Kehf Süresi Meal Ve Tefsiri 32- 59

#1 von Kurban , 16.11.2023 03:01

Kehf Süresi Meal Ve Tefsiri 32-59

وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً رَجُلَيْنِ جَعَلْنَا لِاَحَدِهِمَا جَنَّتَيْنِ مِنْ اَعْنَابٍ وَحَفَفْنَاهُمَا بِنَخْلٍ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمَا زَرْعاًؕ ﴿٣٢﴾
﴾32﴿ Onlara, misal olarak şu iki adamı anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekin bitirmiştik.

كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ اٰتَتْ اُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْـٔاًۙ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَراًۙ ﴿٣٣﴾
﴾33﴿ Bağların ikisi de yemişlerini verip hiçbir ürünü eksik bırakmamışlardı. İki bağın arasından bir de ırmak akıtmıştık.

وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌۚ فَقَالَ لِصَاحِبِهٖ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَنَا۬ اَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً وَاَعَزُّ نَفَراً ﴿٣٤﴾
﴾34﴿ Böylece adamın bol ürünü oluyordu. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: “Benim malım seninkinden daha çok; insan sayısı olarak da daha güçlüyüm.”

وَدَخَلَ جَنَّتَهُ وَهُوَ ظَالِمٌ لِنَفْسِهٖۚ قَالَ مَٓا اَظُنُّ اَنْ تَبٖيدَ هٰذِهٖٓ اَبَداًۙ ﴿٣٥﴾
﴾35﴿ Böyle bir böbürlenme içinde kendine kötülük ederek bağına girdi ve şöyle dedi: “Bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam.

وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ وَلَئِنْ رُدِدْتُ اِلٰى رَبّٖي لَاَجِدَنَّ خَيْراً مِنْهَا مُنْقَلَباً ﴿٣٦﴾
﴾36﴿ Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbimin huzuruna götürülürsem bile, hiç şüphem yok ki, orada bunun yerine daha iyisini bulurum.”

قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَكَفَرْتَ بِالَّذٖي خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوّٰيكَ رَجُلاًؕ ﴿٣٧﴾
﴾37﴿ Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona hitaben, “Yoksa sen” dedi, “Seni topraktan, sonra nutfeden (sperm) yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah’a da mı inanmıyorsun?”

لٰكِنَّا۬ هُوَ اللّٰهُ رَبّٖي وَلَٓا اُشْرِكُ بِرَبّٖٓي اَحَداً ﴿٣٨﴾
﴾38﴿ Halbuki O Allah benim rabbimdir ve ben rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.

وَلَوْلَٓا اِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَٓاءَ اللّٰهُۙ لَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِۚ اِنْ تَرَنِ اَنَا۬ اَقَلَّ مِنْكَ مَالاً وَوَلَداًۚ ﴿٣٩﴾
فَعَسٰى رَبّٖٓي اَنْ يُؤْتِيَنِ خَيْراً مِنْ جَنَّتِكَ وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَاناً مِنَ السَّمَٓاءِ فَتُصْبِحَ صَعٖيداً زَلَقاًۙ ﴿٤٠﴾
﴾39-40﴿ Keşke bağına girdiğinde, ‘Mâşal­lah! Güç yalnız Allah’ındır’ deseydin! Eğer malca ve evlâtça beni kendinden güçsüz görüyorsan, ben de rabbimin, senin bağından daha iyisini bana vereceğini umuyorum. Allah senin bağına gökten âfetler gönderir de bağ boş ve kaygan bir zemin haline gelebilir.

اَوْ يُصْبِحَ مَٓاؤُ۬هَا غَوْراً فَلَنْ تَسْتَطٖيعَ لَهُ طَلَباً ﴿٤١﴾
﴾41﴿ Yahut bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu aramaya bile gücün yetmez.”

وَاُحٖيطَ بِثَمَرِهٖ فَاَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلٰى مَٓا اَنْفَقَ فٖيهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَنٖي لَمْ اُشْرِكْ بِرَبّٖٓي اَحَداً ﴿٤٢﴾
﴾42﴿ Çok geçmeden adamın ürünleri (felâketlerle) kuşatıldı. Sahibi, çardakları yere çökmüş haldeki bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü çırpınmaya başladı. “Ah” diyordu, “Keşke ben rabbime hiçbir şeyi ortak koşmamış olsaydım!”

وَلَمْ تَكُنْ لَهُ فِئَةٌ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَمَا كَانَ مُنْتَصِراًؕ ﴿٤٣﴾
﴾43﴿ Ona Allah’tan başka yardım edecek yandaşları da yoktu; kendisi de (bu felâkete) engel olamadı.

هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلّٰهِ الْحَقِّؕ هُوَ خَيْرٌ ثَوَاباً وَخَيْرٌ عُقْباًࣖ ﴿٤٤﴾
﴾44﴿ İşte burada yardım ve dostluk, Hak olan Allah’a mahsustur. Mükâfatı en iyi olan O, en güzel âkıbeti veren yine O’dur.
Tefsir
Yüce Allah önceki âyetlerde inanmayanların cehennemdeki durumlarıyla inananların cennetteki durumlarını anlattıktan sonra, burada da bu iki grubun hallerine uygun olarak biri imanın, diğeri küfrün temsilcisi durumundaki iki adamın inanç ve davranış özelliklerini örnek vermiştir. Âyetlerden anlaşıldığına göre küfrün temsilcisi olan şahıs büyük bir servete sahiptir; imanın temsilcisi ise fakir ve zayıftır. Servet sahibi olan şahıs Allah’a iman edip verdiği nimete şükredeceği yerde, servetini fakir arkadaşına karşı böbürlenme ve nankörlük vesilesi yapmıştır. Malının yok olmayacağına ve kıyametin kopmayacağına inanmaktadır; kopsa bile âhirette Allah katında dünyadakinden daha iyi bir durumda olacağını iddia etmektedir.
Âhirete inanan arkadaşı ise iman ve sâlih amel konusunda ona öğüt vermiş, kendisini topraktan yaratıp çeşitli safhalardan geçirdikten sonra mükemmel bir insan haline getiren Allah’a ortak koşarak nankörlük etmesinin uygun olmadığını, âhireti inkâr etmenin bir bakıma Allah’ı inkâr etmek olduğunu bildirmiştir. Zenginlik de yoksulluk da birer imtihan aracıdır. Bu âyetlerde imtihanı kazanan ile kaybeden iki örnek canlı bir üslûp içinde, karşılaştırma yöntemiyle verilmektedir.
Bu iki kişinin kimlikleri konusunda tefsirlerde farklı görüşler vardır: a) Bunlar Mekke’de Mahzûm kabilesinden iki kardeştir. Biri kâfir olan Esved b. Abdü’l-Eşed, diğeri ise müslüman olan kardeşi Ebû Seleme’dir. Bahçeler ise muhtemelen Tâif’te bulunmaktadır. b) Bunlar İsrâiloğulları’ndan iki kardeştir. Babalarından kalan mirası bölüştüklerinde, mümin olan malını hayır yolunda harcamış, diğeri ise örnekte anlatılan bağları satın almıştır. Sonuç ise anlatıldığı gibi hüsrandır (İbn Âşûr, XV, 316). c) Bu olay inananla inanmayan insanın iç dünyalarını anlatan bir temsildir. Burada inanmanın insan ruhuna verdiği güven ve huzur ile inançsızlığın sebep olduğu güvensizlik ve huzursuzluk anlatılarak Mekkeli zengin müşriklerle yoksul müslümanların ruh halleri tasvir edilmiştir. Yoksul insanlarla beraber oturmaya tenezzül etmeyen zenginlerin tutumlarını kınayan ve Hz. Peygamber’e onların sözlerine uymamasını emreden âyetlerden sonra bu misalin getirilmesi, müşriklerin sonunun o bahçe sahibi zenginin sonuna benzeyeceğine işaret etmektedir.
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِهٖ نَبَاتُ الْاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَشٖيماً تَذْرُوهُ الرِّيَاحُؕ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ مُقْتَدِراً ﴿٤٥﴾
﴾45﴿ Onlara dünya hayatına dair şu örneği de ver: O gökten indirdiğimiz su gibidir; o su sayesinde yerdeki bitkiler gelişip birbirine karışır, sonra da bu bitkiler rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelir. Allah her şeye muktedirdir.

اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ زٖينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ اَمَلاً ﴿٤٦﴾
﴾46﴿ Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; kalıcı olan iyi davranışlar ise rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.
Tefsir
Mekkeli bazı zenginler, mallarının ve oğullarının çokluğu sebebiyle şımardıkları için tevhid dinine girmeye tenezzül etmiyor (Kalem 68/14-15), hayatın sadece dünyadan ibaret olduğunu iddia ediyorlardı (bk. Câsiye 45/24). Yüce Allah, onların şımarmasına sebep olan dünya hayatının durumunu; insanın içini açan bitki örtüsüne hayat vermekte olan suya benzetiyor; ama bir süre sonra su çekiliyor, bitkiler kuruyor ve toza toprağa karışıyor.
Bu ibretli benzetmeye göre, insanları aldatan dünya hayatı fânidir, mal ve çocuklar da bu dünyanın süsüdür; kısa bir süre sonra fâni olan gidecek, sâlih amel kalacaktır.
“İyi davranışlar” diye çevirdiğimiz ve kalıcı olduğu açıklanan sâlihât hem inanmayı hem de İslâm’ın yapılmasını emrettiği ve hoş karşıladığı, ahlâkî değerlere uygun işleri ve güzel davranışları ifade etmektedir. Allah’ı zikretmek, namaz, oruç, hac, zekât ve benzeri bütün ibadetler; cihad etmek, iyiliğe yöneltmek, kötülükten sakındırmak, ana babaya, akrabaya ve komşulara iyi davranmak, adalet, ihsan vb. Kur’an’ın öngördüğü bütün iyi işler dünyada insanlara fayda verecek ve âhirette de kurtuluşa vesile olacak sâlih amellerdir. İnsana yakışan, dünya hayatında yapacağı iyi işlerle ebedî saadetini kazanmaktır. Bununla beraber İslâm, helâl mal kazanmayı ve dünya nimetlerinden istifade etmeyi de yasaklamamıştır: “De ki: Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar dünya hayatında müminlere yaraşır; kıyamet gününde ise yalnız onlara mahsus olacaktır” (A‘râf 7/32). Ancak İslâm bu nimetlerin fakirlere karşı kibir ve gurur vesilesi edilmesini, maddî ve psikolojik baskı aracı yapılmasını hoş görmez.
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَداًۚ ﴿٤٧﴾
﴾47﴿ Bir gün dağları yürüteceğiz ve yeryüzünü dümdüz göreceksin. Hiçbirini geride bırakmaksızın onları da mahşerde toplarız.

وَعُرِضُوا عَلٰى رَبِّكَ صَفاًّؕ لَقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍؗ بَلْ زَعَمْتُمْ اَلَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِداً ﴿٤٨﴾
﴾48﴿ Artık hepsi sıra sıra rabbinin huzuruna çıkarılmışlardır (onlara): “Andolsun ki sizi ilk defasında yarattığımız gibi (tek başınıza) bize geldiniz. Oysa size asla bir buluşma zamanı tayin etmediğimizi sanmıştınız.”
Tefsir
Dağların yürütülmesinden maksat, kıyamet gününde şiddetli bir deprem ve infilâkin meydana getirilmesi, dağların atılmış yün gibi savrulması olabilir. Kur’an’ın değişik yerlerdeki anlatımına göre o gün yer kütlesi sarsılacak ve dağlar darmadağın edilecek (Hâkka 69/14), savrulan kum yığınları haline gelecek (Müzemmil 73/14), atılmış renkli yün gibi olacak (Kāria 101/5), toz duman haline gelecek (Vâkıa 56/5-6), bulutlar gibi hareket edecek, nihayet bir serap olacaktır (Nebe’ 78/20). Nitekim başka bir âyette şöyle buyurmaktadır: “Sana dağları soruyorlar. De ki: Rabbim onları un ufak edip savuracak; yerlerini dümdüz, bomboş bırakacak. Orada artık ne bir kıvrım ne de bir tümsek görürsün” (Tâhâ 20/105-107). Bu konuda Elmalılı Muhammed Hamdi şöyle der: “Dağların atılmış renkli yünler gibi olmaları hali, bizim idrakimize göre bütün yer küresinin volkan gibi infilâk edip patlaması halini düşündürdüğü gibi, son zaman savaşlarının o hali almaya doğru giden yakıcı manzaralarını da göz önüne getirmektedir” (IX, 6029). Allah dağları yerinden giderir, yok eder, her taraf dümdüz ve çıplak hale gelir. Böylece yeryüzünde ne bir bitki ne bir ağaç ne bir canlı ne de bir bina kalır.
Bundan sonra Allah Teâlâ, bütün insanları huzurunda saf halinde toplayacak ve inkârcılara şöyle hitap edecek: “Siz ilk yarattığımız gibi bize geldiniz!” Yani siz öldükten sonra dirilmeyi inkâr ediyordunuz, işte gördünüz. Sizi hiç yokken nasıl yarattıysak öldükten sonra da öylece dirilttik. Şimdi huzurumuza aynen yarattığımız zamanki gibi çıplak, malsız, mülksüz, çocuksuz ve yardımcısız olarak geldiniz. Nitekim başka bazı âyetlerde şöyle buyurulmuştur: “Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız” (En‘âm 6/94). “Onun sözünü ettiği şeyler sonunda bize kalacak, kendisi de tek başına bize gelecek” (Meryem 19/80). Hz. Peygamber de kıyamet gününde Allah’ın insanları, ilk yaratıldıkları doğal halleri ve görünüşleriyle, yanlarında dünyalık hiçbir şeyleri olmaksızın toplayacağını haber vermiştir (Müsned, III, 495).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 557-558

وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمٖينَ مُشْفِقٖينَ مِمَّا فٖيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَا لِ‌هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغٖيرَةً وَلَا كَبٖيرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًؕ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَداًࣖ ﴿٤٩﴾
﴾49﴿ Artık kitap (amel defteri) ortaya konmuştur; suçluların, onda yazılı olanlardan korkuya kapılmış olarak, “Vay halimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” dediklerini görürsün. Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.
Tefsir
Bu ve benzeri âyetler (meselâ bk. Câsiye 45/29; İnfitâr 82/10-12) insanoğlunun dünyada başı boş bırakılmadığını, yapmış olduğu iyi veya kötü, büyük veya küçük her türlü amelin, mahiyetini bilmediğimiz bir şekilde yazılıp korunduğunu ifade etmektedir. İnkârcıların hesaba katmadıkları âhiret gününde herkesin amel defteri önüne konacak ve dünyada yapmış olduğu büyük-küçük ne ameli varsa orada zaptedilmiş olduğunu görecektir. Dünyada günaha batmış olanlar o gün yapmış oldukları kötülüklerin sayılıp dökülmesinden dehşete kapılacaklar, Allah’ın vereceği cezadan ve insanlar karşısında rezil olmaktan korkacaklardır.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 558-559

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْلٖيسَؕ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّهٖؕ اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونٖي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّؕ بِئْسَ لِلظَّالِمٖينَ بَدَلاً ﴿٥٠﴾
﴾50﴿ Hani biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik; İblîs’ten başka hepsi secde ettiler. O cinlerdendi, rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onu izleyenleri mi dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler adına bu ne kötü bir tercih!
Tefsir
Âdem ile İblîs kıssası daha önce birkaç defa geçmiş ve oralarda İblîs’in Âdem’e secde etmemesinin sebebi açıklanmıştı (bk. Bakara 2/34; A‘râf 7/11; Hicr 15/30-31). Burada, Allah’ın ve peygamberin yolunu bırakıp da hem Allah’ın hem de insanların düşmanı olan İblîs’in ve soyunun yolundan giden sapkın insanları uyarmak için konuya tekrar kısaca değinilmiştir.
İblîs’in cinlerden mi meleklerden mi olduğu konusunda farklı görüşler olmakla birlikte (Râzî, XXI, 136), bu ve benzeri âyetler onun meleklerden olmadığını açık bir şekilde ifade eder. Mecaz anlamıyla “izleyenler” diye çevirdiğimiz zürriyyet kelimesinin sözlük anlamı, “ondan türeyenler, onun nesli” demektir. Buna göre cinler melek olamaz; çünkü melekler nuranî varlıklar olup onların erkeklik ve dişilikleri yoktur. Onlar evlenmezler, dolayısıyla çocuk sahibi olmazlar. Melekler, yaratılışları itibariyle itaatkâr varlıklar olup Allah’a asla isyan etmezler, kendilerine emredilenleri yerine getirirler (bk. Nahl 16/50; Tahrîm 66/6). Halbuki İblîs çeşitli âyetlerde ifade edildiği üzere Allah’a isyan etmiştir. Çünkü o cinlerdendir, cinler ise itaat veya isyan etme özgürlüğüne sahip varlıklardır.
Başka bir âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır: “O gün Allah onların hepsini toplayacak ve meleklere soracak: ‘Bunlar mıydı size tapmakta olanlar?’ Melekler şöyle cevap verecekler: ‘Hâşâ, sen yüceler yücesisin! Bizim velimiz onlar değil sensin.’ Gerçekte onlar cinlere tapıyorlardı; çoğu onlara inanmıştı” (Sebe’ 34/40-41).
Kur’an-ı Kerîm’de İblîs’in de (A‘râf 7/12) cinlerin de (Rahmân 55/15) ateşten yaratılmış oldukları bildirilmiştir. Bu âyetler cinlerle meleklerin ayrı ayrı varlıklar olduğunu gösterir.
Cinler de melekler gibi gayri maddî oldukları için, bu anlamda meleklerin cinlerden sayılabileceğini, dolayısıyla cinlerden olan İblîs’in aynı zamanda meleklerden olmasına bir engel bulunmadığını savunanlar olmuşsa da gerek yukarıdaki deliller, gerekse Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadîs-i şerif, meleklerle cinlerin farklı varlıklar olduğunu ifade etmektedir. Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Melekler nurdan yaratıldı. Cinler ise öz ateşten yaratıldı. Âdem de (Kur’an’da) size anlatılan şeyden (toprak) yaratıldı” (Müslim, “Zühd”, 60; melekler hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30; cinler hakkında bilgi için bk. Cin 72/1).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 560

مَٓا اَشْهَدْتُهُمْ خَلْقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَا خَلْقَ اَنْفُسِهِمْࣕ وَمَا كُنْتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلّٖينَ عَضُداً ﴿٥١﴾
﴾51﴿ Ben onlara ne göklerin ve yerin yaratılışını ne de bizzat kendilerinin yaratılışını gösterdim. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim.
Tefsir
“Ben onlara ne göklerin ... ne de kendilerinin yaratılışını gösterdim” cümlesindeki zamirlerden kimin kastedildiğine göre âyete iki türlü mâna verilmektedir: a) Zamirler, İblîs’i ve neslini ifade ettiği takdirde meâlde verilen mâna çıkar. Buna göre âyette göklerin, yerin ve insanların yaratılışında –hazır bulundurulmadıkları için– hiçbir katkıları olmayan, hatta kendileri dahi sonradan yaratılmış bulunan, dolayısıyla ilâh olmaları imkânsız olan şeytanların ibadet ve itaate lâyık olmadıkları bildirilmekte ve Allah’ın, insanları yanlış yola saptıranları kendisine yardımcı edinmeyeceği vurgulanmaktadır. b) Zamirler, İblîs’i ve neslini dost edinen insanları ifade ettiği takdirde mâna şöyle olur: Ben onlara (müşrikler) ne göklerin ne yerin ne de bizzat kendilerinin yaratılışını gösterdim. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim. Onlar, bana ortak koştukları şeylerin, kâinatı yaratırken bana yardım ettiklerini görmediler. O halde onların benim ortaklarım olduğunu nasıl iddia ediyorlar?Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 561

وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَٓاءِيَ الَّذٖينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجٖيبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقاً ﴿٥٢﴾
﴾52﴿ Unutma ki bir gün Allah, “Benim ortaklarım olduğunu ileri sürdüğünüz şeyleri çağırın!” buyuracak. Onları çağıracaklar fakat kendilerine cevap veremeyecekler; çünkü biz aralarına aşılamaz bir uçurum koyduk.
وَرَاَ الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفاًࣖ ﴿٥٣﴾
﴾53﴿ Suçlular ateşi görür görmez, kendilerinin orayı boylayacaklarını iyice anlayacaklar; fakat ondan kurtuluş yolu bulamayacaklar.
Tefsir
Yüce Allah kıyamet gününde hesaba çekmek üzere bütün mahlûkatı huzurunda topladığı zaman, dünyada kendisine ortak koşmuş olanlara şöyle seslenecek: Haydi, benim ortaklarım olduğunu ileri sürdüğünüz şeyleri çağırın da size yardım etsinler! Bunun üzerine müşrikler tanrılarını çağıracaklar. Fakat o sözde tanrılar cevap veremeyecek. Zira Allah Teâlâ müşriklerle tanrı edindikleri şeyler arasına tabii bir engel koymuştur. Onların hilkat ve tabiatları tapınmaya lâyık ve yardım etmeye müsait değildir. Bu husus orada açıkça ortaya çıkacak, artık tapanlarla tapılanlar birbirlerini göremeyeceklerdir. Bâtıl tanrıların dünyada faydaları olmadığı gibi âhirette de faydaları olmayacağı ortaya çıkacaktır. İşte o zaman suçlular cehennemi görecekler, oraya gireceklerini ve oradan çıkmak için bir kurtuluş yolu bulamayacaklarını anlayacaklardır.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 561-562
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فٖي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍؕ وَكَانَ الْاِنْسَانُ اَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلاً ﴿٥٤﴾
﴾54﴿ Hakikaten biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali vermişizdir. Fakat insan tartışmaya çok düşkün olan bir varlıktır.

وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰى وَيَسْتَغْفِرُوا رَبَّهُمْ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمْ سُنَّةُ الْاَوَّلٖينَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ قُبُلاً ﴿٥٥﴾
﴾55﴿ Kendilerine hidayet geldiğinde insanları iman etmekten ve rablerinden mağfiret talep etmekten alıkoyan şey sadece, öncekilerin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesini, yahut âhiret azabının göz göre göre kendilerine gelmesini beklemeleridir.
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلٖينَ اِلَّا مُبَشِّرٖينَ وَمُنْذِرٖينَۚ وَيُجَادِلُ الَّذٖينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ وَاتَّخَذُٓوا اٰيَاتٖي وَمَٓا اُنْذِرُوا هُزُواً ﴿٥٦﴾
﴾56﴿ Biz resulleri, sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfir olanlar ise, bâtıla dayanarak hakkı ortadan kaldırmak için mücadele verirler. Onlar, âyetlerimi ve kendilerine yapılan uyarıları alaya almışlardır.
Tefsir
Bu misallerin verilmesindeki gaye insanların öğüt ve ibret alarak gerçeğe inanmalarını sağlamaktır. Allah Teâlâ, insanlar ibret alsınlar diye Kur’an’da çokça misal vermiştir. Sivri sinekten, akıllara durgunluk veren uçsuz bucaksız göklerin yaratılışından, dünya hayatının fâniliğinden ve kâinattaki iyi ve kötü şeylerden örnekler vermiştir ki insanlar düşünüp gerçeği anlasın ve kabul etsinler. Fakat insanlardan bir kısmının inat ve inkârları, bencillik ve çıkar hesapları onları, hak dine ve peygambere karşı kör bir mücadeleye itmiş, hak ve hidayet karşısında inat ve ısrarla direnerek inkârlarını sürdürmüşlerdir. Akıl ve nakil delillerinden yararlanırken iman etmek ve Allah’tan bağışlanmayı dilemek yerine öncekilerin başlarına gelen felâketlerin kendi başlarına da gelmesini beklemiş veya kendilerine vaad edilen azabı açık seçik görmek istemişlerdir. Nitekim bir âyette şöyle dedikleri bildirilmektedir: “Allahım! Eğer bu kitap senin katından gelmiş bir hakikatse gökten üzerimize taş yağdır veya bize acı veren bir azap gönder!” (Enfâl 8/32).
Bununla beraber Allah Teâlâ peygamberleri, insanları helâk etmek için değil onlara müjde vermek ve isyan edenleri uyarmak için göndermiştir. Fakat inanmayanlar hakkı mağlûp etmek için mücadele etmektedirler. Onlar, hak ve hakikatin ortaya çıkması için değil, bilâkis Allah’ın âyetleri ve bu âyetlerde bildirilen azap ile alay etmek için mücadele ederler. Böyle peşin hükümlü ve sabit fikirli kimselere ne kadar misal getirilirse getirilsin fayda vermez. Bunlar azabı apaçık görmedikçe iman etmezler. Ancak azabı gördükten sonra da inanmaları kendilerine bir fayda sağlamaz.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 563-564

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّهٖ فَاَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُؕ اِنَّا جَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَفٖٓي اٰذَانِهِمْ وَقْراًؕ وَاِنْ تَدْعُهُمْ اِلَى الْهُدٰى فَلَنْ يَهْتَدُٓوا اِذاً اَبَداً ﴿٥٧﴾
﴾57﴿ Kendisine rabbinin âyetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden ve kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır? Biz onların kalplerine, bu uyarıyı algılamalarına engel olan bir örtü koyduk, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyecekler.
Tefsir
Şüphesiz ki Allah’ın âyetleri kendisine hatırlatıldığı halde kibirlenip onlara sırt çeviren ve yapmış olduğu kötülükleri unutup hatırlamazlıktan gelen kimse, kendisine en büyük zulmü yapmıştır. Çünkü onun bu davranışı, ebedî hayatının azap içinde geçmesine sebep olmaktadır. Yüce Allah böyle peşin fikirli, inatçı kimselerin inkârları yüzünden kalplerini mühürler, kulaklarını da kapatır (bk. Nisâ 4/155). Dolayısıyla bunlar hakkı işitmez ve anlamazlar. Peygamberin veya diğer davetçilerin daveti bunlara fayda vermez ve ebediyen doğru yolu bulamazlar.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 564

وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِؕ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَؕ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِهٖ مَوْئِلاً ﴿٥٨﴾
﴾58﴿ Senin rabbin hep bağışlayıcıdır ve merhamet sahibidir; şayet yaptıkları yüzünden onları (hemen) cezalandıracak olsaydı, onlara azabı çarçabuk verirdi. Fakat kendilerine tanınmış belli bir süre vardır ki, artık bundan öte kaçıp kurtulacakları bir sığınak bulamayacaklardır.

وَتِلْكَ الْقُرٰٓى اَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِداًࣖ ﴿٥٩﴾
﴾59﴿ İşte o beldeler (ahalisi), zulme sapınca onları helâk ettik; helâk etmek için de belli bir süre belirlemiştik.
Tefsir
Yüce Allah’ın mağfireti geniş, merhameti büyüktür. Bu sebeple kullarının kusur ve isyanlarına rağmen onları hemen cezalandırmaz, bilâkis uslanmaları için onlara mühlet verir. Allah’ın âdeti böyledir. Zalimlere mühlet verir, fakat verilen süre içinde tövbe edip hakka dönmezlerse, artık dünya ve / veya âhirette cezalarını verir. Nitekim daha önce kendilerine zulmetmiş olan Âd, Semûd, Lût ve benzeri kavimlere de belli bir süre mühlet vermiş, fakat verilen süre içinde hakka dönmedikleri için onları helâk etmiştir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 564

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 20.11.2023 | Top

   

Kehf Süresi Meal Ve Tefsiri 60-80
Kehf Süresi Meal Ve Tefsiri 21-31

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz