delildir. Hiç kılı olmaya kösenin hilesi çok olur. Değirmi sakallının olgunluğu çoktur. Enli kafalı olan, ahmaktır. Boynu çok uzun olanın olguluğu azdır. Boynu ince olan, nâdân olur. Boynu kalın olan, gece gündüz obur olur. Boynu kısa olanın hilesi çok olur. boynu orta olanın işi hayır yapmaktır. Her yeri orta olan, şüphesiz dilber olur.
RUBAİ
Cehd eyle bir ârif-i dânâyı bul Ya bir sanem-i latif ü ra'nâyı bul Bu ikisinin biri nasip olmazsa Evkatını zâyi etme tenhayı bul
(Çalış, bilgin bir ârif bul. Ya bir latif sevgili ve güzel sözlüyü bul. Bu ikisinin biri nasip olmazsa, vaktini zayi etme, tenhayı bul.)
Beşinci Madde
Kalan beden uzuvlarının kıyafetini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki:
BEYT
Ademi öldürür o reftarı Mürde ihya eder o güftarı
(Omuzu sivri olan hırsız ve işleri yaman olur. Eğri omuzlu kişinin, işi eğri olur. Kısa omuz eblehin, düşkün omuz, efilindir. Mutedil olan omuz sahibi, rumuz anlar. Kolu eğri ve kısa olsa, o şerli olur. Bileği uzun olursa, istemeden bahşiş verir. eğer küçük olduysa el, o misilsiz ve güzeldir. Parmağı uzun olan, bilgi sahibi ve hüner ehlidir. Parmağı yumuşak olan, şüphesiz zeyrek olur. Tırnağı geniş olmasa, akşam sabah sev onu. Tırnağı yumru ve çizik olsa, o bilmez yazık. Tırnağı yassı ve düz olsa, olur eli uz. Göğsü çıkık olanın ahlakı da kötüdür. Göğsü eğer dar olsa, gece gündüz o, gam yer. Geniş olsa, onun gönlü hiç melûl olmaz. Göğüs ve omuzdaki kıl, cürete delil olmuştur. Kadının göğsü büyük olsa, şehveti çok olur. Göğsü uzun olsa onda süt az olur. Kadının göğsü küçük olsa, süt onda çok olur. Sütlü memeli ve doğurgan kadın, eşine dosttur. Orta memeli olanın memesini eşi emer. Eti yumuşak olan tende, can ve lütuf olur. Eti hoş ve latif olan,bilgili ve zarif olur. Eti pek katı olanın kabalığı katı oldu.
Arkası yassı kişinin işi, sefahat oldu. Arkası kambur adamın huyu da kötü olur. Sırtı geniş olanın,kuvveti çoktur. Eğer beli ince olursa, şekli yerince olur. Arkada kıl bittiyse, şehvete delil olmuştur. Karnı büyük olan gabidir. Karnı küçük olan çelebidir. Karnı hem büyük hem kısa olursa, kötü huylu ve zorlu olur. Kasıkta kıl bitmezse, tabiatı vahşi olur. Oyluğu enli olan, şüphesiz tembel olur. Aleti küçük olan, olgu ve bilgili oldu. Aleti uzun olan, ahmaklığına delildir. Eğer aleti büyük olsa, çok kötülük sahibidir. Husyeler küçük olsa sahibi korkak oldu. Husyeler büyük olsa, o kişi pehlivandı. Ferci eğer küçük olsa, o kadın tehlikelidir. Eğer etli büyük olsa, kadının şehveti çoktur. Oyluğu pek uzun olanın şehveti az olur.
Bir kıçı eğri olanın içi kibir ve hasettir. Dizi büyük olan, hayli yük yüklenir. Baldırı kalın olanın, lütfu olmaz. topuğu etli kadını, şiveli say. ökçesi yufka olan, şüphesiz dilber olur. Ökçesi kalın olan mert, şecaatte tek oldu. Ayağı enli kişinin, cevr ve cefadır işi. Eğer ökçe uzun olursa, sahibi çok hâyâlıdır. Parmağı uzun olan, anlayışla bilgi doludur. Adımı dar olanın cünbüşü hoştur Çünkü salınarak yürür, akıl ona hayran olur.)
(Adamı öldürür o güzel yürüyüşü, ölüyü diriltir o güzel sözleri.)
Altıncı Madde
Kadınların güzellik alâmetlerini ve güzellik çizgilerinin delillerini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar, kadın uzuvları kıyafeti konusunda demişlerdir ki:
Kadının güzelliğine delil olarak 32 resim bil. Dört yeri siyah lazım: Saç, kaş, kirpik ve göz. Dört yeri ak ola: Renk, diş, tırnak ve göz. Dört yeri kızıl lazım: Yanak, dudak, dişeti ve dil. Dört yeri geniş gerek: Kaş, göz, göğüs ve göbek. Dört yeri dar olmalı: Burun, kulak, koltukaltı ve ferç. Dördü de büyük olmalı: Göğüs, kasık, bız' ve diz. Dördü küçük olmalı: Burun, ağız, ayak ve el. Sesi ve beli ince, şekli de nice! Eti dolgun ve tazi olmalı, kıldan da beri olmalı. Böyle kıyafetli ten olsa, güzeldir o kadın. Böyle kadın güzel olur. Ahlakı da sevimli olur.) Nitekim Hamdi-i Sirin, kadınların güzellik belirtilerini, hazreti Züleyha'nın şanında şöyle açıklamıştır:
Zamane kadınları, merhametli olmayıp, başa kakıcı oldukları için, olgunluk ve güzellik emâlik olanın bile tatlı kavuşmasından ise, güzelliğini hayal etmek bin kat daha lezzetli ve evladır.
BEYT
Tahayyül eylesem anı gönül huzuru bulur Tezekküründe visali kadar telezzüz olur
(Onu hayale etsem, gönül huzuru bulur; onu düşünmek, kavuşmak kadar lezzetli olur.)
BEYT
Bana biganedir dilber hayali cana mahremdir Enisim munisim yarim odur kim dilde hemdem olur.
(bana yabancı olan dilberin hayali, cana mahremdir. Enisim, munisim ve yarim sürekli gönülde olandır.)
Gerçi kadın, dilberdir ve hoş resimdir, fakat inan ki, onda akıl ve din eksiktir. Zinhar, ey akıllı kişi zinhar! Olgun isen eksikle yâr olma. Ay ve yıl eksiğin büyüsüne tutulmak hiç olgunlara layık olur mu? Bu can yakasını nefs eline verme. Şehvet ateşiyle niçin can yakasın? Nutfe, tende can bahşeden sudur iyi binici, cevelanı çabuk attır. Onu Hak yolunda topal etme. Çünkü bineksiz süluk, edemezsin. Ne zaman ki dilber hayaline can meyleder; o kanadı ile en yüksek semte gider. Canın kanatları hayal sevgisi olur. O kanat, nutfeden peyda olur. Ruhun kanatlarına cima kırar. Halk ise onu faydalanma sanır. Kadın ve erkeğin arzusu birleşmedir. Aşıklara kadından murat hayal etmedir. Kadın, suretpereste kıble olduysa; Gönül ashabının kıblesi, ihsan verici Allah'tır. Suret nakşından aynanı uyup; sineni mânâların aynası eyle. Ta için hak nurundan dopdolu ola. Ruh kutun, onun marifetinden inci dola.
Yedinci Madde
Uzuvların kıyafet tadilinin zıt delillerini ve nefslerin ihtilafıyla olan hükümlerini bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Uzuvların kıyafetinde anılan zıt deliller, bir şahısta toplansalar, hepsini itidal üzere mamur ve şen eyler. Mesela kösenin boyu uzun olsa,o kösedir diye ona ta'n olunmaz. Zira ki itidal bulmuştur. Eğer yüzü de nurânî olduysa, görenler artık onu nur anlar. Şu halde bir kimsede hangi tarafın delilleri çok bulunduysa, o kimse o tarafta bilinmiştir. Eğer bir kimseye Hakk'ın nuru göz olsa, onun feraseti, adı geçen delillerden müstağni bulunmuştur. Zira ki haberde, Habib- i Ekrem (S.A.V.) hazretlerinden: "Mü'minin ferasetinden sakının, çünkü o Allah'ın nuruyla bakar," naklolunmuştur. Çünkü anılan alâmetlerin hepsi, hayvanî nefsin ahlak ve vasıflarının delilleridir. şu halde eğer insanî nefs, emmâre ise,o nefs, hayvanîye esiri olduğundan, onun hükmünün içindedir ki, zulüm ve zulmetten, cehil ve bulanıklıktan vasıfları arınmış değildir. Kâh şeytan sıfatlı, kâh yırtıcı hayvan sıfatlı, kâh hayvan sıftalı bulunmuştur. Halbuki sureta insan görünmüştür. Eğer insanî nefs, levvâme ise, kâh hayvanî nefsin mağlûbu olup, kâh ona galip olduğundan; bu nefs, kâh hayvan sıfatlı, kâh insan sıfatlı bilinmiştir. Eğer insanî nefs, mülhime ise, hayvanînin üzerine galip olup; mutmainne olduysa cengi sulha ve nizayı rızaya döndürüp, şerler ona hayır olur. bu hayır ve şer onun kaydı olmayı, nefsi, mutlak ruh olur. Bütün varını terk ettiğinden, ağyarı ona yâr olur. Kendinde nişan ve alâmet kalmaz. Onun vasfı, beyana gelmez.
Gel ey Hakkı, unu halkı Bu benlikten geçip, kendini toprak eyle ve nazargâhı Hüda olan kalbini, mâsivadan pak eyle. Ondan onun kalplerin enisi olduğunu idrak eyle. Muhabetiyle âdeti yırtıp, çâk eyle Kim ki isterse üns-i dildârın Vermesin mâsivaya dildârın
Zamane halkını fehm eyle olma sen mağrur Gönülde dostu buup her nazardan ol mestur Ne lütfu var bir alay kalbi hasta bestelerin Koy ehl,i gaflet ve cehli sen eyle dilde huzur Çü nâsa nâsdır âfet bu nâsı ol nâsi Ki Rabb-i nâs ile bulsun dil üns olup huzur
(Zamane halkını anla, sen mağrur olma. Gönülde dostu bulup, he bakıştan örtünmüş ol. Kalbi hasta ve bağlı olanların ne lütfu var? Gafilleri ve cahilleri bırak, gönülde huzur eyle. Çünkü insanlara insanlardır yâfet, bu insanları unut ki, insanların Rabbi ile gönül ünsiyet bulsun.)
Sekizinci Madde
İnsan bedeninde damarlar içinde akan kanın sebebiyle deri üzerinde görünen uzuvların ihtilacını (seğirme ve titreme gibi hareketleri hükümleriyle bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki:
Başın tepesinin seğirmesi, makamdan haber verir. Başın önünün seğirmesi, devlete yeser oldu. Başın yan tarafının seğirmesi, gerek sağ ve gerek sol, hayırdır. Alın seğirmesinde; sağ iyş, sol haberdir Kaş seğirmesinde; sağ ve sol dostluktur. Kaşların ortası seğirirse; sağı zevk, solu kederdir. Dil seğirirse; sağı hüzün, solu şenliktir. Gözün dışının seğirmesinde; sağda kötüleme, solda ziynettir. göz bebeği seğirmesinde; Sağı ağrı, solu sürurdur. Göz kuyruğu seğirmesinde; sağda sevinç, solda maldır. Göz altı seğirmesinde; sağda sevinç, solda hışımdır. Yanak seğirmesinde; sağda hayır solda maldır. Burun kaşınması yoldur: Sağda kahır, solda mevkidir. Dudak üstü seğirmesinde; sağda rızık, solda şenliktir. Dudak ucu seğirmesinde; sağda zarar, solda şenliktir. Dudak altı seğirmesi; sağ ve solda yahşidi. Seğriyen çene; sağda iyş, solda güzelliktir. Kulak seğirir; sağ ve solda hoş haberdir. Boğaz da kulakla seğirirse; sağda mal, solda gamdır. Döş seğirirse; sağda hüzün, solda kederdir. Pazu ve el seğirmesi; sağda rızık, solda maldır. Dirsek seğirir; sağda ve solda hoş haberdir. Kolların seğirmesi; sağda kötüleme, solda manevî ayıptır. Bilek seğirmesi; sağda mal, olda meşakkattir. el üstü seğirmesinde; sağda hüzün solda şereftir. El seğirmesi; sağ ve sola rızık ve maldı. Başparmak seğirmesine; sağda yük, solda kâmdır. Şahadet parmağı titrerse; sağda ve solda sebeplerdir. Orta parmak; sağda hüzün, solda şenliktir. Serçe parmak seğirmesi; sağda mevki, solda gamdır. Yüzük parmağı seğirmesi; solda hayır, sağda maldır. Göğüs seğirmesi olur; ağı hüzün, solu sürurdur. Meme seğirmesi; sağda mevki, solda şenliktir. Karının tam seğirmesi; sağda birleşme, solda kâmdır. Göbek seğirmesi; sağda hüzün, solda sürurdur Bedenin bir yanının seğirmesi; sağı sevinç, solu maldı. Böğür seğirmesi, solu rızık, sağı mevkidir. oyluk seğirmesi; sağı mihr, solu oğuldur. Kasık seğirmesi; sağ cima, sol seferdir Husye seğirmesi; sağda çocuk, solda gamdır. Makat seğirmesi, solda yol, sağda maldır. Baldır seğirmesi; sağ iyş, sol seferdir. Diz seğirmesi; sağda hüzün, solda sürurdur. Diz alı seğirmesi; sağda yol, solda kaderdir. Bacak seğirmesi; sağda mal, solda mevkidir ve yolculuktur. Bacak dışı seğirmesi; sağda yol, solda erzaktır Bacak içi seğirmesi; sağda mal, solda ayrılıktır. Topuk seğirmesi; sağda kavuşma, solda seferdir. Ayak arkası seğirmesi; sağda hüzün, solda safadır. Topuk ve el seğirmesi; sağda yürüme, solda maldır. Taban seğirirse; sağda yürüme, solda şereftir. Başparmak seğirmesi; sağda mal, solda kâmdır. İkinci parmak seğirmesi; sağa ve solda hoş haberdir. Orta parmak; sağda ve solda cidaldir. Serçe parmak seğirmesi; sağda cidal, solda sürurdur. Serçe parmak yanındakinin seğirmesi; sağ ve solu rızık ve maldır. Eğer bir yerin seğirse, bak, burada hükümleri hatırla ve şüphesiz itimat et. Damar neden oynar? Hak'tır onu depreten O an işaretlerini anla ve müjdelerini bekle.
BEYT
«Her ne can kim duyar işâretten Hürrem olsun dili beşaretten»
Anatomi ve bedenle canın özgürlüğünün faydaları ve menfaatleri; azanın kuvvetlerinin ayrıntılı olarak anlatılması uzun olup, bizim maksadımız olan Hakk'ı tanımaya bunca temsil ve teshille bu özetleme dahi yardımcı ve delil olmakla, beden durumlarının açıklanması, insanlık âleminde uzatılmadan kısa söz ile meramın elde edilmesi, izamın düzenlenmesi ve makamın tamamlanması olmuştur. Zira ki en güzel biçimde yaratılan ve iki cihanı toplamış bulunan insanın şerefi bedeninin, her bir latif uzvunda olan yaratıcı ve bâri Allah'ın ince kanatlarına hayretle bakıp, ibretle seyir ve temaşa kılınıp, düşünme ve fikretmeyle hayal olundukta; anlayış ve idrakte, akıllar âciz ve kısa kalıp, vasıf ve beyanında şaşkın bulunmuştur. insanı en güzel şekilde yaratan, benzersiz hakîm, şekil verici bâri ve yaratıcı olan Allah münezzehtir.O, ne güzel Mevla, ne güzel yardımcıdır. Yaratıcıların en güzeli olan Allah yücedir
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
Yürüyüş Adabı
Yüce dinimiz islam, tamamlanmış ve kıyamete kadar hükmü baki olan bir din olması hasebiyle, insanoğluna hayatın her alanında güzelce yaşama usullerini bildirmiştir. Efendimiz(s.a.v) bizzat yaşayarak, bilfiil göstererek yürüyüş adabını ümmetine ders vermiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Yolda yürürken, sağa sola hiç bakmaz, önüne bakarak yürürdü. Yürüyüşü gayet vakarlı, ne yavaş, ne de pek süratli idi. Yürürken, göğsünü gere gere dimdik yürümez, hafif öne meyilli, yokuştan aşağı iner gibi bir tavırla yürürlerdi. Köle ve miskinlerle beraber yürürdü. Cenab-ı Hak yüce kitabımız Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmuşlardır; “Rahman olan Allahü teâlânın salih kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler.” (Furkan, 63)
İnsan her hal ve hareketlerinde olduğu gibi yürüyüşünde de mütevazı olmalıdır. Zira Peygamberimizin (s.a.v.) Yürüyüşünden aciz ve tembel olmadığı anlaşılırdı. Aynı zamanda Yürürken, kibirli kibirli, kasıla kasıla yürümez, sağına, soluna salınarak gezmezdi. Cenab-ı Hak, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmuşlardır; • “Yeryüzünde büyüklük taslayarak yürüme. Sen ne yeri yarabilir, ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin.” (İsra, 37) • “Gururlanıp insanlardan yüzünü çevirme; yeryüzünde kasılarak yürüme. Çünkü Allah büyüklük taslayan ve övünenleri sevmez.” (Lokman, 18) • “Ne çok yavaş, ne de koşarak, vasat bir şekilde yürü!” (Lokman, 19)
Yolda yürürken, büyük bir zat veya bir âlim ile beraber giden kimse, onun önünden ve solundan değil, sağından ve biraz gerisinden veya birlikte yürür.
İki cihan sevgilisi Efendimiz (s.a.v), yürürken kuvvetli adımlarla yürürdü. Ayaklarını yerden biraz kaldırıp önlerine hafif eğilerek yürürlerdi. Ayaklarını ses çıkarıp, toz kaldıracak şekilde yere sert vurmazlar; adımlarını uzun ve seri atmakla birlikte, sükûnet ve vakar üzere yürürlerdi. Yürürken sanki meyilli ve engebeli bir yerden iniyor gibi görünürlerdi. Bir tarafa dönüp baktıklarında bütün vücutlarıyla birlikte dönerlerdi. Rastgele sağa sola bakmazlardı. Yere bakışları göğe bakışlarından daha çoktu. Çoğunlukla göz ucuyla bakarlardı. Ashabıyla birlikte yürürken onları öne geçirir, kendileri arkada yürürlerdi. Yolda karşılaştığı kimselere onlardan önce hemen selam verirdi. Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: “Peygamber efendimizden daha hızlı yürüyen kimseyi görmedim. Yürürken adeta yeryüzü ayaklarının altında dürülürdü. Bizler arkalarından giderken geri kalmamak için büyük çaba sarf ederdik.” (Et-Tirmizi İmam Ebu İ’sa Muhammed, Şemail-i Şerife, 1. cilt, Hilal Yayınları)
Yürürken, yolda insanlara eziyet ve zarar verebilecek bir şeyi kaldırmak, Sadaka hükmünde bir sünnettir. Peygamber efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdular: “İnsanın her mafsalı için güneşin doğduğu her günde birer sadaka borcu vardır. İki kimse arasında doğrulukla hükmetme sadakadır, atına binmesi için bir kimseye yardım etmek yahut yükünü yüklemek sadakadır. İyi ve hoş söz sadakadır, namaza giderken attığın her adım sadakadır. İnsana eziyet veren şeyleri yoldan kaldırmak da sadakadır.” (Riyazüs-Salihin, Cilt 1 Çelik Yay.)
Herhangi bir iş için yola çıkan bir şahsın sağına soluna gereksiz yere bakınmasını, aynı zamanda hususi bir şekilde etraftaki hanelerin içlerini gözetlemesini, Efendimiz (s.a.v) şiddetle men etmiştir. Zira dinimiz özel hayatın mahremiyeti hususunda önemle durmuş ve bu haram olup yasaklanmış fiili şu şekilde tanımlamıştır: “Hane halkının iznini almadan gözlerini evin içine diken kimsenin bu kötü davranışı, onların evlerini başlarına yıkan kimsenin yaptığı kötülük gibidir.” Hz. Ebu Ümame’nin aktardığına göre Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurdu: “Benim Allah’ın resulü olduğuma şehadet eden kimse; tanışıp, izin alıp selam vermeden bir ev halkının yanına (bir eve) girmesin. Dışarıdan evin içine bakan kimse oraya girmiş sayılır.” Diğer bir rivayette şu ifadeler vardır: “Hane halkının iznini almadan gözlerini evin içine diken kimse onları yok etmiş gibidir.” (Macmazu’-zevaid, 8/43)
Mahremiyet sınırlarının aşıldığı hali hazır İnsanların hayat-ı içtimaiyesinde, topluluk içinde yürüme, gezme ve dolaşma konusunda, Hanımların biraz daha duyarlı olması ehemmiyet arz etmekle birlikte, beşerin manevi hayatının selametini intaç eder. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de Hz.Peygamberin (a.s.m) hanımları nezdinde ümmetinin hanımlarına şöyle buyurur: “Evlerinizde vakar ile oturun Evvelki cahiliyet devri kadınlarının kırıla döküle, süslerini göstere göstere yürüyüşü gibi yürümeyin ” (Ahzab, 33)
Kur’an-ı Kerim, iman edenlerin iffetli, hayâlı ve edep yerlerini koruyan insanlar olduklarını nazara vermiş; mevzunun önemine binaen kadınları ve erkekleri ayrı ayrı zikrederek bütün mü’minlere iffetli olmalarını ve iffetsizlik için bir giriş kapısı sayılan haram nazardan kaçınmalarını emir buyurmuştur. Bir müslüman yolda gözü kapalı veya bütünüyle başı önünde yürüyecek değildir. Karşısına gelen kadın ve erkeği de görecektir; ancak gördüğü kimseye tekrar bakınca veya bakışını devam ettirince yasak sınıra adımını atmış olur. Resûlullah (s.a.v.) Hz. Ali’ye şöyle demiştir: “Ali! Arka arkaya bakma; birinci bakış hakkındır (Mes’uliyetin yoktur), ama ikinci bakışa hakkın yoktur(Mes’ul olursun).” (Tirmizi, K. el-Edeb, 28; Müslim, el-Edeb, 45; Ebû Dâvûd, Nikâh, 43) Başka bir hadiste ise Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Gözler de zinâ eder; onların zinâsı bakıştır.” (Buhârî, K. el-İstizân, 12; Müslim, K. el-Kader, 20)
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
Meclisi sadisu vesselasune fi Leyletilberaeti ve fezaili şaban 36.Meclis:Beraet Gecesi ve Şaban Ayı Fazileti Hakkın da..
S.Duchan 1-3 "HAMİM Vel kitabil mubin" "Hamim"ve benzeri konusun da iki görüş vardır. 1.Müteşebih ayetlerdendir.Manasını sadece Allahın bildiğiKurandaki ilahi sırlı ayetlerdendir. Allahın her kitap da buna benzer sırları vardır.Bu selefi salihinin mezhebidir. Bu Mezheb,Elif lam mim,ta sin mim,Taha,ve Ya sin gibi.Allahın manasını bizden sakladığı,sır kıldığı ayetler konusun da biz kaonuşmayı sevmeyiz,derler. Biz buna inanırız.. Rivate odurki;Bu görüş Hz.Ebubekir,Ve Ali ra.ve sahabenin büyüklerinden diğerlerinin görüşüdür. 2.Bu harfler mananın marifetidir.Bütün alimler buna inandılar.Bu konu da birkaç ihtilaf vakidir. İbni Abas ra.Kuranda geçen hurufu mukattalar ismi azam sırrnı taşır.Ancak ben manasını bilmiyorum. Diğer bazılarına göre; Hece harflerine işarettir.Kuran arapca inmiş olup,diğer hece dillerinin farklılığını bize anlatmaktadır. Diğer bir görüşe göre: Bu harfler birer esamya delalet eder..Ha Hamid,mim mecid..gibi.. İbnuşşeyh'e göre;Mecrurul mahaldir, manası:"Bihakkı Hamid" demek olur. Yada "hier hazihissuretü""ev mecmu ul kuran" demektir.Burada unvan da müğayeret için atıf vardır. "mubin"nin manası "beyyin" demektir.Manası araplarca çok açık ve netdir.Mubin bir diğer ansaı tariki hidayetdir ki, hak batıl her şey bir diğerinden bu kitap sayesinde ayrılmıştır. Diğer bazılarına göre: HAMİM;"Bi hakkıl hayyil kayyum" demektir.Ya da "bi hakkıl kuranil fasılı beynel hakkı vel batıl" demektir.Ayet:"haza kitabuna yentıku aleykum bilhakkı "fitne ve şühesi olanların şüphesini gideren bir kitaptır.Diğer bazılarına göre; Hece harflerine işarettir.Kuran arapca inmiş olup,diğer hece dillerinin farklılığını bize anlatmaktadır. imamı Busıri derki: Bu bir muhkematdır.Kendisin de zere şüphe yoktur.Kendisinde hiçbir yanlış hüküm yoktur. Hamim muhibbiyn olanlar himaye olundu demektir. R.Beyan. Çünku onlar Allahın ehilleridir.Kendilerine dünyalıklar haram edilmiştir. Bir hadis de denir ki; Kim dünyayyı esas alır ve ona yönelirse,Allah onu narı cehennem ile yakar rüzgarın savurduğu kül olur.Ukbayı esas alan ve ona yönelen,insanların değer verdiği ve yararlandığı altın olur. Kim Allaha yönelir ve onun emirlerini esas alırsa,aşkının nuru ile yakar.Kıymet biçilemeyen cevher olur. (İnna enzelnahu fi leyletin mubareketin) Yani kitabı mubin kuranı kerim dir.Leylei mubarek kadir gecesidir.bazı rivayete göre kuranın semaya indiirldiği gecedir. İbni abbas,ikrime ra.Bu gece şabanın 15.gecesidir. Hz Aişe ra...:Rasülüllahın duasıdır. "secede leke süvadi,ve amene bike fuadi hazihi yedi,vema ceneytu biha ala nefsi. Ya azimen yurca li kulli azimin iğfirizzenbel azime .. Sonra kafasını kaldırarak devam etti:, Allahummerzugni kalben nakiyyen tekıyyenmineşşirki beriyyen la kafiren ev la şakıyyen,sonra secdeye vardı.. "euzu birazake min sachatike ve euzu biafvike min muakabetike la uhsi sena en aleyke ente kema esneyte ala nefsike". Ya Humeyra Allaha şükür eden kul olmayayım mı? Biliyormusun bu gece hangi gecedir? Bu gece Şabanın 15.berat gecesidir.dedi. Bu gece de Cenabı Hak yer yüzü semasına iner..beni kelbin koyunlarının kılları adedince Cehennmlikler azad olur.Arapların ençok koyun sürüsü olan kabile Beni kelb kabilesidir. Şu altı kısım insanlar affolunmazlar.Adam öldüren,zinaya devam eden,ana baba katilleri,faiz yiyenler,işki içenler.Put yapanlar.(Ğaliyetül Mevaiz). Bu geceye bereket denir,zira bu kece sema alemi kuran ile bereketlenmiştir..Hem dünya hem de ahiret bakımından büyük bereketler vardır. Hadisi Şerif de; Size vaaz eden,konuşan,ve susarak vaaz eden vaizler bıraktım.. Kuran nutkeder,konuşur.Susan,ölüm.. Meleklerin yer yüzüne inmesinden rahmet ve bereket iner dualar mustecab olur. İlahi cemal sıfatı ile tecelli eder. Bu gece rahmet gecesidir,zira bu gece de rahmet kapıları tulu u fecre kadar açıktır. Bu gece de kullar beratini aldığından beraet gecsi denmiştir. "inna kunna münzirin"zira ıkapdan inzar bizi kurtarır. Bu gecenin özellikleri; "fiha yufraku kullu emrin hakimin"bu gecede bir çok işler kesin hüküme bağlanır. Sonra asla tebdil v etağyir olmaz.Levhu mahfuz daki bilginin hılafına bir şey değişmez. Allah teala bazılarını mahveder bazılarını isbat eder."Yemhullahu ma yeşa u ve yüsbit" İbni Şeyh den : Ezelde yazılmış şekavet ve seadet dışında kalan diğer bütün ümurki;hayır ve şer işleri bu gece de hükme bağlanır.Erzak ile ilgili şeyler mikail,harpler ile ilgili işler cebrail,zelzele,husuf yıldırım işleri mikail,amel defterleri ismail as..ki bu sema aleminin meleğiidir. Mesaib ve ölüm işleri Azraile,nice evliler varedır ki onun ismi ölüler arasında geçer. "fekem min feta yemsi ve yesbahu aminen,vekad nesecet ikfauhu vehuve la yedri, ve kem min şuyuchin terteci tule umrihi,vekad rehakd ecsaduhum zulmetel kabri, ve kem min urusin zeyyenuha li zevhiha,ve kad gubizat ervahaheum leyletel kadri.. Bu geceye inabet gecesi de diyenler var ne güzel demişler.Zira bu gece dualara icabet vardır. Bu gece tevbe edenler nerede?Gunahlarına tevbe eden ve ağlayanlara nerede? Bu gece bütün rahmet kabıları açılmıştır. Bu gecenin hasaisindendirki: Bu gecede ibadet çok sevaptır. Hz.Ali ra..den: "Şabanın 15.gecesi gündüzünü oruclu,gecesini ibadetle geçirin.Bu gece de güneşin batmasından itibaren sema göklerine ilahi rahmet iner ve der ki:İstiğfar eden yok mu,onun gunahlarını bağışlayayım.. O geceyi iha etmek de mendup şeylerdendir.Aynen Ramazan ve Kurban bayramı ve zilhice nin son on günlerin gecelerini ihya etmek gibi çok sevaptır.Ancak bazı alimler mescidlerde gecelerin ihyasını mekruh görmüşler. İhya da geçer: Bu gece de kılınan 100 rekat namaz vardır. Her iki rekat de bir selam,her rekat de fatiha dan sonra 10 adet ihlası şerif okunur. Yada 10 rekat her rekat de 50 ihlas ile kılınır.Bu namaz diğer rasülüllah dan mervi recep ve ayında kılınan namazlar gibi rivayet eilmiştir.Selefi salihin bu namazı hep kılarlardı ve adı salatül hayır namazıdır.Dürrümuhtarda :recepde reğaip gecesinde namaz için kılmak mekruhdur,der.Ancak nezir namazı ve orucu mekruh değildir. Hz.Ali ra dan mervidir: Ey Al kim şabanın yarısında kim 100 rekat namaz kılarsa,Allah o kulun tüm ihtiyacını giderir.Duasını kabüleder.Allah o kula Yetmişbin melek gönderir ve o kula hasenat yazar.Gunahlarının mahvına dua eder.Se3ne başına kadar derecesinin yükselmesine dua eder. Her ihlasın her harfine bir huri melek verir.Beyhagi bu hadisin mevzu bir hadis olduğunu söyler. Ğaliyetulmevaiz. Beraet gecesinin namazı enaz ı iki rekat ortası yüz rekat,sonu bin rekat namazdır. Hadisi şerif"Men ehyalleyaliyel hamsi vecebet lehul cenneh,leyleteterviyeh,leyletelırka(karanlık ve aş gecesi),leyletennahir.Leyletelfıtır.Leyletennısfı fi şaban," (Necmuddin Fetava)Teravih,husuf ve küsuf namazlarının dışında cemaatle nafile namaz kılmak mekruhdur.Ancak nezir yapılan namazlar cemaatle namaz kılınır. İbni Abbas ..mervidir: Sabah namazı cemaatına katılmak azimdir,Yatsı namazına cemaatle kılmak büyük sevap ve kazancdır.İki bayramı ihya gibdir. Bir hadisi şerif rivayetin de ; Yatsıyı cemaatle kılmak geceyarısı namaz kılmak demktir.Sabah namazını cemaatle kılmak bütün geceyi ihyat etmek gibidir.Mümüne yakışan şabanın son gecelerin de bütün geceleri ihya etmektir. Zira bu günler de çok feyiz ve bereket mevcüddur.Ramazana hazırlnmak oruc ve namazı sıklaştırmak gerekir.Namaz ve oruc dinin direklerindendir.Kim ki şabanda himmetini çoğaltır,izanla taatını istikamete döndürrürse,nimetler ve hayırın çokluğundan dolayı ona şaban denir.. Beraet denmesinin nedenlerinden ilahi rahmet ve bereketin umuma nüzulu vardır. Bu sebepten bir hadis de "Allah şabanın yarında yer yüzü semasına rahmetiyle iner"denmiştir. Bu ilahi tecelli bütün müminleri kapsar.Duaları kabül olur. Aliyyul Kari; Bu kecede şafaat hakkının diğer bir kısmı(3/2) şabanın sonunda da(3/3) tamamı verilir.Ancak Allaha itiraz eden ve kafatutan dışın da.. Allım yurtlarımızı mearifi yakinıyat ile nurlandır.Zahirimizi dini mevizeler ile itırla,kokula. Yüzümüzü hileli fahire ile güzelleştir.Bizi sevdiklerinle birlikte haşırneşir eyle..Keramet ve vakar tacı ni biz giydir.Kıyamet günü zorluklarından bizleri emin kıl. Bizi sana selim kalb ile gelenlere ilhak eyle.huluku azim ve kalbi rahim sahibi muhammed mustafa as hürmetine Tesnim gözünden(pınarından) sula. Ey kulunu yaratan ve donatan rabbim;Her istediğni veren Allahım; Bizi okuyan ve dinleyenleri recalarına ulaştır.dileklerini kabul buyur.Rızıklarımızı genişlet.Helalından rızıklar ver.Bizleri seni tanıyan,sana hakkıyla kulluk denelerden eyle.Bu gün ve geceler de vefat ednlei rahmetinle muamele eyle.Bizlerin günahını afeyle.Hatalarımızı ört.amin..
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
Telhis 2 S.61 Konusu El Kasru: Kasır Nedir? Kasır lügat de sözü habsetmektir. İstilah da manevi bir yol ile bir şeyi diğer bir şeye tahsis etmektir. Kasır dört kısımdır. 1.Kasrı Hakiki ala vechi Hakiki olur. örnek:"ma zeydün illa katibun"eğer zeydin ancak katib sıfatıyla muttasıf olduğunu düşünürsek kasrı hakiki olur.Zira insan ancak bir yada bir kaç sıfatla muttasıf olur hepsiyle değil.Bu manada hakiki kasırdır. 2.Kasrul hakiki ala vechil iddia(ğayri hakiki) Buna örnek çoktur."Ma fiddarı illa zeydun" gibi..Bu kısım da mubalağa da kasıd edilmiş olur.Mazkurdan başkasının sayılmadığındanburada mubalağa maksud olmuştur. 3.Kasrı izafi ala vechil hakika 4.Kasru izafi ala vecil iddia(ğayri hakiki) Bunların her bireri de kendi içinde iki nevidir. a.Kasrul mevsufi alessıfati:Bu ğayri hakiki bir kaasırdır.Bir başka sıfat olmadan bir sıfatın tahsisi demektir.Yada bir sıfatı diğer bir sıfatın mekanına tahsis emri olur. b.Kasrussıfati alel mevsufi:Kasrussifatı bi emrin düne acher..ev mekaneh..bunları her ikiside iki darb dır. 1.Kasrı efrad Bunda fiilin efradında ortaklık yoktur. 2.Kasrı kalbi dir.Bunda mütekellim ve muhatab fiil de müşterektir.Muhatabın hükmüne mutekellim de kalb olmuştur,ortaktır. 3.Kasru tayin olur.Emir ve vasıflar müsavi iseler buradaki kasır kasrı tayindir. Burada sıfatdan murad manevi sıfatdır da naat değildir. mevsufun vasfa efradı olarak kasrın şartı vasıfların bir diğerine mütenafi olmamasıdır.Eğer mutenafi olursa bu durumda kasır,kasrı kalbi olur.Kasrı tayin de ise daha umimidir her iki halde de mevcud olur. Meşhur Olan Kasrın Yolları dörttür. 1.Atıf:Zeydun şairun la katibun,ma zeydun katiben bel şairun..bu örnek kasrı efrad dır.Zeydun kaimun la kaidun,ma zeydun kaimen bel kaidun..buralarda kasrı kalbi dir.Sadece kasır örneği:Zeydun şairun la amrun,vema amrun şairen bel zeydun, 2.İnnema ile:İnnema zeydun katibun,innema zeydun kimun,kasır hali ise;innema kaimun zeydun..Zira innema da hem "ma" hem de" illa" manası verdır."innema harreme aleykumul meyte..gibi..ehli tefisr de boyledir.Manası:"Ma harreme aleykum illel meyteteh" dir.Bu raf okunan kırate muvafıktır.Nuhat(nahivcilere göre:"İnema"daha sonraki mezkurun isbatı,ğayrisinin nefyi içindir. 3.Takdim ile..Bu ise delaleti takdim bi mefhumil kelam olur. 4.Nefi meal istisna:Ma zeydun illa şairun,ma zeydun illa kaimun,sadece kasır ;Ma şairun illa zeydun.. Bu atıf yada innema delaleti selase bil badi..olur. Bu üç vecihden başka innema ile infisalı sahih olduğu gibi zamirsiz (infisalı) ile de sahih olması için" innema ve "illa" manasını tezammun ederek kasır ifade eder. Ferezdak derki; "enezzaidul hami izzmimmari ve innema yudafiu an ahsabihim ena ev misli" Tamimi nin "ana" deki kasrımevsuf alessıfatındaki gibi.Yada kasrussıfatı alel mevsuf daki ana gibi.. "ana kefeytu muhimmeke" gibi. Bu yollar birvücuh muhtelif delalti vardır. Takdimin dördüncüsü mefhumu kelam olan fahvaya delalet eder.Diğerleri ise kasırla mukayyed olduğundan vadi ile delalet eder. Vechi sanide asıl olan evvelki atıf tarikın da menfi ve musbet olmak üzere nassa delalet eder.Bu yerlerde nasssı terk caiz olmaz.Ancak fazla ıtnab(uzatmak)keraheti olursa caiz olur. Mesela"Zeydun yalemunnahve vettasrife vel aruda"Yahut Zeydun yalemunnahve ve abrun ve bekrun"Bu iki yerdede kasır olsun diye "Zeydun Yalemunnahve la ğayru "ve benzeri ... Bakiyat da yani innema nefi ve isbat manasına gelince sadece kasır olarak gelir.Zira hem istisna hemde nefi olarak gelmez.Zira menfi olmasının şartı başka bir yoldan daha önce bir menfi olmaması gerekeir. İnnema hem nefi hem de istisna olarak ikinci bir mana ile kullanılmaz."İnnema ana tamimiyyun la Gaysiyyun" "vehuve yetini la amrun"Bu iki örnekde de nefi ğayrı musarrahdır.Şu örnekte olduğu gibi:"imtena zeydun anil meci i la amrun"Bunlar la burada nefi sarih değildir. Sekkakiye göre:Nefi ve la-i atıfa ve istisna ile mucamanın şartı Vasfın sadece mevsufa mahsus olan bir sıfat olmamasıdır."İnnema setecibullezine yesmeune".. Abdulgahire göre: Vasfa muhtass olanın "innema" ile "la" nın mucaması güzel olmaz..aynen diğer örneklerde olduğu gibi... Bu görüş daha" ekrab",doğruya yakındır. İkincisinde yani innema nın hem nefi hemde istisna manasına gelmesi,muhatabın cahili ve munkiri olduğu şeylerden kullanmış olması gerekir.Üçüncü kısım bunun hılafınadır. Senin arkadaşına demiş olman gibi:uzaktan bu bir şeyhufanidir..oysa o ancak bir zeyid dir.demen gibi.musır bir halde başkası olduğunu inanıyorken.. Mutenasib bir itibar için malumu mechul menziline bazen indirilir.bu durumda ikincisi kasrı ifrad olarak kullanılır."Vema Muhammedun illa rasül"gibi..ali imran.. Rasülün inkar onların helakına değil de risalete tazime indirgendi.. Kasrı kalb olur: "İn entum beşerun illa misluna"muhatabın risalete değil de beşer oluşuna itirazı belirtiyorlar. onları bu sözü de: "innahnu illa beşerun mislukum"burada beşer olduklarını demeleri risaleti inkar değil onları ikna için sizin gibi beşeriz demişler.. kardeş olduklarını bildiklerine biz sizlerin kardeşiniz,unuttunuz mu? demeleri gibi. Yakınlık ve akrabalık ikna için kullanılımıştır. Bazen"innema" de mechul olan bir şey malum menziline indirilir. o şeyin izharını iddia için böyle kullanılır.Budurum da innema kasrı ifrad,kasrul mevsuf alessıfat olarak mustameldir. "innema nahnu muslihun"bu sebepten ayetde şöyle geldi: "ela innehum humul mufsidune"tekidli olarak gördüklerini red etmek için böyle denir. İnnema nın meziyerti: Takdim değil de Atıf üzerine olan innema, bir anda iki hüküm makuldur.Bir kelam da iki mutekabilin bulunması muhsinati bediadandır. İnnema nın ehsani mevaki Tariz dir. "İnnema yetezekkeru ulul elbab" Buradaki Tariz kafirlerin fertı cehilde behaim gibi oluşudur.Kafirlerin nazarı behaimin nazarı gibidir. Sonra Kasır: Mubtede ve haber arasında olduğu gibi fiil ve fail arasında da olur. İstisna da ise istisna edatı ile birlikte Maksuru aleyh tehir olunur.Azda olsa,bazen de halile maksuru aleyhin ve edatı istisnanın takdimi caiz olur."ma darabe illa amran zeydun ve illa zeydun amran"tamamından önce kasrussıfat istilzamı olur. Cemisinde kasır olmasının sebebi: İstisna'i muferrağdaki nefi,mukaddere teveccüh eder. Bu ise mustesna-i minhü- am dır.Sıfatı ve cins de mustena-ya münasibtir. Eğer buradan illa ile bir şey çıkarılırsa,o zaman kasır olur. İnnema ile kasır da maksuru aleyh tehirli olur. "İnnema darebe zeydun amren" demen gibi.İltibas olacağından maksuru aleyhin maksur üzerine takdimi caiz olmaz.Bu iki kasır da ve la ile mucama nın mumteni oluşunda"Ğayır" kelimesi "illa"gibidir. 6.Bab(El İnşaü) Eğer inşa taleb anın da ğayrı hasıl matlubun talebini iktiza ederse;yani inşai taleb ya hasıl yada ğayrı hasıl olur.Ğayrı hasıl olursa taleb iktiza eder. Talebin nevileri çoktur. Ğayri talebi olan fiiller efali medih ve mukarebe fiilleridir.Bunlar "lealle" ve fiili teaccub kelimleri dir. Temenni Fiileri de bunlardan dır.Burada mevzu olan kelime "leyte" dir. Burada imkanı mutemenna şartı yoktur."Leyteşşebabe ye udu yevmen" Hel ile de temenni edilir. "Hel li min şefi in haysu yalemu enla şefi-a" "lev" ile de temenni edilir. "Lev yetini fe tuhaddiseni"ey leyte zeyden yetiyeni fe in yuhadiseni demektir.Sekkaki ye göre "en yetiyeni" ye atıf edilerek raf haliyle de denir. Ama burada Nasb haliyle gelmiştir.En ve lev nasbedenlerden olunca muzari merfu olarak gelmez. Harfi tendim(nedamet) ve tahsis olarak "Ke enne" Bu ise "Hella"henin e ye kalbiyle ve "ella" ile birlikte dört dür."lev ve "ella"levla levma"mea ve la"den mürekkep,"hel ve lev"den mehuz dur. Temenni manasını tezammun etsin diye" hella ve levla" ya "la ve ma" mezid olarak gelir.Zira bunlarda temenni manası vardır. Mazide tendim olarak"Hella ekramte zeyden"..muzari de tahsisi olarak"hella tekumu" denir.Yada "lev ma tekulu" denir.Bazen "Lealle" ile de temenni olunur.o zaman ona leyte hükümü verilir. "leall, ehuccu fe ezureke"mercuv olanın husulden (buudu)uzaklulığından dolayu böyle denir Talebin nevilerinden biri de İstifham ve lafızlarıdır. Bunlar;Hemze,hel,ma,men,eyyu,kem,keyfe,eyne,enna,meta,eyyane dir. Hemze talebi tasdik içindir. Örnek:"e game zeydun ve e zyedun kaimun?"gibi. Yada tasavvuru taleb içindir. Örnek:"e dibsun fil enai em aselun,ve e fil chabiyeti dibsuke em fizzikkı?"gibi.. Hemze tasavvuru taleb için olmasından dolayı"e zeydun kame ve amran arefte"demek kabih olmaz. Hemze den mesul olan sonraki gelendir, fiil dir. "e darebte zeyden?" gibi..ya da faildir.."e ente darebte zeyden?" gibi.Ya da meful olur.."e zeyden darebte?" gibi.. "Hel" yalınız tasdiki taleb etmek için dir."hel kame zeydun ve hel amrun kai dun?"gibi.. Bu sebepten yani hel yalınız tasdiki taleb için olduğundan "hel zeydun kame ev amrun?,ve hel zyden darebte?"sözün mumtenidir,söylenmez. Zira mefulun takdimi,darebte siz,nefsi fiil ile tasdikın husulunu iktiza eder.Zira zeyden den önce mufesser kelimenin takdimi caizdir. Sekkaki ise; bu sebepten "hel arculun arefe?" kabihdir.Ama "hel zeydun arefe?" kabih olmaz.Sekkanın ğayrısı her ikisinin de kabih olduğunu delillendirdiler.Zira "hel" asılında "kad "manasınadır.Aslı ehel di..istifham da çok kullanılmasından dolayı terk edildi "hel" kaldı. Bu sebepten "kad" manasına olan "hel" in muazria tahssusu istikbal manasınadır.Ve caizdir.Ama "Hel Tedribu zeyden ve huve echuke"denmesi sahih değildir.Oysa "E tedribu zeyden vehuve echuke?"denmesi sahihdir. Hel tasdiki talebe mahsus olduğundan ve muyaria istikbal olmasına rağmen tahsi olduğundan zamana dair ziyade bir ihtisas oldu.bu sebepten Hel fiil gibi izhar oldu.Yani Helde ziyade ihtisas ve fiil mana sı bulunduğundan dolayı "fe hel entum şakirune" "fehel teşkurune" yada "fe hel entum teşkurune"demekten daha delaletce kavi oldu.Sabit olanın mevkiyn de yenilenmesini ibrazı etmek bakımından fiilin husulunu kemal inayetle teminden daha kavi bir delil oldu. "efe entum şakirune"den ise herne kadar bu cümle ismiye olarak sübüt için de olsa bile Hel hemze den fiilin talebinde daha layıkdır. Hel ile beraber fiilini terk,hemze ile fiilini terkden daha güçlüdür.Buda kemali inayetle bir fiilin yenilenen bir husulu gerektirir.Bu sebepten "hel zeydun muntaligun" denmesi güzel olmaz ancak,bir beliğ kişi derse müstesna...Bu hel ise cüzleri olmaması bakımından basitdir.Bu "hel" ile bir şeyin vücudunun talebi olunur. "helil hareketu mevcüdetün?"gibi.Ve mürekkeb olur. Bu durumda bir şeyin diğer bir şey için vücudu taleb olunur."helil hareketu da-imetun?"gibi.burada matlub olan hereketin devamlılığıdır. Hemze ve hel in dışında kalanlar ise;Sadece talebi Tasavvur için olur. denildiki,ma ile şerholunan isim taleb edilir."mel angaü"dersek..yada mel musemma"da mahiyetul musemma" demiş oluruz."mel hareketu derdiğimizde.. "hel" iki tarafın arasında tertibi bildirir. "Men" ise muayyen muşahhas birinin bilinmesinde kullanılır."men fiddar?" gibi.. Sekkai ise ma,kendisyle cinsden sorulur,der."ma indeke" dersin yani,eyyu ecnasil eşyai indeke"demiş olursun. Cevabı;Kitabun ve benzeri..dersin Yada vasifden sorarsın... "ma zeydun" de "el kerim" ve benzeri cevap verirsin. men ilim sahibi olanlardan cinsinden sorarsın.. "men cebrai?"demen gibi..yani"e beşerun em melekun,em cinnuyyun?" demiş olursun. Musannıf hazretleri Sekkakinin bu sözünde nazar vardır der.Şöyleki: Zira bu örnek,yani"men cebrail?"akıl sahibi olan arizaytan olan kısma girer.bunun bahsi yukarda geçti.. "eyyin" ise ümumi olan yerde, müşterek iki emirden birini temyiz içindir."eyyul ferikayni hayrun makaman" gibi.ey "e nahnu em ashabu Muhammed" demektir. "Kem" adedden süal icindir. "Sel beni İsraile kem ateyna min ayetin beyyinetin"gibi.. "Keyfe"hal ve keyfiyetden süal içindir. "Eyne"mekandan süal içindir. "Meta"zamandan süal içindir. "Eyyane"mustakbelden süal içindir. Denildiki;bazen de tefchim ve azaamet içindir. "yeselu eyyane yevmulkıyamet" "Enni"bazen" keyfe" manasına kullanılır. "fe tu harsekum enna şi tum" bazen de "mineyne" manasına kullanılır. "ennaleki haza" ey nin eyne"demektir. bu kelimeler çoğukerre istibta gibi istifhamın dışında bir mana ile de kullanılır."kem da avtuke"gibi. Bazen de Teaccub;"ma liye la eralhudhude" gibi. Tenbih aleddalalati;"fe eyne teyhebune"gibi.. Vaid;"e lem ueddibu fulanen"gibi.. Takrir;mukarre bihi takriren gelir. Ve inkar için kullanılır; "E ğayrallhi tedune" gibi."Eleysallahu bi kafin abdehu"gibi..Nefünnefyi isbatun kuralınca.. muradımız odur ki; Biri hemze takrir için derse.Dahil oldugunda nefi içindir..yoksa mutlak nefi öanasına değil. "vehuve e leysallu bi kafin abdeh"gibi. "E ğayrallhi tedune" gibi."Eleysallahu bi kafin abdehu"gibi..Nefünnefyi isbatun kuralınca.. muradımız odur ki;Biri hemze takrir için derse.Dahil oldugunda nefi içindir..yoksa mutlak nefi manasına değil. "vehuve e leysalluhu bi kafin abdeh"gibi. Başka bir sürete de fiilin inkarı içindir. "e zeyden darente em amran"demen gibi..zeyid ve amırdan hangisini dövdüğünde tereddüd eden kişiye.. İnkar manası ise ya Tevbich için olur.. Örnek"e taa si rabbeke?" gibi.. Tevbich,yani sana yakışan demektir. "e asayte rabbeke?"gibi. Tevbich:Olmaamsı gerekeni söylemektir. "e taa si rabbeke?" gibi.. Hemze tekzib (olduğunu Yalanlamak)için olur. Örnek:"efe esfakum rabbukum bil benine" gibi. Olmadığını yalanlamak için olur."e nulzimukumuha" gibi.. Bütün istfiham kelimeleri istibta nın dışında Tehekkum yani istihzam(hezimet) için olur."e salatuke te muruke en netruke ma yabudu abauha" yada "men haza" de olduğu gibi tahkir için.Yahut tehvil(korkutmak)için olur. Ibni Abbasın ra Kıraati gibi: "ve lekad necceyna beni israile minelazabil mühin"gibi.. kıraatı hafz da "men firavnu"dır.burada men istifahm içindir.Bu sebepten "innehu kan ğaliyen minel musrifine" dendi.. İstifham harfleri bazende istibaad için olur. "enna lehumuzzikra ve kad caehumrasülün mubin sümme tevellev anhu mubinun" gibi.. İster lamlı ister lamsız olsun emir de inşanın bir kısmındandır.Lamlı emir"li yahzur zeydun"gibi..lamsız "Uhzur""ekrim amran,ve ruveyda bekran"gibi. Lamlı emir siğası matluba samiin ilk seminde anlayıp-yönelmesini talebdir. Emir bunu dışın da ibaha gibi manalrda da kullanılır. "Calisil hasene ev ibne sirin" gibi.. Yahut Tehdid amaclı emir olur;"i melu ma şi-tum" gibi. Emir siğası yada taciz için olurİ;"fe tu bi sğretin min mislihi" gibi. Yada Teshir için olur:"Kunu gredeten haisiiyne"gibi. Yada arada bir ihanet olduğundan emir edilir."kunu hicareten ev hadidan" gibi. Emir atesviye ve musavat için verilir."isbiru evla tesbiruu" gibi.. Emir siğası temenna için olur."Ela eyyuheleyluttaviluela inceliy"gibi.. Yada dua için olur."Allahumme rabbiğfir li"gibi. İltimas için olur..Rütbe olarak mğsavi olana birine "if al"demen gibi..istila amacı olmadan dersen. Sonra Emir fevrilik gerektirir..Zira telebden zahir olanda budur. iki emri birleştirmek ve birinin terahisini taleb etmeksizin bir şeyin yapılmasını gerektirir."kum" demk gibi. Sekkakinin bu sözünde nazar vardır.. Zira kalk emri ve yat emri nin diğeri olmadsan yapılması fevren gerktirir.İkinci emiri sebep göterek birinci emir yapmamazlık edemez. NOT:Sekkakinin bu kavlinde nazar vardırki:makamın karindeden selameti anında emrin fevri oluşu musellem değildir. Belki mefhumu emirancak istialai taleb bir fiildir.fevri ve terahiyi tekrar ademi tekrar gibileri karineye bağlıdır. Bu emirlerde karine emirlerin akbinde diğer emrin takib etmesidi. La ile nehi taleb de emirin nevilerindendir... "La i cazime "denir."la tefal"gibi..istiila için olan emir gibi.. Talebin keffi,men-i yada fiilin terkini taleb gibi tehdid ve tahfif için olur."seni temsil etmeyen birine ""la tetemessel emri"demen gibi. Bu dört kısımda (temenni,istifham,emir ve nehi)de ceza dan sonra şartın takdiri(gizlenmesi)caizdir. "leyte li malen unfikuhu"demen gibi."Eynet beytuke ezuruke",ey ın tuarrifeniyhi"ve ekrimni ukrimke"ey in tukrimni.."vela teştum yekun hayran leke"ey in la teştum"demektir.Şartın gizlenmesinden biri de arz halidir.Sebebi ise istifhami inkardır."ela tenzilu tusib hayran"gibi.. Bu yerlerin dışında bir karine ile başka manalrda da kullanılır."Fallahu huvel veliyyu"ey in eradu evliya e demktir.Burada karina"fa"harfidir. Bunlardan başkaca Emir, nİda için olur. Aslı manasının dışında bu emir siğası"iğra,teşvik için kullanılır.Sana gelen zalime"Zülüm zahir olur,Ey mazlum "demk gibi. Yahut ihstisas için olur.Erkekler arasinda "ben böyle yaparım en racül demek gibi.. Sonra haber bazen inşa mevkinde gelir. Ya Tefaül için gelir. Yada vukundaki hırsın izharı için gelir. Dua ile taleb ise mazi sığasiyle gelirse hem tefaül hem de hırsın izharı için gelir. Yahut Sureti emir den ihtiraz,kaçınmak için gelir. Yahut da muhatabı matluba hamlederki,Talibe muhatabın yalan söylemesini istemiğine hamleder. "gel" demek yerine" gelirmisin" demk gibi.. TENBİH Geçen beç yerde de bir çok yerlerde olduğu gibi, İnşa i fiiller ihbari fiilller gibidir.Teemmül ve nazar ziye düşer.. "El Faslu Vel Vaslu" S.77"El Faslu Vel Vaslu" El Vaslu,Vasıl nedir? Bazı cümleleri bazısına atıf harflerinden biriyle atıf etmektir. El Faslu,Fasıl nedir Bunu Terketmektir.. Mütekellim eğer şunu isterse; Bir cümleden sonra diğer cümle konuşmak isterse,Birinci cümle ya iriabdan malli olur yada olmaz.. İrabdan mahalli olursa;İkinci cümlenin birinci cümleye hükümde teşriki maksud ise o zaman atıf edilir.Müfred kelime nin atıfı gibi.. Vav ve benzerinin biriyle atıfın mkbul olmasının şartı iki cümle arasında ciheti camia olmasıdır."Zeydun yektubu ve yeşuru ev yuti ve yemne-u gibi.. Bu sebepten Ebi temam üzer,ne şu sözü ayıplandı: "la vellezi huve alimun enneva sabirun ve enne abal huseyin kerimun"...Burada mefuliyet de ittihad olmakla beraber ciheti camia yoktur."Ayrılık acıdır ile huseyinin babasının kerim olmasının arasında bir münasebeti şirket yoktur.Onun için A bi tamam bu söyünde ayıplandı. Not:Ciheti camia 3 dür. 1.Camia -i akli 2.Camiayi vehmi 3.Camiayı Hayali.. Birinci ve ikinci cümle arasın da şirketi camia olmazsa,birini diğerinden fasıl etmek gerekir. Örnek:Ve iza chalev ila şeyatınihim""galu inna meakum innema nahnu müstehziun""Allahu yestezi-ü bihih"bu kısım "inna meakum"üzerine atıf edilmedi..Zira bu söz Allahın sözüdür..diğer cümle münafıkların sözüdür. ikinci durumda ise yani, Birinci cümle irabdan mahalli olmazsa;iki cümler arasında manada rabt maksud ise vavın dışında kalan diğer atıf harfleriyle atıf olunur ,eğer mühlet yahut takib maksud olursa. Zira vav da mana üzerine atıf caiz değildir..Ancak aksamı sitte de son iki kıısmda caiz olur. Örnekler;"Dachele zeydun fe charece amrun yada sümme chrece amrun "gibi.. Eğer bu maksadla atıf edilmeyecek olursa,birincinin hükmü ikinciyle paylaşılmayacaksa fasıl etmek gerekir. Örnek:"ve iza chalev" de Allahu yestez-ü bihim""galu"üzerine atıf edilmedi.Zira hüküm de şirket maksud değildi.Yada aralarında ibhamsız kemal inkıta , ve kemali ittisal,yada her ikisine benzer bir durum olursa bur durumlarda fasıl gerekir.Yok değilse Vasıl yapmak gerekir.Not:Yani: birinci cümle için saniye itası kasıd olunmayan br hüküm olmazsa şu şartlar muvacehesinde fasıl vacib olur O şartlar;1.Birinci cümle irabtan mahhli yoksa 2.Manada atıf maksud değilse.. 3.birinci işin bir hüküm mevcud değilse,yada iknci de şirket maksud değilse, 4.iki cümle arasın da kemal inkıta bila ibham olacak olursa, 5.yada bu ikisinin bir benzeri olursa..bu durumlar da fasıl vacib olur. Not:Birinci cümle için saniye i tası kasıd olunmayan bir hüküm olmazsa şu şartlar muvacehesinde Fasıl vacib olur O şartlar; 1.Birinci cümle irabtan mahhli yoksa 2.Manada atıf maksud değilse.. 3.Birinci için bir hüküm mevcud değilse,yada iknci de şirket maksud değilse, 4.iki cümle arasın da "kemal inkıta bila ibham" olacak olursa. 5.Yada bu ikisinin bir benzeri olursa..bu durumlar da fasıl vacib olur.Kemali inkıta ise manen yada lafzen ihbari ve inşai olma bakımından ihtilaf ederler.Bu sebepten kemali inkıta olur.İhtilafı lafzıye örnek:"Ve gale raviduhum ersuu zaviluha" yada manen olur şrnek:"mate fulanun rehimehullah" demek gibi.Burada manen ihbar ve inşa ihtilafı mevcuddur.Yada ihbar ve inşanın arasını cemetmek mümkün olmaz."Zeydun tavilun ve amrun naimun "İlerde gelecek. Kemali ittisale gelince: 1.İkinci cümle birinciyi tekid için gelir. 2.Ğalat ve katı emrin tecevvüzünün tevehhumünü defi eder."La raybe fih""zalike mubtedea olmakla kitab kemal derecesi kusvaya ulaşır. 3.El kitab diyerek lamı tarif ile marife olması da sadece bu kıtab ın kendisinde şüphe yok demek içindir. 4.Bütün cümlesinin vizanı(zalikel kitabu la raybe fihi)"Ca eni zeydun nefsühü" gibidir.Zeyid ve kendisi gibidir."Hudellilmuttekıne"Hidayetinin künhunu bir kimse ulaşamaz demektir.Sanki mahza bir hideyetdir. Kitapdan murad hidayeti tammesi olan kitapdır.Zira semavi ve vahiy kitabıdır.Bu cümlenin vizanı şu cümledir."Ca eni zeydun zeydun" demek gibi. Yahut bedeli baaz ve iştimal olarak bedel dir.Zira hidayetin anlatımında kifayetsiziz demktir.İkinci cümle gelerek birincide kemali zirveye taşımıştır. Bu Makam şanına bir çok noktandan kendisine itina gösterme makamıdır. 1.Nefsinde bizatihi matlub olması gibi.. 2.Bizatihi kötü oldugundan.."Fazian" 3.AcibenÇok güzel ve şaşırtıcı olmasından. 4.Çok latif olmasından.. 1.Örnek"emeddekum bima tamelune." Buralarda nimeti ilahiyeye tenbih murad edilmiştir. 2.Örnek"emeddekum bi enamin ve benine ve cennatin ve uyunin" gibi ..ikinci örnek de muhatabından bağımsız nimelterin fazileti tefsilen anlatılmıştır.bunu Vizanı "aacebeni zeydun vechuhu" demek gibi. Zira ikincinin manası birincide mezmundur. Örnek:"ircel la tukımenne indena"ve illa fekun fissirri vel cehri müslimen" gibi.. Burada" ircel" den murad:muhtabın ikametinin keraheti ve onun belirtilmesidir.Yada "La tukımenne indena"gibi.. "Ircel" den murad,muhatabın ikametinin kerahetini kemali izhardır."La tugumenne indena"denir Bu manayı tediye ve tenbih için de olur Zira "la tugumenne"tekidle beraber bu kerahetin izharına delaleti mutabaka ile delalet etmiştir. "la tugımenne indena"nın vizanı ve husnğnğn vizanı "aacebeni eddaru husnuha" ...ademi ikamet irtihale muğayirdir.Aralarında mulabeset olmasına rağmen ircel irthal manasının içinde dahil değildir. Birinci cümledeki mananın gizli olmasından dolayı onu beyan olsun diye ikinci cümle gelir. "fevesvese ileyhişşeytanu ,gale ya adem hel edulluke ala şeceretil chuldi ve mulkin la yeblaa"gibi.. Bunun Vizanı;"akseme billahi ebu hafzın Omer"de ki Omer gibi. Not: Musannif burada,bu ayeti misal vermesine itiraz olundu.Şöylek,"zahir olan "fevesvese ilehişeytan"cümlesi "ve iz gulna lilmelaiketiscüdü"ayetinden izi in bitişik olduğu "gulna"cümlesi üzerine atıf olmakla mehallen mecrur olup irapdan mahalli olmuştur.Halbuki faslın vacib olması için atfı beyan olarak kemalı ittisallazım olduğu gibi iraptan mahalli olmayacaktı.Yani dört şart mevcud olacaktı,İraptan mahalli olmamasına cevap: Bu misal ile evvelki cümlenin iraptan mahalli olmak veya olmamak katınazar ederek ikinci atfı beyan olması sebebiyle iki cümle arasında kemal ittisal olduğuna misaldir,denir. İkinci cümlenin birinci cümleden irtibatı kesilmiş gibi olması sanki başka bir şey üzerine atıf edilmiş vehmini verir.Bu yüzden Buna Fasılı katı denir. Misal:"Ve tezunnu Selma enneni ebğı biha bedelen Eraha fiddalali tehimu"burada uraha kemalı ıttsal şibi olmakta istinafa da ihtimali vardır. "Eraha"cümlesi "tezunnu"cümlesi üzerine atıf edilmek lazımken daha yakın olan "ebğı"üzerine atıf tevehhumiyle atıf terkedilmiştir. İstinafdan murad;mukadder süale cevap vakiolmak demektir.Bu örnekde süali mukadder"keyfe teraha fi hazihzzann"olurdu.. İkinci cümlenin kemali ittisale şibih olması,birinci cümlede iktiza eden bir mukadder süale cevap gerekir. O zaman da biirnci cümle süal menzilinde olur. Birinci den ikinci fasıl(ayrılmış)olur.Süalden cevabın ayırldığı gibi..Sekkakiye göre:süali mukadder vaki olmuş menziline iner.Bir nükteden dolayı sami süalden iğna eder.bu nükte bazen şefkat bazen de tazim olur. Yada tahkiren samiden bir şey dinlememek için süali mukadder süali vaki olur.O zaman buna Faslı istinaf denir.İkinci cümlede aynen faslı istinaf ismlendirilir. Faslı İstinaf ise Üç darbdır. 1.Süal sebebi mutlaktan olur.Örnek:Gale li keyfe kunte alilun seherun daimun ve huzunun tavilun"ey ma baluke alilen demektir. 2.Süal sebebi illetden olur.Örnek:" Ma balıke alilen gibi." 3.Süal sebebi Has dan olur."Vema überri u nefsi innennefse le emmaretun bissu i"sanki deketirki:"helinnefsü emmaretün bissu i?Bu kısım da hğkğmğn tekidi lazım gelir.bu bahis Ahvali isnad da geçti. Not:Süali mukaddere cevap tekidsiz gelirse,sebebi mutlaktan süal demektir. Eğer cevap tekidle gelirse sebebi hasdan süal edilmiş olur.Sebebi neolduğu cevapdan anlaşılır. Bu sebeplerin dışında süal mukadder e cevap olur. "Galu selamen.gale selamun,Süali mukadder ise:fema gale selamen?" dir. Zuumul avazil(Yanlış inanclarda)bulunan Cundub ibni ımadın sözün de:Enneni fi ğamratin sadegu velakin ğamreti la tenceli"sitinaf vaki olan cümlenin tekrarında yada iadesinde istinaf vaki olur.Örnek:"ahsente ila zeydin Zeydun hakikun bil ihsan" gibi. İstinaf cümlenin sıfat üzerine bina edilen cümlede istinaf cümlesindendir."Sadigukel kadim ehlun li zalıke" gibi.Bu ise dah beliğ bir cümledir. İstinafın sadır bazen hazif edilir.:"Yusebbihu lehu fiha bil ğuduvvi vel asal" gibi..burada "ricalun" mahzufdur. Bir görüşe göre "Ni merracülü zeydun"de bunun gibidir. "cundub bin ımadin sözü: "yeamel avazilu enneni fi ğamretin sadeku velakin ğamreti la tenceli" Not:Bu beyit de "sadeguu"sebebin gayrisinden süale cevap olup istinaf oldu.Böylelikle ma kablinden fasıl olarak gelmiştir.Burada sıdkın ve kızbin tayininden süal olunmuştur.Burada süali mukadder " men yusebbehu"dur. Cümlenin başınde "yusebbehhu" hazif olmuştur.Malum okursak faili "ricalun"dur.Malum okursak cümle istinaf olmaz.Ancak mechul okununca cümle istinaf cümlesi olur va fasıl lazım gelir. İstinafın hepsi de hazif olur..o zamanmakamına başka bir şey ikame edilir.Örnek:"Ze amtum enne ıchvetekum Gureyşun lehum Elifun veleyse lekum Aalafun"gibi. Yada makamına bir şey ikame edilmeden istinaf hazıf edilir.Örnek:"Fe nımel mahidune"bir kavle göre "hum nahnu"mahzufdur..Not:Bu beyit de musannıf.İstinafın hepsinin hazif edildiğine örnek verdi.Şair musar ıbni Hind dir.Kavmini hiciv ederken alaya olarak şöyle der:Siz gureyş kardeşinizi zu-um edersinizki,şair"e sadakna em kezebna"mukadder süali der.Bizim kuryş kardeşler hakkındaki fikirlerimizi yalan mı doğrumu zannedersiniz? Bunların yerine " Allahumme ellif"derken İstinafın cümlesi hazifedilmştir. Ibhamı defetmek için Vasıl a gelince:onların sözü gibi: "la ve eyyedekallahu"gibi. burada "la"öyle değil,"eyyedekallahu"Allah seni teyıd etsin.Burada istinaf cümlesi"El emru kezalik"dir.Buna "La"Oyle değil cümles"leysel emru kezalik" ile cevap verildi."Ve eyyedekallahu"cümlesinde diğer cümle ile kemalı inkta mevcüddur.Burada atfı beyan gerekmedi.Zira burada ibham vardı.Ağer atfı beyan olsaydı manadaki iphamdan dolayı maksud olan mananın dışında bir vehim doğardı.Bundan dolayı iki cümle arasını bizzarure "vav" geldi.Bu cümle de birinci cümle ihbari,ikinci cümle inşa-idir.Dolaysıyla kemalı ınkıta meal ıbham var olduğundan "vav" ile atıf olmuştur. İki kemal inkıta arasında cem eden Tevessut için Vasıl a gelince: 1.İki cümle haber ve inşa da .. 2.lafız ve mana da .. 3.Yada yalınız mana da bir mutallak ile ittifak olursa Vasıl olur. İchbare örnek:"Yuchadiunallahe ve huve chadi uhum""innel ebrara le fi na imin"Ve innel fuccara le fi cahimin" İnşailik ve ihbarilik de muttefik.Örnek:"kuluu veşrebu vela tusrifuu" Lafzan ve manen ittifaka örnek"ve iz achazna misaga beni israile la tabudune illallahe veilvalideyni ihsanen ve zil gurba vel yetamaa vel mesakine ve gulu linnasi husnan"ey la tabuduu,ve tusinuu..ehsinuu ev ve ahsinuu .. lafzen ıhbar ve inşa da ittifak vardır.İki cümle arasın da ir muteallak ile cem edendurum da;ittihad ve teğayur de bir münasebetden dolayı musned ve musnedi ileylerin birlikte olması vacibdir. "yeşaru zeydun,ve yektubu ve yuti.ve yemne u,ve zeydun şairun ve amrun katibun ve zeydun tavilunve amrun kasirun".. Ama "zeydun şairun,ve amrun katibun"bir munasebet yoktur.Ve zeydun şairun ve amrun tavilun"mutlak bir munasebet yoktur. Sekkakiye göre: İki şey arasındaki ciheti cami ya aklen olur. Budurum da aralarınki tasavvur da bir ittihad veya temasül vardır. Zira haric deki tasavvurdan tecridi misleyn ile teaddude ulaşır ve aralarında iki ittifak olur. Yada temasül olur. Yada Tedayuf olur.Değeri katlanır.İllet ve malul,egal ile ekser arasındaki teaddud ve tedayuf gibi. İki şey arasındaki cami olan muteallak vehmi olur.Bu durum da aralarındaki tasavvurlar da şibhi temasül vardır.Levni beyaz ve sufra(sarı)gibi. Zira beyaz ve sarı arasında şibihi temasül vardır.Bu sebebten Üç şey arasını cemetmek iyi oldu."Muhammed bin Veheb in sözü:"Selasetun tuşriguddünya bibehcetiha Şemsüdduha Ve Ebu ishag velgameru"gibi.. Camii Vehimin ikincisi Tezaddır.Sevad ile beyaz,imanla küfür gibi..Bu örnek de musnedi ileyhin ciheti camisi temasul musnedlerin ciheti tezadı vardır."Ellezine amenuu,vellezine keferuu"bunların sılaları olan "amenu ve keferuu"musnedler de tezad vardır. Tezad bir bakıma Tekabul dur.
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
Arabi İstiska(Rahmet)Duası Elhamdulillahilezi yursilüssema e aleyna midraren ve yunzilu alel erdı indel mudayagah min hazainihi imdaran.. Vessaletu vesselamü ala seyyidina Muhammedin ellezi kane cududuhu rahmetellil alemine berran ve biharan. Ve ala alihi ve ensarihi fiddin sirran ve ciharan. Allahumme ya dafiannigam. ya faricel ğamam..ical lena min emrina haza feracan ve machrecan.enzil aleyna ma en siccacecn. Ve kad gulte fi kitabike el kerim; Huvellezi yuznilül ğayse min badi ma kanatu, ve yunşiru rahmeteh,ferham bi hakk habibike Muhammedin ümmeteheu.. İlahi bi hakk keremike istaamilna fi cemiittaati, ve veffikna lima tuhibbu ve terda.. minessalihaati,veğfirlena bi cudike yazel cudi,cemiielzellati,ve eykızna bi caji Muhammedin, an nevmil ğaflaati, Allahumme hazedduai ve minkel icabeti, Ve haal cehdi ve aleykettuklani. La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim. Allahumme inna ila rahmetike muhtacune,ve yukrimuke,vettekune,ve ala babike aakifune, Fehfazna fi ahvalina fe inna acizune. Allahumme entel ğaniyyi,ve nahnul fukeraü,enzil aleynal ğayse daninanen nafan. Vecal ma nezzeltehu guvveten ve belağan ila huyn.bi rahmetike ya erhamerrahimine. Velhamdulillahi rabbil alemine....
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
Telhis 2 S.52 Şartın müntefi olası durumunda cezanın da ademi sübutu yani isbatı lazım gelir. Her iki cümle de müzari olamazlar.Yani şart ve ceza cümlesi mazı olarak gelirler. Ancak "Lev yuti ukum fi kesirin minel emri el anittum"deki şert cümlesinin muzari gelmesi vakitler de fiilin istimraını beyan içindir. "Allahu yesteziü bihim"de "yestezi-ü" diye muzari gelisi isim olarak "musetehzi-ün" dememesi fiilin istimrarı,sürekliliğini belirtmek içindir. "Velev tera iz vukifu alennar"de lev den sonra muzari fiil gelişi:bu seöz kendisinden yalan haber sadır olamdığını belirtmek için muzari mazı menziline indirilimiştir.Zira vuku malum olmuş olan daha kesin malumatlardandır..Buna örnek başka ayetlerde de olmuştur. "Rubema yeveddüllezine keferu"de maziden muzarie udul,kaçış vardır.Oysa rubema fiilin aslında hep mazi fiil ile kullanılırken burada muzari fiil ile gelmiştir. Yada ateşe atılanların durumunu tasvir etmek maziden müzariye kaçış olur.. "erselerriyaha" dedikten sonra fe tüsiru sahaben" demesi gibi.. Yahut bu udul(kaçış)"cenabı hakkın kudreti bahiresine delalet eden bir manayı muhatabın zihninde tasviri bedi olmasi için olur.. Ancak nekre olarak gelmesi hasır ve ahid(marife) olmasın irede ettiği için olur."Zeydün katibün ve amrun şa-irun" gibi. Bir kelimenin Temkirli gelmesi birinin tazimi yada tahkiri için olur."Hüdellilmuttekin" de "Hüden" tenkirli öyle bir hideyet ki..demiştir. Ya izafet yada vasıf ile tahsisü, faide etemm(tas tamam) olduğundan olur. "erselerriyaha" dedikten sonra "fe tüsiru sahaben" demesi gibi.. Yahut bu udul(kaçış)"cenabı hakkın kudreti bahiresine delalet eden bir manayı muhatabın zihninde tasviri bedi olmasi için olur.. Ancak nekre olarak gelmesi hasır ve ahid(marife) olmasın irede ettiği için olur."Zeydün katibün ve amrun şa-irun" gibi. Bir kelimenin Temkirli gelmesi birinin tazimi yada tahkiri için olur."Hüdellilmuttekin" de "Hüden" tenkirli öyle bir hideyet ki..demiştir. Ya izafet yada vasıf ile tahsisü, faide etemm(tas tamam) olduğundan olur. Yukarda geçen örneklerde olduğu gibi İsafet ve vesıflama yollu tahsisi terketme sebebi malumdur.. Ancak bir hükmüya da hükmün lazımını sami a(muhatabına) ifade etmek için müsnedin marife oluşu,diğerine bir mislini tarif yollarından biri ile malum bir sebepten yapılır."Zeydün Achuke" gibi.. ve "amrun el muntalıg u"burada "muntaligu"nun tarifi ahdi harici yada cins oluşu itibarıyladır.Yada aksiyledir yani Cins ve ahdi harici oluşu itibarile marifedir. İkincisi Tarifi cins oluşu(aksi)Tahkikan cinsin bir şey üzerine kasrı iledir."Zeydün el emir"gibi.. Yada cins de olan kemalin mübalağası için olur."Ömerun eşşüca u" gibi.. Denildiki; "Zeydünilmuntalgu" yada "El muntaligu zeyedün" de sıfat yerinde zata delalet etsin için ibtida en ismi muteayyen olur. yada haberiye cğmlesin de sıfatı muteyyine olur,nisbi emre delalet etsin için olur. Sahibi mifta tarafından şu rededildi: İsim sahibi muşahhas bir sıfatın olmasını reddedildi.Yani muntalik isminin yezdşn muşahhas ism olması reddildi.Ama Cğmle olarak gelmesi ancak hükmün takva(kuvvetlenme) ifadesi içindir."Zeydün kame gibi.. Müsnedin cümle i ismiye ve fiiliye yahut şartiyye olması yukarde geçen sebeplerden dolayı, ancak Cümlei fiiliyeyi ihtisardan dolayı her ikiside yarf olarak gelir.Sahih olan meyhebe göre,her yarfda bir fiil mukadderdir. Müsnedin tehiri ise müsnedi ileyhin ehemmiyetinden dolayıdır. Müsnedin Takdimi,müsnedi ileyhin tahsisi içindir."La fiha ğavlü" de olduğu gibi.. Hamuriddünya misali bu kuralın istisnasıdır.Burada tahsis ifade etmiştir.iŞte bu sebepten "La raybe fihi"de yarf olan müsned takdim etmemiştir.fihi la raybe denmemiştir.Başka ilahi kitaplarda şüphe vardı denmesin için.. Yada bu bir haberdir naat değildir, evvel emirde buna Tenbih vardır."lehu himemun la munteha likibariha" Yada dinleyicileri müsnedi ileyhe teşvik tefaül(takdim) için olur."Selasetün tüşrikuddünya bibehcetiha şemsüdduha ve ebu ishag vel kamer" Bu bab da zikir olunan bir çok Tenbihler var. Yani mğsned ve mğsnedi ileyh babında yada her ikisini birden ilgilendiren özel durumlar var. Bunların birinin yada her ikisinin zikiri yahut hazifleri konusun da...Fatan ve zeki insanlar müsned ve müsnedi ileyh gayrisinde yani bunlara ilave ve izafeten gelenler konusunda bu kurallar geçerli olmadığını bilir ve itibar etmezler.
Ahval-ü Muallikatil Fiil(Fiil in Müallikatının Ahvali) 1.Fiil meal meful fiil meal Fail gibidir.Zira bunlardan birinin zikri mutlak vuku'nun ifadesinden ziyade bunlardan biri ile telebbüs ve alakasını bildirmekdir maksud olan.Fail e fiil nefyedilir yada isbat edilirse,bu durumda fiil lazım menziline indirilir,Ve Kendisine meful takdir edilmez.Zira mukadder ehlince mezkür gibi malumdur. Lazım Fiil menziline indirilen Müteaddi Filler İki kısımdır.Zira fiil hernekadar mutlak kılınsada ondan kinaye olan mukayyed bir fiildir.Bu durumda ,Fiil mahsus bir mefulun müteallakı olduğuna delalet eden bir karine vardır,yada zoktur. Eğer Bir karine yoksa,Ayet: "Gul helyestevillezine yalemune vellezine la yalemun"Yalemune de meful aranmaz..Lazım manası verilir.. Eğer makam hatabi yani istidlali değl ise,tamim ifade etmekle birlikte,dinleyicilerden birinin diğerine tercih ve tehakkümünü defetmek içindir. Eğer birinci kısım gibi olursa; Buchterinin sözündeki gibi: "film'utezzi billahi şecvühussadihi ve ğayzu ıdahu en yera mubsırun ve yesma a va'un"yani en yekune zü rüyetin ve zü semin fe yüdrik mehasinehu ve achbarehu" Manayı Beyt: Muteyyi billahin hasedcilerinin hüznü, aduvlerinin gadabı, rüyet ve semi sahibi bulunup mehasini(güzelliğini,İyiliklerini)basar ile idrak ancak kendinin istıhkakına dallei ihbarı zahiresini görerek derk eden ve imate-i temenni eden mutezz-i billah ile münaza ya bir yol bulamadıklarından dır..Burada rüyet ve süma dan mahsüs bir kinaye ile mutlak manadan mukayyed manaya tenzil olmuş.Bu sebepten 'yera ve yesma' müteaddi fiili lazım menziline tenzil olmuştur. Eğer bu sebebin dışında olursa illa bir çok karine olması gerekir. Sonra mefulun hazifi,yok edilmesi gelir. Mefulun hazifi ya iphamdan sonra beyan için olur. mefule fiilin tealluku ğarib olmadığında Meş'iet fiili gibi..."velev şa e le hedakum ecmaiyn" Fiilin mefula tealluku ğarib olamdığında meful hazif olmaz.Şu örnek bunun hilafınadır. Nahu: velev şi tu en ebka demen le bekeytühü Ebul huseyin Ali ibini Ahmedin şu sözü"velem yubka minnişevku ğayra tefekkuri felev şi tu en ebka bekeytu tefekkuren"bu örnek farklı bir örnektir.Birinci Buka Buka-i hakiki dir.
İbtidaen murad olunanın ğayrini tevehhüm edilmesini defetmek ise örnek: "ve kem züdte anni min tehamülin ve süretieyyamin hazzezne ilel ızami(azimi) iz lev zükrellahmü le rubbema tevehhimu kable zikra ma badeh ennel hazze lem yentehi ilel azimi" Beyt bahri tavilden söyleyeni Buhteridir. Manası: Ne kadar şedadidin vucudundan benden sen ne kadarını defeyledik..Yani bir çok şedeidin vucudundan sen beni kurtardın demektir.Bu beyit de "ellahm"mefulu haziedildi.Zira hazif olmasaydı Lahm denilince nekadar kesildiği belli olmazdı.. yani kemiğe kadar kesilmiş olduğu anlaşılması mümkün olması için meful hazif edildi.Mahzuf karine "ilel azm" dır. Eğer mefulu sarihin açıktan gelmesine gelince, ikinci fiilin mefulu sarih üzerine tezammunu gerekirse ikinci defa meful sarih gelir. Bu durumda meful,mefula fiilin vukunu kemali inayetle olduğunu belirtmek izhar etmek için gelir. "Kad talebna felem tecid leke fissüdedi velmecdi vel mekarimi mislan"Burada beyit "kad talebna leke mislan"takdirindedir.Mislen olan meful hazif edilmemiştir.Zira birinci fiilin mefulu olan "mislen" zikir edilmemiş olsaydı münasib olan ikinci fiil ve meful "felem necidhu"diye gelirdi.O zamanda arzuedilen ifade edilmiş olmazdı.Zira ikinci fiil olan "necid" ikinci mefulu sarih olan lafız üzerine vakiolmazdı,zamir üzerine vaki olurdu."Felem necidhu"denirdi.Böylece medih arzumuz vuku bulmazdı.Mefulun hazifi,memduhun bir mislini taleb için memduhun muvacehesini terketmeye sebeb olmasıda caizdir. Mahzuf olan mefuulun ihtisar ile beraber tamim için olmasına gelince; "kad kanet minke ma yuellimu ey kulle ahadin" Buna başkaca bir örnek: "Vallahu yeduu ila dariselam" Mefulun bir karine ile mücerred hazifine gelince; "Usğaytu ileyhi ey uzuni" mücerred ıhtisar için mefuulun hazifine örnek; "erini enyur ileyke ey zateke" Duraklarda gafiyeye uygun gelsin diye meful hazif olur. Fasılaya riayetten mefulun hazifine örnek: "ma vedde ake rabbuke vema gala" burada gala(ke) de ke mefulu mahzufdur. Mefulun zikri istihcan dan dolayı mahzuf olur Örnek:"ma raeytu minhu vema rea minni"ey il avreh"mefulu hazif oldu. Başkaca bir nkteden dolayıda meful hazif olunur.Örnek:"liyunzira be sen şediden ey "ellezine keferu"mefulu başkaca nüktedenyani dinleyicinin zekasını ölçmek gibi nedenden dolayı hazif oldu.. Mefulun takdimi tayin ve kasırda dinleyicinin hatasını red için olur.zeyidden başka bir insanı tanıdığını düşünen birine "zeyden areftu" demek gibi. Bunun reddi için yani yezidden başkası olmadığını demek için şöyle denmez"Ma zeyden darabtu vela ğayreh"ma zeyden darabtu velakin ekremtuhu" "zeyden areftuhu" örnek de ise in kelimesinin mensubdan önce mufesser bir fiilin takdir edilmesiyle tekid için gelir.Bu şart yoksa tahsisi için olur. "Ve emma semude fehedeynahu"burada tahsisi ifade etmesi için meful olan "semude" fiilin evveline takdim etmiştir. "bi zeydin merartu" de bunun gibidir. Çoğu kere tahsis için meful takdimeder."İyyakenabudu ve iyyakenesteiyn" gibi..İbadet ve istiane ancak sana tahsis ederim demek olur."Le ilallahi tuhşerune" da onda haşır olur- ve onun ğayrisin de haşir olmz. Meful bazen de mukaddimi teberruk ve ihtimam istilzamı arz etmek için takdim olur. bu sebepten "Besmele de"meful teberruken takdim olmuştur. Ancak "ıkra bismi rabbikellezi" de meful tehir olundu..Buna cevab olarak burada tehir-kraatın ehemmiyetili olşunu anlatmak içindir.Ya da iki fiil vardır biri ıkra diğeri "evcid"ifaal mansına..fiildir.Bu durumda ikinci fiilin mefulu olarak "bismi raabike"gelmiştir. Fiilin bazı mamullerinin takdimi o bazılarında asıl olan takdim olduğundandır.Asıldan udul(kaçış)da gerekmez."Darabe zeydün amran" da ki zeyid faili gibi.."Ataytu zeyden dirhemen" deki zeyidin dirhemen den önce gelişi asıldır. Yada mamulun zikiri daha ehem olmasındandır."katelel hariciyye fülanun" gibi.. Zira buralarda tehirde mananın beyanında bazukluk olur."raculun muminun min ali Firavne yektumu imanehu" de raculu mumın alı fravn den sonra gelse fravn imanının saklıyormuş anlaşılır,sıla ona gitmiş olurdu. Fasılaya riayetten dolayı mahalli tenasub olduğundan tehir olur.. éfevcese fi nefsihi hıyften musa"gibi..Burada "hufeten musa tehir" li gelmiştir.
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
Meclisi Salisi Aşare /Tefsirüttesnim Tercümesi S.67 (13.Meclıs Canların Emrazı olan küfürün zıddı IMAN hakkında) Bismillahirrahmanirrahim Süre-i Şuara: "Yevme la yenfeu malun vela benun illa ben etallahe bi kalbin selim.." O gün ki ne mal fayda verir, ne oğullar. Ancak Allah’a selim bir kalp ile varan başka. ( Şuarâ Sûresi 88,89. – Elmalılı Meâli.) Sanma ki senden altın ve gümüş isterler. O hiçbir şeyden fayda olmayan günde, dosdoğru bir kalp isterler. Küfür , nifak ve kötü ahlaktan selim,arınmış bir kalb ile gelen dışında o gün de, ne mal ve ne de dünya insana yararı olmayacak... Küfür ve onun gailesı ve mucibinin bahsı geçti.. Küfürün zıddı Imandır. O iman ise tasdik ve izan ile olur.Bu konunun inkişafı için her ikisini yani iman ve küfürün ne olduğunu da bilmek gerekir. Lakin evvela şunu bilmelisin : Meliki mennan olan Allah a aid merifetullahı bilmen,masudu asli dir.Bu marifetullah insana bilmesi gerekenlerin ilki olup,beden den ruh çıkarken lazımdır. Bu sebepten marifetullah her mükellef müslümana farzı ayındır. Bazılarına göre merifetullah,imanın vücubunun şartlarındandır.Sebebi ise mümeyyez bir akla sahib olmaktır.Akıl sahibi marfifetullah tahsili için bütün gayretini cehdini sarfeder. Fetava da geçer: Bir sabi imanın bütün icmali ve tafsili bilinmesi gerekenleri tahsilden sonra marifetullahı tahsil etmeye gayret etmesi gerekir.der. Bu gayreti gostermeyen akledip anlasa bile murted hükmündedir.Mürtedin ahkamına tabidir.Yani nikahı olmaz,anababasına varis olamaz...vs. Demek oluyorki: Marifetullah hem ahkamın terettübü hem de imanlı gitmek için en elzem farzı ayın olan farzlardandır. Zahiriyye de derki: Akil baliğ olan birisi Ahkamı Tevhid den süal edilse,o bir cevap veremese: Hernekadar zahiri islam, nikahı sahih bile olsa,onun karısı boş olur.İmanın şartlarını anlatamayanın nikahıda sahih olmaz.Bu hal yani merifetullahtan habersiz ve cahil olmahali, nikah kıydıktan sonra da hasıl olsa böyledir. Annebabanın dininden ve tebeiyetinden çıkımış olur. Bu büyük bir beladır ama, insanlar bundan habersizdir. Yine varid olduki: Cehil küfre gözün beyazının siyahına yakınlığından daha yakındır. Bu durumda doğru olan müslüman insan akıl baliğ olunca ona, islam ve imandan bahsetmek ve marifetullahı tahsil etmesini sağlamak gerekir. Sonra bilmelisinki: İMAN VE İSLAM aynı şeylerdir. Rüknü ise;Kalbile tasdik,dil ile ikrar dır. Tasdikum bil cinan,ikrarun billisan denir. İman ya Hakikaten olur.Buna yani dünya da islami ahkamı yerine getirmeye kadir olan birisinin imanı gibi.. Ve ya Hükmen: Bundan aciz olan dilsiz ve ahrasın imanı gibi... İkrarun billisan:Lisanla inandıklarını dile getirmesi dünya da ilahi ahkamın icrasi için şartdır. Daha dogrusu İman:Allah rasülünün ilahi hükümler cümlesinden getirdiklerinin hepsine,din adına bilinmesi zaruri olanları kabul etme manasında bir tasdik etmektir. Bir yaratıcının varlığı ve onun bir olduğuna inanmak. Namazın farziyetine inanmak,zina ve içkinin haramlığına inanmak gibi. 'itekadtü bima emerallahu bihi ve bima cae bihinnebiyyü a.s vema neha anhu meattasdikı biha' İman nedir? Allah cc tarafından rasülullahın bize getirdikleri haram ve helallları bilip tasdik etmek imandır. icmali iman olarak bu kadarı bilinmesi yeterlidir. Her akılı bir mümine yakışan bununla yetinmeyip tafsili imanı da bilip öğrenmesi gerekir. Tafsili imanın bir cümlede tamamı amentü de özetlenmiş dir. 'Amentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsulih velyevmilahiri vebilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teala..vel ba'sü badel mevt hakkun..Eşhedüellailahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasülüh.'. velcennetü vennaru ve azabul kabri ve süalülmunkereyn hakkun.Vel haşrü vessıratu velmizanu vel hisabu vel kitabu hakkun. Manası:Tafsili İMAN: Allahaın varlığı ve birliğine... meleklerine kitaplarına .. Peygamberlerine.Kabir hayatına .. öldükten sonra dirilip hesap ve kitap,sevap ve ikabın.(cezanın). sırat ve mizan. cennet ve cehennemin varlığına inanmaktır. Bu inancında delillerini bilen müminin imanı tafsili ve hakiki imandır. Diğer müminleri imanı mukallid ve taklidi imandır.. Taklid imanı sahibini imanını kurtarsa da tefsili imanı bilmediği için imanı sağlam ve hakiki iman değildir. Hem kendisini ve hemde başkasını kurtarması ve irşad etmesi için Tafsili imanı bilmesi gerekir. Eşariyye inancına göre mukalledin imanı ğayri sahihdir. Mükallidin imanı,Ebu Hanife(r.a),Süfyani sevri,Evzai,imamı Malik,imamı Ahmed.ve bütün diğer fakihlere(r.aleyhm) göre caiz isede imanını ikmal etmesi için tefsili imanı bilmesi gerekir.Şek ve şüpheden arınmış bir iman için inancın istidlal ile kuvvetlendirilmesi(tafsili iman)ın bilinmesi,bir müminin sekarat.ı mevt halinde şeytanın tasallutundan kurtulması için elzemdir. Allah (c.c) bizi ve ümmeti onun şerrinden korusun..Zira can(ruh) hulkuma,boğaza gelince iman muteber değildir. Bu Hakiki imana sahib olduktan sonra bir mümin 'ena müminun hakkan' diyebilir. Ben Hakikaten müminim diyebilir. Her mümin ben müminim elhamdülillah demelidir. İmanın tefsilat bahsinde bir çok bölümleri vardır. İtikat.ilahiyyat,melekiyyat,tenziliyat,mesubat,takdiriyyat, uhreviyyat..gibi..Ravzatül cennat da böyledir.. amentü billah onun mevcudiyeti zatı ile gaimdir.Varlığı vacbul vucudur. la şerikele dir... kadimun ezeliyyun dür.. ebedi ve baki dir. ona adem ulaşması mustehil ve muhaldir. onun benzeri yoktur.
Zati Sıfatları: 1.Vucud 2.Kıdem 3.Baka 4.Vahdaniyet 5.Muhalefetun lilhavadis (Hadisatdan(sonradan) olanlara benzememesi) 6.Kıyamı binefsihi dir. Ben Hakikaten müminim diyebilir. Her mümin ben müminim elhamdülillah demelidir. İmanın tefsilat bahsinde bir çok bölümleri vardır. İtikat.ilahiyyat,melekiyyat,tenziliyat,mesubat,takdiriyyat, uhreviyyat..gibi..Ravzatül cennat da böyledir.. amentü billah onun mevcudiyeti zatı ile gaimdir.Varlığı vacbul vucudur. la şerikele dir... kadimun ezeliyyun dür.. ebedi ve baki dir. ona adem ulaşması mustehil ve muhaldir. onun benzeri yoktur. Allahın Subuti Sıfatları Ezeli ve kadim sıfatları vardır.İnsanın sıfatlarına benzemez. 1.Hayat 2.ilim 3.semi,(işitmesi) 4.Basar(görmesi) 5.irade(dilemesi) 6.Kudret(herşeye gücü yetmesi) 7.Kelam(konuşması) 8.Tekvin(Varetmesi) Onun zatı cevher ve cisim değildir. Bir keyfiyet ve mahiyet ile anlatılamaz. Bir mekana temekkün etti,denilemez. Bir zaman şoyledi de denilemez.Hiç bir zaman onu geçemez.Varlıklarda onun ilmi ve iradesi olmadan bi şey olmaz. Hidayet de dalalet de onun dilemesiyledir. O dilediğini hidayete dilediğini de dalaete erdirir.Cennet ve cehennemi görür ve cennet ehline de keyfiyetsiz görünür.O Hacetleri yerine getirir,davetlere icabet eder.(Onun Melekleri vardır)Muhtelif eşkale giren ve görünen latif nur dan melekleri vardır.Erkek ve dişi değilller.Acıkmaz ve yemez içmezler.gam keder ve sıkıntıya düşmezler.Bütün işleri Allahı tesbih ve onun emirlerini yerine getirmektir.Onlar Allah ın özel kullarıdır.Kimileri onların rasülleridir.Büyük rasülleri dörtdür.Onları güzellikleri ve heybetlerinden insanların peygamberleri dışında kimse göremez. (Enbiya ve Rüsülüne indirlilen Kitapları vardır) Bu kitaplar hikmet ve maslahat dolu kitaplardır. Hepside Allahın kelamıdır. 1.Musa as inen TVRAT.. 2.Davud as inen ZEBUR.. 3.İsa as inen İNCİL 4.Muhammed as inen KURAN dır . İlahi kelamın hiçbir melek ve peygamber,nazmın da bir tasarrufa sahip değildir. Bunlar peygamberlerin sözüydü demek küfürdür. Kelamullah gayri mahluktur.İnsan sözüne asla benzemezler.Kendileri nurdan yazılı nurani varlıklardır. Bu yüzden ilahi kelam denir.İnsanların yazı ve sözlerine benzemesi bizim anlamamız ve yararlanmamız içindir. Bunlardan 100 sahife vardır. 10 Hz .Ademe, 30 Hz.İdrise, 50 Hz.Şit , 10 İbrahim as a inmiştir. Bu peygamberler beşer dirler..Kimileri ülülazim peygamberlerdir. Peygamberlerin gelişi ilahi birer rahmet ve fazilettir. Mujdeler ve uyarırlar..Dünya ve ahiret işlerinde ihtiyac duydukları açklamalar da bulunurlar.Bunlar hep sözlerinde sadık olan insanlardır.Bilerek günah işlemezler.Vahiy ve mucizeler ile yolları aydınlanmış mubarek insanlardır.
Peygamberlerin gelişi ilahi birer rahmet ve fazilettir. Mujdeler ve uyarırlar..Dünya ve ahiret işlerinde ihtiyac duydukları açklamalar da bulunurlar.Bunlar hep sözlerinde sadık olan insanlardır.Bilerek günah işlemezler.Vahiy ve mucizeler ile yolları aydınlanmış mubarek insanlardır.Kelam kıtaplarındaki,bazı tefsilatlarda olduğu gibi,İster idam(yokoluş) dan sonraki icad(varoluş)olsun,isterse tefrik(ayrılık)dan sonraki cem (birleşme)olsun.Bu gerçek hiç değişmeyecek gerçekdirki,ruhlar aslına dönecekler.Bu hem aklen hem de naklen sabittir. Ayet:Deki; (gul yuhyihellezi enşe aha evvele merrah..vehuvellezi yebdeülhalka ve yuiyduh..? Bir defa daha yaratan onları tekrar yaratacak.O öyle bir Allahki,halkı yaratıp ,aslına iade eder.Bu ona çok kolaydır. Ba's nedir? Ba's:Dünya'da işlediklerimizden dolayı ceza ve mukafat için tekrar hayat bulmak,hayata geri dönmektir.Zira Dünya ibtila ve imtihan yeri,ahiretse ceza ve mükafatlandırma yeridir.Bu mukafat cennet,ceza ise nar,ateşle olacaktır.Cennet ve cehennem elan mevcud ve ehilleri yaratılmadan önce,önceden yaratılmış mahluklardır. 'Ve in minkum illa variduha' Sırat mizan,hesab ve kitap, arzı amal daha sonra kurulacaktır. Sırat; Cehennem üzerine direkleri kurulu bir uzun köprüdür. Kıl dan ince,Kılıcdan keskincedir.Bu konu da birçok ehlince malum ama keyfiyeti bilinmeyen,tamamına muttali olunmayan bilgilerde vardır. Velhasıl,ba's e iman imanın şartlarındandır. Asiler,büyük günah işleyenler hakkında Enbiya,Alimler, ve şehidlerin şefaat hakkı vardır. Bundan önce tevbe veya tevbesiz asilerin afedilmiş olmaları ve küçük günahlardan dolayı azab görmeleri de caizdir..Bu konular ayet ve hadisler ile sabittir. Ayet; "Femen yamel misgale zerratin hayran yerah, femen yamel misgale zerratin şerran yerah" O Allah hakimleri hakimi,esreul hasibindir. En süratli hesab görür. Ehli kebairden iman ile ölenler cehennem de ebedi kalmayacaklar.Rabbimiz bizi narın ateşinden koru... Allahım isyandan sonra taatında olma,sıdkı niyyet ve irfanı huda ve istikamete tevfikinle rızıklandır. Dilimizi hıkmet ve savabınla ile sağlamlaştır. Kalbimizi ilim irfanınla doldur. Karınlarımızı haram ve şüphelilerden temizle. Ellerimizi zülüm ve sirkat dan.. Basiretlerimizi fücur ve hiyanetden koru.. Kulaklarımızı dedikodu ve ğıybetten muhafaza eyle. Alimlerimize zühüd ve takvanı ver.. Dinleyenlerimize güzel istima ve husnu kabül nasıb eyle. Genclerimize sğkunet ve vakar ver,yaşlılarımıza uzun ve bereketli ömürler ihsan eyle.Kadınlarımıza haya ve edep ihsan buyur.Zenginlerimize tevazu ver.Fakirlerimize sabır ver.Bizlere ganaat ver.Emirlerimize adalet ver. Askerlerimize cesaret ve kuvvat ver,düşmanlarımıza galib gelsinler.Amin... Dipnot:ŞerhSinaniye de geçer: Enes ra dan mervidirki:'Allahın bir meleği vardır. Onun doğu ve batıya uzanan iki kanatları var.. Birisi bana salevat getirirse, o melek kanatıyla suya dalar. Ve o suyun her katre damlasından bir melek yaratılır. Bana salevat getiren insanlara kıyamete kadar istiğfar ederler. Bir salevat örneği Allahumme salli ala muhammedin tıbbıl gulubi ve devaüha,ve afiyetülebdani ve şifaüha ve nuril ebsari ve dıyaüha..ve ala alihi ve sahbihi vesellim.. Güvenilir zatlardan anlatılagelen habere göre: Bu salevatı okumaya devam eden kişi hasta olmaz.Afat ve belalardan necat bulur. Mühim Not: Vema halktül cinne vel inse illa li yabudun..demek liyarifun demektir.Allahın marifetini(marifetullahı)tanısınlar,ve Allaha vuslete ererek ibadet etsinler diye yarattım demektir. Haber de şöyle varid olmuştur. Davud as rabbisinden bu alemin ve Hz.Adem in yaratılma sebebi-nedeninden sormuştur. Hz.Allah cc de buyurduki: (kuntu kenzen mahfiyyen,fe ahbebtü en urafe,fe halaktul halka li en urafa.. Ayet:(yuhibbuhum ve yuhibbunehu )Allah onları onlar Allahı severler. işte bu gizli sırra işareten(Allah onları ve onlarda Allahı severler,) buyurmuştur.Allah dostları Allahı sevme ve ve vuslet hali yaşamaktan biran geri durmaz bu manadan gafil olmazlar.Bunsuz biran uykuya da dalmazlar. Allah aşığı bahri heva da garkolan(boğulan)dır.Narı cevi(sevgi)de harik olan,yanandır.Bu konuda bahis ince ve dakik dir.Bundan ötesine ziyade etmeye tahammul yoktur.Vel hasıl marifetullah her mümine farzı ayındır. Bazılarına göre yani Ebu mensur maturidiye :imanın vucubunun farzıdır.Akıl ise sebebi teklifdir. Ebul hasen il Eşariye göre her ikisinin mecmu udur.Yani marifetullah teklifin hem şartı hem sebebidir. Hanefiyye mezhebinde tekbaşına akıl mazür(yetersiz) dir.Bu konu da aklın Baliğ olması şartdır.Bize göre baliğ ve kamil bir aklın yeri ve gökleri,ulvi ve süfli alemi yaratan,sani teala olan yaratıcıyı bilmekten özürlü sayılamaz. Ayet:veke eyyin min ayetin fissemavati vel erdı temurrune aleyha vehum anha muridun.. Mevakıf da şöyle geçer: Bu alem Hadis(sonradan olma)dir,aklımzla hadisatdan olan bu alemin muhdes olduğunu bilmek bedihi(açık ve net)dir.Yüksek bir binayı görenin onun bir banisi(binayı yapanın) olduğunu bilmesi aklin bedahetindendir. Araplar(arabi)derki: Araplar(arabi)derki:Hayvan tersi,hayvana delalet eder. Merkep gübresi de merkebe delalet eder.Ayak izleri birinin oradan geçtiğine delalet eder. Gökyüzü burcları,yeryüzü dağlarının arasındaki yollar,Denizin dalgaları var, bunlar bir sani kadiri hakimin varlığını isbat ederler. Beyt: Ve lillahi fi kulli tahriketin ve teskinetin fil vera şahidun..Her harekte ve sekenat de Allahın bir şahidi(insan) vardır.İnsan ,cin ve meleklerkuvvetlerini birleştirseler ve bu alemin hareket ve seknatına biran bile kadir olamazlar.Her şey onun iradesiyle olmaktadır. İmamı Şafii ye sorarlar: Sanı(yaratıcı) tealanın varlığına delilin nedir? Oderki: Dut ağacıdırki,taamı levni,kokusu ve tabiatı aynıdır fakat ipekböceği yer yapraklarından ipek yapar.Bal arısı yer bal yapar.Koyun yer süt yapar..Geyik yer ondan miskı anber yayar..Bu bir yaratıcıya delalet eden delildir. Demek oluyor ki hepsinin bir yaratıcısı var onu tanımak gerek. Akıl ve nakillerin bedaheti sani tealanın varlığına delalet eder.Bu sebepten Enbiyanın gönderlilmesindeki hikmet sanii tealanın varlığını isbatdan ziyade birliğini, tevhidini anlatmak olmuştur.Bütün enbiya İlahların varlığını inkar ettiler,Allahın birliğini isbatettiler. Hz Ali: Ey Oğul! Eğer Allahın ortağı olsaydı elbette onlarda elçilerini sana yollardı..Mülkünde onların eserini de görürdün! Gördüğümüz ise Onun bir ve ilahi vahid olduğudur. Bazıları derki.: Sanii tealanın birliğine delil:3 dür.. Zellül lebib(iyi düşünen) zilleti..hatası dır. fagrul edib..(edbiyatcı) muhtaclığı dır. ve sagamuttabib dir..Doktorun hastalanması dır. Yaniyamanının Eflatunu veyahut Calyanusu da olsa,rütbelerine aldanmışlar,Ölüm bir gün size de gelecek bundan kurtuluş yok,Garun da olsanız elbet bir gün gelecek ..bunca malına rağmen ölüme bir çare bulamadı.. Ikrarumbillisan... İmamı şafii buna ilaveten: Ve amelun bil erkan buyurdu.. Sahih olan görüş ise:(Amelin bil erkan)Rükünler ile amel imanın kemalindendir.. H.Şerif: Haya imandandır. Hubbul vatan minel iman...vatan sevgisi imandandır. Yani imanın izzet ve şerefindendir.İmanın 70 küsür şubesi vardır.Haza da bunlardandır ilki ise: Lailahe illallah dır En azı ise Yoldan eza verenleri gidermektir.Mesabih ve Meşarik....da böyle der... Dağların yğksek şaikasında bile olsalar bu ilim ve irfandan mahrum kalmamak yaratıcıya dair bilgileri öğrenmek gerekir. Ve fil haşiyeti kanguru...da der ki: kendiisne davet ulaşmayan ve öylece ölen kişi ahkamı ilahiyyeyi tafsilen bilme konusunda mazür sayılır ama Allahı bilme ve tanıma konusun da mazür sayılamaz. Ebu Hanife ra..derki: Eğer Ahkamı şeriye rasüller yoluyla gönderilmese bile Enfüs ve afak daki delillleri bularak Allahın c.c varlığını bilip bulması şartdır. Ayet :İbrahim as..den hikayederek.. Felemma cenne eleyhilleylü rea kevkeben gale haza rabbi felemma efele gale:la uhibbul afiliin... Felmma real gamera baziğan gal haza rabbiçç felemma efele ..gale leinlem yehdini rabbi le ekunenne minel gavmiddallin... felemma reaşşemse baziğaten gale haza rabbi haza ekber felemma efelet gale ya gavmi inni berizümmimma tüşrikun... Burada olduğu gibi her akıl baliğ kişi yaratanını kim olduğunu sorgulayarak bulabilir.. Necmeddin Kübra dan nakil olunur: imanı taklide itibar olunmaz. Taklid ettiğü yok olunca taklid edenin imanı da yok olur.Bu ise imanın hakikatine zeval teşkil eder. Bu durumda mukallidin imanı kalbinde yerleşmiş olmaz. Sadrı da imanın nuruna munşerih açılmış değildir. Bu durumdaki mukallidin imanı nekir ve munkerin süaline.men rabbuke vema dinuke..cevap"la edri" yani anlamıyorum,anlamadım olacaktır. Evet kendisine okumadın anlamadın denilecek sadece taklid etmiştin.. Ebu Hanife ra sorarlar: İmanın gitmesine sebep olan,en korkulan amel hangisidir? Cevaben: 1.Allahın varlığında ve birliğinde şek sahibi olmaktır. 2.Hüsnü hatime korkusunu terk etmek.. 3.Kullara zülüm yapmaktır.der. Şeytanın kuldan nihai isteği zaten kulun imansız gitmesidir. Tezkiratül Kurtubi de şöyle geçer: Şeytanı leiyn haleti nezi(ölüanın) de kulun sağında gelir.. Yahudilik iyi dir der.. Solundan gelir hiristiyanlık iyidir der.. Anne ve baba süretleri ve şefkatiyle yaklaşır..onun imansız gitmesine uğraşır...diğer bir şeytan da ona ,güzel kadehler den billur gibi meşrubat ve sular sunar, taki gavli sabit olan (la ilahe illallahı) demesin ve imansız gitsin.Mümin şehadet getirince kayıp olur giderler..Bu sebepten yanında bolca tevhid ve şehadet getirmek ona hatırlatmak gerekir. İmanın koruyucu kaleler 5 dir. 1.İhlas 2.Yakin 3.Farzları edeetmek.. 4.Sünnetler ile onu tamamlamak.. 5.Edep kurallarını bilip yaşayarak korumak..Nevadir ve Galyubi de böyle geçer. Velhasıl iman.bir nurdurki.mümin onunla dünya da hidayet bulur,yolunu aydınlatır, küfür zülümatından korunur.Ahiretde de kabir karanlığı ve mahşer ve sırat korku ve zülümatından kurtulur. "Yevme teral mümününe vel müminati yesa nuruhum beyne eydihim ve bi imanihim." "Ve yegulul münafikune lillezine amenuu unzurna nagtebis min nurikum fe yukalu lehum irciuu veraekum feltemisu nuran" Sizin imanınız ve amelinizi yolda şeytan hırsızları çaldı.. derler.. Bilesinki, dini anlamda millet ve din aynı manya gelen müradif kelimelerdir. Bil cümle tebliği islamda gerekli bulunan ahkamın tümüdür.Rasülüllahın Allah dan getirdiği hükümleri cümlesidir.. Bu ahkamı ilahiyye ikiye ayrılır.. 1.itikadiyat:Bunun üsulu icmali olarak 6 dır. 1.İlahiyyat,melekiyyat, özetle bunlara dini islam ve milleti beyza-i hanefiyat da denir. 2.Ameliyat,tatbikiyat denir.Bunlara farzlar vacipler ve sünnetler,mendup ve mubahlar,mekruh ve haramlardır.Bunlara ahkamı şeriatı garraiye denir. Kim buna icmalen iman eder kabul ederse,imanı sahih olur ve küfür den necat bulur.(Şerh..Gazi zade alel birgivi) Allahın nimetlerinde tefekkür edin ama zatında tefekkür etmeyin..denir. (Küllü ma hatare bi balike,vallahu ğayru zalike) denir.. Zira zatı ilahiye de tefekkür insanı şirke götürür.. (Umdetül islam)...negüzel denmiş: El aczü an derkil idraki idrakün...gulhuvallahu ahad allahussamed...unun muavini naziri,müşiri yoktur..Musteşarı ve veziri de yoktur.. Emali de geçer:veliddeavati tesirun beliğun,ve kad yenfihi ashabudelaleti..yani muteyile ve akilcilar inkarederler. Ve derler ki:Leyse lilinsani illa masaaa... üduuni isteciblekumm...ve üciybu davetetdai iza deani..bu icabet bazen tehirli bazen de ahiretde olur yada davtin ğayrisile olur..daha hayırlısı olduğu için..
Ve derler ki: Leyse lilinsani illa masaaa... üduuni isteciblekumm...ve üciybu davetetdai iza deani..İcabet bazen hacetin yerine gelmesiyle olur. Bu icabet bazen tehirli bazen de ahiretde olur yada davtin ğayrisile olur..daha hayırlısı bu olduğu için.. Medarik de böyle geçer.. Ravza da: Eddua ü yenfe u mimma nezele ve mimma len yenzil.. Bunu Bezzar rivayetti.. Dua da bir çok latif nüktüler ve meaniyi şerifeler vardır.. 1.Delaletül vücud(varlığının delaleti oluşu) dur.. Mevdüd olandan bir icabet beklenir..Dua Allah'ın varlığının isbatıdır. 2.Onun el Ğani(hicbir kimseye ihtiyac duymayan zengin )olması..Fakirden kimse bir icabet beklemz.Cüd ve kerem mevcudun sıfatıdır. 3. Onun "Essemi"duyucu oluşu..Zira duymanandan kimse bir icabet beklemez. 4.Onun El Kerem oluşu: Keremli olmayandan bir icabet olunmaz dua da edilmez. 5.Onun Rahim ve Rahman oluşu.. Rahmetli olamyandan bir Rahmet ve adalet beklenemez.Hayırın talebi adaletin beklentisi onun yüzünün güzelliğündendir. 6.Onun El Kadir (kudretli)oluşu: Kadir olmayan acizden bir icabet beklenmez. Her insanın Dua da ondan bir dileği var olduğuna göre, o her şeye kadir olan Allahdır. Aliyyül kari yukardaki beytin şerhinde devamla şoyleder: "Ve duaül ehya i lil emvat tesirun beliğun" Dirilerin ölülere,günahların affı ve ,azabı kabrin defi,derecelerinin refi duasında Diriler için beliğ bir tesir vardır. Ayet "vestağfir li zenbike ve lil muminine vel müminat" Kendin ve mümünlerin günahının affı için mağfiret dile.. Kafirin dünyada dünyalık duasına icabet olunur ama ahiretdeki duasına icabet edilmez. Bilmelisin ki Allah cc meleklere aklı şehvete iradesiz verdi.. Bu sebepten meleklerin aklı şehvete çalışmaz. Behaime de şehveti akılsız verdi..Onlarda teklifden muaf tutuldular.Ama hem aklı hem de şehveti ve iradeyi Adem oğluna verdi,onları mukerrem kıldı.. Aklı şehvetine ğalib olanlar Melekler derecesine yükseldi..Şehveti aklına ğalib gelenler de Behaim derekesine düşdüler..bel esfele... Bilesinki melekleri adedi ve sayısı bilinmez.. Bunlardan bir kısmı: a.Mukarreb melekler dir. b.Hamele-ü ariş olan melekler.. c.Semavatü seba nın sakinleri olan melekler. d.Cennet ve cehennem hazenesi(Bekciler) e.Beni ademin hafaza melekleri. f.Muvekkel melekler var.Bunların farklı görevleri vardır. Denizler,dağlar,Bulutlar,yağmurlar,rahimler,nutfeler, ve tasvirler şekiller,Ruhun üflenmesi,nebatın yaratılması,rüzgarın tasrifin de,eflak ve yıldızların hareketinde,duaların iletilmesinde,lanetlerin ulaşmasın da ,insanları sevab ve ikabının yazılmasında ve ibadetlerin kabulun de görevlidiler... Sinanye de geçer:Ravi Abdullah ibni ömer raAllah halkı ona bölmüştür. Melekleri dokuza taksim etmiştir..Ve diğer varlıkları da bir cüz yaratmıştır.. Onunu Cinden,onunu yeryüzü Hayvanatdan,onunu kuşlardan ,Onuda deniz hayvanatından ve hepsinden birinci kat semanın on undan ve böylece ta yedinci kat semaya kadar uzanır.."Veleha eşratun" Bilesinki Kıyamet sugra(küçük) ve ve kübra(büyük) olarak ikiye ayrılır..Küçük kıyamet:Kişinin kendisinin ölümüyle olur.Kim ölürse kıyamet başına kopmuştur denir. Kıyameti vusta(Orta) ise yaşıt ve akranın ölümdür. Haids de denir ki; "La teti miete seneten,ve alelerdı nefsün menfuseten" Kıyameti Kübra(büyük) olur:O kendisinde kıyamet diye bahsedilen ve alametleri çartları belirtilen kıyametdir. Cemel ve sıffın,kerbela ve ibni Zübeyirin katledilme vakası Mancınıkla kaabenin atılması bunlardan biridir.(Deccal ve kezzabın bidatcıların cıkması da Kıyamet alametlerindendir.) Deprem ve ay ve güneş tutulması çok mal biriktirmek.. Buhari de...rivayetlerden: Enes ra..min eşratıssati en yerfa al ilim(ilimin kovulması) ve yesbütel elcehli(Cehaletin yayılması) Ve yeşrübelhamir(içkinin içilmesi). ve yezharazzina(zinanın yaygınlaşması).. Kıyameti vusta(Orta) ise yaşıt ve akranın ölümdür. Haids de denir ki; "La teti miete seneten,ve alelerdı nefsün menfuseten" Kıyameti Kübra(büyük) olur:O kendisinde kıyamet diye bahsedilen ve alametleri çartları belirtilen kıyametdir. Cemel ve sıffın,kerbela ve ibni Zübeyirin katledilme vakası Mancınıkla kaabenin atılması bunlardan biridir.(Deccal ve kezzabın bidatcıların çıkması da Kıyamet alametlerindendir.) Deprem ve ay ve güneş tutulması, çok mal biriktirmek.. Buhari de...rivayetlerden: Enes ra..min eşratıssati en yerfa al ilim(ilimin kovulması)ve yesbütel elcehli(Cehaletin yayılması)Ve yeşrübelhamir(içkinin içilmesi).Ve yezharazzina(zinanın yaygınlaşması).. İlimin ölümü alimlerin ve öğreticilerin ölümüyledir.Bu durumda insanlar cahil bilginlerine eline kalır ve verdikleri yanlış fetvalar ile amel ederler.Onlarıda idlaleder,yoldan çıkarır.Ya da ilimde kamil olmayanlar sözsahibi olmaya başlarlar.Buda alimin ölümü demektir. Ayet:"nengusuha min etrafiha" Burada noksanlık alimler ve fakihlerin ölümüyle olur. Ibni Mesud ra derki; Mevtülulema-i Selasetun(alimleri ölümü 3 çeşittir. 1.Gece ve gündüzün ihtilafından bir ibret ve hikmetlebakan ve bundan ders çıkaran alimler kalmaz. 2.Erkek ve yiğitler kalmaz kadinların sözü geçerli olmaya başlar.Erkekler kadınlaşırlar.Taki gerçek erkek 50% ellide bir olur. 3.Dinin vaaz ve sohbetlerin kimseye fayda vermemesidir. Huzeyfe ra dan mervidirki Rasülüllah, kıyamet saatı kopmaz,kıyamettden önce on alamet zuhur etmeden buyurdu. 1.Duhan(Dumanın çıkması) 2.Deccalın çıkması..Deccal küfür ve dalaletin menba-ı ve babasıdır.Erkekler arasında büyük fitne çıkarır..Onun fitnesinden kavimlerini ve bizi Enbiya uyarmışlar. Efendimiz Sa Namazın arkasındaki duasında şöyle der: "Allahumme euzü bike min fitnetil mahya vel memat.. Allahım ölülerin ve dirilerin fitnesinden sana sığınırım. Ve min azabil kabri ve euzü bike min fitnetilmesihiddeccal" Ve kabir azabı ve deccalın fitnesinden sana sığınırm.Hiçbir fitne kıamete yakın çıkacak Deccalın fitnesinden daha büyük olmayacak.Kendisne gözü şaşı oladuğundan mesih deccal denecek..İsa as da mesih dir. O insanların kör olanlarına meshederek şifa vermesinden dolayı Mesihdir. Bir hadisi şerifde efendimiz:Kim Deccalı görürse Favatiha Kehif okusun..Kehif süresinin ilk ayetlerini..okusun. 3.Mağribden güneşin doğması.. 4.İsa as ın nüzulü(inişi)..).Rivayete göre:İsa as Deccalın yüzüne bakınca Deccal mumun eridiği gibi erir.Tuzun suda eridiği gibi erir..Bağırarak oradan kaçar. Sonra isa as onu bulduğu şehirin giriş kapısında gökten inerken beraberinde getirdiği asa ile öldürür.Sonra oradan Medineye gider.Hz.Muhammedin kabrini ziyaret eder.Haceder,kendisi Medinede vefat eder oraya defin olunur. 5.Ye cüc ve Mecücün çıkışı..Yecüc mecüc Yafes ibni Nuh as min oğullarındandır.İbni Abbas ra derki: Yecüc mecüc veledi Adem'dir Ve on ecyaza sahibtir Herbireri dişerinin aynıdır.Her bireri kendi soyundan bin kişi erkek görmeden ölmezler. Yani uzun yaşarlar ve çok evlatları olur.Herbirerinin 120 arşın yada 50 arşın bir kısmının da bir adım (120cm)boyları olur.Bunların çıkacağı kuran ve sünnetle sabittir. 6.Üç defa ay tutulması..biri doğu da diğeri batıda ceziretül arab da... 7.Yemenden bir ateş çıkar,insanları mahşer, kalabalığa sürükler. 8.Mehdi as min hurucu(çıkışı)..bu konuda kitaplar da yeterince bilgiler bulabilirsiniz,tavsiyemiz İmamı şaranin Kıyamet alametleri kıtabıdır.. 9.Kaabenin yıkılması da kıyamet alametlerindendir. iki ordu ile kaabeye gelip kaabeyi yıkacak..bir rivayete göre isa as zamanından sonra olacak..Başka bir rivayetde kıyamet kopmadan hemen önce ve bir rüzgarın gelip bütün iman edenleri alıp götürdükten sonra olacak..Duhan konusu Kuranın ayetleriyle sabittir."fertegib yevme tetissemaü biduhanin mübin" Bu duhan kafirler ve münafıklarin kulaklarından girecek,sarhoş olacaklar.Yeryüzü yanmış bir eve dönecek.Müminler soğukta serinlemiş gibi olacaklar. 10 Kıyamet Alameti;10.Kıyamet alameti: Allah tarafından Muhammed mustafa ya indirilen Kelamüllah Kuaranı kerim,sadır ve mushaflardan silinecek. Ebu Hureyre ra dan yapılan rivayetde; Bir gün gelecek gece yatıp sabahladıklarında kurandan bir harf bir kelime dahi kimsenin hafızasında kalmayacak.. Bir hadis de „Kessiru tilavetel gurani gable enyurfea..denildi..Kuran kaldırılmadan önce onu çok okuyun.. İbni Ömer den menkuldurki:Kıyamet kuran arı gibi arşın etrafına dönüp dolaşarak geri dönecekler.Allah cc Kuran'a soracak;Sana neoldu da buraya geldin, arşın etrafında tavaf edip durursun? Artık insanlar beni okuyor ama benimle amel etmez oldular,ben de geri sana döndüm,diyecek.“Le beytül ankebut kesirün ala men yemut“Bir çoğu örümcek evi için öldüler. Ebu hüreyre Emaratissaah olarak şeöyle der: Rasülüllah şöyle buyurdu: Güce tapındlıdığı,emanetler ğanimet olduğu, zekata alışıldığı,dini ilimler değersizleştiği,Erkeğin kadına kul kle olduğu,ana babasına itaatsızlaştığı,dostluk anlamsızlaştığı ve mescidlerde güzel seslere değer verildiği,kabileleri fasiklar yönettiği,kavimleri büyükleri en rezillerinden olduğu,şerlilerin şerinden korktuklarından iyi adam dendiği,lensler ve yapbozlar ğalib geldiğinde,ipekler giyildiği ve içkiler içildiği zaman,ümmetin sonradan gelenleri evvelkilerine lanet etmeye başladığında o zaman kızıl rüzğarı ve depremleri yer yüzünde enkaz bakleyin. Mevcalisi Rumi: İnsanlar imanları ve amelleri hasebince farklıdırlar. Kimileri berk imşek kimileri rihi asıf,kimileri de cevad(soylu)gibi,kimileri ayaklarıyla yaya,kimileri yüzüstü,kimileri sıratı yüz senede ,kimileri bin sene de keçecekler.Sıratdan ayağı kayanların ekserisi kadınlardır.(Hadimi) Hadisi şerif: “Şefaati li ehlilkebairi min ümmeti”zira ümmetin salih amel işleyenleri benim şefatime ihtiyac duymacaklar. Zira onlar Allaha itaat ettiler,itaat esası hazinedir. Asailer ise benim şefatime muhtacdır,zira onlar müflisdiler. Sültanın kuvvatli bakanına şefat hamakatlıktır. Sültanın müznibi fakirine şefaat hakimi edibin işidir. Velhasi o şefi ül müznibin dir.Rahmetellilalemin dir. İbni Mesud ra...dan.. Dördün dördüncü olarak ben şefaat edeceğim: 1.Cibril as.. 2.İbrahim as.. 3.Musa as.. ya da İsa as.. Muhammed musatfa da dan(benden başkası) daha çok şefaat etmiyecekler.Sonra diğer nebiler ve siddıklar..Sonra şehidler.. Başka bir rivayet de;sonra müezzinler ..denmekte.. İbni ömerin ra rivayetin de;Alime talebelerinde dilediğin kadar şefaat et denilecek.Adedi yıldızlar kadar olsa bile.. Bir rivayet de ;Şehid ehli beytin den yetmiş kişiyye şefaat edecek. Hacılar ise dörtyüz kişye şefaat edecek.Kuran,islam ve Haceri esved de ehline şefaat eder.
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
Hüsnü zan ve sui zan Mübarek Ramazan ayının çoğu geçmiş, en bereketli kısmı kalmıştı. Kutlu Nebî âdeti olduğu üzere bu ayın son on gününü yine Medine mescidinde, itikâfla geçirmekteydi. Akşam olmuş, hava kararmıştı. Derken eşi Safiyye bnt. Huyey mescide, onu ziyarete geldi. Biraz oturup konuştular. Zaman ilerleyince validemiz kalkmak istedi. Hanımlarına nezaket ve saygıyı esirgemeyen Allah Resûlü, onu Üsâme b. Zeyd'in mahallesindeki evine doğru uğurlamak için kalktı. Ümmü Seleme'nin odasının yanındaki mescit kapısına geldiklerinde yanlarından iki kişi geçti. Resûlullah'a selâm verdikten sonra adımlarını hızlandırdılar. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Ağır olun, bu yanımda bulunan (kadın yabancı değil, eşim) Safiyye bnt. Huyey'dir.” dedi. Hz. Peygamber'in Safiyye'nin kimliğini belirtme ihtiyacı hissetmesi onlara ağır geldi ve “Sübhânallâh! Hâşâ biz senin hakkında başka türlü nasıl düşünebiliriz ey Allah'ın Resûlü!” dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü onlara, “Şeytan, insanın vücudunda kanın dolaştığı gibi dolaşır. Ben, şeytanın sizin gönüllerinize kötü bir şüphe atmasından endişe ettim.” buyurdu.1 Sevgili Peygamberimiz kanın insan vücudunda dolaştığı gibi şeytanın da sürekli vesvese ve şüphe vermek için hareket ettiğini ve sinsice fırsat kolladığını belirtmek üzere böyle bir teşbihte bulunmuş ve şüphe uyandıracak bir durum olması hâlinde derhâl bunun izah edilmesi gerektiğini bildirmişti.
Yine sahâbenin yaşadığı bir olay anlatılır. Muâz b. Cebel bir gün cemaate imamlık yaparken namazı çok uzatır. Bunun üzerine biri selâm vererek ayrılır ve namazını tek başına kılar. Ardından insanlar onu münafık olmakla itham ederler. Durum Allah Resûlü'ne ulaştırılınca hiddetlenir ve Muâz'a, “Sen fitneci misin? Fitne mi çıkarmak istiyorsun?” 2 buyurur. Allah Resûlü'nün Muâz'a bu şekilde hitap etmesinin birinci sebebi cemaatte zayıf, yorgun ve hastaların durumunu dikkate almayarak namazı uzun bir şekilde kıldırması idi. Bir diğer sebep de namazı uzatmasının dedikoduya neden olmasıydı. Çünkü bunun neticesinde bazı insanlar, namazdan ayrılan kişinin hasta veya özürlü olduğunu ya da farklı bir mazeretinin bulunduğunu düşünmeden, sû-i zanda bulunarak onu nifakla suçlamışlardı. Başka bir münasebetle de Allah Resûlü, “Yönetici, halka sû-i zan ile davranırsa onları yoldan çıkarmış olur.” 3 buyurarak kötü zannın insanları kötülük yapmaya yöneltebileceğine işaret etmiştir. Özellikle idareciler birlikte çalıştıkları insanları sû-i zan ile değerlendirmeleri hâlinde onların farklı davranışları sergilemelerine neden olabilirler. Çünkü sû-i zan ile hareket eden amir, kimseye güvenemez, memur da yaptığı bütün hizmetlere karşı bir hüsn-i muamele göremeyince verimliliği düşer.
Zan delilsiz, temelsiz bir tahminden ibarettir. Kimi zaman gerçeğe yakın bir ihtimal ise de çoğu zaman konunun aslıyla ilgisi olmayan bir önyargıdan başka bir şey değildir. Tereddütle, şek ve şüpheyle kalbin meşgul edilmesi, oyalanmasıdır zan... İyimser olunmadığında önyargıya neden olan, daha ileri boyutlarıyla kalpteki hastalıkları tetikleyen bir kuruntudur. Bu yüzden Allah Resûlü zannın sürüklediği âfetlere karşı insanları şöyle uyarmaktadır: “Zandan sakının. Çünkü zan, yalanın ta kendisidir. Birbirinizin konuştuğuna kulak kabartmayın, birbirinizin özel hâllerini araştırmayın, birbirinizle üstünlük yarışı içine girmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun!” 4
Kur'ân-ı Kerîm'de, insanların kötü zanna dayanarak birbirini çekiştirmesi kesin bir dille yasaklanır. Bu tutumun günahlara zemin hazırlayabileceğini bildiren Yüce Allah inananları şöyle uyarır: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Biriniz kardeşinin ölü hâlinde etini yemeyi hiç arzu eder mi? Demek tiksindiniz! O hâlde Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” 5 Zan, kötü düşünceye, önyargılı bakış açısına, araştırmadan hüküm vermeye yol açar. Bu nedenle bazı rivayetlerde, “Zanna kapılıp, tereddüde düştüğünüz zaman o işi yapmayın!” 6 denilmektedir.
Kötü zan, insanı hatalı davranmaya sevkeder. Önemsenmeyerek kalbe ekilen sû-i zan tohumunun meyveleri acıdır, hem kişiyi hem de başkasını incitir. Bu hastalıktan korunmak için en başta gelen tedbir, insanların aklında soru işareti bırakacak, gönüllerine şüphe düşürecek, töhmete neden olacak durumlardan sakınmaktır. Bu yüzden Rahmet Peygamberi, “Üç kişi iseniz, ikiniz diğerini bırakıp da fısıldaşmasın, çünkü bu onu üzer.” 7 tavsiyesinde bulunarak zan konusundaki hassasiyetini ortaya koymuştur.
Sevgili Peygamberimiz herhangi bir konuda insanlar hakkında değerlendirme yaparken ihtiyatlı bir dil kullanılmasının gereğine dikkat çeker. Nitekim huzurunda, bir adamın arkadaşını fazlaca övmesi üzerine Peygamber (sav) ona üç defa, “Yazıklar olsun sana! (Âdeta) kardeşinin boynunu kesip kopardın! Sizden biriniz bir kimseyi illâ methedecekse bari, 'Gördüğüm kadarıyla filâncanın şöyle olduğunu sanıyorum. Ameline göre onu hesaba çekecek ise Allah'tır. O'nun karşısında hiç kimseyi temize çıkarıp aklayamam.' desin. Bunu da o kimsenin hâlini öyle biliyorsa söylesin!” buyurmuştur.8 Başka bir münasebette de bir sahâbînin diğerine kendi zannına dayanarak, “O, Allah ve Resûlü'nü sevmeyen bir münafıktır.” demesine de müdahale etmiş ve“Sakın böyle deme! Görmüyor musun ki o, 'Lâ ilâhe illâllâh' diyor ve bununla Allah'ın rızasını talep ediyor.” buyurmuştu.9 Çünkü insanların ve meselelerin iç yüzünü ancak Allah bilir.
İnsan, herhangi bir zanna sahip olmakla birlikte, buna dair kesin bir bilgiye sahip olmadıkça, düşüncelerini fiiliyata dökmemelidir. Nitekim zannını içinde saklayıp ona dayanarak bir fiil işlemedikçe, kişi günahkâr olmaz. Büyük hadis âlimlerinden Süfyân es-Sevrî'nin belirttiğine göre, zan, günah olan ve olmayan şeklinde iki çeşittir. Günah olan zan şudur: Bir kimse, bir başkası hakkında zanda bulunur ve onu söyler. Günah olmayan zan ise şudur: Bir kimse, bir başkası hakkında zanda bulunur fakat o zan kalbinde kalır onu kimseye söylemez.10
Sakınılması gereken zan11 “sû-i zan”dır; güzel düşünen kimsenin kalbine gelen düşünceler ise “hüsn-i zan”dır. İyiliğin emaresi olan hüsn-i zan, iyimser olmak, kötü düşünceleri bertaraf etmektir. Hayır dilemek, hayra yormak, kişiler ve olaylar hakkında art niyetli olmamaktır. Müslüman'ın hayatında bu bakış açısı esas olmalıdır. Aksi ispatlanmadığı sürece hüsn-i zandan vazgeçilmemelidir. Aksi takdirde insan hayatını, onurunu rencide edecek birçok olayın önüne geçilemez. Bilindiği üzere hicretin beşinci yılında Peygamber Efendimiz, Benî Mustalık Gazvesi'nden dönerken Âişe validemize bir iftira atılır. Bütün Müslümanların hüsn-i zan beslemeleri gerekirken maalesef bazıları bu iftiraya inanır. “İfk Hadisesi” olarak anılan bu hadise ile ilgili olarak Kur'ân-ı Kerîm'de, “Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, 'Bu apaçık bir iftiradır.' deselerdi ya!” 12 âyeti ile bu iftiraya inanan Müslümanların neden hüsn-i zan beslemedikleri sorgulanır. Ardından, “Hani o iftirayı dilden dile dolaştırıyor, hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Hâlbuki bu, Allah katında büyük bir iştir.” 13 âyetleri ile dedikoduların gerçek bilgi gibi değerlendirilmesinin Allah nezdinde büyük günah olduğu vurgulanmıştır. Özellikle iffet ve haysiyet ile ilgili söylentilere inanan kadın, erkek bütün Müslümanların duyarsız ve bilinçsiz davranışları kınanmıştır. Onlar böyle bir iftira duyduklarında basiretlerini kullanıp, “'Böyle bir söylentiye alet olmak bize asla yakışmaz. Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah'ım! Bu çok büyük bir iftiradır.' demeli.” 14 ve masum olan Âişe'nin iffet ve onuru korunmalıydı.
Hüsn-i zan, yani iyi düşünmek “hüsn-i edeb”den ileri gelir, kişinin iyi bir Müslüman olduğunu gösterir. “(Allah hakkında) hüsn-i zan beslemek, (onun af ve mağfiretini ummak) güzel bir ibadettir/ibadetin güzelliğindendir.” 15 hadisi bu anlamda, insanın bütün varlığı ile Allah'a yönelmesi gerektiğine ve yaptığı ibadetlerin kabul olacağına dair hüsn-i zan beslemesinin de ayrıca ibadet olduğuna işaret etmektedir. Bu açıdan bakıldığı takdirde hüsn-i zannın başlangıcı da insanın kendisini yoktan var ederek kâinatı hizmetine sunan Rabbine karşı iyi duygular beslemesidir. Zira, “Rahmetim gazabımı geçmiştir.” buyuran Rabbimiz,16 kullarına karşı çok lütufkâr, çok merhametlidir. Mümin, Rabbini zât ve sıfatlarıyla lâyık olduğu biçimde tanıdığında daha sağlıklı bir Allah inancına sahip olur. Böylece O'na karşı daima hüsn-i zan besler. Zira kudsî bir hadiste Allah Teâlâ buyurur ki, “Kulum benim hakkımda ne zannediyorsa (ne düşünüyorsa) ben öyleyim. Ve bana dua ettiğinde ben onunla beraberim.” 17
Kulun Allah hakkındaki zannı, ibadetlerinin karşılığının verileceği, tevbesinin kabul edileceği, duasına icabet edileceği ve isteklerinin yerine getirileceği kanaatini taşımasıdır. Kişi hüsn-i zan beslediği takdirde ilâhî rahmet ve mağfiretten istifade edecektir. Sû-i zan beslediğinde ise, korktuğu olumsuzluklarla karşılaşacaktır. “Kulum benim hakkımda nasıl düşünüyorsa ben öyleyim! Eğer zannı hayır şeklinde ise onun (mükâfatı da) hayır olur. Eğer zannı şer ise onunla karşılaşır.” 18 hadisi de bu durumu izah etmektedir. Sevgili Peygamberimiz, Allah'tan hiçbir zaman ümit kesmemeyi, hayatın son anına kadar her daim Rabbine karşı hüsn-i zan hâlinde olmayı, hayırlı olanı yapmayı buyurdukları hadisleriyle bildirmişlerdir: “Hepiniz ancak Yüce Allah'a hüsn-i zan besleyerek can verin.” 19 “Mümin daima hayır üzerindedir. Bedeninden ruhu çıkarken bile Allah'a hamd eder.” 20
Sevgili Peygamberimizin terbiyesinde yetişen sahâbe bu hususun farkındaydı. Allah Resûlü'ne biat etme şerefine erişen sahâbîlerden Vâsile b. Eska', ölüm döşeğinde hasta olarak yatan Ebu'l-Esved'i ziyaret eder. Ebu'l-Esved büyük bir memnuniyet duyar. Vâsıle hastanın durumunun ağır olduğunu anlar ve “Sana bir tek soru soracağım.” der. Ebu'l-Esved de, “Nedir o?” deyince, Vâsile, “Rabbine karşı zannın nasıl?” der. Ebu'l-Esved de, 'Güzel' dercesine başıyla işaret eder. Bunun üzerine Vâsile, “Müjdeler olsun! Ben Resûlullah'ı şöyle derken işittim, 'Yüce Allah buyurdu ki: 'Kulum benim hakkımda nasıl düşünüyorsa ben öyleyim!'' 21 Mümin, bütün hayatında, özellikle de ölüm anında, Rabbinden yana ümitvar olur, hüsn-i zan beslerse rahmet ve mağfiretinden nasiplenir. Çünkü bu, aynı zamanda onun inancının varlığını ve devamlılığını gösterir. “Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler güruhundan başkası Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez.” 22 âyeti de bu duruma işaret etmektedir.
Allah Resûlü kudsî hadis olarak şöyle bir bilgi aktarır ashâbına: “Bir kul günah işledikten sonra, 'Allah'ım, günahımı bağışla.' derse, Yüce Allah da, 'Kulum bir günah işledi ama bu günahı affedecek yahut da cezalandıracak bir Rabbinin olduğunu biliyor.' buyurur. Bu kul, tekrar günah işledikten sonra, 'Ey Rabbim! Günahımı bağışla!' derse Yüce Allah, 'Kulum bir günah işledi ama bu günahı affedecek yahut da cezalandıracak bir Rabbinin olduğunu biliyor.' buyurur. Kul dönerek tekrar günah işledikten sonra, 'Ey Rabbim! Günahımı bağışla.' derse, Yüce Allah, 'Kulum bir günah işledi ama bu günahı affedecek yahut da cezalandıracak bir Rabbinin olduğunu biliyor. Dilediğini yap, senin günahını bağışladım.' buyurur.” 23 Hadiste Allah'a karşı sorumluluğunun farkında, ancak bir türlü nefsine sahip olamayarak tekrar tekrar günaha giren bir şahıstan bahsediliyor. Bu şahıs her ne kadar zaaflarına yenilip günah işliyorsa da, onun, tevhid inancı taşıyan ve Allah'ın bağışlayan ve merhamet sahibi olduğu hususunda hüsn-i zan sahibi bir kimse olduğu anlaşılmaktadır. Yoksa burada o şahsın helâl ve haramlarına aldırış etmeden, “Allah büyüktür! Affeder, bağışlar!” gibi kuruntularla hareket eden sorumsuz biri olduğu kast edilmemektedir. Çünkü bu düşünceye sahip olanlar Allah hakkında gerçek dışında bir şey söylemeyeceklerine dair kendilerinden söz alındığı hâlde, “(Nasıl olsa) Bağışlanacağız.” 24 dedikleri için Kur'an'da eleştirilmektedirler. Başka bir âyette de Yüce Allah tarafından şöyle uyarılmaktadırlar: “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının! Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı günden korkun!” 25 “Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın! O aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi aldatmasın!” 26 Dolayısıyla yukarıdaki âyet ve hadisler, her şeye rağmen insanların ümitsizlik ve vesveseye kapılmadan “beyne'l-havfi ve'r-recâ” diye nitelenen “korku ile ümit arasında” Allah'a karşı hüsn-i ibadet ile birlikte hüsn-i zan beslemeye ve O'nun hakkında olumlu düşünmeye teşvik etmektedirler.
Kur'an'da, “Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüş. Allah'a karşı câhiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar.” 27 âyetinde, “câhiliye zannı” ndan da bahsedilmektedir. 'câhiliye zannı' hakikati olmayan yalan yanlış fikirlerin Allah'a isnad edilmesidir. “Allah'a ortak koşanlar diyecekler ki: 'Eğer Allah dileseydi, biz de babalarımız da ortak koşmazdık. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.'... De ki, 'Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.'” 28 âyeti, Allah hakkında yanlış zanda bulunan müşriklerin tutumuna dair bir örnek vermektedir. Bunun yanında, 'Allah isteseydi Peygamberine yardım ederdi.', 'İsteseydi onu zora ve sıkıntıya düşürmezdi.' şeklindeki iddialar da bahsedilen zannın farklı şekilleridir. Buna göre câhiliye zannı, kişinin yaptığı yanlış uygulamaların kendisine ait olmadığı, hatta kendisine dayatıldığı zannına sahip olmasıdır. Allah hakkında oluşan bu yanlış zannın temelinde şüphesiz ki inançsızlık yatmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'de kendilerine deliller gösterildiği hâlde, arzularına uyarak bu şekilde Allah'a gerçek dışı zanda bulunanların azaba uğrayacakları29 ayrıca bildirilmektedir.
“Yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilmediğini sanıyordunuz, işte bu sizin Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır.” 30 “Dediler ki, dünya hayatından başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder. Bu hususta onların bir bilgisi yoktur, onlar sadece zanda bulunuyorlar.” 31 “Onların çoğu zannın ardından gider. Oysa zan, hak/hakikate dair hiçbir bilgi vermez. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilendir.” 32 âyetleri, insanın bilgisiz bir şekilde gerçekle ilgisi olmayan zanlara nasıl dayandığını göstermektedir.
Rahmet Elçisi, inananların kalplerini, zihin ve düşüncelerini yalan yanlış bilgi kırıntılarından, zanlardan arındırmalarını istemiş; gerçeğin peşinde, güvenli ve sağlam bilgiye dayanan örnek bir toplum inşa etmek istemiştir. Bunun için onlara: “Ey Allah'ın kulları, kardeş olun!” 33 demiştir. Bu kardeşliğin ilk adımı da kardeşine iyi zan beslemekle atılır. Kötü zan ise kardeşliğe zarar veren bir tavırdır. Mümin Allah'a ve insanlara hüsn-i zan besleyen, ne yaptığının bilincinde olan insandır. O, şu ilâhî ikazın hep farkındadır: “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz, kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.” 34
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
Meclis sani:60 Cesit kalbi hastaliklar
Bismillahirrahanirrahim Ayet:Yevmelayenfeu malun vela benun illa men etallahe bikalbin selim. Kalbi selim:Kötü ahlak ve nifaktan arinmis bir kalb demektir. Bilesin ki:müminin kalbi yedi azasi olan bir agaca benzer. 1.Biri Fuad da dir.Semerasi Iradenin sihhatli olmasi ve ihlasli olmaktir. 2çBirisie de Lisana kadar uzanan bir uzuv dur.Semeresi:Sidki makal(sözün öze uygun olmasidr. 3.Bir digeri göze kadar uzanan kismidir.Semeresi:Herbireri Vahdaniyeti saniye dal olan Ilahi ayetlere bakarken ibret nazariyla onlara bakmaktir. (Efela yenzurune ilel ibili keyfe huligat) Deveye bakmazlar mi-nasil yaratildi.. 4.Ellere kadar uzanan kismidirki:Semeresi elleri haramdan menetmek ve korumaktir. Ve Fakir ve yetimlere sakada vermektir. 5.Ayaklara kadar olan kismidir ki:Semeresi Cemaata dogru gitmek ve munkereat ve haramlardan kaçinmaktir. 6.Bogaza kadar olan kisimdirki:Semeresi Helal yemek ve içmektir. 7.Kulaklara olan kismidirki.Semeresi Yalan ve dedikoduyu duymamak ve onu yaymamaktir. Bazilarina göre kalb dört çesittir. 1.Dunya ile mesgul kalb..Bu kalbin ragbeti dunya hayatina dir. 2.Ukba ile mesgul kalb.Abid ve ibadetledir. 3.Belva,belalar ile mesgul kalb.Sabirla mesguldur. 4.Mevlasiyla mesgul kalb..Ariflerdir ki:Bunlar hayvani sifatlardan kurtularak ve nefsi ahlaki zemimemden temizleyerek emrazi batiniyyeden temizlenerek,bu irfani elde ederler.Buna isareten Isa as (Ikinci dogum ile dogmayan semavatin melekutuna) erisemezler.Bazen munkerat bir uzuva mahsusdur bazen birden fazla uzuva... El ayak ve digerleri gibi.Uzuva mahsus olan:kalb,uzun,ricil,el,batin,ferc,gibi.. Taki bir meleke hasil olana dek,bu azalari munkereatan uyak tutmak gerekir. Taki muttekiler zoluna gitsin,salihlerin derecesine çiksin. Ayet:(Ulaike meallezine enamallahu aleyhimminennebiyyine).. Bu sebebten Kalbin afat ve munkeratini ve ilacini hatirlamak ve bilmek gerekirki Bunlar Tarikati Muhammediyye de tetebbu ettim ve 60 olarak buldum. Yani Altmis çesit kalbi afatlar vardir. 1.Allaha kufur dur. Eliyazu billah.Dunya ve ahiretde helak edenlerin enbüyügüdür,buyurdu.
Meclis sani:60 Cesit kalbi hastaliklar
Bismillahirrahanirrahim Ayet:Yevme layenfeu malun vela benun illa men etallahe bikalbin selim. Kalbi selim:Kötü ahlak ve nifaktan arinmis bir kalb demektir. Bilesin ki:müminin kalbi yedi azasi olan bir agaca benzer. 1.Biri Fuad da dir.Semerasi Iradenin sihhatli olmasi ve ihlasli olmaktir. 2.Birisie de Lisana kadar uzanan bir uzuv dur.Semeresi Sidki makal(sözün öze uygun olmasidr. 3.Bir digeri göze kadar uzanan kismidir.Semeresi herbireri Vahdaniyeti saniye dal olan Ilahi ayetlere bakarken ibret nazariyla onlara bakmaktir. (Efela yenzurune ilel ibili keyfe huligat) Deveye bakmazlar mi-nasil yaratildi.. 4.Ellere kadar uzanan kismidirki:Semeresi elleri haramdan menetmek ve korumaktir. Ve Fakir ve yetimlere sakada vermektir. 5.Ayaklara kadar olan kismidirki:Semeresi Cemaata dogru gitmek ve munkereat ve haramlardan kaçinmaktir. 6.Bogaza kadar olan kisimdirki:Semeresi Helal yemek ve içmektir. 7.Kulaklara olan kismidirki.Semeresi yalan ve dedikoduyu duymamak ve onu yaymamaktir.
Bazilarina göre kalb dört çesittir. 1.Dunya ile mesgul kalb..Bu kalbin ragbeti dunya hayatina dir. 2.Ukba ile mesgul kalb.Abid ve ibadetledir. 3.Belva,belalar ile mesgul kalb.Sabirla mesguldur. 4.Mevlasiyla mesgul kalb..Ariflerdirki:Bunlar hayvani sifatlardan kurtularak ve nefsi ahlaki zemimemden temizleyerek emrazi batiniyyeden temizlenerek,bu irfani elde ederler.Buna isareten Isa as (Ikinci dogum ile dogmayan semavatin melekutuna erisemez,buyurdu.)Bazen munkerat bir uzuva mahsusdur bazen birden fazla uzuva... El ayak ve digerleri gibi.Uzuva mahsus olan:kalb,uzun,ricil,el,batin,ferc,gibi.. Taki bir meleke hasil olana dek,bu azalari munkereatan uyak tutmak gerekir. Taki muttekiler zoluna gitsin,salihlerin derecesine çiksin. Ayet:(Ulaike meallezine enamallahu aleyhim minennebiyyine).. Bu sebebten Kalbin afat ve munkeratini ve ilacini hatirlamak ve bilmek gerekirki Bunlar Tarikati Muhammediyye de tetebbu ettim ve 60 adet olarak buldum. Yani Altmis çesit kalbi afatlar vardir. 1.Allaha küfür. Eliyazu billah.Dunya ve ahiretde helak edenlerin enbüyügüdür,buyurdu. Bu sebepten küfür nedir bilmek gereklidir.Ve yine iman nedir ve nasil hasil olur ve sartlari neler,kemalati ve bakasini bilmek gerekir.Zira esya zitlari bilmekle inkisafeder. Küfür olanlari bilmekle ondan kaçinilir ve iman elde edilir.Serri bildim ve ondan korundum denir. Küfür lügat da setir ve örtmek demektir.Kafirler küfürleri sayesinde ilahi nimetlere sükürden uzak kalir ve Allahi unuturlar.Küfür dünya ve ahiretin yikimi manasina enbüyük muhlikatdandir.Bu sebepten küfür nedir- iman nedir iyice bilmek gerekir. Imanin sartlari ve nasil inkisaf ettigi bilnsin.Zira esya ziddi ile bilinir. Bu sebepten imansizliga sebep olanlari bilmek imanli olmak için gereklidir. (Serleri ondan kaçinmak ve korunmak için ögrendim denir.) Dini Istilahda ise küfür:Iman sahibi olmak için gerekli olanlara iman etmeyen demektir. Buna imanin sartlari denir. Küfür Dört nevidir. 1.Küfrü Cehli:Cehaletden kaynaklanir. Akli delillere gerekli ihtimam göstermez ve dogru anlamaz.Bunlar ilahi nimetlerin herbiri yaratani bize anlatip duran Ay günes ve yildizlar,yer ve gökler dir.(Fefi kulli seyin ayetün.Tedüllü ala ennehu vahidun) Butür küfür avamin küfürüdür. 2.Küfrü Inadi:Bu inadi ve cuhudi küfürdirki buna Fraun ve kavminin küfürü de denir. Gördükleri birçok muciyelere ragmen iman etmemis ve zulüme devam etmistir. Sebebi:Istikbar ve dünya sevgisi ve makam mevki,ve insanlar neder korkusu dur. Bir çok devlet adamlari bu yüzden iman etmemisler. 3.Küfrü Hükmi dir. Dinin kavli fiili hükümlerini istihfaf ederek yalanlamaktir.Oysa onlara imanin geregi tazim etmesi gerekirdi.Uzun yasiyan adama,Allah seni unuttu,Allah gökten bakiyor demek gibi.. Ben seriattan ve kurandan uzagim demek gibi..Allahi zaman ve mekanla tavsif etmek ve sifati sgbutiye ve zatiyesinden birini inkar etmek gibi.Allah bunu niye yaratti,bu abes isdir demek gibi. Cibril ve mikailde gelse felanin sehadetini kabül etmem demek gibi.Kurandan bir harf bile olsa istihfaf etmek gibi.Istihfaf amacli Incil ve Tevrati da inkar küfürdür. Herhangi bir peygamberi inkar da küfürdür.Felan kisi nebi de olsa iman etmem demek gibi.. Peygamberimiz arap degildir ve olamaz demekde küfürdür.Kurani ve sünneti yalanlamis olur. Ahiret ggng hesap,havzi nebi, kitap cennet cehennem ve sirati inkar küfürdür.Musa as inen,seriat Muhammed as inen seriatdan hayirlidir demek küfürdür.S.65.Allah Mahser de beni nereden bulacaksin, demek de küfürdür.. Felan cennete soksan ben cennete girmem demek..gibi..Dinen tazim gereken seylere tazim de bulunmamak ta küfürdür.Eger bir zaruret hali varsa tekfir edilmez.Küfrü hükmüye götüren sebepler arasinda enönmlisi sinir ve gazab halidir.Bunun ilaci imani koruyan ve kgfre götürenleri bilmek ve bunlardan kendimizi korumaktir. 4.Küfrü Nifaki:Fitne ve yalancilik islerini yapmak.Müslümanlarin devlet ve milletine zararli islerde bulunmak bu amacla örgüt kurmak da küfrü nifakidir.Esiri kurtarmak ölüm tehlikesi gibi zaruretler de hüküm boyle degildir. Bu insani Inkara ve nifaka daha sonra da küfre götürür.Bazilarina göre butür küfür büyük günahdır sahibine küfre götgrmez.
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
Hırkasının altında on sekiz bin âlem seyredilen çoban Veysel Karânî (ö. 37/658) gibi; nefsinin yedi sınıfını, ruhunun beş merhalesini, sırrının da altı mertebesini geçen, her konağın kendi arasında biner hicabını da aşan sâlik, enfüste, iç âleminde on sekiz bin, âfakta, dışta da on sekiz bin âlemin dilinde Allah’ı zikrederek, Vahdet deryasında kaybolur. Her biri farklı mecralardan akan nehirlerin denize ulaştıklarında isim ve cisimlerinden eser kalmadığı gibi Hakk’ın dostları da mânevî âlemde yaptıkları seyr ü seferle Allah’ın dışında her şeyden âzâde olur, her nereye baksa Mevlâ’yı görürler. Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî (ks) (ö. 1135), Allah’ın arşına kalbini açar, doya doya Hakk’ın feyzini içerdi. Murakabenin çokluğundan beli ikiye katlanmış halde idi. Mevlâ’nın aşkından öyle coşar, taşardı ki, Rabbimizin İlâhî tecellî ve Cemâlini seyirle on beş sene mest ü hayran kalmıştır. Bâyezid-i Bestâmî (ks) münacatında, “Ya Rabb! Daha ne zamana kadar Sen’lik benlik olacak, benliğimi aradan çıkar ben de hiç olayım.” der. “Onlara hem âfakta (kendi dışlarındaki âlemde), hem de kendi nefislerinde delillerimizi göstereceğiz.” Bütün âlem insanoğlunun gönlündedir. Bedîüzzaman Saîd Nursî (rha) (ö. 1960)’nin ifadesiyle insan, Allah’ın isimlerini gösteren bir mühürdür. Nasıl seyahat edeceğimizi Rabbimiz ne güzel haber veriyor Kitâb-ı Kerîm’inde: “İşte gerçekten şunu bil ki, Allah’tan başka İlâh yoktur! Hem kendi günahın için, hem de mü’min erkeklerle mü’min kadınlar için (Allah’tan) mağfiret dile! Allah, (dünyada) gezip dolaştığınız yeri de, (âhirette) kalacağınız yeri de bilir
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
Efendimizden Muaz b. Cebele Peygamber Efendimiz sadece siyasi içerikli mektuplar yazmamış, aynı zamanda sosyal içerikli mektuplarda yazmıştır. Peygamber Efendimiz Muaz Bin Cebel'in evladı vefat ettiğinde ona yazdığı mektup sosyal içerikli mektuplara örnektir. " Bismillahirrahmanirrahim Allah'ın elçisi Muhammed'den Muaz Ibnu Cebel'e. Selam sana olsun.Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a olan Hamdimi ifade ederim.
Emmâ ba'd: Allah ecrini büyük kılsın,sabır ilham etsin, bize de sana da şükretmeyi nasip etsin.Şurası muhakkak ki, nefislerimiz mallarımız,ehlimiz ,Allah'ın hoş mevkibeleri (ihsanları/ bağışları )ve geri almak üzere bıraktığı ariyetleri (ödünçleri)dir.Onlardan belli bir müddet istifade edersin.Önceden belirlenen vakit gelince elinden alınırlar. Ayrıca şunu da bil; Allah verince şükretmemizi alınca da sabretmemizi farz kıldı.Oğlun da Allah'ın tatlı bir mevhibesi, geri almak üzere emanet ettiği ariyeti idi. Seni Neş'e ve sü'rûr içinde bir müddet onunla nimetlendirdi. Büyük bir ecir mukabilinde de senden geri aldı. Şöyle ki mükafatını umarak sabrettiğin takdirde Allah'ın mağfireti rahmet ve hidayeti senin iledir.
Öyleyse Ey Muaz üzerinde iki sıfatı cem etme.Dövünüp yakınmaların sabrını yok ederse kaybettiklerine pişman olursun .Sana gelen müsibetin sevabını almaya gayret edersen Rabb'ine itaat etmiş olur ve buna mukabil vadettiği mükafatın haklı talibi olursun.Bilirsin ki O'na musibet ulaşmaz.
Şunu da bil ki dövünüp yakınmalar boşadır. Öleni geri getirmez. Üzüntüyü def etmez .Mukavatının güzel olmasına çalış.Vaat edilen ecrin talibi ol ki başına gelen musibetten elde edeceğin ecrin tesellisi üzüntünü kaldırsın, hiç yokmuş gibi olsun. Kaderde olan değişmez. Vesselâm."
Ne kadar hoş bir teselli mektubudur.Yazan on sekizbin alemin sultanı (sav)olunca Muaz b.Cebel'e ve bizlerede musibet karşısında sabretmek düşer.Rabbim efendimizin şefaatine nail olmayı bizlere nasip etsin...
Thema von Kurban im Forum Wir Lernen Hier Arabis...
Emsile Kitabı
Emsile kitabının musannifi Hz. Ali (R.a.) olarak bilinmektedir. Emsile "misaller" demektir. Sarf ilminde isim ve fiilleri istenilen manaya göre şekillendirir. Emsile ikiye ayrılır:1. Emsile-i Muhtelife اَلاَمْثِلَةُ الْمُخْتَلِ2. Emsile-i Muttaride اَلاَمْثِلَةُ الْمُطَّرِدَةُ, 1. Emsile-i Muhtelife:Emsile-i Muhtelife "degişik misaller" demektir. Harfleri bir, şekilleri başka başka olup birbirine benzemeyen Kalıp/sigalardır. "Kalıp/Siga" şekilleri degişen kelimelere denir. Emsile-i Muhtelife 24 sigadır. 24 siganın 13'ü fiil ve 11'i isimdir.2. Emsile-i Muttaride:Emsile-i Muttaride harfleri ve şekilleri birbirine benzeyen Kalıp/sigalardır. Emsile-i Muttaride 14 Kalıp/sigadır, malum (bilinen) ve meçhul (bilinmeyen) olarak iki kısma ayrılır. Bu kısımlara Bina-i ma'lum ve Bina-i meçhul denir. Bu kısımların her biri de gaib(3.şahıs), muhatab(2.şahıs) ve mutekellim(1.şahıs) olmak üzere üçe ayrılır. Gaib (hazırda olmayan) ve muhatab (hazırda olan) da, muzekker ve muennes olarak ikiye ayrılır. Muzekker (eril) ve muennes (dişil) ise mufred (tekil), tesniye (ikil) ve cem'i (coğul)olarak üçe ayrılır.
Örnek Yirmi Dört Siğa بسم الله الرّحمن الرّحيم
نَصَرَ/يَنْصُرُ/نَصْراً
فهو ناَصِرٌ/فذاك مَنْصُرٌ
لَمْ يَنْصُرْ/لَمَّا يَنْصُرْ
ما يَنْصُرُ/لاَ يَنْصُرُ
لَنْ يَنْصُرَ/لِيَنْصُرْ
لاَيَنْصُرْ/اُنْصُرْ/لاَتَنْصُرْ
مَنْصَرٌ/مِنْصَرٌ/نَصْرَةً/نِصْرَةً
نُصَيْرٌ/نَصْرِيٌّ/نَصَّارٌ/اَنْصَرُ
ما اَنْصَرَهُ/وَ اَنْصِرْ بِهِ
Şimdi manalarını yazayım: ننَصَرَ َ:yardım etti-mazi fiil يَنْصُر2ُ:yardım ediyor-müzari fiil نَصْرا3ً:yardım etmek-mimsiz masdar ناصِرٌ4:yardım edici-ismi fail مَنْصُورٌ5:yardım olunmuş-ismi mef'ul لَمْ يَنْصُرْ6:yardım etmedi-cehdi mutlak لَمّا يَنْصُرْ7:yardım etmedi-cehdi müstağrak ماَ يَنْصُرُ8:yardım etmiyor-nef'i hal لاَ يَنْصُرُ9:yardım etmez/etmeyecek/etmiyor(genel)-nef'i istikbal لَنْ يَنْصُرَ10 : (hiç,asla)yardım etmez/etmeyecek-te'kidli nef'i istikbal لِيَنْصُرْ11:yardım etsin!-emri gaib لاَ يَنْصُرْ12:yardım etmesin-nehyi gaib اُنْصُرْ13:yardım et!-emri hazır لاَتَنْصُرْ14:yardım etme!-nehyi hazır مَنْصَرٌ15:yardım etmek,yardım edilecek zaman,yardım edilecek mekan-mimli masdar,ismi zaman,ismi mekan(bu üç mana için de kullanılır) مِنْصَرٌ16:yardım edecek alet-ismi alet نَصْرَةً17:bir kere yardım etmek-masdar bina-i merra نِصْرَةً18:bir çeşit yardım-masdar bina-i nev'i نُصَيْرٌ19:küçücük/azıcık yardım etmecik-ismi tasğir نَصْرِيٌّ20:yardım etmeye mensub-ismi mensub نَصَّارٌ21:çok yardım edici-mübalağalı ismi fail اَنْصَرٌ22:ziyade yardım eden-ismi tafdil ما اَنْصَرَه23ُ:acep yardım etti-fiili taaccubu evvel وَ اَنْصِرْ بِهِ24: (iki kat)ne acep yardım etti-fiili taaccubu sani
Emsile yirmi dört siğadan oluşuyor.Fakat daha bitmedi.Şimdi bu siğaların şahıslara çekimleri var.(müfred,tesniye,cem'i,müzekker,müennes çekimleri)gibi. Bütün bunlar da yavaş yavaş ezberlendikten sonra bina'ya geçiliyor. (Şimdi biraz içeriklerinden bahsedeyim.)
Binada ise sarfın 35 babı inceleniyor.sülasi mücerred,sülasi mezidler,rübai mücerred ve rübai mezidler,mülhakatlar gibi bablardan oluşuyor.Hangi baba hangi fiilin gireceğine, yani lazım fiil mi,müteaddi fiil mi,mutavaat mı.., olacağına o babın binası deniyor.Mazi müzari ve masdar çekimleri veriliyor binada.Mesela; اَفْعَلَ-يُفْعِلُ-اِفْعَالاً sülasi mezidlerden olan rübailerin 1. babıdır. Alameti mazi fiilin başına bir elif ziyade edilip,fiilin dört harfli yapılmasıdır. Binası ise müteadddi fiil için,bazen de lazım fiil içindir.
İşte bina bu açıklamalardan oluşuyor.Tek tek bütün bablar(35 bab) bu şekilde ezberleniyor.Binanın sonunda ise münhasır fiillerden(salim,ğayri salim) bahsediliyor ve en son olarak da aksam-ı seb'a' (yedi kısım fiil) anlatılıyor.Yani;sahih,misal,ecvef,nakıs,lefif,mud af,mehmuz fiiller.
Maksudda ise fiiller tekrar iki kısma ayrılıyor:asli ve ziyadeli fiiller olarak.Yani binada ezberlenen bablar burada asli ve ziyadeli olanlar olarak kısaca açıklandıktan sonra,masdar çeşitleri ve yapılışları,mazi fiilin kuralları,müzari fiilin kuralları,meçhul yapılışları,emri gaib ve nehyi gaib,ismi fail,ismi mef'ul yapılışları,te'kid nunları gibi konular anlatılıyor.Daha sonra yine çekimlere geçiliyor.(ismi fail çekimleri,ismi meful çekimleri,te'kid nunlu fiilerin çekimleri ve rübai,hümasi,südasi,mülhakat fiillerin emsiledeki siğalara çekimleri gibi.)Çekimlerden sonra da bazı kaideler (lazım fiilin müteaddiye dönüşü,müteaddinin lazıma çevrilmesi,efale babının hemzesinin çeşitli manaları,istefale'nin sin'inin çeşitli manaları gibi)anlatılıyor.Daha sonra i'lal kaideleri yani illetli fiilin şahıs çekimleri,mehmuz mudaf çekimler anlatılıyor.
EMSİLE-İ MUHTELİFE (24 KALIP) ﺭﺼﻧ - nasara fiili mazi yardım etti ﺭﺻﻧﻴ - yensuru fiili muzari yardım eder, ediyor, edecek ﺍﺭﺼﻧ - nasren mastar yardım etmek ﺭﺻﺎﻧ - naasirun ismi fail yardım eden , yardım edici ﺭﻮﺼﻧﻤ - mensuurun ismi mef'ul yardım edilmiş ﺭﺻﻧﻴ ﻡﻟ - lem yensur fiili muzari cahdi mutlak yardım etmedi ﺭﺻﻧﻴ ﺎﻣﻟ - lemma yensur fiili muzari cahdi mustağrak henüz yardım etmedi ﺭﺻﻧﻴ ﺎﻣ - ma yensuru fiili muzari nefyi hal yardım etmiyor ﺭﺻﻧﻴ ﻻ - la yensuru fiili muzari nefyi istikbal yardım etmeyecek ﺭﺻﻧﻴ ﻦﻠ - len yensure fiili muzari te'kidi nefyi istikbal elbette yardım etmeyecek ﺭﺻﻧﻴﻠ - li yensur emri ğaib yardım etsin ﺭﺻﻧﻴ ﻻ - la yensur nehyi ğaib yardım etmesin ﺭﺼﻧﺃ - unsur emri hazır yardım et ﺭﺻﻧﺘ ﻻ - la tensur nehyi hazır yardım etme ﺭﺼﻧﻣ - mansarun ismi zaman,ismi mekan,mastar mimi yardım edecek zaman,yardım edecek mekan yardım etmek ﺭﺼﻧﻣ - minsarun ismi alet yardım edecek alet ﺓﺭﺻﻧ - nasraten mastar bina-i merre bir kere yardım etmek ﺓﺭﺻﻧ - nısraten mastar bina-i nev'i bir çeşit yardım etmek ﺭﻴﺻﻧ - nusayrun ismi tesğir yardım etmecik ﻯﺭﺻﻧ - nasriyyun ismi mensup yardım etmeye mensup ﺭﺎﺼﻧ - nassarun mubalağalı ismi fail çok yardım eden ﺭﺻﻧﺃ - ensaru ismi tafdil en çok yardım eden ﻩﺭﺻﻧﺃ ﺎﻣ - ma ensarahu fiili teaccübi evvel acayip yardım etti ﻪﺑﺭﺻﻧﺃﻭ - ve ensır bihi fiili teaccübi sani ne acayip yardım etti
Aşağıdaki çekim tablolarından her birine "EMSİLE-İ MUTTARİDE" denilir.
MALUM FİİLİ MAZİ ÇEKİM KALIPLARI
ﺭﺼﻧ (nasaRA) müfret müzekker ğaib yardım etti bir erkek ﺍﺭﺼﻧ (nasaRAa) tesniye müzekker ğaib yardım etti iki erkek ﺍﻭﺭﺼﻧ (nasaRUu) cemi müzekker ğaib yardım ettiler erkekler ﺖﺭﺼﻧ (nasaRAt) müfret müennes ğaibe yardım etti bir bayan ﺎﺗﺭﺼﻧ (nasaRAtaa) tesniye müennes ğaibe yardım etti iki bayan ﻥﺮﺻﻧ (nasaRne) cemi müennes ğaibe yardım ettiler bayanlar ﺖﺭﺼﻧ (nasaRte) müfret müzekker muhatab yardım ettin sen bir erkek ﺎﻤﺘﺮﺼﻧ (nasaRtuma) tesniye müzekker muhatab yardım ettiniz siz iki erkek ﻢﺘﺭﺻﻧ (nasaRtum) cemi müzekker muhatab yardım ettiniz siz erkekler ﺖﺭﺼﻧ (nasaRti) müfret müennes muhataba yardım ettin sen bir bayan ﺎﻤﺘﺮﺼﻧ (nasaRtuma) tesniye müennes muhataba yardım ettiniz sin iki bayan ﻥﺘﺭﺻﻧ (nasaRtunne) cemi müennes muhataba yardım ettiniz siz bayanlar ﺖﺭﺼﻧ (nasaRtu) nefsi mütekellim vahdeh ben yardım ettim ﺎﻧﺭﺼﻧ (nasaRna) nefsi mütekellim meal ğayr biz yardım ettik
MEÇHUL FİİLİ MAZİ ÇEKİM KALIPLARI
ﺭﺼﻧ (nusıre) müfret müzekker ğaib yardım edildi bir erkek ﺍﺭﺼﻧ (nusıraa) tesniye müzekker ğaib yardım edildi iki erkek ﺍﻭﺭﺼﻧ (nusıruu) cemi müzekker ğaib yardım edildiler erkekler ﺖﺭﺼﻧ (nusıret) müfret müennes ğaibe yardım edildi bir bayan ﺎﺗﺭﺼﻧ (nusıretaa) tesniye müennes ğaibe yardım edildi iki bayan ﻥﺮﺻﻧ (nusırne) cemi müennes ğaibe yardım edildiler bayanlar ﺖﺭﺼﻧ (nusırte) müfret müzekker muhatab sen yardım edildin bir erkek ﺎﻤﺘﺮﺼﻧ (nusırtumaa) tesniye müzekker muhatab siz yardım edildiniz iki erkek ﻢﺘﺭﺻﻧ (nusırtum) cemi müzekker muhatab siz yardım edildiniz erkekler ﺖﺭﺼﻧ (nusırti) müfret müennes muhataba sen yardım edildin bir bayan ﺎﻤﺘﺮﺼﻧ (nusırtuma) tesniye müennes muhataba siz yardım edildiniz iki bayan ﻥﺘﺭﺻﻧ (nusırtunne) cemi müennes muhataba siz yardım edildiniz bayanlar ﺖﺭﺼﻧ (nusırtu) nefsi mütekellim vahdeh ben yardım edildim ﺎﻧﺭﺼﻧ (nusırnaa) nefsi mütekellim meal ğayr biz yardım edildik
MALUM FİİLİ MUZARİ ÇEKİM KALIPLARI ﺭﺻﻧﻴ (yensuru) müfret müzekker ğaib yardım eder,ediyor,edecek bir erkek ﻥﺍﺭﺻﻧﻳ (yensuraani) tesniye müzekker ğaib yardım eder,ediyor,edecek iki erkek ﻥﻭﺭﺻﻧﻳ (yensuruune) cemi müzekker ğaib yardım eder,ediyor,edecek erkekler ﺭﺻﻧﺗ (tensuru) müfret müennes ğaibe yardım eder,ediyor,edecek bir bayan ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ (tensuraani) tesniye müennes ğaibe yardım eder,ediyor,edecek iki bayan ﻥﺭﺻﻧﻳ (yensurne) cemi müennes ğaibe yardım eder,ediyor,edecek bayanlar ﺭﺻﻧﺗ (tensuru) müfret müzekker muhatab sen yardım edersin,ediyorsun,edeceksin bir erkek ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ (tensuraani) tesniye müzekker muhatab siz yardım edersiniz,ediyorsunuz,edeceksiniz iki erkek ﻥﻭﺭﺻﻧﺗ (tensuruune) cemi müzekker muhatab siz yardım edersiniz,ediyorsunuz,edeceksiniz erkekler ﻥﻴﺭﺻﻧﺗ (tensuriine) müfret müennes muhataba sen yardım edersin,ediyorsun,edeceksin bir bayan ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ (tensuraani) tesniye müennes muhataba siz yardım edersiniz,ediyorsunuz,edeceksiniz iki bayan ﻥﺭﺻﻧﺗ (tensurne) cemi müennes muhataba siz yardım edersiniz,ediyorsunuz,edeceksiniz bayanlar ﺭﺼﻧﺃ (ensuru) nefsi mütekellim vahdeh ben yardım ederim,ediyorum,edeceğim ﺭﺼﻧﻧ (nensuru) nefsi mütekellim meal ğayr biz yardım ederiz,ediyoruz,edeceğiz
MEÇHUL FİİLİ MUZARİ ÇEKİM KALIPLARI ﺭﺻﻧﻴ (yunsaru) müfret müzekker ğaib yardım olunur,olunuyor,olunacak bir erkek ﻥﺍﺭﺻﻧﻳ (yunsaraani) tesniye müzekker ğaib yardım olunurlar,olunuyorlar,olunacaklar iki erkek ﻥﻭﺭﺻﻧﻳ (yunsaruune) cemi müzekker ğaib yardım olunurlar,olunuyorlar,olunacaklar erkekler ﺭﺻﻧﺗ (tunsaru) müfret müennes ğaibe yardım olunur,olunuyor,olunacak bir bayan ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ (tunsaraani) tesniye müennes ğaibe yardım olunurlar,olunuyorlar,olunacaklar iki bayan ﻥﺭﺻﻧﻳ (yunsarne) cemi müennes ğaibe yardım olunurlar,olunuyorlar,olunacaklar bayanlar ﺭﺻﻧﺗ (tunsaru) müfret müzekker muhatab sen yardım olunursun,olunuyorsun,olunacaksın bir erkek ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ (tunsaraani) tesniye müzekker muhatab siz yardım olunursunuz,olunuyorsunuz,olunacaksınız iki erkek ﻥﻭﺭﺻﻧﺗ (tunsaruune) cemi müzekker muhatab siz yardım olunursunuz,olunuyorsunuz,olunacaksınız erkekler ﻥﻴﺭﺻﻧﺗ (tunsariine) müfret müennes muhataba sen yardım olunursun,olunuyorsun,olunacaksın bir bayan ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ (tunsaraani) tesniye müennes muhataba siz yardım olunursunuz,olunuyorsunuz,olunacaksınız iki bayan ﻥﺭﺻﻧﺗ (tunsarne) cemi müennes muhataba siz yardım olunursunuz,olunuyorsunuz,olunacaksınız bayanlar ﺭﺼﻧﺃ (unsaru) nefsi mütekellim vahdeh ben yardım olunurum,olunuyorum,olunacağım ﺭﺼﻧﻧ (nunsaru) nefsi mütekellim meal ğayr biz yardım olunuruz,olunuyoruz,olunacağız
MİMSİZ MASTAR ÇEKİM KALIPLARI ﺍﺭﺼﻧ (nasren) müfret (tekil) bir yardım etmek ﻥﺍﺭﺼﻧ (nasrani) tesniye (ikil) iki yardım etmek ﺖﺍﺭﺼﻧ (nasratun) cemi (çoğul) cemi(çoğul) yardım etmek
İSMİ FAİL ÇEKİM KALIPLARI ﺭﺼﺎﻧ (naasirun) müfret müzekker yardım edici bir erkek ﻥﺍﺭﺼﺎﻧ (nasiraani) tesniye müzekker yardım edici iki erkek ﻥﻭﺭﺼﺎﻧ (nasiruune) cemi müzekker yardım edici erkekler ﺭﺎﺻﻧ (nussaarun) cemi müzekker mükesser yardım edici erkekler ﺭﺼﻧ ﻭ (ve nussarun) cemi müzekker mükesser yardım edici erkekler ﺓﺭﺼﻧ ﻭ (ve nasaretun) cemi müzekker mükesser yardım edici erkekler ﺓﺭﺼﺎﻧ (naasiretun) müfret müennes yardım edici bir bayan ﻥﺎﺗﺭﺼﺎﻧ (naasiretaani) tesniye müennes yardım edici iki bayan ﺖﺍﺭﺼﺎﻧ (naasiraatun) cemi müennes yardım edici bayanlar ﺭﺻﺍﻮﻧﻭ (ve nevaasiru) cemi müennes mükessereh yardım edici bayanlar
İSMİ MEF'UL ÇEKİM KALIPLARI ﺭﻭﺻﻧﻤ (mensuurun) müfret müzekker yardım olunmuş bir erkek ﻥﺍﺭﻭﺻﻧﻤ (mensuurani) tesniye müzekker yardım olunmuş iki erkek ﻥﻮﺭﻭﺻﻧﻤ (mensuuruune) cemi müzekker yardım olunmuş erkekler ﺓﺭﻭﺻﻧﻤ (mensuuretun) müfret müennes yardım olunmuş bir bayan ﻥﺎﺗﺭﻭﺻﻧﻤ (mensuuretaani) tesniye müennes yardım olunmuş iki bayan ﺖﺍﺭﻭﺻﻧﻤ (mensuuraatun) cemi müennes yardım olunmuş bayanlar ﺭﺼﺎﻧﻤﻭ (ve menaasiru) cemi müzekker mükesser yardım olunmuş erkekler
MALUM FİİLİ MUZARİ CAHDİ MUTLAK ÇEKİM KALIPLARI ﺭﺻﻧﻴ ﻢﻟ (lem yensur) müfret müzekker ğaib yardım etmedi bir erkek ﺍﺭﺻﻧﻳ ﻢﻟ (lem yensuraa) tesniye müzekker ğaib yardım etmediler iki erkek ﺍﻭﺭﺻﻧﻳ ﻢﻟ (lem yensuruu) cemi müzekker ğaib yardım etmediler erkekler ﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tensur) müfret müennes ğaibe yardım etmedi bir bayan ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tensuraa) tesniye müennes ğaibe yardım etmediler iki bayan ﻥﺭﺻﻧﻳ ﻢﻟ (lem yensurne) cemi müennes ğaibe yardım etmediler bayanlar ﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tensur) müfret müzekker muhatab sen yardım etmedin bir erkek ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tensuraa) tesniye müzekker muhatab siz yardım etmediniz iki erkek ﺍﻭﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tensuruu) cemi müzekker muhatab siz yardım etmediniz erkekler ﻯﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tensurii) müfret müennes muhataba sen yardım etmedin bir bayan ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tensuraa) tesniye müennes muhataba siz yardım etmediniz iki bayan ﻥﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tensurne) cemi müennes muhataba siz yardım etmediniz bayanlar ﺭﺼﻧﺃ ﻢﻟ (lem ensur) nefsi mütekellim vahdeh ben yardım etmedim ﺭﺼﻧﻧ ﻢﻟ (lem nensur) nefsi mütekellim meal ğayr biz yardım etmedik
MEÇHUL FİİLİ MUZARİ CAHDİ MUTLAK ÇEKİM KALIPLARI ﺭﺻﻧﻴ ﻢﻟ (lem yunsar) müfret müzekker ğaib yardım olunmadı bir erkek ﺍﺭﺻﻧﻳ ﻢﻟ (lem yunsaraa) tesniye müzekker ğaib yardım olunmadılar iki erkek ﺍﻭﺭﺻﻧﻳ ﻢﻟ (lem yunsaruu) cemi müzekker ğaib yardım olunmadılar erkekler ﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tunsar) müfret müennes ğaibe yardım olunmadı bir bayan ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tunsaraa) tesniye müennes ğaibe yardım olunmadılar iki bayan ﻥﺭﺻﻧﻳ ﻢﻟ (lem yunsarne) cemi müennes ğaibe yardım olunmadılar bayanlar ﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tunsar) müfret müzekker muhatab sen yardım olunmadın bir erkek ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tunsaraa) tesniye müzekker muhatab siz yardım olunmadınız iki erkek ﺍﻭﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tunsaruu) cemi müzekker muhatab siz yardım olunmadınız erkekler ﻯﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tunsarii) müfret müennes muhataba sen yardım olunmadın bir bayan ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tunsaraa) tesniye müennes muhataba siz yardım olunmadınız iki bayan ﻥﺭﺻﻧﺗ ﻢﻟ (lem tunsarne) cemi müennes muhataba siz yardım olunmadınız bayanlar ﺭﺼﻧﺃ ﻢﻟ (lem unsar) nefsi mütekellim vahdeh ben yardım olunmadım ﺭﺼﻧﻧ ﻢﻟ (lem nunsar) nefsi mütekellim meal ğayr biz yardım olunmadık
(henüz = geçmiş zamanın tamamında) ﺭﺻﻧﻴ ﺎﻤﻟ (lemma yensur) müfret müzekker ğaib henüz yardım etmedi bir erkek ﺍﺭﺻﻧﻳ ﺎﻤﻟ (lemma yensuraa) tesniye müzekker ğaib henüz yardım etmediler iki erkek ﺍﻭﺭﺻﻧﻳ ﺎﻤﻟ (lemma yensuruu) cemi müzekker ğaib henüz yardım etmediler erkekler ﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tensur) müfret müennes ğaibe henüz yardım etmedi bir bayan ﺍﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tensuraa) tesniye müennes ğaibe henüz yardım etmediler iki bayan ﻥﺭﺻﻧﻳ ﺎﻤﻟ (lemma yensurne) cemi müennes ğaibe henüz yardım etmediler bayanlar ﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tensur) müfret müzekker muhatab henüz sen yardım etmedin bir erkek ﺍﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tensuraa) tesniye müzekker muhatab henüz siz yardım etmediniz iki erkek ﺍﻭﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tensuruu) cemi müzekker muhatab henüz siz yardım etmediniz erkekler ﻯﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tensurii) müfret müennes muhataba henüz sen yardım etmedin bir bayan ﺍﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tensuraa) tesniye müennes muhataba henüz siz yardım etmediniz iki bayan ﻥﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tensurne) cemi müennes muhataba henüz siz yardım etmediniz bayanlar ﺭﺼﻧﺃ ﺎﻤﻟ (lemma ensur) nefsi mütekellim vahdeh henüz ben yardım etmedim ﺭﺼﻧﻧ ﺎﻤﻟ (lemma nensur) nefsi mütekellim meal ğayr henüz biz yardım etmedik
(henüz = geçmiş zamanın tamamında) ﺭﺻﻧﻴ ﺎﻤﻟ (lemma yunsar) müfret müzekker ğaib henüz yardım olunmadı bir erkek ﺍﺭﺻﻧﻳ ﺎﻤﻟ (lemma yunsaraa) tesniye müzekker ğaib henüz yardım olunmadılar iki erkek ﺍﻭﺭﺻﻧﻳ ﺎﻤﻟ (lemma yunsaruu) cemi müzekker ğaib henüz yardım olunmadılar erkekler ﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tunsar) müfret müennes ğaibe henüz yardım olunmadı bir bayan ﺍﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tunsaraa) tesniye müennes ğaibe henüz yardım olunmadılar iki bayan ﻥﺭﺻﻧﻳ ﺎﻤﻟ (lemma yunsarne) cemi müennes ğaibe henüz yardım olunmadılar bayanlar ﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tunsar) müfret müzekker muhatab henüz sen yardım olunmadın bir erkek ﺍﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tunsaraa) tesniye müzekker muhatab henüz siz yardım olunmadınız iki erkek ﺍﻭﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tunsaruu) cemi müzekker muhatab henüz siz yardım olunmadınız erkekler ﻯﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tunsarii) müfret müennes muhataba henüz sen yardım olunmadın bir bayan ﺍﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tunsaraa) tesniye müennes muhataba henüz siz yardım olunmadınız iki bayan ﻥﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤﻟ (lemma tunsarne) cemi müennes muhataba henüz siz yardım olunmadınız bayanlar ﺭﺼﻧﺃ ﺎﻤﻟ (lemma unsar) nefsi mütekellim vahdeh henüz ben yardım olunmadım ﺭﺼﻧﻧ ﺎﻤﻟ (lemma nunsar) nefsi mütekellim meal ğayr henüz biz yardım olunmadık
MALUM FİİLİ MUZARİ NEFYİ HAL ﺭﺻﻧﻴ ﺎﻤ (ma yensuru) müfret müzekker ğaib yardım etmiyor bir erkek ﻥﺍﺭﺻﻧﻳ ﺎﻤ (ma yensuraani) tesniye müzekker ğaib yardım etmiyorlar iki erkek ﻥﻭﺭﺻﻧﻳ ﺎﻤ (ma yensuruune) cemi müzekker ğaib yardım etmiyorlar erkekler ﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tensuru) müfret müennes ğaibe yardım etmiyor bir bayan ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tensuraani) tesniye müennes ğaibe yardım etmiyorlar iki bayan ﻥﺭﺻﻧﻳ ﺎﻤ (ma yensurne) cemi müennes ğaibe yardım etmiyorlar bayanlar ﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tensuru) müfret müzekker muhatab sen yardım etmiyorsun bir erkek ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tensuraani) tesniye müzekker muhatab siz yardım etmiyorsunuz iki erkek ﻥﻭﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tensuruune) cemi müzekker muhatab siz yardım etmiyorsunuz erkekler ﻥﻴﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tensuriine) müfret müennes muhataba sen yardım etmiyorsun bir bayan ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tensuraani) tesniye müennes muhataba siz yardım etmiyorsunuz iki bayan ﻥﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tensurne) cemi müennes muhataba siz yardım etmiyorsunuz bayanlar ﺭﺼﻧﺃ ﺎﻤ (ma ensuru) nefsi mütekellim vahdeh ben yardım etmiyorum ﺭﺼﻧﻧ ﺎﻤ (ma nensuru) nefsi mütekellim meal ğayr biz yardım etmiyoruz
MEÇHUL FİİLİ MUZARİ NEFYİ HAL ﺭﺻﻧﻴ ﺎﻤ (ma yunsaru) müfret müzekker ğaib yardım olunmuyor bir erkek ﻥﺍﺭﺻﻧﻳ ﺎﻤ (ma yunsaraani) tesniye müzekker ğaib yardım olunmuyor iki erkek ﻥﻭﺭﺻﻧﻳ ﺎﻤ (ma yunsaruune) cemi müzekker ğaib yardım olunmuyorlar erkekler ﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tunsaru) müfret müennes ğaibe yardım olunmuyor bir bayan ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tunsaraani) tesniye müennes ğaibe yardım olunmuyor iki bayan ﻥﺭﺻﻧﻳ ﺎﻤ (ma yunsarne) cemi müennes ğaibe yardım olunmuyorlar bayanlar ﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tunsaru) müfret müzekker muhatab sen yardım olunmuyorsun bir erkek ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tunsaraani) tesniye müzekker muhatab siz yardım olunmuyorsunuz iki erkek ﻥﻭﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tunsaruune) cemi müzekker muhatab siz yardım olunmuyorsunuz erkekler ﻥﻴﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tunsariine) müfret müennes muhataba sen yardım olunmuyorsun bir bayan ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tunsaraani) tesniye müennes muhataba siz yardım olunmuyorsunuz iki bayan ﻥﺭﺻﻧﺗ ﺎﻤ (ma tunsarne) cemi müennes muhataba siz yardım olunmuyorsunuz bayanlar ﺭﺼﻧﺃ ﺎﻤ (ma unsaru) nefsi mütekellim vahdeh ben yardım olunmuyorum ﺭﺼﻧﻧ ﺎﻤ (ma nunsaru) nefsi mütekellim meal ğayr biz yardım olunmuyoruz
MALUM FİİLİ MUZARİ NEFYİ İSTİKBAL ﺭﺻﻧﻴ ﻻ (la yensuru) müfret müzekker ğaib yardım etmeyecek bir erkek ﻥﺍﺭﺻﻧﻳ ﻻ (la yensuraani) tesniye müzekker ğaib yardım etmeyecek iki erkek ﻥﻭﺭﺻﻧﻳ ﻻ (la yensuruune) cemi müzekker ğaib yardım etmeyecekler erkekler ﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tensuru) müfret müennes ğaibe yardım etmeyecek bir bayan ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tensuraani) tesniye müennes ğaibe yardım etmeyecek iki bayan ﻥﺭﺻﻧﻳ ﻻ (la yensurne) cemi müennes ğaibe yardım etmeyecekler bayanlar ﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tensuru) müfret müzekker muhatab sen yardım etmeyeceksin bir erkek ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tensuraani) tesniye müzekker muhatab siz yardım etmeyeceksiniz iki erkek ﻥﻭﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tensuruune) cemi müzekker muhatab siz yardım etmeyeceksiniz erkekler ﻥﻴﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tensuriine) müfret müennes muhataba sen yardım etmeyeceksin bir bayan ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tensuraani) tesniye müennes muhataba siz yardım etmeyeceksiniz iki bayan ﻥﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tensurne) cemi müennes muhataba siz yardım etmeyeceksiniz bayanlar ﺭﺼﻧﺃ ﻻ (la ensuru) nefsi mütekellim vahdeh ben yardım etmeyeceğim ﺭﺼﻧﻧ ﻻ (la nensuru) nefsi mütekellim meal ğayr biz yardım etmeyeceğiz
MEÇHUL FİİLİ MUZARİ NEFYİ İSTİKBAL ﺭﺻﻧﻴ ﻻ (la yunsaru) müfret müzekker ğaib yardım olunmayacak bir erkek ﻥﺍﺭﺻﻧﻳ ﻻ (la yunsaraani) tesniye müzekker ğaib yardım olunmayacak iki erkek ﻥﻭﺭﺻﻧﻳ ﻻ (la yunsaruune) cemi müzekker ğaib yardım olunmayacaklar erkekler ﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tunsaru) müfret müennes ğaibe yardım olunmayacak bir bayan ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tunsaraani) tesniye müennes ğaibe yardım olunmayacak iki bayan ﻥﺭﺻﻧﻳ ﻻ (la yunsarne) cemi müennes ğaibe yardım olunmayacaklar bayanlar ﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tunsaru) müfret müzekker muhatab sen yardım olunmayacaksın bir erkek ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tunsaraani) tesniye müzekker muhatab siz yardım olunmayacaksınız iki erkek ﻥﻭﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tunsaruune) cemi müzekker muhatab siz yardım olunmayacaksınız erkekler ﻥﻴﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tunsariine) müfret müennes muhataba sen yardım olunmayacaksın bir bayan ﻥﺍﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tunsaraani) tesniye müennes muhataba siz yardım olunmayacaksınız iki bayan ﻥﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tunsarne) cemi müennes muhataba siz yardım olunmayacaksınız bayanlar ﺭﺼﻧﺃ ﻻ (la unsaru) nefsi mütekellim vahdeh ben yardım olunmayacağım ﺭﺼﻧﻧ ﻻ (la nunsaru) nefsi mütekellim meal ğayr biz yardım olunmayacağız
MALUM FİİLİ MUZARİ TE'KİDİ NEFYİ İSTİKBAL ﺭﺻﻧﻴ ﻥﻠ (len yensura) müfret müzekker ğaib elbette yardım etmeyecek bir erkek ﺍﺭﺻﻧﻳ ﻥﻠ (len yensuraa) tesniye müzekker ğaib elbette yardım etmeyecek iki erkek ﺍﻭﺭﺻﻧﻳ ﻥﻠ (len yensuruu) cemi müzekker ğaib elbette yardım etmeyecekler erkekler ﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tensura) müfret müennes ğaibe elbette yardım etmeyecek bir bayan ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tensuraa) tesniye müennes ğaibe elbette yardım etmeyecek iki bayan ﻥﺭﺻﻧﻳ ﻥﻠ (len yensurne) cemi müennes ğaibe elbette yardım etmeyecekler bayanlar ﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tensura) müfret müzekker muhatab elbette sen yardım etmeyeceksin bir erkek ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tensuraa) tesniye müzekker muhatab elbette siz yardım etmeyeceksiniz iki erkek ﺍﻭﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tensuruu) cemi müzekker muhatab elbette siz yardım etmeyeceksiniz erkekler ﻯﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tensurii) müfret müennes muhataba elbette sen yardım etmeyeceksin bir bayan ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tensuraa) tesniye müennes muhataba elbette siz yardım etmeyeceksiniz iki bayan ﻥﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tensurne) cemi müennes muhataba elbette siz yardım etmeyeceksiniz bayanlar ﺭﺼﻧﺃ ﻥﻠ (len ensura) nefsi mütekellim vahdeh elbette ben yardım etmeyeceğim ﺭﺼﻧﻧ ﻥﻠ (len nensura) nefsi mütekellim meal ğayr elbette biz yardım etmeyeceğiz
MEÇHUL FİİLİ MUZARİ TE'KİDİ NEFYİ İSTİKBAL
ﺭﺻﻧﻴ ﻥﻠ (len yunsara) müfret müzekker ğaib elbette yardım olunmayacak bir erkek ﺍﺭﺻﻧﻳ ﻥﻠ (len yunsaraa) tesniye müzekker ğaib elbette yardım olunmayacak iki erkek ﺍﻭﺭﺻﻧﻳ ﻥﻠ (len yunsaruu) cemi müzekker ğaib elbette yardım olunmayacaklar erkekler ﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tunsara) müfret müennes ğaibe elbette yardım olunmayacak bir bayan ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tunsaraa) tesniye müennes ğaibe elbette yardım olunmayacak iki bayan ﻥﺭﺻﻧﻳ ﻥﻠ (len yunsarne) cemi müennes ğaibe elbette yardım olunmayacaklar bayanlar ﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tunsara) müfret müzekker muhatab elbette sen yardım olunmayacaksın bir erkek ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tunsaraa) tesniye müzekker muhatab elbette siz yardım olunmayacaksınız iki erkek ﺍﻭﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tunsaruu) cemi müzekker muhatab elbette siz yardım olunmayacaksınız erkekler ﻯﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tunsarii) müfret müennes muhataba elbette sen yardım olunmayacaksın bir bayan ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tunsaraa) tesniye müennes muhataba elbette siz yardım olunmayacaksınız iki bayan ﻥﺭﺻﻧﺗ ﻥﻠ (len tunsarne) cemi müennes muhataba elbette siz yardım olunmayacaksınız bayanlar ﺭﺼﻧﺃ ﻥﻠ (len unsara) nefsi mütekellim vahdeh elbette ben yardım olunmayacağım ﺭﺼﻧﻧ ﻥﻠ (len nunsara) nefsi mütekellim meal ğayr elbette biz yardım olunmayacağız
MALUM EMRİ ĞAİB ﺭﺻﻧﻳﻠ (li yensur) müfret müzekker ğaib yardım etsin bir erkek ﺍﺭﺻﻧﻳﻠ (li yensuraa) tesniye müzekker ğaib yardım etsin iki erkek ﺍﻭﺭﺻﻧﻳﻠ (li yensuruu) cemi müzekker ğaib yardım etsinler erkekler ﺭﺻﻧﺗﻠ (li tensur) müfret müennes ğaibe yardım etsin bir bayan ﺍﺭﺻﻧﺗﻠ (li tensuraa) tesniye müennes ğaibe yardım etsin iki bayan ﻥﺭﺻﻧﻳﻠ (li yensurne) cemi müennes ğaibe yardım etsinler bayanlar
MEÇHUL EMRİ ĞAİB ﺭﺻﻧﻳﻠ (li yunsar) müfret müzekker ğaib yardım olunsun bir erkek ﺍﺭﺻﻧﻳﻠ (li yunsaraa) tesniye müzekker ğaib yardım olunsun iki erkek ﺍﻭﺭﺻﻧﻳﻠ (li yunsaruu) cemi müzekker ğaib yardım olunsunlar erkekler ﺭﺻﻧﺗﻠ (li tunsar) müfret müennes ğaibe yardım olunsun bir bayan ﺍﺭﺻﻧﺗﻠ (li tunsaraa) tesniye müennes ğaibe yardım olunsun iki bayan ﻥﺭﺻﻧﻳﻠ (li yunsarne) cemi müennes ğaibe yardım olunsunlar bayanlar ﺭﺼﻧﻷ (li unsar) nefsi mütekellim vahdeh ben yardım olunurum ﺭﺻﻧﻧﻠ (li nunsar) nefsi mütekellim meal ğayr biz yardım olunuruz
MALUM EMRİ HAZIR ﺭﺼﻧﺃ (unsur) müfret müzekker muhatab sen yardım et bir erkek (gelecek zamanda) ﺍﺭﺼﻧﺃ (unsuraa) tesniye müzekker muhatab siz yardım edin iki erkek (gelecek zamanda) ﺍﻮﺭﺼﻧﺃ (unsuruu) cemi müzekker muhatab sialer yardım ediniz erkekler (gelecek zamanda) ﻯﺭﺼﻧﺃ (unsurii) müfret müennes muhataba sen yardım et bir bayan (gelecek zamanda) ﺍﺭﺼﻧﺃ (unsuraa) tesniye müennes muhataba siz yardım edin iki bayan (gelecek zamanda) ﻥﺭﺼﻧﺃ (unsurne) cemi müennes muhataba sizlar yardım ediniz bayanlar (gelecek zamanda)
MEÇHUL EMRİ HAZIR ﺭﺻﻧﺗﻠ (li tunsar) müfret müzekker muhatab yardım edil sen bir erkek (gelecek zamanda) ﺍﺭﺻﻧﺗﻠ (li tunsaraa) tesniye müzekker muhatab yardım olun siz iki erkek (gelecek zamanda) ﺍﻭﺭﺻﻧﺗﻠ (li tunsaruu) cemi müzekker muhatab yardım olunun sizler erkekler (gelecek zamanda) ﻯﺭﺻﻧﺗﻠ (li tunsarii) müfret müennes muhataba yardım olun sen bir bayan (gelecek zamanda) ﺍﺭﺻﻧﺗﻠ (li tunsaraa) tesniye müennes muhataba yardım olun sizler iki bayan (gelecek zamanda) ﻥﺭﺻﻧﺗﻠ (li tunsarne) cemi müennes muhataba yardım olununuz sizler bayanlar (gelecek zamanda) ﺭﺼﻧﻷ (li unsar) nefsi mütekellim vahdeh yardım olunayım ben (gelecek zamanda) ﺭﺻﻧﻧﻠ (li nunsar) nefsi mütekellim meal ğayr yardım olunalım biz (gelecek zamanda)
MALUM NEHYİ HAZIR ﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tensur) müfret müzekker muhatab yardım etme sen bir erkek (gelecek zamanda) ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tensuraa) tesniye müzekker muhatab yardım etmeyin siz iki erkek (gelecek zamanda) ﺍﻭﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tensuruu) cemi müzekker muhatab yardım etmeyin sizler erkekler (gelecek zamanda) ﻯﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tensurii) müfret müennes muhataba yardım etme sen bir bayan (gelecek zamanda) ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tensuraa) tesniye müennes muhataba yardım etmeyin siz iki bayan (gelecek zamanda) ﻥﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tensurne) cemi müennes muhataba yardım etmeyin sizler bayanlar (gelecek zamanda)
MEÇHUL NEHYİ HAZIR ﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tunsar) müfret müzekker muhatab sen yardım edilme bir erkek (gelecek zamanda) ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tunsaraa) tesniye müzekker muhatab siz ikiniz yardım edilmeyiniz iki erkek (gelecek zamanda) ﺍﻭﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tunsaruu) cemi müzekker muhatab sizler yardım edilmeyiniz erkekler (gelecek zamanda) ﻯﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tunsarii) müfret müennes muhataba sen yardım edilme bir bayan (gelecek zamanda) ﺍﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tunsaraa) tesniye müennes muhataba siz yardım edilmeyiniz iki bayanlar (gelecek zamanda) ﻥﺭﺻﻧﺗ ﻻ (la tunsarne) cemi müennes muhataba sizler yardım edilmeyiniz bayanlar (gelecek zamanda) ﺭﺼﻧﺃ ﻻ (la unsar) nefsi mütekellim vahdeh yardım edilmem ben (gelecek zamanda) ﺭﺼﻧﻧ ﻻ (la nunsar) nefsi mütekellim meal ğayr yardım edilmeyiz biz (gelecek zamanda)
İSMİ ZAMAN,İSMİ MEKAN,MASTAR MİMİ ﺭﺻﻧﻤ (mensarun) müfret yardım edecek zaman,yardım edecek mekan,yardım etmek ﻥﺍﺭﺻﻧﻤ (mensaraani) tesniye yardım edecek iki zaman,yardım edecek iki mekan,yardım etmek ﺭﺻﺎﻧﻤ (menaasiru) cemi yardım edecek zamanlar,yardım edecek mekanlar,yardım etmek
İSMİ ALET ﺭﺻﻧﻤ (minsarun) müfret yardım edecek bir alet ﻥﺍﺭﺻﻧﻤ (minsaraani) tesniye yardım edecek iki alet ﺭﺻﺎﻧﻤ (menaasiru) cemi yardım edecek aletler
MASTAR BİNA-İ MERREH ﺓﺭﺻﻧ (nasraten) müfret bir kere yardım etmek ﻥﺎﺗﺭﺻﻧ (nasrataani) tesniye iki kere yardım etmek ﺖﺍﺭﺻﻧ (nasraatun) cemi cemi (çoğul kere = 3 veya daha fazla) kere yardım etmek
MASTAR BİNA-İ NEVİ ﺓﺭﺻﻧ (nısraten) müfret bir çeşit yardım etmek ﻥﺎﺗﺭﺻﻧ (nısrataani) tesniye iki çeşit yardım etmek ﺖﺍﺭﺻﻧ (nısraatun) cemi çok çeşitli yardım etmek
İSMİ TESĞİR ﺭﻴﺻﻧ (nusayrun) müfret müzekker yardım etmecik bir erkek ﻥﺍﺭﻴﺻﻧ (nusayraani) tesniye müzekker yardım etmecik iki erkek ﻥﻮﺭﻴﺻﻧ (nusayruune) cemi müzekker yardım etmecik erkekler
İSMİ MENSUB ﻯﺭﺻﻧ (nasriyyun) müfret müzekker yardım etmeye mensub bir erkek ﻥﺎﻳﺭﺻﻧ (nasriyyaani) tesniye müzekker yardım etmeye mensub iki erkek ﻥﻮﻳﺭﺻﻧ (nasriyyuune) cemi müzekker yardım etmeye mensub erkekler ﺔﻴﺭﺻﻧ (nasriyyetun) müfret müennes yardım etmeye mensub bir bayan ﻥﺎﺘﻴﺭﺻﻧ (nasriyyetaani) tesniye müennes yardım etmeye mensub iki bayan ﺖﺎﻴﺭﺻﻧ (nasriyyaatun) cemi müennes yardım etmeye mensub bayanlar
.MUBALAĞALI İSMİ FAİL ﺭﺎﺼﻧ (nassaarun) müfret müzekker mubalağa ile yardım edici bir erkek ﻥﺍﺭﺎﺼﻧ (nassaaraani) tesniye müzekker mubalağa ile yardım edici iki erkek ﻥﻭﺭﺎﺼﻧ (nassaruune) cemi müzekker mubalağa ile yardım edici erkekler ﺓﺭﺎﺼﻧ (nassaaratun) müfret müennes mubalağa ile yardım edici bir bayan ﻥﺎﺗﺭﺎﺼﻧ (nassaarataani) tesniye müennes mubalağa ile yardım edici iki bayan ﺕﺍﺭﺎﺼﻧ (nassaaraatun) cemi müennes mubalağa ile yardım edici bayanlar
İSMİ TAFDİL ﺭﺼﻧﺃ (ensaru) müfret müzekker en çok yardım eden bir erkek ﻥﺍﺭﺼﻧﺃ (ensaraani) tesniye müzekker en çok yardım eden iki erkek ﻥﻭﺭﺼﻧﺃ (ensaruune) cemi müzekker en çok yardım eden erkekler ﺭﺼﺎﻧﺃﻮ (ve enaasıru) cemi müzekker mükesser en çok yardım eden erkekler ﻯﺭﺼﻧ (nusraa) müfret müennes en çok yardım eden bir bayan ﻥﺎﻳﺭﺼﻧ (nusrayaani) tesniye müennes en çok yardım eden iki bayan ﺖﺎﻳﺭﺼﻧ (nusrayaatun) cemi müennes en çok yardım eden bayanlar ﺭﺼﻧ ﻭ (ve nusaru) cemi müennes mükesser en çok yardım eden bayanlar
.FİİL-İ TEACCÜBİ EVVEL ﻩﺭﺼﻧﺃ ﺎﻣ (ma ensarahu) müfret müzekker ğaib acayip yardım etti bir erkek ﺎﻣﻫﺭﺼﻧﺃ ﺎﻣ (ma ensarahumaa) tesniye müzekker ğaib acayip yardım etti iki erkek ﻡﻫﺭﺼﻧﺃ ﺎﻣ (ma ensarahum) cemi müzekker ğaib acayip yardım ettiler erkekler ﺎﻫﺭﺼﻧﺃ ﺎﻣ (ma ensarahaa) müfret müennes ğaibe acayip yardım etti bir bayan ﺎﻣﻫﺭﺼﻧﺃ ﺎﻣ (ma ensarahumaa) tesniye müennes ğaibe acayip yardım etti iki bayan ﻥﻫﺭﺼﻧﺃ ﺎﻣ (ma ensarahunne) cemi müennes ğaibe acayip yardım ettiler bayanlar ﻚﺭﺼﻧﺃ ﺎﻣ (ma ensarake) müfret müzekker muhatab sen acayip yardım ettin bir erkek ﺎﻣﻛﺭﺼﻧﺃ ﺎﻣ (ma ensarakumaa) tesniye müzekker muhatab siz acayip yardım ettiniz iki erkek ﻢﻛﺭﺼﻧﺃ ﺎﻣ (ma ensarakum) cemi müzekker muhatab siz acayip yardım ettiniz erkekler ﻚﺭﺼﻧﺃ ﺎﻣ (ma ensaraki) müfret müennes muhataba sen acayip yardım ettin bir bayan ﺎﻣﻛﺭﺼﻧﺃ ﺎﻣ (ma ensarakumaa) tesniye müennes muhataba siz acayip yardım ettiniz iki bayan ﻥﻛﺭﺼﻧﺃ ﺎﻣ (ma ensarakunne) cemi müennes muhataba siz acayip yardım ettiniz bayanlar ﻰﻧﺭﺼﻧﺃ ﺎﻣ (ma ensaranii) nefsi mütekellim vahdeh acayip yardım ettim ben ﺎﻧﺭﺼﻧﺃ ﺎﻣ (ma ensaranaa) nefsi mütekellim meal ğayr acayip yardım ettik biz
FİİL-İ TEACCÜBİ SANİ ﻪﺑﺭﺼﻧﺃ ﻮ (ve ensır bihii) müfret müzekker ğaib ne acayip yardım etti bir erkek ﺎﻣﻬﺑﺭﺼﻧﺃ ﻮ (ve ensır bihimaa) tesniye müzekker ğaib ne acayip yardım etti iki erkek ﻡﻬﺑﺭﺼﻧﺃ ﻮ (ve ensır bihim) cemi müzekker ğaib ne acayip yardım ettiler erkekler ﺎﻬﺑﺭﺼﻧﺃ ﻮ (ve ensır bihaa) müfret müennes ğaibe ne acayip yardım etti bir bayan ﺎﻣﻬﺑﺭﺼﻧﺃ ﻮ (ve ensır bihimaa) tesniye müennes ğaibe ne acayip yardım etti iki bayan ﻥﻬﺑﺭﺼﻧﺃ ﻮ (ve ensır bihinne) cemi müennes ğaibe ne acayip yardım ettiler bayanlar ﻚﺑﺭﺼﻧﺃ ﻮ (ve ensır bike) müfret müzekker muhatab sen ne acayip yardım ettin bir erkek ﺎﻤﻛﺑﺭﺼﻧﺃ ﻮ (ve ensır bikumaa) tesniye müzekker muhatab siz ne acayip yardım ettiniz iki erkek ﻢﻛﺑﺭﺼﻧﺃ ﻮ (ve ensır bikum) cemi müzekker muhatab siz ne acayip yardım ettiniz erkekler ﻚﺑﺭﺼﻧﺃ ﻮ (ve ensır biki) müfret müennes muhataba sen ne acayip yardım ettin bir bayan ﺎﻤﻛﺑﺭﺼﻧﺃ ﻮ (ve ensır bikumaa) tesniye müennes muhataba siz ne acayip yardım ettiniz iki bayan ﻥﻜﺑﺭﺼﻧﺃ ﻮ (ve ensır bikunne) cemi müennes muhataba siz ne acayip yardım ettiniz bayanlar ﻰﻧﺑﺭﺼﻧﺃ ﻮ (ve ensır binii) nefsi mütekellim vahdeh ne acayip yardım ettim ben ﺎﻧﺑﺭﺼﻧﺃ ﻮ (ve ensır binaa) nefsi mütekellim meal ğayr ne acayip yardım ettik biz
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
ANA SAYFA/Bölümler/Zekât/Büyük Baş Hayvanların Zekâtı BÜYÜK BAŞ HAYVANLARIN ZEKÂTI 1 - Deve İster bir, ister iki hörgüçlü olsun, sayı beşi geçerse devenin tüm türlerine zekât düşer:
Sayı Gerekli olan miktar Sayı Gerekli olan miktar -den -e,a -den -e,a 5 9 Bir adet koyun 36 45 Üç yaşında bir dişi deve 10 14 İki adet koyun 46 60 Dört yaşında bir dişi deve 15 19 Üç adet koyun 61 75 Beş yaşında bir dişi deve 20 24 Dört koyun 76 90 Üç yaşında iki dişi deve 25 35 Ikiyaşında birdişi deve 91 120 Beş yaşında iki dişi deve 120’yi aşarsa farz olan her kırk deve için üç yaşında bir dişi deve, her 50 deve için de dört yaşında bir adet dişi deve ve bu miktar ne kadar çoğalırsa çoğalsın bu metot takip edilir.
2 - Sığır Manda, sığır ve inek türleri, sayıları otuzu aştığında aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi zekât gereklidir;
Sayı Gerekli olan miktar -den -e,a 30 39 İki yaşına basmış bir buzağı 40 59 İki yaşını aşmış sığır 60 69 Bir yaşına girmiş iki tane buzağı 70 79 Bir yaşına girmiş dananın yanında iki yaşını aşmış sığır 80 ~ 80 ve daha üzerine ulaştığında her 30 da bir yaşını doldurmuş iki yaşına girmiş dana, her 40 sığırda ise iki yaşını aşmış sığır. 3 - Koyunların zekâtı İster koyun ister keçi olsun sayıları 40’ı aştığında bunlara zekât gerekir.
Sayı Gerekli olan miktar -den -e,a 40 120 Bir koyun 121 200 İki koyun 201 399 Üç koyun 400 499 Dört koyun 500 599 Beş koyun 600 ~ Her yüz koyunda bir koyun verilir. Dolayısı ile 600 koyunda 6, yedi yüz koyunda da 7 koyun Zekât kimlere verilir? İslam zekâtın harcanacağı yerleri belirlemiştir. Müslümanın bu yerlerden birisine veya daha fazlasına veya müslümanlardan hak edenleri tespit edip dağıtan hayır kuruluşları, dernek ve vakıflara vermesi de caizdir. Faziletli olan ülke içerisinde dağıtılmasıdır.
Zekâtı Hak Edenler Aşağıdaki Gibidir:
Fakirler ve muhtaçlar: Bunlar, temel ihtiyaçlarını ve zorunlu giderlerini karşılayamayan insanlardır. Zekât toplamak veya dağıtmak üzere vazifeli görevliler. Efendisi ile kendisini azat etmesi için anlaşan köle. Buna yardım edilir ve özgürlüğüne kavuşması için zekâttan pay ayrılabilir. Borç altına girmiş fakat borcunu ödemeye gücü yetmeyen borçlu insanlar. Bu borç, ister kamu ile ilgili olsun ister insanlara hayır da yapılmış bir borç veya kendisine ait şahsi bir borç olsun sonuç değişmez. Allah yolunda cihat edenler. Bunlar ülke ve dinleri için savaşanlardır. Bunun kapsamına İslam’ı ve Allah’ın ismini yüceltmek için yapılan her çalışma girer. Kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlar: Bunlar ya yeni Müslüman olan kâfirler veya Müslüman olması umulanlardır. Bu sınıfa zekât, fertler tarafından değil, bu konuda ümmetin çıkarlarını gözetip kollayan hayır kurumları veya yöneticiler tarafından verilir. Çaresizlik içerisinde olan gurbette kalmış yolcular. Böyle birisi, kendi ülkesinde çok mala sahip olsa da zor durumda kaldığında kendisine zekât verilir. Yüce Allah şu ayeti kerimede zekât verilecek yerleri şöyle belirlemiştir: “Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri İslam’a ısındırılanlara, (Hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olana, yolda kalana mahsustur” (Tevbe, 60)
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
Dinlediniz değil mi?, onca çile sıkıntı dert sona erdi ve kuşlar simurga kavuştular ama çoğu değil az azıcığı sadece 30 kuş huzura kavuştular.Yüksek makamlara alındılar Şimdi de onlara bir sırlı mektup verildi. Orada yazılanları merak edenlere Attar bir hikaye anlatıyor şimdi. 24.bölüm güzelliğinin yıldızların bile kıskandığı Yusufu kardeşleri onu satılığa çıkarmıştılar. Mısır Azizi Yusuf'a onlardan alırken fiyatı pek ucuz buldu.Sattıktan sonra çaymasınlar diye onlardan bir belge istedi, bir satış kağıdı hazırlattı. 10 kardeşi de buna şahit tuttu .Yusuf Mısır'a sultan olunca bu kağıtta eline geçti.Kardeşleri kıtlığa düşüp buğday dilemek için katına gelinceye kadar kağıdı sakladı .Yusuf'un 10 kardeşi katına çıktıklarında tanımadılar onu,şereflerinden vazgeçtiler yardım istediler Mısır'ın yeni sultanından. Doğru sözlü Yusuf dedi ki ; __Ben de ibranice yazılmış bir yazı var adamlarımdan kimse okuyamadı onu.Eğer siz okuyabilirseniz size dilediğiniz kadar buğday veririm. Hepside İbranice bildiklerini sevindiler __Sultanım getir o yazıyı dediler. Hz Yusuf kendi yazdıkları kağıdı ellerine verince ise bir titreme düştü bedenlerini. Yusuf'a yaptıklarını düşünüp dertlendiren perişan oldular.Ne yazıyı okuyabildiler ne de Yusufa bir şey söyleye bildiler.Dilleri tutulmuştu sanki .Yusuf onlara; __ Ne oldu size böyle sanki aklınızı başınızdan gitti Tam kağıdı okuyacakken neden böyle susup kaldınız dedi. İçlerinden birisi; __Keşke ölseydik boynumuzu vursaydın ama bu kağıdı okumasaydık dedi. 30 kuşun 30'u da önlerine konan kağıtları bakınca Hz Yusuf'un kardeşleri gibi titremeye başladılar. Çok çilelere katlanmışlardı o ana kadar. Ama bu hepsinden daha güçlü geldi onlara .Önlerindeki kağıtlara iyice bakınca gördüler ki ne yapmış ne etmişlerse hepsi hepsi kağıtlarda yazılıydı. Yanlış bir yola girmişler onlarda Yusuflarını kuyuya atmışladı. Fakat çaresiz Yusuf'un Sultan olacak Senden İleri geçip sana hükmedecektir. Sen de sonunda hem yoksul hem de aç düşecek onun kapısını çalacaksın. Madem sonunda işin bana düşecek neden onu ucuza satarsın ki? Yaptıkları işlerden öyle utandı ki 30 kuş mum gibi eriyip gittiler yok oldular. Sonra her şeyden temizlenip arındıklarında onun nuruyla hepsi yeniden can buldu, yeniden kul oldular. Yine bir başka çeşit hayranlar düştüler eskiden yaptıklarını yapmadıklarını her şeyi unuttular yakınlık güneşe doğup ışığını üzerlerine saldığında ise onun ışığıyla hepsinin de canı parladı.O anda cihan simurg'unun yüzü aksetti o nurun yansımasıyla simurg'un yansımasını gördüler fakat şaşırıp kaldılar. Çünkü gördükleri 30 tane kuşdu sadece.Simurga bakınca kendilerini gördüler .Kendilerine baktıklarındaysa gördükleri yine simurgdu.Hiçbir şey anlamadılar bu işten.Bu gizli şeyin ne olduğunu bu işin hikmetini sordular ama kelimeler dudaklarından değil yüreklerinden dökülüyordu. Soruların cevabını aldılar ama kulakları duymamıştı.Onu güneşe benzeyen bu yer bir aynadır aslında. kim gelir kim bakarsa kendini görür yalnızca kendinin bir canı bir teni vardır orada da onları seyreder. Siz buraya 30 Kuş olarak gelmiştiniz ya bu aynada 30 kuş görülür. Eğer 40 kuş gelseydi kendilerinden varlık perdesi kalktığında 40 kuş göreceklerdi. Her gelen kendini görür kendini seyreder burada.Yoksa kim de o göz var ki bizi görebilsin? Hangi adamın gözü süreyya burcuna uzanabilir? Onu açıkça görebilir?Sen demirci örsünü kaldırıp götüren bir karınca dişiyle bir fil yakalayıp taşıyan sinek gördün mü hiç ?Önceden ne bilirsen bil anlarsın ki gördüğüne hiçbir şey benzemiyor dediğin duydugun sözler ondan bambaşka herkes onun dünya vadisi'nde yürüyüp gider de sıra onun katının vadisi'ne geldi mi uyuyup kalır.30 kuş bunca vadiler bunca adamlar gördüler. 30 Kuş hayrete daldılar. Yükseğine erdiler orada yok oldular.Sonra kendilerini yine orada buldular. Yolda giderken birçok söz söylüyorlar fakat onun katına vardıklarında ne söz kaldı ne de ses. Söz kısaldı söylemeye imkan kalmadı kılavuzda kalmadı yolcuda hatta yolda. Bir ateş yaktılar Hallacı ateşin içine attılar tamamıyla yandı kül oldu Hallac. Sonra bir aşık eline bir sopa aldı o ateşin başına oturdu.Bir yandan o külü karıştırıyor bir yandan da şunları söylüyordu; __Doğru söyleyin o hak benim diyen nerede ?Mademki ne söylediysen ne duyduysan ne gördüysen ne bildiysem hepsi de masalmış mahvol mahvol.bu yıkık yer değil senin asıl gerek hiçbir şeye aldırış etmeyen tertemiz asıl gerek aydınlığı olmuş olmamış ne fark eder. Mademki hakiki güneş hiç batmıyor sende söyle ne zerre kalsın ne gölge.Onlar için zaman durmuştu sanki.Ne ilerisi vardı onlarin nede gerisi.Sonra o ölümlü kuşlara lütfedildi.Yokluk âleminden geri gelmelerine izin verildi. 30 kuş yokluktan sonra var da verdiler ister eskilerden olsun ister şimdikilerden. Hiç kimse bu yokluğu bu varlığı tarif edemez. Çünkü nasıl gözlerden uzak sabun makam haber verilmekten de uzaktır. Dostlar yokluktan sonra varlığı anlaşmamızı istediler imkanı var mı ki buna. Çünkü fena dan sonraki bekanın sırlarını yalnızca o sırra layık olanlar bilir. Kendi burada kalanın ayağı o konoğa erişebilir mi? Bu durağan yol uzundur.Canını yol haline getir ki o durağa doğru yol alasın.Ben görüyorum yolda başına ne işler gelecek. Ahmak nasıl oluyor da uykun geliyor.Önünde ne var ne biliyorsun sen?Kendine gel de bir kere kendini düşün bakalım.Yokluğa dalıp tamamıyla kayıp olmadıkça asla varlığa erip oradaki doğruluğu göremezsin. Önce kendini kaldırıp horlukla yola atmalısın ki vakti gelince seni tutsun yüceltiversin.Yok ol da varlığını arkandan gelsin yetişsin Sen varken var olan sana nasıl gelip ulaşsin.Hukmü bütün aleme geçen bir padişah vardı. Buyruğu yedi iklim de geçerdi.Adeta bir İskender Doğu ordusu bütün bir olayı dolduracak kadar kalabalıktı.Şanı şerefi yüce bu padişahın bir de akıllı ince işleri bilen bir veziri vardı. Bu vezirin bir de kızı vardı ki bütün alemin güzelliği onda toplanmıştı sanki.Saçları kendini beğenip baş kaldırmış sonra yine baş çekerek arkaya doğru düşüvermişdi.Kaşları yay gibiydi fakat kimde o kuvvet vardı ki o yayları bence padişah bu güzelin aşkı ile sarhoş olmuş aşkından kendinden geçmişti. Gece gündüz onsuz bir anı bile geçmez onsuz eğlenemezdi.Padişah neredeyse kız oradaydı.Vezirin kızı daima huzurla oturmayı istemiyordu.Fakat ne kızcağız ne de vezir babası bunu padişaha söyleyemiyordu. Saraya yakın oturan bir delikanlı güneş yüzlü kızı bir gün görüverdi. İkisi de birbirlerine vuruldular. Bir gece padişahtan gizli buluştular. Olacak bu ya padişah o gece kalktı ve güzeli aradı. Onu bulamayınca hançerini yanına alıp aramaya koyuldu.Sonu da baktı ki bir köşede bir kızla bir delikanlı oturuyorlar. O an padişahın kanı beynine sıçradı.Kendi kendine benim gibi bir padişahı bırakıp başkasını seçmek işte aptallığın ta kendisi.Benim ona yaptığım ihsanların bir benzerini kim kime yapmış ki? o da karşılık olarak bunu bana yapsın ha! Hazinelerimin anahtarı onun elinde.Alemin başı diğerleri onun huzurunda ediyorlar.Hem arkadaşım hem sırdaşım hem derdim hem merhemin.Bunca iyiliğimden sonra şimdi ben onun vücudunu dünyadan kaldırayım da görsün dedi. ben hala adamlarına vezirin kızını tutup iyice bağlamalarını emreti. Ondan sonra da sokak ortasında darağacına çekmelerini buyurdu. dedi ki; __Önce derisini yüzüp sonra baş aşağı darağacına alsın.Herkes görsün de padişaha sırdaş olan bir an bile başkasına bakmasın. Kızcağızı sürükleyip götürürlerken arkasından Vezir Başına Topraklar saçtı ve __Canım yavrum bu başına gelen işte nedir,ne kötü kaderin varmış ki padişah sana düşman kesildi... Vezir hemen koştu kölelere yetişti hepsini kocaman birer inci verdi. Dedi ki __Padişah kızgındır, hem bu yavrucağın da pek o kadar suçu yok.Padişahın öfkesi geçince pişman olur .Üstüne de onu ipe çeken yüz kişi bile olsa hiç birini sağ bırakmaz. Köleler tereddütdeydi. __İyi ama dediler ya padişah yarın buraya gelir ve darağacında kimseyi görmezse o zaman ipe biz gideriz baş aşağı darağacına çektirir bizi. Vezir bu işe de çare buldu. Zindandan azılı bir katili getirdiler derisini yüzüp baş aşağı dar ağacına asıverdiler. O zavallının kanıyla toprak gül gül olup kızardı. Vezirse kızını götürüp eve gizledi.Bakalım gün dolmadan neler olacak diyordu?Sabah padişah uyandığında öfkesi geçmemişti.Kölelerini çağırdı ve __O köpeğe ne yaptınız diye sordu? Köleler hep bir ağızdan derisini yüzüp darağacına çektiklerini anlattılar. Padişah bu cevabı duyunca sevindi. Kölelerin her birine pahalı hediyeler verdi onu geç vakte kadar darağacında öylece bırakın halk bu hayırsızı görsün de ibret alsın . 25.bölüm Bu son bölümümüzden hemen önce en son dinlediğimiz bölümü hatırlayalım yazar kitabın sonunda öyle bir hikaye naklettiki hepimizin kanı dondu.Bakalım cihab padişahın ve vezirinin kızının hali ne olacak? asıl bakalım kitap nasıl son bulacak. Haberi duyan şehir halkı dertlendi meydana ölüyü görmeye koştu.Ama hiç ama hiç biri onu tanımıyordu.Darağacına asılı derisi yüzülmüş et parçalarını bakıp bakıp ağladılar şehir dertle elemle ahla doldu. Akşam oldu herkes bir bir odasına çekildi ve sultan yapayalnız kaldı.Aklına o güzel düşüverdi yaptığına pişman oldu.Kızgınlığı yatıştı aşkı üstün geldi. O aslan yürekli padişah pişmanlıktan karınca oldu Mahi Matem elbiselerini giydi. Dar ağacına ölünün başına gitti güzel günleri geldi aklına sultanın, yüreğine kocaman bir kaya oturdu sanki.Yağmur bulutu gibi gözyaşları dökmeye başladı.Bir yandan da ölünün kanlarını yüzüne gözüne sürüyordu. Sabah olup seher yelleri esmeye başlayınca padişah sarayıa çekildi.Matem yapısını kurdu Sonra içine girdi iğne ipliğe döndü ne bir şey yiyip içiyor ne de Kkmseye bir şey söylüyordu.Sonra bir gece o ay yüzlüyü rüyasında gördü.Elbisesi baştan aşağı kan içindeydi ve bunu sonra ağlıyordu padişah şöyle diyordu ona rüyada; __Ey cana can katan güzel!Neden böyle kana bulandı? __ Sana dost olduğun için senin vefasızlığından bu hale düştüm, benim suçsuz yere derimi yüzdürdün padişahım .Senin vefan bu mudur? dost dosta bunu mu yapar artık ben de yüzümü ahirete çevirdim. Kıyamet kopup da divan kurulunca Allah'ta senden hesabını sorar elbet diye cevap verdi güzel. Padişah bu cevabı duyunca sıçrayarak uyandı eskisinden daha da beter oldu dedi ki ; __ey muradına ermeyen canımın cananı gönlümün varı derdinden yüreğimde eridi bedenimde.Sen benim nice derdime derman olmuştun ama sonunda benim emrimde öldürülsün. Bu benim yaptığımı başka kim yapar kim kendi eliyle kendi canına kast eder.Hele bir bak neredesin affet beni lütfen.Ben kötülük ettim ama sen etme.Çünkü o kötülüğü ben kendime ettim aslında.E sevgilim seni nerelerde arayayım bu yanıp kavrulan gönlüme bir acı.Merhamete gel.Ben vefasızım. Sen benden cefalar çektin. Fakat sen vefalısın bana befa etme. Kaderim neymiş ki başıma bu iş geldi.Sen beni bırakıp gittin .Ama ben bu alemde nasıl yaşayacağımı bilmiyorum... Canı dudağına gelmişti padişahın,neredeyse kan diyeti olarak canını feda edecekti. __Ölümden korkmuyorum fakat ettiğim cefadan korkuyorum. ebediyen sana özür dilesem de özrüm kabul edilmez bilirim. Keşke bu ağzımı kılıçla kesselerdi, delik deşik etselerdi de beni ama bu dersi bilseydin. Ey beni yoktan var eden Rabbim!Canım bu hasretle yandı. bu hasret beni küle döndürdü, lütfette artık al canımı. Çünkü artık tahammülüm kalmadı padişah bunları söyledi ve ustu. Sükut içinde kendisini kaybetti. Sonunda yardım yetişti .Şikayetten sonra şükretme zamanı geldi padişahı gizlice gözetleyen vezir onun bu halini görünce dayanamadı gidip kızını süsledi giydirdi saraya yolladı.O güzel kız ayın bulutlardan sıyrılması gibi perdeleri çekti padişahın huzuruna girdi.Huzurunda yere kapandı gözyaşı dökmeye başladı. Padişah o ay yüzlüyü görünce bilmem ki ne söyleyeyim padişah toprağa döşendi kızcağız kanlara bulandı. Artık kim bu konuda bir şey söylerse sayki bir kör gördüğünü anlatıyor sağırda oturmuş onu dinliyor.Dil kılıcının aslı şükürdür madem ben de sözü tamamladım susayım bari.Çünkü iş gerek söz değil.Daha ne kadar anlatıp duracağım ki?Ey Attar söz bitti hikayenin sonu geldi aleme mis kokuları saçıp durdun. Cihan'ın çevresi senin sayende güzel kokularla doldu.Alemdeki aşıklar senin sözlerin ile coştular köpürdüler. Bir doğrudan doğruya aşktan dem vurdun bir uşşak perdesine dokundun o perdeden ses çıkarttın. Sözlerin Mantıkuttayr kuşların sesleriydi. bakanları da sen de tamamlandı Bu kitap hayranlık yolunun bakanları mıdır acaba Yoksa perişanlık divanı mıdır bu. Divanı dert sahibi oldugu canını siper et de gel bu meydana.O meydan böyle bir meydandır ki can bile görünmez olur hatta hafız Meydan bile gözden kaybolur .Dert düldülü adım attı mı sende yürü Attığın her adımda muradının üzerine ayak bastım gıda numara sızlık olmadıkça gafil gönlün nasıl yansın Dert sahibi ol ki derdin sana derman olsun ellerin kitabıma şiir gözümde ya da ululuk tabak kitabı mat dert ile bak da hiç olmazsa Bendeki yüzden sen birine İnan insana dert mi lazım Durasıllı düşkünlük nedir kimin derdi varsa dilerim derman bulmasın.Kim derde düştükten sonra dermanı ararsa toprağın altına girsin, yaşamasın.Er kişinin susuz kalması yemeği ile uyumayı unutması lazımdır. Hatta öyle bir susamaliki öyle sossuz kalmalı ki ebediyen de suya erişmemeli görünüşe bakanlar benim sözlerime daldılar boğuldular mana ehli ise sırlarının eri oldular. Bu kitap zamanına bir mücevherdir. Hem geri kalanlar nasiplenir ondan hem de ileri gidenler.Ateş gibidir bu kitap.Buz gibi donup kaldıysan bile ondan nasiplenirsin. bunda şaşılacak bir kuvvet vardır Onu her okumanda sana daha hoş gelir. Nazlı yetişmiş evinden dışarı çıkmamış bir gelin gibidir o .Zahmet çekmedikçe dua açılmaz bundan sonra kıyamete kadar benim gibi kendinden geçmiş biri çıkıpta sözü böyle güzel kalemi böyle güzel yazamaz. Böyle bir kitap yazamaz hakikat denizin incilerini saçıyorum ben.Söz bana verildi ben de tamamlandı.İşte delilim.Halimi biraz gizli söyledim ama sözden anlayanlar şüphe yok ki insan feather hak veririm Çünkü halkın başına öyle mücevherler sactimki ben ölüp gitsem bile kıyamete kadar ismim anılır. hesap gününe değin halkın dilinde anılıp duracağım. Bu da yeter bana.Dostlar ben size gül bahçesinden güller saçtım, sizde beni hayırla yad edin. Herkes kendini öyle gösterme çabasında. Ne zaman geldin hızlıca geçti gitti Ne zamandır kendimi bunun gibi yakın uyandırdım Böylece Cihan'ı Aydın'dan benim içimin dumanıyla kandil konan kaba döndüm gündüzleri yemeği terkettim, geceleri uykuyu unuttum. Gönlümün ateşi yüzünden ciğerimin suyu korudu. gönlüme dedim ki; __A çok söyleyen hep böyle konuşacak mısın biraz da sır ara dedi ki __Beni ateşlere attın. Beni ayıplama can denizi coştu köpürdü nasıl tahammül edip de susayım bu boş şeylerle oyalanan gönülden ne çıkar zaten söz eskimiş yıpranmıştır. hemen Can terketmek bu bu sözlerden tövbe eylemek gerek.Can denizi hep böyle coşup duracak mı? Susmak ve can feda etmek lazım artık.O din sırlarını bilen ölüm hali gelince dedi ki __eğer bundan önce dinlemenin söylemeden ne kadar üstün olduğunu bilseydim ömrümü sözle harcar miydim hiç?Söz iyilik bakımından altın bile olsa o sözün söylenmemesi daha doğrudur daha iyidir. Erlerin payına iş düşmüştür bizim payımıza da söz. İşte asıl mesele budur Sen tek derdin din olsaydı dediklerimi anlayabilirdin gönlün onu tanımıyorsa ne söylersem söyleyeyim sana masal gibi gelir. Sen naz için de uyuyorsun.Ben de sana tatlı tatlı masallar söylüyor sana güzel masallar söyledigimde senin de güzelce uykun geldiyse Allah rahatlık versin uyu. Biz çömleği nice yağlar döktük nice domuzun boynuna İnciler taktık kaç kez sofrayı kurup başına oturdum ama aç kalktim.Hep sen iyice sözler söyledik de tutmadım nice ilaçlar verdi ama derman bulmadım elimden bir iş gelmeyeceğini gördüğümde kendimden el çektim, bir kenara çekildim.Önce Allah aşkı lazım Yoksa bu iş benim çalışmamla düzelecek gibi değil.Nefsim her an biraz daha semiriyor.Islah gitti benden.ben yüzlerce zahmetle ölmedikçe o durmayacak. Ya Rabb'im sen koru beni. İskender dert yolunda ölünce Aristoteles önünde girdabında ölüm var uyanık ol aşıkların arasında öyleleri vardır ki ecelden önce kafesler kurtulmuşlardı .Simurg'un huzurunda iksiri yapıp elde eden bütün kuşların dillerini bilen anlayan kişidir.Yunan felsefesine gelince ondan kimin ne elde ettiği görülmüş Allah hakkı için ben küfrün kef'ini felsefenin fe'sinden daha çok severim Çünkü küfrün perdesi açıldı mı küfürden çekine bilirsin ama o felsefe ilmi en aklı başında kişilere bile zarar verir. Yoldan çıkarır. Aktar yoldaki kuşlardan biri olmasa bile onları anlattı ya bu yeter Elbette bu kervanın tozu ona da buluşur o Gidenlerden bir ders de onun payına düşer. Bir sofiye ihtiyar bir adam hep böyle Allah erlerinden bahsedip duracak mısın başka bildiğin yok mudur senin diye sormuş. Sofi gülümsedi bu soruya ve __Dilimbundan hoşlanıyor benim onlardan olmasam bile hiç olmazsa onlardan bahsediyorum şekerin yalnız adını biliyorum ama bu ağzında zehir olmasından daha iyidir.Benim bu divanım baştan başa divanelikler kitabıdır akıl giremez oraya canın yabancılık tanınmayanlar bir koku bile alamaz ondan. Alemde derdime sırdaş olacak kimseyi göremediğimden bir hayli şiir söyledim.Kendimi şiirle avuttum gidip onu aramadım da gafletle başkalarına ders vermeye kalkıştım.Attarım ben başkalarına tiryak sunuyorum .Ama kendimin yanmiş yakılmış bir ciğeri var.O yüzden yalnız başıma ciğerimiz yiyip duruyorum.Cimri karılar gibi bomboş bir sofra kuruyorum önüme.Ortaya gözyaşlarımdan bir çorba koyuyor ekmek niyetine de gönlümü çıkarıp sofrayı donatıyorrum.Ruhul Kudüs'ü konuk ediyorum ben artık her nasipse seni ekmeğini yiyebilir miyim gönül zenginliği Canıma can katıyor kanaat bitmez tükenmez hazinem.Böyle bir hazinesi olan başkasına niyet eder mi 'a şükürler olsun ki padişah kapısında yatıp kalkıyorum.Hürmeti de yalnız hak edene yapıyorum. Ne başımda padişah lokmasının havası var ne kapıcının sillesini yeme korkusu, ne hakla bir işim oldu benim ne de bir zalimin ekmeğini yedim. birbirinin kötülüğünü isteyen bu topluluğu ise boş verdim artık adımı ister iyi koysunlar ister kötü derdimden neler çektiğimi duysan sen de şaşardın. bu uğurda cismim bile gitti canım da onlardan Bana kalan dert yalnız dert ve hüzün oldu. Dilipak 11 halini şöyle anlatıyordu tam 40 Yıldır öyle bir ömür sürüyorum ki babası İsmail'in başını kesecegi zaman İsmail nasıl dertlere dalmışsa Ben de öyle kayboldum gittim Bütün ömrüm İsmail'in o bir anı gibi geçen kişinin ömrü gibi geçti. İşte ben o haldeyim birisine uzaktan bakan onun halini nereden bilsin Ömrüm nasıl geçiyor? Sabahı nasıl ediyorum Kim nereden bilecek? Mum gibi yanıyor kah ilkbahar bulutu gibi ağlıyorum varlığımdan hiçbir fayda görmedim ne yaptıysam ne söylediysem hepsi bir hiç yazıklar olsun ki koca ömrümü ziyan ettim Kudret elimdeyken bir şey bilip öğrenmedim bir öğrenince de kudretim kalmadı bittim. Ebu Saide Mihne hamamda yıkanıyordu şeyhin sırtını keseleyen tellak acemi bir adamdı.şeyhi keselerken bütün kirlerini kollarına sürüp önüne yığıyordu. bir ara şeyhe şunu sordu __ Ey temiz şeyh alem değerlik nedir söyler misin Şeyh cevap verdi; __Kirleri gizleyip sahibine göstermemek herkesin gözü önüne yığmama Tellak cevabın büyüklüğünü anladı özür diledi ve şeyhin ayağına kapandı bilgisizliğini kabul etti af diledi şeyh de bu işten memnun oldu. Ey bizi yaratan besleyip büyüten bize nimetler veren rabbim kullarının işlerini gören onlara Kerem de bulunan padişahımız bütün ailem halkının erkeğin Kerem ve lütfunla senin İhsan Denizi'nde bir tanesi bile olamaz.Senin Kerem'in lütfun ölemez anlatılamaz. Sen bizim kirliliğimizden utanmazlığınmızdan geç. Hatalarımızı affet.Sana hamdler ve şükürler olsun.Allah'ım canımız senin Han bahçesinde Yüce sıfatlarını övmekten dolayı hayran bir hale geldi.senin Sena şekerini geldi Onunla beslenip büyüyen Gönül Kuşum aşkınla mest oldu. güzel sesleniş okuyan bir Bülbül kesildin Allah'tan sonsuz rahmet seçtiği o güzel peygamberinin ruhuna olsun Kitap Allah'ın Hepsi de güzel aylarından Recep'in 20.Salı günü öğle vakti bitti huzur içinde zevk ve Safalardan sağlık ve esenlikle tamamlandı Tamamlandığında Allah rasûlü'nün hicretinden beri 583 yıl geçmiştir İşte bu tarihte erlerin içinden Attar söz söyledi. Sen de onu hayırla an daima rahmetele an .Ey rahmete mazhar olan Resulü Zişan bizim yaramıza merhem derdimize deva peygamber. Canım senin esirindir sana susamıştır lütfet de ona bir bak bir bak da senin gül cemalini görsün işte gönül böyle hayretler içinde tek başına kalmış hamd etme de çok dersleriniz durmaktaydı Yüce Allah yardım etti kapılar açtı Bu kitabın tamamlanmasını nasip etti o daha iyi bilir Ya bu kitap arşı yaratana övgü ile sona erdi
Thema von Kurban im Forum Makale/Artikel/Anregun...
33.Meclis Arabi Peygamber olan Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin Mevlidi hakkındadır.
Süreyi Berae aynı zamanda diğer bir ismi Tevbe suresidirki, bu surenin son ayetlerinde buyuruluyor:"Allah'ın adıyla sizin aranızdan bir peygamber geldi izzetli ve şerefli bir peygamber" .Ali İmran suresinde geçen ayeti kerimede de Cenabı Hak söyle buyurur mealen "kendi İçlerinden bir peygamber göndermekle Cenabı Hak müminlere ihsanda bulundu.O peygamber ki Allah'ın ayetlerini onlara okur onları ahlaki olarak temize çıkarır ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Bundan önce açık dalâlette olsalarda Allah onlara bir peygamber göndermek suretiyle ihsan'da bulundu .O peygamber onlara Allah'ın ayetlerini okuyor onların ahlaki seviyesi yükseliyor onlara kitap ve hikmeti öğretiyor. Bu dersi yapmamızdan maksat saadetli Peygamberimizin saadetli velayetine açıklamaktır o gün ayetlere sığmayan adetler ters olan(harik-ül adet) birçok olayların meydana geldiğini beyan etmektir. Tabii ki öncelikle şu okuduğum iki ayetin açıklamakta bir beis yoktur .Bunu öne almakta gerekir .Mufessirler bu ayetin tefsirinde derler ki ;içinizden bir peygamber geldi.Buradaki Resul'ün deki muhatab ya da "caêkum"deki muhatap hitabın "linnas" insanları muhatap alıyor tenvini littazim ,Resulüm deki tenvin ise tazim içindir. Yani büyük bir peygamber size geldi demek olur,o zaman manası şudur ki; ey insanlar size aranızdan büyük bir peygamber gönderdik .Yani sana büyük bir peygamber ama sizden birisi olan bir peygamber geldi oluyor.
Buraya kadar mevlidi Nebi ile ilgili olan bölümü açıklamış oluyoruz Beraa ve Bakara suresinin ayetlerini açıkladık tefsirinde ise mufessirler şöyle söylüyor buradaki hitap insanlaradır. Resulüm deki tenvin ise tazim içindir .bu durumda manası Allah'a yemin olsun ki büyük bir peygamber size geldi Ey insanlar Allah'a yemin olsun ki şanı pek yüce bir peygamber sizin aranızdan sizin gibi birisi ,bir melek değil sizden birisi başka bir topluluktan da değil .Bunu kendisinden uzak kalmayasınız kaçınmayasınız ona tabii olasınız diye açıklıyoruz. Onların herhangi bir şekilde bizden olmayan melek ve yahut buna benzer birilerine nasıl itaat ederiz iman ederiz demesinler diye gönderdik. Yine bu ayet şu manada tefsir mahiyetinde tehir edilir. Onlara de ki ben sizin benzeriniz bir beşerim ancak bir farkla, bana Allah'tan vahiy gelir. Bundan başka farkım yok .Ayeti kerimesini buraya bu tefsire delil olarak getirmiştir.
Şimdi Tefsir Dersinde Ayetleri Öncelikle ele alırken çıkan dipnotlara da bakacağız;
Aayetin tefsirinde bir dipnot olursa, beraber bakacağız .Ayeti kerime devam ediyor evet size Şan'ı pek yüce bir peygamber geldi dediğimizde özellikle o Arap kavmine ,çünkü ilk hitap yakınlarından akraba olanlarından aynı kavimden aynı dili konuşanlar dan hitap olunur. Bütün peygamberlerde de önce kendi etrafı çevresini uyarması istenilir. Beşer'in beşeriyetine uygun olan da budur. Yani sizin dilinizi konuşan sizin aranızdan sizin kabilenizden şanı yüce bir peygamber hem de Arap toplumundan bir peygamber ve o yakınlık tefsir edilmiştir .çünkü böyle bir tefsir böyle bir yakınlık onların külfetine de daha yakındır daha uygundur. Kkimse kalkıp da ya işte bizden değil diye dışlamasıda kalmamış olur. Aynı zamanda Arap kelamı ile konuşuyor ve anlatıyor böylece birbirlerini kolay anlayabiliyorlar. Çünkü gerçek manada irşat dili anlamak ya da anladığın dili konuşmakla olur Şöyle bir hikaye var Birisi Acem birisi Türk birisi rum birisi arap olan dört kisilik bir hikaye.Bu hikaye dili anlamak anladığın dili konuşmakla ve irşadın konuşulan dil ile olması gerektiği ile ilgilidir. Bu 4 kişi yolda giderken para buluyorlar. Bu paranın kullanımı ve nerede harcanması ile ilgili bu 4 kişi konuşuyorlar aralarında. Ama hiçbiri bir diğerinin ne dediğini anlamıyor. Hepsi aynı şeyi tartışıyor Ama hiçbiri bir diğerine anlamıyor .Biri diğerine soruyor ;Sen ne diyorsun diye ama hiçbiri birbirini anlamıyor Arap aceme, Türk araba, Rum Türk'e ama hiç birbirlerini anlamıyor. Bu örnekteki gibi irşadin tamamlanması için anlaşılan dilde vahyin gelmesi gerekiyor. . Türkler bize anladığımız dilde gelse, rumlar da bize anladığımız dilde gelse dese böyle bir durum söz konusu olamaz ama inen ayetleri anlayan birinin tercüme etmesi doğrudur. Bu hikaye kendi kavminin dilini anlayan bir Peygamberin önemini böylece ortaya koymuş oldu.tabii .Araplar için bir ihsandır bu hem bir peygamber kendi toplumlarından geliyor kendi dillerini konuşuyor.Bu Arap toplumuna özel ilahi bir insandır .Onların bu manada kendilerine böyle büyük bir nimetin geldiğine inanmaları için bu ayeti bu manada yorumlamış olalım. Bu tefsir Tefsirut Tesnimde geçer.Tefsirut Tesnim Güzel kokusu olan manevi kokuları olan bir tefsirdir. Devam edersek yani efendimize yardım etmek konusunda tergip söz konusudur.Böyle bir yardım O sizden sizin toplumunuzdan sizin gibi olan bir peygambere yardım etmeniz isteniyor onun hizmetinde bulunmanız isteniyor .Bu aynı zamanda sizin için bir izzettir, şerefti. Bu hususta uyanık olun bu süreyi Tövbe yani Berae son ayetleridir. " enfusiküm" Kuran'da okunuşu böyledir ama bazı alimler bunu vücuh alimleri kıraatı farklı okuyan alimler bunu"min enfesekum" şeklinde okumuşlardır o zaman manası sizin en şereflilerinizin en şereflisi ,en yücesi olanı sizin içinizden size gönderilen Abdullahoğlu Muhammed'dir. Bunu böyle tefsir etmişlerdir, nesep konusunda da en şerefli en soylu olan peygamber hem Kureyşli hem de Haşim soyundan gelen bir peygamberdir. Onun için bu güzel huyları ve ahlakı bulunduran bir peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem dir .Adnan'a kadar onun soyu konusunda ittifak vardır. Hakeza Muhammed Rasulullah, İbni Abdullah ,İbni Abdulmuttalip, İbni Haşim, İbni Abdimenaf ,İbni Kusay, bin Kilap, Ibni Murre, İbni Kaab,bin Levam,bin Galip,bin fehir,bin Malik,bin Nadir,bin Kinane,bin Halime,bin Mudrike,bin Ilyas,bin Mudar,bin Neşat,bin Mead,bin Adnan şeklinde sıralanan bul sülaleyi nereye dayandığını nereden nasıl sayıldığını bütün Siyer kitaplarında Efendimizin hayatını anlatıldığı kitaplar da görüyoruz. Şimdi biz diğer sayfaya geçmeden dipnota geçeceğiz Yukarıdaki anlatım 1 sayfa 1 tercüme dir. Bu 1 sayfa içindeki dipnotları da okuyalım . Rava Taberani: Enes Radıyallahu anhu : Enes Radıyallahu anhu dan şöyle rivayet ediyor.Efendimiz Cebrail bana geldi ve dedi ki yeryüzünde kim sana bir salavat getirirse gökyüzündekilerde Ona on salavat getirir. Bazı insanlar bunun Allah'ın emri olmadığını düşünüyorlar ,ya da bunun Peygamberimizin bir isteği olduğunu düşünüyorlar.Biz bunu bir ahlaki düşüklük olarak değerlendiriyoruz Oysa ki ayeti kelimede Allah ve göktekiler peygamberine Salatü Selam ederler sizde Peygamberinize Salat ü Selam ediniz yardımcı olunuz dua ediniz. Göktekiler ona Salat ü Selam ile yardımcı oluyorlar Bu ayeti kerimeyi unutup yanlış değerlendiren insanlar gerçekten bunun Allah'ın emri olduğunu unutuyorlar bizim için Allah'ın emri hem peygambere yardımcı olmak hem dua etmek hem sünnetini yaşamak onun yolunda bulunmak hem de bunu tebliğ ederek insanları irşad etmektir.
Çoğu İnsanlar bir noktayı kendilerine göre değerlendirip diğer kısımları ihmal ediyor.Bunu da tefsir ilmine ehil olmadıkları için yapıyorlar ,ya da kasıtlı olarak yapıyorlar. Bilesin ki Allah'ın gökyüzünde o kadar çok melekleri vardır ki onların sayısını bizler bilemeyiz ,ama o kadar çok ki bunu şöyle düşün; Allah'ın bize vermiş olduğu nimetler arasında en kıymetlisi bize peygamber göndermesidir. Ona Salat ü Selam getirmemiz gerekmektedir. Öyleyse nerede olursan ol abdestli abdestsiz otururken kalkarken yatarken ayaktayken her nerede ne şekilde nasıl olursan ol ona Salat ü Selam getir. Efendimize Salat ü Selam getirmek ona olan sevgimizi çoğaltacaktır.onun manevi varlığından istifade etmiş olacağız ve ona yardımcı olmuş olacağız .Aslında onun buna ihtiyacı yok .Bizde dolayısıyla yine kendimize yardım etmiş oluruz .Bu Salat ü Selamlardan örnekler hangi salat selamı getirelim derseniz bir örnek verebiliriz" Allahümme salli ala Seyyidine Muhammed'in sadıgı lil halgi nuruhu velrahmetillil alemiine mevluduhu vel zuhuruhu ala alihi ve sahbihi ve ehli beytihi ve sellim." Bu bir örnektir manası Allah'ım efendimiz sallallahu aleyhi ve Sellem'e Salatü selam olsun ki o halka onun Hidayet nuru geçerlidir ve o alemlere doğuşuyla zuhuru ile rahmettir onun Aline ve ehl-i beytine sahabesine arkadaşlarına ve onun soyundan gelenlere Salat selam olsun. Bilesin ki yine bu ümmetin Peygamberi tazim etmesi hürmet etmesi vazifeleri arasındadır. Zira onun nuru her şeyden önce idi ,Ve ona Salat ü Selam olsun ki Adem Aleyhisselam dahi yaratılmadan onun nuru yaratılmış olan bir peygamberdir. Allah onu Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i yarattı baş kısmında bir bereket ihsan etti. yeryüzündeki bütün bereket onun başının yaratılmasından sonra oldu. Bu bir dipnottur. Bu ksım Tefsirin kendisinde yer almaz ama konu ile ilgili yardımcı bilgiler olarak değerlendirmek gerekir. Resulullah'ın gözlerinde bizzat haya vardı ve yeryüzündeki bütün haya Onun gözleri yaratıldığında yeryüzüne dağıtıldı. Yani haya gözle ilgilidir gözün harama bakarsa Haya olmaz haya kalmaz. haksızlık yaparak zulüm yapan insanın gözlerinde haya kalmaz. Resulullah'ın lisanı hep zikir yapardı onun lisanı yaratıldığında da yeryüzünde Allah'ın zikir ehli için zikir ehline ait bütün zikirler Resulullah'ın lisanı ile ilgili yaratıldı. Kulaklarından da bir ibret yarattı ve yeryüzündeki bütün ibretli insanlar ibretle bakanlar ibretle duyanlar onun mübarek şerefi iledir. Dudaklarından da tesbih yarattı ve yeryüzündeki bütün tesbih edenler Allah'ın tesbihine borçludur. Mübarek yüzünden de memnuniyet Rıza'yı yarattı ve yeryüzündeki Bütün güzellerede de bu memnuniyet ve Rıza'yı verdi .ve mübarek döşünden de iman ve ihsan vardı ondan da yeryüzündeki imanlı ihlaslı insanları yarattı kalbinde de rahmet vardır yeryüzündeki merhametli insanlarda efendimizin kalbine bağlıdir. Merhameti yaşayan insanlardır gönlünde de Şevkat olan bir peygamber ve yeryüzündeki bütün şefkatli insanlar anneler merhametli babalar ise şefkatlidir.işte bu bütün insanlar o şefkati ve merhameti efendimizin manevi varlığından alırlar. El ve avuçlarından ise zenginlik yaratildi.Elin avucun açık olması zenginlik ifadesidir ve böyle kişilerde bu cömertliklerini Efendimizden alırlar .Onun saçından da Cennet meyveleri yaratıldı parmakları ve el uçları cennetin mallarından bunca güzellikler ile Allah onun tecmis ve tekmil ettikten sonra bu ümmete peygamber olarak gönderdi ki işte buraya kadar olanları bu ayeti kerime ile anlayabiliyoruz. En güzel varlık olarak onu içinizden seçti ve size Aziz bir peygamber gönderdi. O zaman manası şöyle olur ;Ben size böyle Aziz bir peygamber gönderiyorum işte size olan hediyemin kadrini bilin, ona Salat ü Selam getirmekle de taziminizi yapınız ve ona uyunuz, hem çok büyük bir rahmettir, hem de büyük bir nimettir aleyhisselatu vesselam.İşte bu sebepten bütün müminlere kendisine gelen bir peygamber büyük bir müjdedir büyük bir nimettir diye âyet-i kerîmede buyrulur. Resulullaha İmanın ve İhlas'ın mahiyeti ile ilgili şöyle söylenir; Mümine yakışan şu ihlaslı peygambere iman etmektir. Allah onun kadrini Zaten yüce ve zikrinide zaten büyük etmiştir. Mükevvematın en yükseğine onun ismi yazılmıştır ki bu manada cennetin giriş kısmında kapısında da Efendimizin ismi yazılmıştır. Allah dostları şunu nakleder. Derler ki Hindistan'a gittim orada şehre girdiğimde bir ağaç gördüm cevize benziyordu. Hint diliyle O ağacın yapraklarında la ilahe illallah muhammedurrasulullah yazılıydı. Tabii bu manada yeryüzündeki her şeyin üzerinde "la İlahe İllallah Muhammedun Resulullah" yazılıdır. Geçenlerde bir hayvanın üzerinde de buna benzer bir yazı yazılıydı bana gösterdiler. Onlar Hintliler bu yazıyı görünce o hayvanı Kudüsileştirdiler. Onunla dua etmeye başladılar. hayvanın bereketine diye istediler.Yağmur istediklerinde bu hayvanı vesile kıldılar. Demek ki Hindistan'da da ineğin kutsal kılınmasının bazı hayvanların mukaddes yapmalarında ki sebebini de anlamış oluyoruz. Orada buna benzer bir olayın cereyan ettiğini söylüyor bu tefsirde ilginç bir yorum . Ebu Yakup dan rivayet edildiğine göre bir gün balık avlarken bir balığın üzerinde sağ kulağında la ilahe illallah sol kulağında da muhammedurrasulullah yazılıydı .bu sebepten ben onu tekrar çok hürmet ederek suya bıraktım. Çünkü kulaklarındaki yazı hürmete değerdi. Ebu Yakup sahabe dönemi tefsir alimiydi. Taberani gibi tefsir ve tarih sahibiydi .dipnotta böyle güzel bilgiler var bizde aktaralım istedik burada Farsça bazı şiir beyitlerde var Farsça bilmediğim için onları atlıyorum devamla şöyle yazıyor şu hikayenin fazileti konusunda yani Tövbe suresindeki ayet ile ilgili bana Ebubekir Şibli geldi Allah onun sırrını takdis etsin mescidde iken oradakilere konuştu birileri Şibliye çok hürmet edince dedi ki en hürmete layık insan Resulullaha tanzim eden hurmet eden kimsedir dedi .Çünkü rüyamda efendimizi gördüm ya Ebubekir orada bana Rüyamda dedi ki senin yanına birisi gelecek Ey Ebubekir Şibli Sen yarın cennetlik birini göreceksin o yanına gelince ona hürmet et ikramda bulun bu konuşma olduktan 2 gün sonra ben rüyamda efendimizi gördüm Ey Ebubekir Sen ona ikram ettin Ben de sana ikram edeceğim. ya resulallah dedim senden bu iltifatı Şibli nasıl kazandı dedim. Her namazın ardından o benim için 5 defa Salavat getirir Her zaman okur ihmal etmez sonra da Tevbe suresindeki tefsirini yaptığımız ayeti okur. Bizler de salavatları unutmayalım Sevgili kardeşlerim .30 seneden beri ben önce ayeti okurum sonra salavatı şerife okurum. şimdi dipnotu bitirdik artık metinden devam edelim efendimizin soyunu sayıp Adnan'a bağlamıştık .burada bir Farsça beyit var Orada da efendimizin soyu sayılıyor Orasını da atlıyoruz hadiste şöyle geçer Ben sizin içininizdenim ve sizin içinizden soy sop nesep bakımından en üstününuzum. Hz Adem'den bu yana kadar soyumda nikahsız bir soy geçmedi yani soyumda da temizlik var demiştir. Efendimiz bunu irşatta güven gerekli olduğu için söylemiştir .Çünkü irşatta güvene ihtiyaç vardır durup dururken irşad vazifesi yapmayıp böyle bir şey söylersen kötü bir anlam ahlaki bir düşüklük ve nesebi ile övünmek gibi bir mana anlaşılır. Ama söz konusu vahiy ve Allah adına konuşmak ise orada elbette soysop güzelliği ahlak güzelliği nesep güzelliği aranır. Bunun için de böyle ihtiyaçtan ötürü Efendimiz Bu sözü söylemiştir. Yani onun esas cevherinde soysop ana maddesinde bir asalet aranır. Çünkü nikahsız meydana gelen birinde bu soysop bu yüce değerler bulunmaz. onlar hep küçük ve suizan ile dopdolu şüpheci varlıklar halindedirler Onun için çok değerli bir altın madde içerisinde sıvı bir maddeyi içeceği sununca verince insanı mutlu eder güzel bir serviste hata aranmaz. Öyleyse Allah'ın son Peygamberi vahiy gelen bir peygamber Elbette altın değerinde bir soy soptan gelmesi gerekir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem varlık adına toplumun bütün varlıklarının varlık sebebi olan bir peygamberdir. Dolayısıyla bunun elbette ana unsurlarının da çok özel olması gerekiyor .Çünkü kendisi de bütün varlıkların da en üstünü ve faziletlisidir burada yine bazı şairlerin sözleri var biz bunları yine daha sonraya bırakacağız. onun temiz ruhu da bütün mukaddes ruhların en üstünü en değerlisidir. kabilelerin en üstünü en değerlisi de onun kabilesi Haşimi ve kureyşi kabilesidir.sözü de konuşma kabiliyeti de ve insanlığı da en güzelidir kendisine gelen kitapta kitapların en hayırlısıdır onun doğumu ve doğuşu ve doğduğu zaman zamanların en hayırlısıdır .Onun için Efendimiz bulunduğu dönemde bile Yahudi ve Hristiyanlar sen varken biz hüküm verecek değiliz diye aralarında problem olduğunda böyle bir peygamber varken biz başkasına danışmayiz diye gelenler olmuştur. Bunlar müslüman değilken de efendimizin hakemliğine müracaat eden Hristiyan ve Yahudi kimselerdi. Onun zamanı en hayırlı zaman Saadet zamandır.Onun ravzası en temiz yerlerdendir O bir Hidayet hazinesidir. rahmeti amimedir Tüm insanlar için ilahi bir rahmettir Onun yolu tüm insanlara ilahi bir rahmettir ümmetine şiddetli bir düşkünlüğü vardır. canınızın aşağı düşmesi ve sözünüzün değersiz olması yahut ümmetinin günah işlemesi onu ziyadesiyle çok üzer o ümmetinin üzerine titreyen bir peygamberdir Allah'ın emrine isyan etmeniz ve Allah'ın cezasını kazanmanız Onun hiç istemediği şeydir. Onun tek geliş sebebi ümmetini Hidayet eriştirip Allah'ın rızasını kazandırmaktır. Ümmeti Allah'a götürmek ve kötü işlerden ümmetini uzaklaştırmaktır. İşte bu manada ümmetine çok düşkündür yani peygamberde bir babanın evladına olan düşkünlüğüne benzeyen bir düşkünlük ve merhamet var .öyle düşkün ki ümmetinin günah işlemesine razı olmaz hiçbir anne ve babada evladının kötü bir iş yapmasına razı olmaz .Ama bunun çok daha ötesinde bir ümmetine sevgisi Merhameti ve şefkati söz konusudur .ümmetinin üzerine çok düşen düşkün olan bir peygamberdir.nerede olursa olsun sizin yiyip içmenizmi yoksa zengin olmanız mı ister? Hayı, bu konuda değil Sizin iman sahibi olmanızda, dünya ve ahirette size Hayır işlerin yapılmasında ya da yapmanız konusunda kısaca iman etmeniz konusunda size çok düşkündür.Çünkü o sizin içinizden kendi aşiret ve toplumunuzdan gelen sizin iyilik ve kötülüğünüzü çok iyi bilen bir peygamberdir.Bu yüzden size çok düşkün bir peygamberdir. işte böyle bir peygamber böyle bir sıfat da bu güzellikte size gönderilmiş bir peygamber gelmesi Allah'ın size gönderdiği nimetlerin en büyüğüdür yine onun size Allah'ın hidayeti ve imanı rasulullah'ın bazı şeyleri Size yasaklaması bazı şeylerden sizi alıkoyması kötülükten sizi kaçındirmasi işte bu sebeptendir. Efendimizin amcası yahut diğer kimseler hakkında Keşke bunlar hidayete erseler diye istemiştir. Senin hidayeti istemenle olmaz Sen dilediğini insanlardan sevdiğini hidayete erdiremezsin hidayeti verecek olan Allah'tır. Ayrıca o insanın kendisinin de hidayeti istemesi lazımdır. İslam'a onun girmesini ilahi takdirini ancak Allah yapar.Her ne kadar sen bu konuda en büyük vuslatını gücünü kuvvetini harcasanda bu hususta çalışsan da olmaz. Ancak Allah dilediğini hidayete erdirir .Oysaki Allah hidayete erenleri de en iyi bilendir.hidayete istidadı olanları en iyi bilendir. Bu ayeti kerimeyi sure-i Şura 52. ayeti kerimesi ile tefsir etmek lazım.Çünkü orada kitap ve Hikmet Nur sana geldikten sonra istediğini hidayete erdirirsin diye Demek ki vahiysiz Allah'ın nuru gelmeden Sen peygamber olmadan bunları yapamazdın manasınadır.Hidayet geldikten sonra sen de istediğini hidayete erdirsin. Ama bunun da Allah'ın takdirine münasip olduğu yerlerde yaparsın. Peygamberimizin akrabalarının hidayete ermesi konusunda onların işlediği bir günah var ki bu yüzden Allah onlara hidayeti nasip etmiyor. Hz İbrahim de böyle babası hakkında teklifte bulunmuştu ve Allah tarafından kendisi uyarılmıştı sureyi Şura ayet 52 ile bu ayeti beraber tefsir ettiğimizde istisnai durumlar ve bereketi ile hidayete sebep olmamızda evliyanın yahut Veli'nin de şunu şu şeyi peygamberden daha fazla İyi yaptı gibi düşünmemek lazım. Zaten ayeti kerimede bunlar mevcuttur .Yani bir insanın kaderde ne olduğu ile ilgili Allah beyan etti ise onunla fazla uğraşmayız .artık belli bir noktadan sonra bu artık iman etmeyecek deriz ve bırakırız ama bizim vazifemiz iman edecekmiş gibi gayret göstermektir. Kızdığımızdan veya farklı bir sebeplerden dolayı eğer ki birilerinin hidayet etmemesini istersek Allah korusun günaha girmiş oluruz. O adam zaten şudur budur bahaneyle. Hayır düşmanın da olsa onun hidayete edebileceğini onun içinde diğer insanlara gösterdiğin gayret gibi Onunda hidayeti için gayret gösterip anlatıp onun hidayetini istemek gerekir.... Selam ve dua ile aziz Sevgili kardeşlerim
Aşktan kanatlarım olsa benim Çırpınsam bir uçtan bir uca ve uçsam Kurtulsam fani olan herşeyden Uçsam sonsuzluğa uçupta kaybolsam. Eteklerimde ne varsa dünyaya ait Sonsuzluğa ulaşmama engel ne varsa Döksem teker teker kurtulsam onlardan Kalabalıklar arasındaki yalnızlığımdan da Her şey öylece kalsa geride ve ben uçsam. Kaybolsam sonsuzluğun varliğında Senin ülkenden inciler taksam gerdanıma. Dağlar! ah dağlar! eğer izin verseniz bana İçimdeki şu kaynayan yaraya Merhem olacak yerler var yüreğimde. Kendimide alıp sessizce uzaklaşsam Ötelere tâ ötelere açılsa yollar ve gitsem Sonsuzluk kapısından bir kere girsem içeri Kapansa kapı ve ben dönmesem artık geri. Sonsuzluk çekse beni en derinlere Kaybolsam ben sonsuzluğun diplerinde. Vaz geçsem tüm bağlandıklarımdam Şeytanı taşlar gibi taşlasam nefsimi Kurtulsam benlik denen illetten İbrahimin kuşları gibi önce parçalansam Her bir parçam sonsuzlukta birleşse Sonsuzlukta seni bulsam sen olsam.