Kehf Süresi Meal Ve Tefsiri 1-10

#1 von Kurban , 11.11.2023 07:38

Kehf Süresi Meal Ve Tefsiri 1-

Mekke döneminde inen Kehf Sûresi 110 ayettir. Sûre adını birkaç ayetinde geçen "kehf" kelimesinden almıştır. "Kehf" kelimesi mağara anlamına gelir. Bu sûrede temel olarak; inançları nedeniyle öldürülmekten kurtulmak için bir mağaraya sığınan gençlerin mucizevi halleri konu edilir. Ayrıca Hz. Musa ve Zülkarneyn de konu edilmektedir.
Kehf suresi okumak neye iyi gelir?
Peygamber (s.a.v) şöyle buyuruyor. “Her kim Cuma gecesi veya günü Kehf Sûresi'ni okursa, o kişiye okuduğu yerden Mekke-i Mükerreme'ye kadar ulaşan bir nûr ihsân edilir. Bir dahaki cumaya ve üç gün fazlasına kadar (yapacağı günahlar) kendisi için bağışlanır. Sabaha kadar yetmiş bin melek kendisine salât eder.
Kehf Suresi Hangi dilek için okunur?
Tırmizi'nin aktardığına göre bu duayı okuyanlar dileklerine ve isteklerine kavuşmuşlardır. Cuma günü okunacak dualarla ilgili Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: Cuma gecesi Kehf suresi okuyan, Kıyamette, yerden göğe kadar bir nurla aydınlanır.
Kehf sûresinin fazileti hakkında birçok hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:
Berâ b. Âzib’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir adam Kehf sûresini okuyordu, yanında da iki uzun iple bağlı bir at vardı. Derken bir bulut adamın üzerine doğru inmeye başladı. Bulut yaklaştıkça yaklaşıyordu. At bundan dolayı ürktü ve huysuzlandı. Sabaha çıkınca o zat Hz. Peygamber’e gelerek olayı anlattı. Resûlullah, “O, sekînettir (huzur verendir), Kur’an okunduğu için inmiştir” buyurdular (Buhârî, “Fezâil”, 11; Müslim, “Müsâfirîn”, 240; sekînet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/248).Diğer hadislerde de Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Kim, Kehf sûresinin başından on âyet ezberlerse deccâlden korunmuş olur” (Müslim, “Müsâfirîn”, 257); “Kim, Kehf sûresinin son on âyetini okursa deccâlin fitnesinden korunur” (Müsned, VI, 446); “Kim, Kehf sûresini indirildiği gibi okursa sûre, kıyamet gününde onun için bir nûr olur (Beyhak^, Sünen, III, 249).
Sebebi Nüzulu
Beklediği vahiy gelmeyince müşrikler aleyhinde konuşmaya başlamış, Hz. Peygamber büyük bir sıkıntıya düşmüştü. On beş gün sonra da, “Allah izin verirse demedikçe hiçbir şey için şu işi yarın yapacağım deme” (âyet 23-24) meâlindeki uyarının da yer aldığı Kehf sûresi nâzil olmuştur (Süyûtî, Esbâbü'n-nüzûl, s. 128).
Diğer bazı Rivayet de:
Mushaftaki sıralamada on sekizinci, iniş sırasına göre altmış dokuzuncu sûredir. Gāşiye sûresinden sonra, Nahl sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Ancak 28. âyeti ile 83 ve 101. âyetlerinin Medine’de indiği rivayeti de vardır.Nüzûl sebebi olarak tefsir ve siyer kaynaklarında şöyle bir olay anlatılmaktadır: Müslümanların sayısının çoğalması üzerine müşrikler, Resûlullah’ın peygamber olup olmadığını araştırmak için Nadr b. Hâris ile Utbe b. Muayt’ı Medine’deki yahudi âlimlerine gönderip kendilerine şu tâlimatı vermişlerdi: “Muhammed’in durumunu onlara sorun, vasıflarını ve söylediklerini anlatın; onlar kitap ehlidir, peygamberler hakkında bizim bilmediklerimizi bilirler.” Bu iki adam, Medine’ye giderek meseleyi yahudi âlimlerine anlattılar. Onlar da, “Muhammed’e, geçmiş zamanlarda mağaraya sığınmış gençleri; dünyanın doğusunu ve batısını dolaşmış olan adamı; rûhun ne olduğunu sorun; eğer bunları size bildirirse o bir peygamberdir, ona uyun; aksi takdirde bir falcıdır, ona istediğinizi yapabilirsiniz” dediler.
Nadr ile arkadaşı Mekke’ye dönüp bunları Hz. Peygamber’e sordular. O da “Sorularınıza yarın cevap veririm” dedi. Fakat “inşallah” demesi gerekirken bunu ihmal ettiği için o günden itibaren on beş gün vahiy gelmedi. Bunun üzerine Mekke halkı, “Muhammed bize, ‘Sorularınıza yarın cevap veririm’ diye söz vermişti. Ancak aradan on beş gün geçtiği halde hâlâ sorularımıza cevap vermedi” diyerek dedikoduya başladılar. Hz. Peygamber’e vahyin gecikmesi sırasında iyice bunaldığı bir sırada Cebrâil yukarıdaki soruların cevabını içeren Kehf sûresi ile İsrâ sûresinin 85. âyetini getirdi (İbn Âşûr, XV, 242-244).
Tefsir ve siyer kaynaklarından bu rivayeti nakleden İbn Âşûr, Ashâb-ı Kehf hakkında Hz. Peygamber’e soru sormaya Kureyşliler’i teşvik edenlerin, ticaret maksadıyla Mekke’ye gelen bazı hıristiyanlar veya Kureyş’in Suriye ticaret yolu üzerinde bulunan kiliselerdeki hıristiyan din adamları olabileceğini söylemektedir (XV, 259-260).
Elmalılı Muhammed Hamdi de yukarıdaki rivayeti geniş şekliyle naklettikten sonra, hadis tekniği açısından bu rivayetin zayıf olduğunu, buna dayanılarak sûrenin tefsir edilmesinin doğru olmayacağını ifade etmektedir. Elmalılı’ya göre sûrenin baş tarafındaki âyetler gösteriyor ki esas iniş sebebi, “Allah çocuk edindi” denilmiş olmasıdır. Sûre, bunun ilmî dayanağı bulunmayan büyük bir yalan olduğunu açıklamak, bu sözü söyleyenleri uyarmak ve onları tevhide davet etmek için indirilmiş, Zülkarneyn ile ilgili sorunun cevabı da bunun tamamlayıcısı olmuştur (V, 3220).
- Efendimiz (sav)'e ait bir hadis-i şerifte yazılan "Kehf Suresi'nin Cuma geceleri okunması halinde dubeyleye şifa olunacağı" ifade edilmiş.

Bismillahirrahmanirrahim / بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم . Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّـذٖٓي اَنْزَلَ عَلٰى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِـوَجاًؕ ࣝ ﴿١﴾
Hamd Allah’a mahsustur. (O Allah ki, insanları) kuluna sağlam ve kusursuz kitabı indirmiş, onda hiçbir bozukluğa yer vermemiştir.
Tefsir
Yüce Allah tarafından Hz. Peygamber’e indirilen Kur’an, nimetlerin en büyüğü olduğu için övgü ve saygıya başkasının değil, Kur’an’ı gönderen Allah Teâlâ’nın lâyık olduğu bildirilmiştir. Buradaki “kul”dan maksat Hz. Muhammed, “kitap”tan maksat da Kur’an-ı Kerîm’dir. İnsanları zulmetten nura, dalâletten hidayete kavuşturan, iman ve İslâm’ı öğreten, dünya ve âhirette mutlu bir hayat sürdürebilmeleri için onlara Allah’ın emir ve yasaklarını, dinin hükümlerini, sevap ve cezayı bildiren; eğrisi büğrüsü, yanlışı ve çelişkisi bulunmayan dosdoğru bir kitabın indirilmesi, genelde bütün insanlık, özelde Hz. Muhammed için en büyük nimettir. Böyle bir nimete kavuşmak, o nimeti verene hamd ve şükretmeyi gerektirir. Yüce Allah, bu âyette Hz. Muhammed’in şahsında, lutfettiği bu nimete karşılık yalnız kendisine hamdedilmesi gerektiğini bildirmektedir.
Allah Te’âlâ Kur’ân-ı Kerîm’in bütün çarpıklık, eğrilik, dolambaçlılık, yalan ve yanlışlıktan uzak olduğunu bu âyetteki “onda hiçbir eğrilik, çarpıklık ve tutarsızlığa yer vermedi” (Kehf 18/1) ifadesiyle, bir diğer âyet-i kerîmede de “Onu her türlü çelişkiden ve gerçeğe aykırı bütün unsurlardan uzak, dosdoğru Arapça bir Kur’an olarak indirdik; belki gittikleri yolun yanlışlığını anlayıp Allah’a karşı gelmekten sakınırlar diye” (Zümer 39/28) ifadesiyle beyân eder. Bu mânayı ifade için kullanılan kelime, “ivec” kelimesidir. اَلْعِوَجُ (‘ivec), “istikametten, düz ve dik halden sapmak ve meyletmek; eğrilik, karışık, çapraşık” demektir. Kur’ân’da ne göze ne de kalbe takılacak hiçbir eksiklik ya da eğrilik yoktur. Onda ne bir kimsenin anlayamayacağı kadar karışık ve karmaşık şeyler vardır, ne de gerçeği bulmak isteyen bir kimseyi kararsız bırakarak doğru yoldan saptıran bir nokta bulunmaktadır. Yine onda lafzın dil yönünden bozuk olması, fesâhat ve belâğata aykırı olması, mânalarının çelişkili olması, gerçek olmayan şeyler ihtiva etmesi, Allah’tan başka şeylere kulluğa davet etmesi gibi eğrilik ve çarpıklık sayılacak bir şey bulmak mümkün değildir. (Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 471) İşte kendisinde eğrilik bulunmayan bu Kur’ân’ı Yüce Allah dosdoğru bir kitap kılarak, onu en emîn ve en sâdık bir insan olan kulu Hz. Muhammed (s.a.s.)’e indirmiştir.

قَيِّماً لِيُنْذِرَ بَأْساً شَدٖيداً مِنْ لَدُنْـهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنٖينَ الَّذٖينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْراً حَسَناًۙ ﴿٢﴾
﴾1-3﴿ Hamd Allah’a mahsustur. (O Allah ki, insanları) kendi tarafından gelecek çetin bir azap ile uyarmak, dünya ve âhiret için yararlı işler yapan müminlerin, içinde ebedî kalacakları güzel bir mükâfata (cennet) erişeceklerini müjdelemek için kuluna sağlam ve kusursuz kitabı indirmiş, onda hiçbir bozukluğa yer vermemiştir.
مَاكِثٖينَ فٖيهِ اَبَداًۙ ﴿٣﴾
Orada ebedi kalıcı oarak..
وَيُنْذِرَ الَّذٖينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداًࣗ ﴿٤﴾
﴾4﴿ (Bir de) “Allah evlât edindi” diyenleri uyarmak için..

مَا لَهُمْ بِهٖ مِنْ عِلْمٍ وَلَا لِاٰبَٓائِهِمْؕ كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ اَفْوَاهِهِمْؕ اِنْ يَقُولُونَ اِلَّا كَذِباً ﴿٥﴾
﴾5﴿ Bu konuda ne onların ne de atalarının bir bilgisi var. Ağızlarından çıkan bu söz ne kadar çirkin! Yalandan başka bir şey söylemiyorlar.
Tefsir
Allah’a çocuk yakıştıranların iddiaları büyük bir iftira olduğu için, ikinci âyette genel bir uyarıda bulunulmasına rağmen, Allah onları burada özel olarak zikrederek uyarıyı tekrarlamıştır. Bazı müşrik Araplar meleklerin Allah’ın kızları olduğunu, bazı yahudiler Üzeyir’in (bilgi için bk. Tevbe 9/30), hıristiyanların çok büyük bir kısmı da Îsâ Mesîh’in Allah’ın oğlu olduğunu iddia ediyorlardı. Bu anlayış özellikle hıristiyanlar tarafından dinlerinin esası sayılmaktadır. Halbuki bunlar, gerçek dışı ve cehalet ürünü iddialar olup ne kendilerinin ne de taklit ettikleri atalarının bu konuda bilgi ve delilleri vardı.
فَلَعَلَّكَ بَاخِـعٌ نَفْسَكَ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ اِنْ لَمْ يُؤْمِنُوا بِهٰذَا الْحَدٖيثِ اَسَفاً ﴿٦﴾
﴾6﴿ Durum böyleyken bu son kitaba inanmazlarsa arkalarından üzülerek neredeyse kendini helâk edeceksin!

اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ زٖينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلاً ﴿٧﴾
﴾7﴿ Biz, kimlerin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi oranın süsü yaptık.

وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعٖيداً جُرُزاًؕ ﴿٨﴾
﴾8﴿ Ve biz oradaki her şeyi mutlaka kupkuru bir toprak yapacağız.
Tefsir
Yüce Allah, müşriklerin Kur’an’a inanmamaları halinde helâk olacakları korkusuyla üzülen Hz. Peygamber’i teselli etmekte ve bu kadar üzülmesine gerek olmadığını bildirmektedir. Çünkü Peygamber’in görevi onları zorla imana getirmek değil, Kur’an’ı tebliğ edip doğru yolu göstermektir (Nahl 16/82).Allah Teâlâ, kimlerin daha iyi davranışlarda bulunacağını denemek için bunca güzel nimetleri; malı, mülkü, evlât ve serveti, dünyanın bir süsü olarak yaratıp çekici kılmıştır. Bunun yanında insanları da irade sahibi, iyi ve kötüyü birbirinden ayırt edip ve yaptıklarından sorumlu olacak özellikte yaratmıştır. Böyle olmasaydı denemenin bir anlamı kalmazdı. Fakat Allah bu nimetlerin geçici olduğunu, yeryüzündeki güzellikleri bir gün çerçöp haline getirip yok edeceğini, dünyayı insansız, hayvansız, ağaçsız, bitkisiz ve kupkuru bir çöl haline getireceğini bildirmekte ve dünya nimetlerine bağlanmanın doğru olmadığına dikkat çekerek insanları uyarmaktadır.
Dünyada sürekli olan hiçbir şey yoktur; kıyamet gününde dünya da değişecektir; kalıcı olan yalnız Allah’tır. Bir âyette şöyle buyurulmuştur: “Bir gün gelecek, yer başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülecek, insanlar gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah’ın huzuruna çıkacaklardır” (İbrâhim 14/48; ayrıca bk. Rahmân 55/26-27).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 536-537
اَمْ حَسِبْتَ اَنَّ اَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقٖيمِ كَانُوا مِنْ اٰيَاتِنَا عَجَباً ﴿٩﴾
﴾9﴿ Yoksa sen, bizim âyetlerimizden olan Ashâb-ı Kehf ve Rakīm’i mi şaşırtıcı buldun?

اِذْ اَوَى الْفِتْيَةُ اِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَٓا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَداً ﴿١٠﴾
﴾10﴿ O gençler mağaraya sığınmışlar ve “Rabbimiz! Bize katından rahmet gönder ve bize içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış yolu göster!” demişlerdi.
Tefsir
Yüce Allah, kıyametin kopacağını ve âhirette ölülerin diriltileceğini insanların daha kolay kavrayabilmeleri için 9-26. âyetlerde ibret verici bir olaya, “Ashâb-ı Kehf” kıssasına yer vermektedir.
Kehf “dağda bulunan büyük ve geniş mağara”; Ashâb-ı Kehf ise, “mağara arkadaşları” demek olup bir mağarada yıllarca uyutulduktan sonra tekrar uyandırıldıkları haber verilen kişiler” hakkında kullanılmıştır. Rakîmin ne olduğu hakkında kaynaklarda farklı görüşler yer almaktadır: Sözlükte rakîm “yazılı belge, kitâbe” anlamına geldiği için, “Ashâb-ı Kehf’in adlarının veya maceralarının yazılıp mağaranın kapısına yerleştirilmiş bulunan bir kitâbe, taş veya madenî levhadır” diyenler olduğu gibi, Ashâb-ı Kehf’in içinde bulunduğu vadinin veya dağın ya da memleketlerinin, hatta köpeklerinin adı olduğunu ileri sürenler de vardır (krş. Taberî, XV, 197-199; A. J. Wensinck, “Ashâbü’l-Kehf”, İA, IV, 372; Ömer Faruk Harman, “Ashâb-ı Kehf”, İFAV Ans., I, 167).
Bazı hadis kaynaklarında Ashâb-ı Rakîm’in, Ashâb-ı Kehf’in dışında üç kişilik bir topluluk olup yağmurlu bir günde bir mağaraya sığınan, bir kayanın yuvarlanıp mağaranın ağzını kapatması üzerine yaptıkları iyilikleri anarak Allah’a yakaran ve duaları kabul edilerek mağaradan kurtulan kişiler olduğu da nakledilmektedir (Buhârî, “Enbiyâ”, 52; Müsned, IV, 274). Ancak bu sûredeki anlatım ve olaylar dizisi böyle bir yoruma uygun düşmüyor, söz konusu hadis bir başka olayla ilgili olmalıdır.
Ashâb-ı Kehf’in, Hz. Îsâ’nın dinine mensup gençler olduğuna dair çeşitli rivayetler bulunmakla birlikte (Taberî, XV, 200) Kur’an-ı Kerîm, bu konuda açıklama yapmamış, ancak ibret alınması için bazı yönleriyle tasvir etmiştir. Olay kısaca şöyledir: Putperest bir kavmin içinde Allah’ın varlığına ve birliğine inanan birkaç genç, bu inançlarını dile getirip putperestliğe karşı çıkmış, onların zulüm ve baskılarından korunmak için bir mağaraya sığınmışlar; yanlarındaki köpekleriyle birlikte mağarada derin bir uykuya dalan bu gençler muhtemelen 309 yıl sonra uyanmışlardır. Burada bir gün veya daha kısa bir süre uyuduklarını sanan gençler, içlerinden birini yiyecek almak üzere şehre gönderdiklerinde, onların durumunu öğrenen insanlar Allah’ın vaadinin hak olduğuna ve kıyametin mutlaka geleceğine inanmışlardır. Kıssanın ana hatları bu olup ileride âyetlerin tefsirinde daha geniş olarak tekrar ele alınacaktır.
Kur’an-ı Kerîm olayın nerede ve ne zaman meydana geldiğine dair bilgi vermediği gibi, bu gençlerin sayıları hakkındaki iddiaları da, “karanlığa taş atma” yani bir bilgiye dayanmadan gelişigüzel yapılan bir tahmin olarak nitelemekte ve bunu ancak Allah’ın bilebileceğini haber vermektedir (bk. âyet 22).
Ölümden sonra dirilişin bir misali olmak üzere uzun süre uyuyup da yeniden uyanma hadisesi İslâm’ın dışındaki diğer bazı dinlerde de mevcuttur. Hint kutsal kitaplarında bir tek kişinin uzun süre uykuda kalması olayına rastlandığı gibi, yahudilerin kutsal kitabı olan Talmud’da da bir şahsın yetmiş yıl, bir başkasının altmış yıl uyuduktan sonra tekrar uyandıkları anlatılmaktadır. Aynı hadise Hıristiyanlık’ta “Efes’in yedi uyurları” adıyla anılmaktadır (Ömer Faruk Harman, “Ashâb-ı Kehf”, İFAV Ans., I, 167).
Medine’deki yahudi âlimlerinden Ashâb-ı Kehf hakkında bilgi alan Mekkeliler, olayı hayret verici buldular ve Hz. Peygamber’i imtihan etmek için olay hakkında ona sorular sordular. Kıssa bu sorulara cevap olarak nâzil oldu. Allah tarafından Hz. Peygamber’e yöneltilen 9. âyetteki soruya bakıldığında onun da olayı şaşırtıcı bulduğu anlaşılmaktadır. Ancak onun bu durumu olayın niteliğinden yani ilginç oluşundan kaynaklanıyordu.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 538-539

 
Kurban
Beiträge: 1.014
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 13.11.2023 | Top

   

Kehf Süresi Meal Ve Tefsiri 11-20
Meryem Süresi Meal Ve Tefsiri 81-98

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz