Peygamberimizin Üstünlügü

#1 von MCK ( Gast ) , 01.03.2013 15:18

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (a.s.m) hasaisi/ayrıcalıklı özellikleri nelerdir?
Kullanıcı:

Hasâis kelimesi, "bir şeye veya bir kimseye sadece onda bulunan bir özellikle üstünlük nisbet etmek" anlamındaki hass (husus) mastarından isim olan hâssıyyetin çoğulu olup "meziyetler ve üstün özellikler" demektir. (Lisânü’l-Arab, "hşş" md.) Hasâisü'n-Nebînin Kur'an ve Sünnet'te birçok delili vardır. Özellikle Ahzâb sûresinin yarısı (28-59) Resûl-i Ekrem aleyhissalatü vesselama ait hükümlerden bahseder. Yine Resûlullah'a gece namazı kılmasını emreden âyette "sana mahsus bir nafile olmak üzere" (İsrâ, 17/79) ifadesi de bunu belirtir.

Hadislerde bizzat Hz. Peygamber (asm)'in bazı uygulamaları kendisine münhasır kıldığı görülür. Meselâ Resûlullah, Mekke'nin Harem bölgesinde yasaklanan fiilleri sayarken kendisinin bu yerde savaştığını söyleyerek aynı şeyi isteyebileceklere karşı Allah'ın bu izni Fetih Günü kısa bir süre için yalnız kendisine verdiğini belirtmiş ve ardından Harem'in eski statüsüne döndüğünü bildirmiştir. (Buhârî, İlim 37) İbn Hacer, söz konusu hadisten çıkarılan hükümleri açıklarken bu fiilin Hz. Peygamber (asm)'in hasâisinden olduğunu, ayrıca ona has bazı imtiyazların bulunduğunu ispat ettiğini kaydetmektedir. (Fethu'l-bârî, I, 199)

Hasâis müellifleri Resûl-i Ekrem (asm)'e münhasır kılınan ilâhî hüküm ve lütufları genellikle farzlar, haramlar, mubahlar ve sadece ona lütfedilen üstünlükler olmak üzere dört grup halinde incelemişlerdir.

Yalnız Hz. Peygamber'e münhasır kılınan FARZLAR şunlardır:

Kuşluk, vitir ve teheccüd namazlarını kılmak, kurban kesmek, misvak kullanmak, hilim sahibi insanlarla istişare etmek, sayıca çok olsa bile düşmana karşı koymak, borçlu olarak vefat eden Müslümanların borçlarını ödemek, başladığı bir nafile ibadeti yarım bırakmamak, kötülüğü en uygun şekilde bertaraf etmek. Bunlar Müslümanlara da tavsiye edilmekle beraber Resûl-i Ekrem (asm)'e farz kılınmıştır.

Sadece Hz. Peygamber'e HARAM kılınan hususlar şöylece özetlenebilir:

Zekât almak, gerektiği halde savaşa girmekten çekinmek, dünya malına göz dikmek, (Hicr 88) sanığın suçluluğunu ispat ve ilân etmeden gizlice cezalandırılmasını emretmek, yaptığı iyiliği çok görerek başa kakmak. (Müddessir, 74/6) Dünya malına göz dikmek ve yapılan iyiliği başa kakmak Müslümanlar için de hoş görülmemekle birlikte bunlar Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Peygamber (asm) için haram derecesinde yasaklanmıştır.

Resûl-i Ekrem'e has bazı MUBAHLAR şunlardır:

İftar etmeden peşi peşine birkaç gün oruç tutmak (savm-ı visal), ganimet malları taksim edilmeden önce onların içinden dilediğini almak, ganimet mallarının ve gayri müslimlerden alınan vergilerin beşte birini istediği gibi kullanmak (bk. Enfâl, 8/41; Haşr, 59/7), Mekke'ye ihramsız girebilmek, vefatından sonra malının vârislerine miras olarak kalmaması, yaygın olan kanaate göre kendini ve çocuklarını ilgilendiren konularda hüküm verebilmesi (zira peygamberler masum olduğundan onların taraf tutması düşünülemez), uyumakla abdestinin bozulmaması.

Resûl-i Ekrem (asm)'e has mubahların bir kısmı da onun evlenmesiyle ilgilidir. Dört hanımdan fazlasını bir nikâh altında bulundurmak, kendisini Resûlullah'a adayan bir kadınla mehir vermeksizin evlenebilmek (bk. Ahzâb, 33/50), ihramda iken nikâh akdedebilmek, ona tanınan imtiyazlardandır. Hanımlarından dilediğini yanına almasına izin veren âyeti (Ahzâb, 33/51) onlar arasında nöbetle dolaşması şeklinde anlayanlara göre Resûl-i Ekrem (asm)'in dilediği eşinin yanında daha fazla kalmaya hakkı vardır. Bununla beraber Resûlullah hayatı boyunca hanımları arasında âdil davranmıştır. Bazı fiillerin sadece Resûl-i Ekrem (asm)'e mubah kılınmasının sebebi, Allah'ın ona tanıdığı yetkilerin genişliğini göstermek ve bu mubahların diğer insanların aksine Resûlullah (asm)'a itaatten alıkoymadığına dikkat çekmektir.

Hz. Peygamber'e lütfedilen ÜSTÜNLÜKLER:

Hz. Peygamber (asm)'e lütfedilen üstünlüklere dair kaleme alınan ve bir "fezâilü'n-nebî" edebiyatı oluşturacak kadar çok olan eserlerin bir kısmı Resûlullah (asm)'ın diğer peygamberlerden üstünlüğünü konu edinmiş, bir kısmı da onun insanlardan, cinlerden, meleklerden ve bütün yaratıklardan üstün olduğu hususunu ele almıştır. Fezâil müellifleri, Resûl-i Ekrem (asm)'in bu üstünlüklerini kanıtlayabilmek için öncelikle âyetlerden deliller getirmişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de, peygamberlerden bir kısmının bir kısmına üstün kılındığı ve bazılarının derecelerinin yükseltildiğinin bildirilmesinden (Bakara, 2/253; lsrâ, 17/55) Allah nezdindeki konumlarının farklı olduğu sonucu çıkarılmış, Resûlullah (asm)'ın âlemlere rahmet olarak gönderildiğini (Enbiyâ, 21/107), kavminin içinde bulunduğu sürece Allah'ın onlara azap indirmeyeceğini (Enfâl, 8/33) beyan eden âyetlerden de onun bütün peygamberlerden üstün olduğu neticesine varılmıştır.

Kur'an'da Hz. Peygamber'in faziletine delâlet eden birçok âyet vardır:

Allah'ın diğer peygamberlerden, Hz. Muhammed (asm)'e inanıp ona yardım edeceklerine dair söz alması (Âl-i İmrân, 3/81), Resûl-i Ekrem (asm) ile konuşanların seslerini yükseltmelerinin yasaklanması (Hucurât, 49/2), öteki peygamberlere hem Allah Teâlâ hem de ümmetleri kendi isimleriyle hitap ettikleri halde (Bakara, 2/35; Mâide, 5/110; Hûd, 11/32; Meryem, 19/12), Allah'ın Hz. Muhammed (asm)'e ismiyle değil "Ey Nebî" (Enfâl, 8/64; Ahzâb 33/1), "Ey Resul" (Mâide, 5/67; Talâk, 65/1) gibi sıfatlarla hitap etmesi, sahâbîlerin birbirlerine seslendikleri gibi Resûlullah (asm)'a seslenmelerinin menedilmesi (Nûr, 24/63), Kur'an'da sadece Hz. Muhammed (asm)'in hayatına yemin edilmesi (Hicr, 15/72) onun faziletleri olarak kabul edilmiştir.

Diğer peygamberlerin yalnız kendi ümmetlerine gönderilmesine karşılık Resûl-i Ekrem (asm)'in bütün insanlığa hitap etmesi de (Arâf, 7/158; Enbiyâ, 21/107; Sebe', 34/28) onun daha faziletli olduğuna bir delildir.

Ehl-i sünnet âlimlerinin tamamına yakın kısmı Hz. Peygamber (asm)'in bütün meleklerden üstün olduğu görüşündedir. (bk. Nebhânî, el-Fezâ'ilü'l-Muhammediyye, s. 68-70).

Resûlullah (asm)'ın faziletlere dair eserlerde ondan bahseden âyetlerin hemen hemen tamamı üzerinde durulmuş olmakla birlikte, konuyla ilgili görülen yüzü aşkın âyetin hepsinin Hz. Peygamber (asm)'in üstünlüğünü ele aldığını söylemek güçtür. Ancak bu âyetlerde ona eza vermenin yasaklanması, kendisine salât ve selâm getirmenin ve itaatin emredilmesi, insanlığa gözetleyici, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderildiğinin bildirilmesi, Resûlullah (asm)'ın ümmetine, ümmetinin ona nasıl davranacağının açıklanması onun üstünlüğünün işaretleri olarak değerlendirilebilir. (Bu âyetler için bk. Nebhânî, s. 45-73)

Önceki mukaddes kitaplarla bunların etrafında oluşan Ehl-i kitap kültüründe Hz. Peygamber (asm)'in sıfatlarından bahseden bölümler de onun üstünlüğüne delil teşkil etmiştir. Bu sıfatların nelerden ibaret olduğunu, genellikle Ehl-i kitap'tan Müslüman olan sahâbîlerin rivayetlerinde görmek mümkündür. Bunlar Resûl-i Ekrem (asm)'i kaba ve haşin davranmayan, çarşı pazarda bağıra çağıra dolaşmayan, kötülüğe kötülükle karşılık vermeyen, affedici ve mütevekkil bir kul olarak tanıtır. (bk. Ahmed Hicâzî es-Sekkâ, Kahire, 1977)

Resûl-i Ekrem'in üstünlüğüne temas eden hadisleri, dünyaya ve âhirete ait üstünlükleri ele alanlar olmak üzere iki grupta toplamak mümkündür.

Dünyevî üstünlükleriyle ilgili RİVAYETLER fazla değildir. Bunların en meşhuru, önceki peygamberlere verilmeyen beş özelliğin Resûlullah (asm)'a verildiğine dair rivayettir. (Buhârî, Teyemmüm 3, Salât 56; Müslim, Mesâcid 3) Buna göre Hz. Peygamber (asm)'e bir aylık mesafeden düşmanlarının kalbine korku salma özelliği verilmiş, yeryüzü namazgah, temiz ve temizlik sebebi kılınmış, ganimetler ona helâl sayılmış, diğer nebiler sadece kendi kavimlerine gönderildiği halde o bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiş ve kendisine şefaat etme hakkı tanınmıştır. Başka bir rivayette, bu özelliklerin yanında kendisine az sözle çok mâna ifade etme (cevâmiu'l-kelim) kabiliyeti verildiği ve rüyasında yeryüzü hazinelerine ait anahtarların getirilip önüne konulduğu bildirilir.

Resûl-i Ekrem (asm)'in dünyaya ait üstünlüklerinden biri de en temiz ve en şerefli bir soydan gelmesidir. Bunu çeşitli ifadelerinde belirten Hz. Peygamber (asm) (Müsned, II, 373; Buhârî, Menâkıb 23) soyunun hep meşru evliliklerle süregeldiğini söylemiştir. (Süyûtî, Hasais, I, 37) Onun bu üstünlüğü, kendisinden sonra neslini sürdüren Ehl-i beyt ile devam etmiştir. Allah Teâlâ'nın Ehl-i beytten, pisliği giderip onları tertemiz kılmayı arzu ettiği (Ahzâb, 33/33), Resûlullah (asm)'a malın kiri sayılan zekâtı ve sadakayı yasakladığı, buna karşılık ganimetlerin beşte birini kendisine ve Resulüne ayırdığı (Enfâl, 8/41; Haşr, 59/7) dikkate alınınca, Hz. Peygamber (asm)'in asalet ve temizliğin zirvesinde olduğu anlaşılır.

Son peygamber Hz. Muhammed (asm)'in kıyamete kadar devam etmek üzere getirdiği İslâmiyet'in en mükemmel din olması gerekir. Ayrıca Resûl-i Ekrem (asm), dinlerin topluma kazandırmaya çalıştığı iyi ve güzel ahlâkı tamamlamak, sözleri ve fiilleriyle onu temsil etmek amacıyla gönderildiğini açıklamıştır. (Müsned, II, 381; Muvatta, Hüsnü'l-huluk 8)

Şüphe yok ki bu üstün görevi yerine getirebilmek için güzel ahlâkın doruk noktasında bulunmak gerekir. Bu sebeple Resûlullah (asm) en üstün ahlâk ve faziletlerle donatılmıştır (Kalem, 68/4). Bunların yanında Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Peygamber (asm)'in müminlere kendi canlarından, dolayısıyla öz babalarından daha yakın ve daha müşfik olduğu ifade edilmiş ve eşleri de bütün Müslümanların anneleri olarak nitelendirilmiştir. (Ahzâb, 33/6, 53)

Resûl-i Ekrem'e âhiret hayatında verilen üstünlükler ise pek çoktur.

Allah'ın Hz. İbrahim (as)'i dost edinmesini (Nisâ, 24/125), Musa (as)'ya hitap ederek konuşmasını (Nisâ, 4/164), İsâ (as)'nın Allah'ın kelimesi ve ruhu olmasını (Nisâ, 4/171), Hz. Âdem (as)'in Allah nezdinde seçilmiş bir kul vasfı taşımasını hayret verici bulan bazı sahâbîlere Resûlullah (asm) bunların hepsinin doğru olduğunu söylemiştir. Ancak kendisinin de Allah'ın habibi olduğunu, kıyamet gününde Âdem (as)'in ve diğer peygamberlerin kendisinin dûnunda bir mevkide bulunacağını, hamd sancağını kendisinin taşıyacağını, ilk defa kendisinin şefaat edeceğini, cennetin kapı halkalarını ilk önce kendisinin hareket ettireceğini, Allah'ın ilk defa kendisini içeri alacağını, beraberinde de müminlerin fakirlerinin bulunacağını ve Allah katında öncekilerin ve sonrakilerin en değerlisinin kendisi olduğunu belirtmiş, bu özelliklerin her birinin sonunda, "Bunu övünmek için söylemiyorum." cümlesini tekrarlamıştır (Dârimî, Mukaddime 8; Tirmizî, Menâkıb 1).

Ayrıca Resûl-i Ekrem (asm), kabirden ilk defa kendisinin çıkacağını, kimsenin konuşmaya cesaret edemeyeceği o dehşetli günde, bütün insanlar adına konuşup huzûr-ı İlâhîde onların dertlerini anlatacağını, arasat meydanındaki vakfenin uzayıp insanların alabildiğine bunalacağı kıyamet gününde, hesabın başlaması için kendisinin şefaat edeceğini, ümitsizliğe düştükleri zaman şefaatinin kabul edildiğini onlara müjdeleyeceğini bildirmiştir.

Hz. Peygamber (asm) ve ümmeti dünyada son peygamber ve son ümmet olmakla beraber, âhirette en önde bulunacaklardır. (Buhârî, Cuma 1, 12; Müslim, Cuma 19. 21) Resûl-i Ekrem (asm)'in âhiretle ilgili faziletleri arasında şefaat hakkı önemli bir yer tutar. Her peygamberin kabul edilmiş bir duası olduğunu söyleyen Resûlullah (asm), kendi duasını kıyamet gününde ümmetine şefaat etmek için sakladığını haber vermiştir. (Müslim, İmân 335).

Kaynak: Ahatlı, Erdinç, Hasâisu’n-Nebî; TDİA, Hasâisu’n-Nebî Maddesi.


Bölüm 2.

Peygamberimiz (s.a.s) daha dünyaya gelmeden önce ruhlar âleminde de diğer peygamberlerin imreneceği bir şana sahipti. Her peygamber, peygamberimizin (s.a.s) yerinde olmak istiyordu. Barnabas İncilinin muhtelif yerlerinde Hz. İsa Aleyhisselam, peygamberimizin (s.a.s) şanı için onun ayakkabısının bağını bağlama şerefine nail olmayı dilemektedir.

İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s.) Mektubat’ında şu bilgileri vermektedir: Rivayete göre ruhlar âleminde her peygamber, peygamberimizin (s.a.s) ümmeti olmak için dua etmiş, yalnız Hz. İsa’nın (a.s.) duası kabul görmüştür. O kıyamete yakın Hz. Mehdi Aleyhisselam’a tabi olmak üzere gelecektir. Aslında resuller arası olan bin yıllık süre sadece bizim peygamberimiz (s.as.) için uzatılmış, Hz. İsa Aleyhisselam’ın kalan dünyalık ömrü gibi 500 yıllık risalet ömrü de bizim peygamberimizin (s.a.s) risalet ömrüne eklenmiştir.

Kuşkusuz kıyametin ne zaman kopacağını bilemiyoruz. Zaten bir kişi öldüğünde kıyameti de kopmuş demektir. Bu konuda meraklı olmak da doğru değildir. Çünkü Allah (c.c.) bir hikmete göre bunun gizli kalmasını istemiştir. Bir Müslüman’ın da Allah’ın gizli kalmasını istediği şeylere karşı meraklı olması da her şeyden önce edebe aykırıdır. Şimdi hicri 1433 yılını yaşıyoruz. Bilmiyorum ama sona yaklaştık gibiyiz. Çünkü 1500’lü yıllara az kaldı. Hz. Mehdi Aleyhisselam ile Hz. İsa Aleyhisselam’ın zamanları yaklaşmış gibi. Hadis-i şeriflere göre onların vaktinde pek çok Hıristiyan ülkenin insanlarının İslam’la tanışacağı, insanların akın akın Allah’ın dinine gireceği, kırk yıl gibi bir zamanda dünyanın savaştan uzak, bolluk ve bereket ile dolacağı belirtilmektedir. Bu konudaki yüzlerce senedi sahih hadis-i şerifi inkâr etmek, görmezlikten gelmek, tevil etmek mümkün değildir. Ama bir kenara da çekilip Hz. Mehdi Aleyhisselam ile Hz. İsa Aleyhisselam’ı beklemek gibi pasif bir tavra da karşıyız. Bir Müslüman’ın her devirde her an yapacağı önemli, etkin işleri vardır. Ama kuşkusuz bu haberler yani ilgili hadis-i şerifler, Müslümanların ümitlerini canlı tutmakta, onlara bir güven duygusu da vermektedirler. Moral olarak bunlara da muhtaç durumdayız. Çünkü insanları ayakta tutan şeyler ideallerdir, ümittir.

Hz. Mehdi Aleyhisselam’ın peygamberimizin (s.a.s) soyundan olması, Hz. İsa’nın (a.s.) Hz. Mehdi Aleyhisselam’a tabi olması peygamberimizin (s.a.s) şanını yüceltmektedir, yükseltmektedir.

Dünya kurulalı beri 313 resul gelmiştir. Resul yeni şeriat getiren peygamber demektir. Yani kitaplı peygamberdir. Her resul arasının bin yıl olduğunu belirtmiştik. 124.000 tane de nebi görevlendirilmiştir. Nebi bir resula tabi olup da kendisine şeriat ve kitap verilmeyen peygamberdir. Her resulun onlarca nebisi olmuştur. Bunlar kavimlerini bağlı oldukları bir resulun şeriatine göre uyarmışlar, hak yola davet etmişlerdir. Eski zamanlarda pek çok kişi Allah’ın dinine uymak, bir peygambere bağlanmak için kavim kavim dolaşırlardı. Peygamber ararlardı.

Peygamberimize (s.a.s) tabi nebiler olmamıştır. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.s) son resul ve nebidir. Onun nebilerinin olmamasının hikmetleri vardır. Bu bir eksiklik değildir. Peygamberimizin (s.a.s) şanını yükselten bir şeydir. Demek ki peygamberimizin (s.a.s) şanı o kadar büyük ki, Allah geçmiş zamanlarda bin yıl süre içerisinde resullere yardımcı olarak gönderdiği nebileri peygamberimiz (s.a.s) için gerekli görmemiştir. Yani ampul büyük ve güçlü olunca mumlara hacet kalmamıştır.

Hadis-i şeriflere göre peygamberimiz (s.a.s), âlimleri varisleri olarak ilan etmiştir. Tabii bu âlimler kafaları bilgi yüklü olup da yaşantısı İslam’dan uzak kişiler değillerdir. Bunlar Rabbani âlimlerdir. Yaşantıları, ahlakları tıpkı peygamberimizi (s.a.s) andırır. Bunlara mürşid-i kâmiller de denir. Bir kişi can u gönülden böyle bir mürşid-i kâmili ararsa, bu kişi tıpkı eski devirlerde kavim kavim dolaşıp da peygamber arayan kimse gibidir. Böyle bir kişi Rabbani âlimi yani mürşid-i kâmili bulursa Allah gerçek mürşid-i kâmile ait pek çok işareti ve kerameti de ona gösterir. En azından nisbet kokusu dediğimiz, uhrevi hoş bir kokuyu koklamayı ona nasip ederek ilgili kişinin peygamber varisi olduğu yönünde kalpleri mutmain kılar. Yeter ki kişi ihlâsla arasın, bu konuda niyeti temiz olsun. Bu öyle hafif bir koku değildir. Yani belli belirsiz hissedilmez. Halkın tabiriyle burnun direklerini kırarcasına hiçbir şüpheye yer kalmayacak şekilde net ve açık olduğu kadar, yoğun olarak da kendisini belli eder. Bu genellikle pek çok kez de tekrar eder. Her haliyle cennet kokusu olduğu kuşkuya mahal bırakmaksızın açıktır. Çünkü dünya kokularından ayrılan belirgin farklılıklara sahiptir. Sahabelerin Hz. Resul’den geldiğini söylediği koku ile Hz. Yakup’un (a.s.) uzaktan kokusunu aldığı Hz. Yusuf’un (a.s.) gömleği de bunlardandır. Haddizatında her peygamberin, velinin kendine mahsus cennet kaynaklı hoş bir kokusu vardır. Bu konuda manevi olarak bu kokuyu her zaman alma nimetine ulaşmış ve bu özelliği gelişmiş kişiler bunu çok iyi bilirler. Tabii gerçek bir mürşid-i kâmilin elini tuttuğu halde böyle bir kokuyu alamayanlar da vardır. Bu yolda sabır gösterirlerse mürşid-i kâmilleri başka işaretler ve kerametler ile onların bağlılıklarını sağlamlaştıracaktır. Aslında işaret ve keramet bağlılıkları zayıf olanlara gelir. Güçlü olanların bu gibi şeylere ihtiyaçları yoktur. Belki de bu yüzden bazı sofiler böyle işaret ve kerametlere hiç şahit olamazlar.

Peygamber varisi olan Rabbani âlimler, yani mürşid-i kâmiller her çeşit kerameti bağlılarına gösterebilirler. Dolayısıyla bütün bunlar da peygamberimizin (s.a.s) şanını yükseltmektedirler. Çünkü mürşid-i kâmiller gerek ahlakları gerekse yaşayışları ile peygamberimizi (s.a.s) örnek alırlar. Aslında onlardan zuhur eden keşif ve kerametler peygamberimizden (s.a.s) kaynağını alır.

Peygamberimiz (s.a.s) devrinde yaşamadığımız için büyük bir üzüntü duymaktayız. Ama peygamberimiz ölmemiştir. Hatta hayattakinden daha canlı ve etkin bir şekilde yaşamaktadır, ümmetinden de her kişiden haberdardır. Onunla iletişim kurmanın en güzel yolu ona çokça salât ve selam getirmektir. Hadis-i şerife göre o ümmetinden gelen her salât ve selamı kişi ismi ile birlikte bir görevli melekten almakta ve o anda buna da mukabele etmektedir. Bunun nasıl olduğuna kafa yormamak gerekir. Zira Allah (c.c.) her şeyi mümkün kılabilir. O’nu bu dünyanın kanunları bağlayamaz ve sınırlandıramaz. O yepyeni kanunları yaratandır.

Peygamberimizin (s.a.s) şanından istifade etmek istiyorsak ona çokça salât ve selam getirmeliyiz. Aslında o salât ve selama muhtaç değildir. Çünkü Allah ve melekleri daima ona salât ve selam getirmektedirler. Ama onun ümmeti olarak bizler ona salât ve selam getirmeye çok muhtacız: ‘Şüphesiz Allah ve melekleri peygambere salât ediyorlar. Ey inananlar, siz de ona salât ve selam edin! (Ahzab suresi, 56)’

Ona salât ve selam getirmek, aslında kendimize en mükemmel ve ideal bir şekilde bütün dünya ve ahret nimetleri için dua etmek gibidir. Onun için peygamberimiz (s.a.s) hadis-i şeriflerinde adı anıldığında kendisine salât ve selam getirmeyi sahabelerine çokça tavsiye ettiği gibi dua yaparken de buna önem vermeyi vurgulamıştır. Hatta bazı sahabeler ileri giderek duada baştan sona ona salât ve selam getirme yoluna gitmişlerdir. Salât ve selamın en büyük fazileti peygamberimizin (s.a.s) bütün dünya ve ahret sıkıntılarına, zorluklarına, problemlerine şefaatçi olmasıdır, bu sayede onları hafifletmesi veya ortadan kaldırmasıdır. Onun için aklı başında olan her insanın günahlara tövbe ve istiğfar yanında en az günde yüz kere peygamberimize (s.a.s) salât ve selam getirmesi gerekir. Bu hem dünya hayatında hem de ahrette ona büyük bir genişlik ve rahatlık sağlayacaktır. Peygamberin (s.a.s) dünya ve ahret iyiliği için dualarına (ayrıca şefaatlerine) mazhar olacaklardır. Bu ise başlı başına bir devlettir. Peygamberimizin (s.a.s) de şanının büyüklüğüne bir işarettir. Çünkü yüce Allah peygamberimizin şanı hakkında şöyle buyurmaktadır: ‘Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik (Enbiya suresi, 107).’ Unutmayalım ki, bu rahmet ona ne kadar salât ve selam getirirsek bizim üzerimizde o derece tecelli edecektir.

Peygamberimizin (s.a.s) büyüklüğü camilerde bir başka şekilde tecelli eder. Bu tecelli, peygamberimizin (s.a.s) isminin Allah’ın isminin hizasında olmasındadır. Bu aynı zamanda bir derstir. Allah isminin her harfi sonsuzluğa işaret eder. Elif’in başı ve sonu açıktır. Sonsuza kadar çizgi devam edebilir. Çift lam harfi ise üst tarafta iki çizgi ile sonsuza kadar yüceltilebilir. He harfi ise bazı klasik yazılarda her ne kadar kapatılan biçimde yazılsa da süslü yazılarda sonu açıktır. Gelelim Muhammed kelimesine. Mim secde halinin remzidir. Muhammed kelimesinde iki tane vardır. Secde ise kulluğun en zirve noktasıdır. Ha harfi rükûu, dal harfi ise kuudu (oturuşları) temsil etmektedir. Kısacası Allah miraca layık gördüğü peygamberini camilerde de kulluğu simgeleyen harfleri ile karşısına almaktadır. Kullukla ona en büyük payeyi vermektedir. Bizlere de manevi miracın yolu olan namazla kulluğu ders vermektedir. Çünkü namaz miraç gecesinde bütün ümmet-i Muhammed’e hediye edilen en büyük nimettir.

Kuşkusuz miraç hadisesi büyük bir mucizedir. Hiçbir peygambere de nasip olmamıştır. Dünyada ister veli, ister peygamber olsun hiç kimse Allah’ın cemalini görme şerefine nail olmamıştır, olamayacaktır da. Bu konudaki bütün iddialar yalandır. İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s) ifadesiyle Allah (c.c.) ötelerin ötesindedir. O’na bu dünya hayatında ulaşmak mümkün değildir. Bu sadece peygamberimize (s.a.s) nasip olmuştur. Çünkü peygamberimiz (s.a.s) miraçta bu dünyanın zaman ve mekân kaydından çıkmıştır. Ahret âlemine vasıl olmuştur. Orada Allah’ın (c.c.) cemalini görme nimetine nail olduğu gibi O’nunla da konuşmuştur.

Peygamberimizin (s.a.s) şanının büyüklüğü şu ayet-i kerimede belirtilmiştir. Akıllı kişiye bu ayet-i kerime yeter de artar bile: ‘(Habibim) de ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir (Ali İmran suresi, 31).’ Ayette aranan şart olan ‘peygambere uymak’ onun sünnetini elden geldiğince hayata geçirmek, onun gibi yaşamak, İslam davasına onun gibi sahip çıkmak demektir. Bu ayette Allah’ı (c.c.) sevmenin şartının peygambere uymak olarak belirtilmesi düşündürücüdür. Demek ki sünnete ne kadar uyarsak o derece bu sevgiye mazhar oluruz. Yani Allah (c.c.) sevgili habibini (yani peygamberimizi) seveni, ona uyanı, sevdiği, uyduğu derece ile sevmektedir.

Mürşid-i kâmiller peygamberimizi en çok seven kişilerdir. Çünkü onlar sünneti her haliyle yaşamaya çalışırlar. Peygamberimizi (s.a.s) sadece dış görünüş yönüyle taklit etmezler. Ahlakını da benimserler, özümserler. Nefislerindeki o peygamberlere karşı çıkan damar, tamamen yok olmuştur, daha doğrusu mutlak itaate dönmüştür. Bu açıdan sofiler de mürşid-i kâmilleri sevmekle bu sevgiye mazhar olurlar. Bu sevgi zamanla onları peygamberin sevgisine ve Allah sevgisine ulaştırır. İşte tasavvuf ve tarikat yolunun amacı ve yöntemi kısaca budur.

Bir insan kitaplardan öğrendiği bilgilerle de peygamberimizi (s.a.s) tanıyıp sevebilir. Ama bu tanıma ve sevme taklidi bir imanı doğurur. Böyle bir iman ufak tefek dalgalanmalarda bozulabilir. Peygamberi bir mürşid-i kâmilin kişiliğinde tanıyan; peygamberin yaşayışını, sünnetini, ahlakını, tavrını bir mürşid-i kâmilin şahsında gözlemleyen bir kişinin imanı tahkiki düzeye yükselir. Hele bu müşahede ile sofi mürşid-i kâmilin gösterdiği yolda ilerlerse, yani zikir ve rabıtasını aksatmaksızın yaparsa çeşitli haller yaşayarak nefsini terbiye edip imani konuların hakikatini yakından da tanımış olacaktır.

Taklidi imana sahip bir kişi Kuran-ı Kerim okununca nurun ortaya çıktığını başkalarından duymuş olabilir. Buna kendince ‘Belki mümkündür,’ der. Ama tahkiki imana eren kişi bu konuda yakine erer. Bu konuda pek çok işareti müşahede eder. Delilleri görür. Hatta manevi seyri ilerlediğince kalp gözü ile bu nurlara bizzat şahit olur. Diğer iman edilmesi gereken konular da bunun gibidir. İmam-ı Rabbani Hazretlerine (k.s.) göre, tarikatın da, hakikatin de, marifetin de amacı şeriattır. Bahaeddin Nakşibendiyye Hazretlerine (k.s.) göre, tarikat ve tasavvuf yolunun amacı şeriatın özet ve öz olarak söylediği şeyleri ayrıntılı bir şekilde açıklamak, hükümlerini de keşfi bilgi ile doğrulamaktır. Başka bir şey değildir.

Peygamberimizin (s.a.s) şanında inen başka bir kısım ayetleri de zikretmeden geçmek doğru olmayacaktır.

‘O peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakınır… (Ahzab suresi, 6)’
‘And olsun, size kendi içinizde öyle bir resul geldi ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir. (Tevbe suresi, 128)’

‘Şüphesiz Allah katında tek din İslam’dır. Kitap verilmiş olanlar kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtiras ve kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın ayetlerini inkâr edenler, bilsinler ki, Allah hesabı çok çabuk görendir. (Al-i İmran suresi, 19).’

Allah (c.c.) peygamberimize (s.a.s) imanımızı yakinleştirsin. O’nun sünnetine ve davasına uygun olarak yaşamayı nasip eylesin. Şefaatleri daima üzerimizde olsun. Âmin.
Muhsin İyi

Kaynak: Hz. Muhammed’in (Peygamberimizin) Üstünlüğü, Âlemlere Rahmet Vesilesi Olması http://www.webhatti.com/peygamberler/793...l#ixzz2MIVwsbuu
whkaynak

MCK
zuletzt bearbeitet 01.03.2013 15:29 | Top

   

Resulullah Efendimiz'in Diğer Peygamberlerden Üstünlüğü
Sahabenin Dereceleri

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz