Ali imran Sûrenin Nüzul Sebebi

#1 von Kurban , 24.11.2013 13:10

Sûrenin Nüzul Sebebi

Bu sûrenin sebeb-i nüzulü hakkında şu iki rivayet ileri sürülmüştür:
Birinci görüş: Bu, Mukâtil b. Süleyman'ın görüşüdür. Ona göre, bu sürenin başındaki bazı âyetler
yahudîler hakkında nazil olmuştur. Biz, bu hususu (Bakara, 1-2.) âyetinin tefsirinde zikretmiştik.

İkinci görüş: "Bu sûrenin başından, mübâhele âyetine (Âi-ümran.ei) kadar olan kısım hristiyanlar hakkındadır." Bu Muhammed b. İshflk'ın görüşüdür. O şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.s)'e, Necran'dan binitli yetmiş kişilik bir heyet geldi. İçlerinden ondördü onların eşrafından idi. Bu ondört kişinin üçü de kavmin iteri gelenlerinden idi. Bunlardan birisi başkanları idi ve adı da Abdu'l-Mesîh idi. İkincisi danışmanları ve en ileri görüşlü olanları idi. Ona "Seyyid" (Efendi) diyorlardı ve adı el-Eyhem idi. Üçüncüsü de, âlimleri, piskoposları ve müderrisleri idi ki adı Ebu Harise İbn Alkame idi. O, Benû Bekir İbn Vâil kabilesinden idi. Hristiyanlıktaki eğitim ve öğretimi, hristiyantığa yaptığı hizmetleri, çalışmaları sebebi ile ve ilmi ile meşhur olduğu için, ona Rum hükümdarları tarafından izzet ve ikramlara mazhar kılınarak, kendisine birçok mallar verilmiş ve idaresine birçok kiliseler bağlanmıştı. Necran'dan gelirken bir katıra binmiş, onun yularını da kardeşi Kürz b. Alkame çekmiştir. Ebu Hârise'nin katırı yürürken birden tökezler. Kardeşi Kürz, Hz. Peygamber (s.a.s)'i kastederek, "O uzaktaki helak olsun" deyince, Ebu Harise, "Aksine senin anan helak olsun" dedi. Bunun üzerine Kürz, "Niçin ey kardeşim?" deyince, o cevaben, "vallahi o bizim beklemekte olduğumuz peygamberdir" der. Kürz de, "Bunu bildiğin halde, ona inanmana mâni olan nedir?" der. Ebu Harise, "Şu krallar bize çok mallar verip, izzet-ü ikramda bulundular. Eğer biz Muhammedi tasdik edecek olursak, onlar bütün verdiklerini geri alırlar" dedi. Bu cevap Kürz'ün kalbinde bir ukde oldu. Müslüman oluncaya kadar bunu gönlünde sakladı. Müslüman olunca, bu hadiseyi anlattı.

Sonra bu üç ileri gelen reisleri, piskoposları ve danışmanları Hz. Peygamber (s.a.s) ile, dinlerindeki ihtilaflar üzerinde konuştular. Onlar bazan Hz. İsâ (a.s)'nın Tanrı olduğunu, bazan "Allah'ın oğlu" olduğunu, bazan da üçün (Baba-Oğul-Ruhul-Kudüs) üçüncüsü olduğunu söylüyorlardı. "O, Allah'tır" demelerine, "Çünkü ölüleri diriltir, anadan doğma körleri, alaca hastalığına musab olanları ve diğer hastalan iyileştirir, gayblan haber verir, çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üfler, o da uçardı' diye delil getiriyorlardı. O'nun, Allah'ın oğlu olduğu iddiasına da, "Çünkü O'nun bilinen bir babası yoktu" diye istidlal ediyorlardı. Onun, üçün üçüncüsü olduğu görüşlerine de, "Çünkü Allah "Biz yaptık," "Biz kıldık" diyor. Eğer Allah bir olsaydı "Ben yaptım" derdi, diye istidlal etmişlerdir. Buna karşılık Hz. Peygamber (s.a.s) onlara "İslam'a giriniz" deyince, onlar, "Biz senden daha önce İslâm'a girdik" dediler. Bunun üzerine Hr. Peygamber (s.a.s), "Yalan söylüyorsunuz. Allah'a bir oğul isnad edip duruyorken, haça taparken ve domuz eti yiyip dururken, sizin müslümanlığınız nasıl doğru olur" dedf. Onlar da: "EğeT O, Allah'ın oğlu değil ise, onun babası kimdir?" dediler. Hz.

Peygamber (s.a.s) sustu ve bunun üzerine Allah Teâlâ, Âl-i İmrân sûresinin başından seksen kadar âyeti indirdi.

Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.s) onlarla münazaraya başlayarak, şöyle dedi:

"Bilmiyor musunuz, Allah ölümsüz olan bir Hayy'dır, diridir? Hz. İsa ise, ölümlüdür..."

"Evet biliyoruz.." "Bilmiyor musunuz ki, babasına benzemeyen hiçbir çocuk yoktur?"

"Evet biliyoruz.."

"Bilmiyor musunuz ki, Rabb'imiz her şeye hâkim ve kayyûmdur? Onu korur, gözetir, muhafaza eder ve rıztklandırır.. Halbuki İsa, bunların herhangi birini yapabilir mi?"

"Hayır..."

"Bilmiyor musunuz, yerde ve gökte bulunan hiçbir şey Allah'a gizil kalmaz? İsa ise, Allah'ın bildirdiğinden başka herhangi bir şeyi bilebilir mi?"

"Hayır..."

"Rabb'imiz, İsa'yı anasının rahminde dilediği gibi şekillendirdi.. Bunu bilmiyor musunuz?.. Rabb'imizin İse yemez-içmez ve abdest bozmaz olduğunu bilmiyor musunuz?"

"Evet biliyoruz."

"İsa'yı anası, bir kadının çocuğunu taşıdığı gibi taşımış, yine bir kadının çocuğunu doğurduğu gibi de doğurmuştur. O da, bir çocuğun beslenmesi gibi beslenmiş, gıdalanmıştı."
"Evet.."
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), "O halde İsa, sizin iddia ettiğiniz gibi, nasıl bir ilâh olabilir?" dedi. Onlar da, bunu anladılar; ama sonra küfrân-ı nimette bulunarak, inkârı sürdürdüler.

Yine onlar inadlarmı sürdürerek:

"Sen, isa'nın, Allah'ın kelimesi ve Ondan bir ruh olduğunu zannetmiyor musun?" dediler. Hz. Peygamber de:
"Evet, öyle biliyorum" deyince, bunun üzerine onlar: "Eh, bu da bize yeter" diye cevap verdiler.

Bunun üzerine Allahu Teâlâ, "İşte kalblerinde bir eğrilik bulunanlar, sırf fitne aramak, onun teviline yeltenmek için, onun müteşabib olanına tâbi olurlar. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ise, "Biz ona inandık. Hepsi Rabb'imiz kahndandır' derler. Akıl sahiplerinden başkası bunu iyi düşünemez" (ân imran, 7) âyetini indirdi.

Sonra onlar, bu âyeti kabul etmeyince Allahu Teâlâ Hz. Muhammed (s.a.s)'e onlarla "mübâhele"'yi (karşılıklı lanetleşmeyi) emretti.. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), onları "mübâhele" ye davet edince, onlar:

"Ey Ebâ'l-Kâsım, bizi bırak da bir düşünelim.. Sonra, yapmamızı istediğin şeyi yapmak için sana geliriz.." dediler ve, çekip gittiler.

Daha sonra bu üç kişi kendi aralarında birbirlerine, "Bu konuda ne diyorsunuz.." deyince, içlerinden birisi, "Ey, hristiyan topluluğu, Allah'a yemin ederim ki, sizler hiç şüphesiz Muhammed'in peygamber olduğunu biliyorsunuz.. Andolsun ki o size, peygamberiniz hakkındaki meseleyi çok güzel izah etti... Yine, yemin ederim ki, bir peygamber ile lânetleşmeye girmiş olan her kavmin, büyüğünün küçüğünün öldüğünü; eğer siz de bunu yaparsanız, bunun sizin kökünüzü kurutacağını biliyormusunuz.. Madem ki bu dinde kalmak istiyorsunuz, o halde o adamla bir anlaşma yapın, sonra da ülkenize dönün!" dedi. Bunun üzerine onlar, Allah'ın Resûlü'ne gelerek, şöyle dediler:

"Ey Ebâ'l-Kâsım, biz seninle lânetleşmemeye, seni kendi dininde bırakmaya, kendimiz de kendi dinimiz üzre kalmaya karar verdik.. O halde, malımız, mülkümüz hususunda anlaşmazlığa düştüğümüzde aramızda hükmedecek ashabından birisini beraberimizde yolla... Çünkü siz bizim nazarımızda kabule şayan kimselersiniz./'

Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara:

"Öğle sonu yanıma geliniz de, çok kuvvetli ve güvenilir bir hakemi sizinle beraber yollayayım.." dedi. Hz. Ömer ise içinden şöyle diyormuş: "Ben hiçbir zaman emirlikten hoşlanmadım. Fakat o gün, kendimin tayin edilmesini umuyordum. Öğle namazını Allah'ın Resulü ile kıldığımızda, O, selâmdan sonra, sağa ve sola bakmıyordu.. Ben de, beni görsün diye ileri atılıyordum. O ise, sürekli göz gezdiriyordu. Nihayet Ebû Ubeyde İbnu'l-Cerrâh'ı gördü. Onu çağırdı ve:

"Onlarla git; ihtilâf ettikleri hususlarda aralarında hak ile hüküm ver"

dedi.. Hayatımda itk defa arzuladığım emirliği, idareciliği de Ebu Ubeyde alıp götürdü.."

Bil ki bu rivayetler dinî konuları açıklama ve her türlü şüpheyi giderme hususunda münazara etmenin peygamberlerin yöntemi olduğuna; münazarada bulunmanın ve meseleleri araştırmanın doğru olmadığını savunan "Haşviyye"nin yolunun ise kesinlikle bâtıl olduğuna delâlet etmektedir. Allah en iyisini bilendir

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010


   

Görülmemiş Dernek Hizmeti
b]Elif Lam Mîm ile ilgili Kıraat Vecihleri [/b]

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz