Beş Vakit Namaz Ne zaman Farz Klındı?

#1 von Kurban , 15.03.2014 17:29

Soru: “Yere ve göğe sığmam, fakat mümin kulumun kalbine sığarım.” Bu hadis yıllardır bizlere öğretiliyor. İlk bakışta insanı sevindiren ve duygulandıran bir şey olduğu zannediliyor. Acaba bu gerçekten hadis mi?
Cevap:
Hadis diye bilinen bu sözün aslı yoktur. İmam Gazali’nin İhyâ-u Ulûmiddîn adlı eserinde de geçtiği bildirilen bu söz hakkında İhyâ hadislerini tahric eden Hâfız el-Irâkî “bunun herhangi bir aslını göremedim” demiştir.
İbn Teymiye de bunun İsrailiyattan olduğunu ve Peygamberimizden geldiği bilinen bir senedinin olmadığını söylemiştir. (Sehâvî, el-Makâsıdu’l-Hasene, s: 438, hadis no: 990; Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa, s: 301, hadis no: 423; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c: 2, s: 195, hadis no: 2256)

Görüldüğü gibi halk arasında hadis diye bilinen bu sözün hadis değeri bulunmamaktadır. Dolayısıyla herhangi bir yerde “bir hadiste geçtiği üzere …” diyerek bu sözü hadismiş gibi anlatmak doğru değildir.

Soru: Sıkça duyduğumuz “Âlimler, peygamberlerin varisleridir” hadisi sahih midir?
Cevap:
Söz konusu rivayet, farklı lafızlarla Tirmizî, Ebû Dâvûd, İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel’de geçmekte olup rivayet zincirinde yer alan ravileri yüzünden “zayıf”tır. Bu zayıflık sebebiyle de bu metni Hz. Peygamber’e dayandırmanın zor olduğunu söyleyebiliriz.

Rivayetle ilgili hükmü bu şekilde kısaca belirttikten sonra cevabın detaylarına geçebiliriz:

Hadisin tam metni şöyle kaydedilmiştir:

“Kays b. Kesîr’in anlatımına göre Medine’den bir adam Şam’da bulunan (sahabî) Ebu’d-Derdâ’ya geldi. Ebu’d-Derdâ adama ‘Buraya seni getiren nedir kardeşim?’ diye sordu. Adam gelişini şöyle açıkladı: ‘Rasûlüllah’tan naklettiğini duyduğum bir hadis’. Ebu’d-Derdâ ‘bir ihtiyacın için mi geldin?’ deyince adam ‘hayır’ dedi. Ardından ‘bir ticaret için mi geldin?’ sorusuna adam ‘Hayır, sadece bu hadisi senden talep etmek için geldim’ yanıtını verdi. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ, Rasûlüllah’ı şöyle derken işittiğini söyledi:

‘Kim ilim talep etme isteğiyle bir yol tutarsa, Allah onun yolunu cennete ulaştırır. Melekler ilim talebesine, hoşnutlukla kanatlarını sererler. Muhakkak ki âlim için göklerde ve yerde bulunanlar istiğfar dilerler. Hatta denizdeki balıklar bile. Âlimin âbide (ibadet eden kişiye) üstünlüğü, ayın (bazı rivayetlerde ‘dolunay halindeyken’) diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler nebilerin varisleridir (إِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُالأَنْبِيَاءِ). Nebiler dinar veya dirhem miras bırakmazlar. Onlar sadece ilmi miras bırakırlar. Kim bu mirası alırsa çokça nasip almış demektir.’

Rivayeti bu metinle İmam Tirmizî kaydetmiş ve hadisin sadece Âsım b. Recâ’ b. Havye rivayeti ile bilindiğini ifade etmiştir. Tirmizî, bu rivayeti Âsım b. Recâ’ – Kays. b. Kesîr – Ebu’d-Derdâ senediyle vermiş ve bunun muttasıl olmadığını belirtmiştir. Doğrusunun ise Âsım – el-Velid b. Cemil – Kesîr b. Kays – Ebu’d-Derdâ senediyle nakledildiğini söyleyerek bu konuda en sahih olan senedin bu olduğunu eklemiştir.[1]

Tirmizî’nin açıklamalarından şu iki sonuca ulaşmak mümkündür:

1. Bazı kitaplarda hadisin yalnızca “Âlimler nebilerin varisleridir (الْعلمَاء وَرَثَة الْأَنْبِيَاء)” kısmı nakledilmiş olsa bile, bu konuda esas alınacak ve en sahih olan rivayet, yukarıda kaydedilendir. Ayrıca Tirmizî’nin bu açıklamasıyla Ebû Dâvûd’un verdiği başka bir rivayet kanalının maruf/bilinen bir sened olmadığı ortaya çıkmış olmaktadır.[2] Dolayısıyla Tirmizî’nin işaret ettiği bu senet ve metin üzerinde durulmalıdır.[3]

2. Rivayeti Ebu’d-Derdâ’dan yapan kişinin Kays b. Kesîr mi yoksa Kesîr b. Kays mı olduğu hususunda bir karışıklık görülmektedir. Her ne kadar Tirmizî, ravinin isminin Kesîr b. Kays olduğuna dair tercihini ortaya koymuş olsa da böyle bir tereddüdün varlığı, senedin “muzdarib” olduğunu, yani muhtelif şekillerde karıştırılarak nakledildiğini göstermektedir.

Bu iki noktaya işaret ettikten muhaddis Sehavi’nin (v. 902) bu rivayetle ilgili değerlendirmesine değinmek gerekmektedir. O şöyle demiştir:

“Hadisi, Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve başkaları Ebu’d-Derdâ’dan nakletmişlerdir. Bunu İbn Hibbân, Hâkim ve başkaları sahih görmüştür. Hamza el-Kettâni hadise “hasen” derken, bazıları ise senedindeki ıztırab nedeniyle “zayıf” görmüşlerdir. Ancak bu rivayeti takviye eden başka şahitleri (rivayetleri) vardır.”[4]

Sehavi’nin açıklamalarından hadisin hükmü etrafında ihtilaf olduğu anlaşılmaktadır. Bunun nedeni senedinde olan “ıztırab” olarak gösterilmiştir. Bu kusurun, Ebu’d-Derdâ’dan nakli Âsım b. Recâ’ya yapan tabiînin ismi hakkındaki karışıklık olduğunu söylemek mümkündür. Hadisin kaydedildiği kaynakların yazarlarına göre daha eski devirde yaşayan bir muhaddis olan Vekî’in (v. 197) eserinde bu karışıklığı açıkça görmekteyiz. Nitekim Vekî’ hadisi, Âsım b. Recâ – bir kişi – Ebu’d-Derdâ senediyle kaydetmiştir.[5] Daha açık bir ifadeyle, tespitimize göre hadisin yazılı olduğu ilk kaynakta tâbiî ravisinin mechul olduğu ve daha sonraki devirde bu ravinin ismi üzerinde karışıklıkların vuku bulduğu görülmektedir.

Buna göre, hadisin özellikle iki ravisi üzerinde durmak gerekmektedir. Öncelikle ismi karıştırılan Kesîr b. Kays’tan bahsetmek uygundur.

Kesîr b. Kays’ın Şamlı olduğu ve Ebu’d-Derdâ’dan bu hadisi naklettiği bilinmektedir. Ayrıca Abdullah b. Ömer’den bir rivayeti olduğu söylenmiştir. Aynı zamanda kendisine Kays b. Kesîr de denilmiştir; ancak bu bir hatadır. Kesîr b. Kays’ı İbn Hibbân güvenilir görmüştür. Ancak hadis ravisi uzmanlarından İbn Hacer’in tercihinin bu ravinin zayıf olduğu doğrultusunda olduğu söylenebilir. Çünkü kendi görüşünü belirtirken sadece Kesîr’in zayıf olduğunu söyleyen muhaddislerin görüşlerini vermektedir.[6] Bununla birlikte, Kesîr b. Kays’ın rivayetleri ile ilgili farklı bir rivayet örneği getirilmemiştir. Bu bilgiler ışığında Kesîr’in pek de tanınan bir ravi olmadığı söylenebilir.

Kesîr b. Kays’ın tanınan bir ravi olmadığı görüşünü, ondan bu hadisi nakleden el-Velid b. Cemil hakkında verilen bilgiler de teyit etmektedir. Kesîr’de olduğu gibi el-Velid’in ismi hakkında da ihtilaf olduğunu görmekteyiz. Nitekim ona Dâvûd b. Cemil de denilmiştir. Muhaddislerin el-Velid’in zayıf ve mechul bir ravi olduğuna dair görüşleri ağır basmaktadır. Hatta Ebu’d-Derdâ’nın rivayetlerinde hem el-Velid’in hem de hadisi aldığı kişinin zayıf olduğu da ifade edilmiştir. Onun sadece bu hadisin senedinden bilindiğini belirtmek mümkündür.[7]

Verilen bu bilgiler ışığında ilgili hadisin en kuvvetli isnadında, sahabe ravisi Ebu’d-Derdâ’dan sonra peş peşe gelen iki ravinin mechul ve zayıf olduğu görülmektedir. Bu nedenle İmam Sehavi’nin görüşünün aksine, böyle bir zaafa sahip rivayetin başka hadislerle kuvvetleneceği veya takviye edileceğini söylemenin uygun olmadığı görüşündeyiz. Hadisin taşıdığı bu zayıflık nedeniyle de bu metni Hz. Peygamber’e dayandırmanın zor olduğunu söyleyebiliriz.



HAZIRLAYAN: Cüneyt Coşkun


[1] Tirmizî, İlim 19. Ayrıca hadis benzeri lafızlarla ve aynı isnatla şu kaynaklarda da geçmektedir: Ebû Dâvûd, İlim, 1; İbn Mâce, Mukaddime 17. bab, 223 numaralı hadis; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, thk.: Ahmed Muhammed Şakir ve Hamza Ahmed ez-Zeyn, 20 c., Dâru’l-Hadis, Kahire, 1995/1416, c. 16, s. 71, hadis no: 21612.

[2] Bkz.: Ebû Dâvûd, İlim 1.

[3] Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzi (v. 597), bu rivayetle ilgili bir bölüm açmış ve bazı farklı versiyonların sahih olmadığını ortaya koymuştur. Bkz.: İbnü’l-Cevzi, el-İlelü’l-Mütenâhiye, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, thk.: Halil el-Meys, 2 c, c. 1, s. 81. Ayrıca Veki’ b. el-Cerrâh’ın Zühd isimli eserini tahkik eden Abdurrahman Abdülcebbâr el-Ferivâî, hadisin farklı versiyonları bir araya getirmiştir. Onun değerlendirmesinde de hadisin diğer versiyonlarında pek çok kusurun varlığı gözlemlenmektedir. Örneğin Kesîr b. Kays’ın ismı üzerinde yaşanan karışıklığın bir benzeri diğer bir ravi için de söz konusudur. Bu ravi el-Velid b. Cemil’dir. Bazı rivayetlerde onun ismi Cemil b. Kays; bazılarında ise Davud b. Cemil olarak geçmektedir. Geniş açıklama için bkz.: Ebû Süfyan Veki’ b. el-Cerrâh, Kitâbü’z-Zühd, 197/812 ; thk.: Abdurrahman Abdülcebbar el-Ferivâî, 3 c., Medine, Mektebetü’d-Dâr, 1984, c. 3, s. 833- v.d., 519. hadisin değerlendirilmesi.

[4] Ebü’l-Hayr Şemsüddîn Muhammed b. Abdirrahmân b. Muhammed Sehâvî, el-Makasıdü’l-Hasene fî Beyâni Kesîrin mine’l-Ehâdîsi’l-Müştehire ale’l-Elsine, thk.: Muhammed Osman el-Huşt, Beyrut, Dârü’l-Kitâbi’l-Arabi, 2002, s. 340.

[5] Veki’, hadis metninin “Alimler nebilerin varisleridir…” kısmından sonrasını kaydetmiştir. Veki’ b. el-Cerrâh, Zühd, c. 3, s. 833.

[6] Ebü’l-Fazl Şehabeddin Ahmed İbn Hacer el-Askalani, Tehzîbü’t-Tehzîb, 12 c., Dâiretü’l-Maarifi’n-Nizamiyye, Haydarabad, 1325, c. 8, s. 426.

[7] Nitekim onun hadis hocası olarak sadece bu hadisteki hocası Kesîr b. Kays gösterilmektedir. Diğer taraftan Velid’den hadis nakleden talebe olarak bu hadisi ondan nakleden Âsım b. Recâ’ kaydedilmiştir. Bunun dışında hadis aldığı veya hadis naklettiği bir ravinin adı verilmemiştir. Geniş bilgi için bkz.: İbn Hacer, Tehzîb, c. 3, s. 181.

Facebook'ta PaylaşTwitter'da Paylaş

Hadis diye bilinen bu söz, halk arasında oldukça meşhurdur. Fakat Demîrî, Zerkeşî ve İbn Hacer el-Askalânî gibi ileri gelen hadis âlimleri bu sözün asılsız olduğunu söylemişler, Suyûtî ve Zerkeşî de asılsız olduğunu onaylamışlardır. Bazı âlimler de bu sözün hiçbir muteber kitapta bulunmadığını belirtmişlerdir. (Bkz: Muhammed Abdurrahman es-Sehâvî, el-Makâsıdu’l-Hasene, Thk: Muhammed Osman el-Huşt, 4. Baskı, Beyrut, 2002, s: 340; hadis no: 702; Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa fi’l-Ehâdîsi’l-Mevdûa (el-Mevdûatu’l-Kübrâ), Thk: Muhammed Lütfi es-Sabbâğ, 2. Baskı, Beyrut, 1986, s: 247; hadis no: 298; Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkâni, el-Fevâidu’l-Mecmûa fi’l-Ahâdîsi’l-Mevdûa, Thk. Abdurrahman el-Muallimî, 2. Baskı., Beyrut, 1392 h., s. 286; hadis no: 897.)

Yine hadis ulemasından Hâfız el-Irâkî de bu sözün asılsız olduğunu ve herhangi bir isnadının bulunmadığını söylemiştir. (Bkz: Abdurrauf el-Münâvî, Feyzu’l-Kadir, 2. Baskı, Beyrut, 1972, c. 4 s. 384)

“Namaz mü’minin miracıdır” sözü her ne kadar mana açısından doğru olsa da hadis kaynaklarında yer almamış, Peygamberimize ait bir söz olduğu tespit edilememiştir.
Soru: Dârü’l-Harpte faizin alınacağını belirten bir hadis olduğunu duydum. Böyle bir hadis var mıdır? Varsa sahih midir?
Cevap:
Fâizin dârü’l-harpta alınıp verileceğine dair bir hadis yoktur. Fakat bazı Hanefîlerin delil aldığı şöyle bir rivayet vardır:

لَا رِبَا بَيْنَ الْمُسْلِمِ وَالْحَرْبِيِّ فِي دَارِ الْحَرْبِ

“Dârü’l-harpta Müslüman ile harbî arasında faiz yoktur.”[1]

İmâm Zeylâî (v. 762/1360), bu rivayete Nasbü’r-Râye li-Ehâdîsi’l-Hidâye adlı kitabında “garîb” demiştir.[2] Ona göre garîb, senedi bulunmayan rivayettir.[3]

İbn Hacer el-Askalânî (v. 852/1449) de “böyle bir rivayet bulamadım = لم أجده” demiştir.[4]

Bu rivayet, kaynaklarda farklı lafızlarla geçmiştir.[5] Hanefî kaynaklarında da tek râvisi tâbiînden Mekhûl (v. 112/730) olup mürsel tarikle (sahabe atlanarak) Peygamber (sav)’e isnat edilmiştir. Bu şekliyle hadis, delil alınacak nitelikte değildir.

Hanbelî fakihi İbn Kudâme (v. 620/1223)’in aşağıdaki ifadeleri konuyu özetler mahiyettedir. O, şöyle demiştir:

“Haramlığı Kur’ân, sünnet ve icmâ ile sabit olan bir hükmü, sahih veya müsned veya diğer güvenilir hadis kitaplarında geçmeyen meçhul bir hadise dayanarak terk etmek olmaz. Ayrıca hadis hem mürseldir hem de Allah’ın elçisinin faizi dârü’l-harpte yasakladığı anlamına da gelebilir. Çünkü ‘fâiz olmaz’ sözü ‘faiz yasaktır’ şeklinde de anlaşılabilir. Nitekim bir ayette şöyle geçmektedir. ‘فلا رفث ولا فسوق ولا جدال فى الحج , Hacda kadına yaklaşmak, kötü söz söylemek ve dövüşmek olmaz.’ (Bakara, 2/197)”[6]

Faizin, dârü’l-islam ve dârü’l-harp ayrımı olmaksızın kesin bir şekilde haramlığıyla ilgili ayrıntı için aşağıdaki kaynaklara bakabilirsiniz:

Abdülaziz Bayındır, Ticaret ve Faiz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2007, s. 130-137.

Servet Bayındır, “Din ve Ülke Farklılığının Faizin Hükmüne Etkisi”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2006, sayı: 14, s. 207-235

Bunun yanı sıra aşağıdaki linkte bulunan soru-cevabı da okumanızı tavsiye ederiz:

http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/faiz-ve-darul-harp.html



[1] el-Merğinânî, el-Hidâye, c: 3, s. 66.

[2] Zeylai, Nasbü’r-Râye, c: 4, s: 44. İmâm Şâfiî’nin bu rivayetin sâbit olmadığı ve delil olamayacağına ilişkin ifadesi için bkz. Şâfiî, el-Ümm, c: 7, s: 359.

[3] Zeylâî’nin “garib” lafzını Nasbü’r-Râye’de aslı olmayan hadis anlamında kullandığıyla ilgili bkz: Abdullah Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, Hadisevi Yayınları, İstanbul, 2006, s: 101.

[4] İbn Hacer, ed-Dirâye fî Tahrîci Ehâdîsi’l-Hidâye, c: 2, s: 158.

[5] Bu farklılıklar için bkz. Şâfiî, el-Ümm, c: 7, s: 359; Beyhaki, Marifetü’s-Sünen ve’l-Âsâr, c: 13, s: 272.

[6] İbn Kudame, el-Muğnî, c: 4, s: 176-177.

Facebook'ta PaylaşTwitter'da Paylaş
Bu söz Fahreddin er-Razi ve Alûsî gibi tefsirlerde bulunmaktadır. Razi, bunu bir hadis olarak nakletmekte ise de nerede geçtiğini ve kimden rivayet edildiğini söylememektedir. (Bkz: Fahreddin er-Razi, et-Tefsîru’l-Kebîr, c: 1, s: 226, Sureden Çıkarılan Akli İncelikler bölümü; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, c: 10, s: 453, Tevbe suresi 74. ayetin tefsiri)

Peygamberimizin bir hadisi şeriflerinde kulun Allah’a en yakın yerinin secde olduğunu belirtmesi, namaz kılan her mü’minin manen miraca erdiği olarak yorumlanmıştır.
Soru: “Recep Ayı Hakkında Uydurulmuş Hadisler” başlıklı inceleme yazınızda, “Recep Allah’ın, Şa’ban benim, Ramazan ise ümmetimin ayıdır.” sözü hakkında İbn Kayyim el-Cevziyye, İmam Suyuti ve Şevkani’nin “uydurmadır” dediği belirtiliyor. Benim sormak istediğim, Aclûnî bu hadis için ne söylüyor? Çünkü camilerde bu söz hadis olarak asılıyor ve kaynak olarak da Acluni, Keşfu’l-Hafa diye yazıyor. Cevaplayabilir misiniz?
Cevap:
Bahsi geçen yazıda belirtildiği üzere Aclûnî de diğer imamlar gibi Keşfü’l-Hafâ adlı kitabında bu rivayete eserinde yer vermiş, Deylemî ve başkalarının bunu Enes’ten merfû (senedi Hz. Peygambere ulaşan rivayet) olarak rivayet ettiklerini; ama İbnü’l-Cevzî’nin bu rivayete el-Mevdûat (Uydurmalar) kitabında yer verdiğini söylemiştir. (bkz: Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c: 1, s: 423-424, hadis no: 1358. ayrıca bkz: İbnü’l-Cevzî, Kitâbu’l-Mevdûat, c: 2, s: 47-48.)

Her ne kadar açık bir şekilde söylemese de buradan sanki Aclûnî’nin de bu rivayetin uydurma olduğu kanaatinde olduğu anlaşılmaktadır.

“Recep Allah’ın, Şa’ban benim Ramazan ise ümmetimin ayıdır.”, “Recep’in ilk Cuma gecesinden gafil olmayasınız. Zira o gece, meleklerin “Regâib” ismini verdikleri gecedir.” Ve “Her kim Recep ayında bir gün oruç tutar ve dört rekâtlık bir namaz kılarsa ve bu namazın ilk rekâtında yüz defa Ayetü’l-Kürsî, ikinci rekâtında yüz defa İhlâs suresini okursa o kişi Cennetteki yerini görmeden ölmez.” vb. gibi rivayetlerin sıhhati hakkında geniş bilgi edinmek için aşağıdaki linkte bulunan araştırmayı okumanızı tavsiye ederiz.

Ebû Hureyre radıyallâhu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Kul Rabbine en ziyade secdede iken yakın olur, öyle ise secdede duayı çok yapın.” (Müslim, Salât 215, (482); Ebû Dâvud, Salât 152.)
Soru: “Küçük cihattan büyük cihada döndük. Büyük cihad, nefisle mücadeledir” diye bir hadis var mı? Bu, uydurma mı gerçek mi hocam, acaba doğrusunu sizden öğrenebilir miyim? Bir insan Allah’ın dinini yüceltmek için malını, canını, ailesini ortaya koyuyor; bu küçük cihatmış! Nefisle mücadele de büyük cihatmış! Böyle bir şeye inanasım gelmiyor. Bizim peygamberimiz böyle bir şey söylemez bence. Ama söylemişse de mecbur kabul edeceğiz.
Cevap:
Peygamberimizin Tebük Savaşı dönüşünde söylediği iddia edilen bu söz için İbn Hacer el-Askalânî, “bu, dilden dile dolaşan bir sözdür fakat (Peygamberimize değil) İbrahim b. Ebi Able’ye aittir.” Demiştir.

Aliyyü’l-Kârî, bu rivayetin İmam Gazali’nin “İhyâ-u Ulumiddîn” adlı kitabında geçtiğini, İhyâ’nın hadislerini değerlendiren el-Irâkî ise bunu İmam Beyhakî’nin “bu hadisin senedi zayıftır” notu ile rivayet ettiğini belirtmiştir. (Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa, s: 211, hadis no: 211. Ayrıca bkz: el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, c: 1, s: 424-425, hadis no: 1362)

İbn Teymiye bu rivayet için: “aslı yoktur. Peygamberimizin söz ve fillerini iyi bilen hiçbir âlim böyle bir hadis rivayet etmemiştir. Kâfirlerle cihad en büyük amellerdendir” demiştir. (İbn Teymiye, Mecmûu’l-Fetâvâ, c: 11, s: 197)

Cihad, var gücüyle çalışmak, çabalamak demektir. Bu, geniş bir kavramdır. İçinde silahlı mücadeleyi, savaşı da içerir ama sadece savaş anlamına gelmez. Kur’an’da savaş anlamına gelen kelime “kıtâl/mukâtele” dir. Cihad’ın sadece savaş anlamına gelmediğinin en büyük delili şu ayettir:

“Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onlara karşı Kur’an’la büyük bir cihad ver.” (Furkan, 25/52)

Kur’an ile cihad, Kur’an’ı silah olarak kullanmak değildir elbette. Buradan anlaşılan, kâfirlerle mücadelenin Kur’an’la ve Kur’an’a uygun bir şekilde yapılması gerektiğidir.

Cihad, bir müslümanın dini adına her zaman ve her yerde gereken şeyleri yapmasının adıdır. Düşmanla yapılacak olan savaş her zaman karşılaşılabilecek bir olay değildir. Fakat Müslüman, sürekli olarak mücadele halindedir. Dolayısıyla vazifelerimizi ikiye ayırıp birine “küçük cihad”, diğerine “büyük cihad” demeden her birine aynı önemi verip var gücümüzle çalışmak, çabalamak zorunda olduğumuzu bilmemiz gerekir.
Soru: "Hiç bir peygamber yoktur ki yaşamı boyunca çobanlık etmiş olmasın" hadisi sahih midir? Buna göre birer hükümdar olan Davud ve Süleyman peygamberler de çobanlık yapmış mıdır?
Cevap:
Ebû Hureyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiği bir hadise göre Peygamber sallalahu aleyhi ve sellem:

- “Allah Teâlâ hiçbir peygamber göndermemiştir ki davar çobanlığı yapmış olmasın” buyurdu.

Bunun üzerine sahâbîleri:

- Sen de mi? diye sordular. Peygamberimiz:

- “Evet, ben de Mekke ahâlîsi için karârît üzerine (ücretle) koyun gü­derdim” buyurdu. (Buhari, İcâre, 2)

Görüldüğü gibi hadis Buhari hadisidir, sahihtir. Hadiste herhangi bir peygamberin bundan istisnası olduğu bildirilmemiştir. Hatta Buhari hadislerini şerh eden İbn Hacer’in Fethu’l-Bârî adlı kitabında, Nesâî’ye dayanılarak yer verilen bir rivayette Musa ve Davud aleyhisselamın çobanlık yaptıkları açık bir şekilde bildirilmiştir. (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c: 10, s: 4, “Kitâbu’l-İcâre”, ikinci bâb, 2262. hadisin şerhi )
İsra ve Mirac
İSRA VE MİRAC

OĞUZ ÇETİNOĞLU – Mirac Kandili, İslamiyet’te mukaddes kabul edilen zaman dilimlerinden biri. Mirac; ‘Peygamberimizin (sav), Mescid-i Harâm’dan Mescid-i aksâ’ya, oradan da göğe yaptığı yolculuk’ olarak anlatılıyor.

Konunun iyi ve kolay anlaşılabilmesi için önce mekânları belirleyebilir miyiz Hocam? Mescid-i Harâm, Mescid-i aksâ ve ‘gök’ olarak adlandırılan mekânlar… Bunlar hakkında bilgi lütfeder misiniz?

ABDULAZİZ BAYINDIR – Bu konuyu anlatan ana âyet şudur:

“Kulunu bir gecede Mescid-i Haram’dan alıp, çevresini bereketli kıldığı1 el-Mescid’ul-aksâ’ya götüren Allah, eksikliklerden uzaktır. Bu, ona bir kısım âyetlerimizi göstermek içindir. Allah işitir ve görür.” (İsrâ, 17/1)

el-Mescidu’l-aksâ, en uzak mescit demektir. Şu âyetler onun yerini bildirmektedir:

“O (Muhammed) Cebrail’i, onun bir başka inişinde daha görmüştü; Sidretü’l- Müntehâ’nın yanındaydı. Me’vâ Cenneti de oradadır. O gün Sidre’yi bürüyen bürüyordu. (Muhammed’in) gözü kaymadı; sınırı da aşmadı. Orada Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.” (Necm, 53/13-18)

Sidretü’l- Müntehâ yedinci kat semadadır.2 el-Mescidu’l-aksâ ise oradaki Beyt-i Mamûr’dur. Allah’ın Elçisi (a.s.) bir gün ashabına:“Beyt-i Ma’mûr’un ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu: “Allah ve Elçisi daha iyi bilir” dediler. “O, gökte olan bir mescittir, Kâbe tam altında kalır. O mescit aşağı düşse Ka’be’nin üzerine düşer. Orada her gün yetmiş bin melek namaz kılar. Oradan çıktılar mı artık sonuna kadar oraya dönmezler.” dedi.3

ÇETİNOĞLU – Mescid-i aksâ Kudüs’te değil mi?

BAYINDIR- Hayır, Kudüs’teki Mescid-i aksâ, Emevîler tarafından yapılmıştır.

ÇETİNOĞLU – Orada Süleyman aleyhisselam tarafından yapılan mabed yok muydu?

BAYINDIR- Vardı ama iki kez yıkılmış, bir daha da yaptırılamamıştı. Babil kralı II. Buhtunnasr (Neabukadnezzar) milattan 586 yıl önce Kudüs’ü işgal ettiğinde şehri tamamen tahrip etmiş, yıkılan Mabed’in kapı ve duvarlarından söktüğü altın kabartmaları, kıymetli eşyayı, topladığı ganimetleri ve halkının büyük bir kısmını Babil’e götürmüştü. Kur’ân, bu olayı şöyle anlatır:

“O Kitaba (Tevrat’a) İsrailoğulları için şu kararı koyduk: “Siz bu yerde iki kere fesat çıkaracak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz. Birincinin şartları oluşunca savaş gücü yüksek kullarımızı üzerinize saldık; evlerin arasına kadar sokuldular. Bu, yerine getirilmiş bir söz oldu.” (İsrâ, 17/4-5)

Daha sonra Perslerin Babil’i, milattan 539 yıl önce ele geçirmesiyle İsrailoğulları serbest bırakılmış, Kudüs’e dönmüşler ve milattan 515 yıl önce yirmi beş yıl çalışarak ikinci Mabed dönemini başlatmışlardı.4

Milattan sonra 70’de Romalı kumandan Titus şehri ele geçirmiş, Kudüs’ü yakmış ve Süleyman mabedini yerle bir etmişti.5 Bu olay, şu âyette yer alır:

“… İkinci kez şartlar oluşunca (düşmanlarınızı tekrar üzerinize saldık ki,) yüzünüzü yere sürtsünler, o Mescide ilk girenler gibi girsinler ve ele geçirdikleri her şeyi yakıp yıksınlar.” (İsrâ, 17/7)

Halife Ömer, Kudüs’ün anah­tarını teslim aldığında kendisi de bizzat çalışarak Süleyman Mabedi’nin Hıristiyanlık döneminde moloz­lar altında kalmış olan yerini temizletip Sahre’nin güneyindeki düzlükte cemaate namaz kıldırmış sonra buraya bir mescid yaptır­mıştır.6

Daha sonra Emevi halifelerinden Abdulmelik b. Mervan (65/6856) Kubbetü’s-Sahre’yi7, oğlu I. Velîd (86/705) de Mescid-i aksâ adıyla anılan mescidi yaptırmıştır.8

ÇETİNOĞLU – Peygamberimizin şöyle dediği rivayet edilmiyor mu? “Kureyş beni yalanladığı zaman, Hicr’de ayağa kalktım. Allah bana Beytü’l-Makdis’i gösterdi; bunun üzerine ona bakarak onun alâmetlerini onlara haber vermeye başladım.”9

BAYINDIR – Bu gibi rivayetler, Kur’ân’a, tarihi gerçeklere ve Peygamberimizden gelen şu rivayete uymamaktadır:

“Hatim (Hatîm, Kabe’nin altın oluk tarafında, yarım daire şeklindeki duvarla çevrili yerin adıdır.)’de idim Cibril geldi beni aldı ve birinci kat semaya yükseltti..”10

Peygamberimizin Kâbe’den, doğrudan semaya yükseltilmesi Kudüs’e gitme işine ters düşmektedir.

ÇETİNOĞLU – İslamî kaynaklara göre mirac, 2 safhada gerçekleşiyor: Birinci safha Mescid-i Harâm’dan Mescid-i aksâ’ya yapılan yolculuk ki ona İsra deniyor. 2. safha ise göklere yükselmek… Sizin anlattıklarınıza göre Kudüs’teki Mescid-i aksâ’ya yolculuk yapılmamış. Ama İsrâ’nın Kur’an ile Miracın da Sünnet ile sabit olduğu ifade ediliyor, bunu nasıl yorumlarsınız?

BAYINDIR – İsrâ, gece yürüyüşü anlamına gelir. Âyetteki el-Mescid’ul-aksâ’nın, Emeviler tarafından yapılan Mescid-aksâ ile karıştırılması yanlış anlamalara yol açmaktadır.

ÇETİNOĞLU – Mirac farklı bir şey mi?

BAYINDIR – Mirac, merdiven ve asansör gibi yükseğe çıkaran alet11 anlamına gelir. Ebu Sa’îd el-Hudrî’nin rivayetine göre peygamberimiz şöyle demiştir: “… Sonra insanların ruhlarının, üzerinde göğe yükseldiği mirac getirildi. Kimse ondan güzelini görmemiştir. Ölmek üzere olan birinin gözünü, arzuyla göğe nasıl diktiğini görmediniz mi?12)

ÇETİNOĞLU – Burada yalın insan aklının kabullenmekte zorlanacağı bir durumdan söz ediliyor. Böyle bir iddianın sahiplerine ne söylemek gerekir?

BAYINDIR – Konu, Kur’ân-Sünnet bütünlüğü içinde ele alınsa bir sıkıntı kalmaz. Çünkü göklerde yollar, kapılar ve daha nice miraclar yani yükselme aletleri vardır.

ÇETİNOĞLU – Bunlar benim için yeni kavramlar. Ama önce mirac kelimesinin Kur’ân’da geçmemiş olmasını nasıl yorumlamak gerekir?

BAYINDIR – Mirac Kur’an’da, Peygamberimizin bildirdiği anlamıyla, meâric şeklinde çoğul olarak geçmekte ve bulunduğu sureye adını vermektedir. Bu o kadar önemlidir ki, Allah Teâlâ kendini miraclar sahibi diye nitelemiştir. Melekler ve ruh, o miraçlar üzerinde yükselir.13 Ama kendini büyük görüp Allah’ın âyetleri karşısında yalan söyleyenlere göğün kapıları açılmaz.14

ÇETİNOĞLU – Beş vakit namazın, mirac’da farz kılındığı bilgisi var… Namazın 50 vakit olarak tebliğ edildiği, Hz. Musa’nın yönlendirmesi üzerine Peygamberimizin Huzur-u İlahî’ye başvurması ve niyazının kabul edilerek 5 vakte indirildiği rivâyetlerini şüphe ile karşılayanlar var. Onlar diyorlar ki; ‘Cenâb-ı Allah yanılmaz. O’nun, peygamber olsa bile; kullarının yönlendirmesine ihtiyacı yoktur.’

BAYINDIR – Peygamberimizin Musa aleyhisselam ile Allah Teâlâ arasında gidip geldiği şeklindeki rivayet Kur’ân âyetlerine uygun düşmemektedir. Hem Muhammed hem de Musa aleyhimesselam, İbrahim aleyhisselamın soyundandır. Onun şöyle bir duası vardır:

“Rabbim! Bu namazı tam kılanlardan olmamı lutfeyle; soyumdan gelenler de öyle olsun. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” (İbrahim, 14/40)

Bu âyete ve ilgili diğer âyetlere baktığımızda bütün peygamberlerin aynı namazı kıldıklarını görürüz. Peygamberimizin şu hadisi de bunu desteklemektedir.

“Cebrail Kâbe’nin yanında bana iki kere imamlık yaptı. Birincisinde öğle namazını, gölgeler bir ayakkabı kayışı kadar iken kıldırdı. Sonra her şeyin kendi gölgesi kadar olduğu zaman ikindiyi kıldırdı. Güneşin battığı ve oruçlunun iftar ettiği saatte akşam namazını kıldırdı. Şafağın kaybolduğu saatte de yatsıyı kıldırdı. Sabah namazını da tan yerinin ağardığı, oruç tutana yemenin içmenin yasak olduğu saatte kıldırdı.

Cebrail ikinci kez imamlık yaptığında öğle namazını, dünkü ikindi vaktinde, her şeyin gölgesinin kendi boyu kadar olduğu vakitte kıldırdı. İkindiyi, her şeyin gölgesi kendinin iki katı olduğu vakitte kıldırdı. Sonra akşam namazını ilk günkü vaktinde kıldırdı. Son yatsı namazını gecenin üçte biri geçtikten sonra kıldırdı. Sabah namazını da ortalık aydınlandığı sırada kıldırdı. Sonra Cebrail bana döndü ve dedi ki, “Ya Muhammed, bu senden önceki peygamberlerin ibadet vaktidir. İbadet vakti bu iki vaktin arasıdır.” (Tirmizî, Mevâkît, 1)

Bu hadisteki son cümleye dikkat etmek gerekir. Sonuç olarak hem âyetler, hem de hadisler, namazın zaten beş vakit olduğunu gösterir.

ÇETİNOĞLU – Kur’ân-ı Kerim’deki âyetlerin tamamına yakın bölümü Cebrail Aleyhisselam aracılığıyla indirilmiş iken, bazı âyetlerin Allah (cc) tarafından bizzat peygamberimize tebliğ edilmesini nasıl yorumluyorsunuz?

BAYINDIR – Kur’ân’ın tamamını Cebrail aleyhisselam getirmiştir. Bazı âyetlerin Allah tarafından bizzat peygamberimize tebliğ edilmesi diye bir şey yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kur’ân değerli bir elçinin sözüdür. Güçlü… Arşın sahibi yanında itibarlı, orada saygı gören güvenilir elçi Cebrail’in sözüdür.” (Tekvîr, 81/19-21)

Elçinin işi, birinin sözünü diğerine aktarmak olduğu için onlar aslında Allah’ın sözleridir.

ÇETİNOĞLU – Mirâc’ın bedenen mi yoksa rûhen mi gerçekleştiği konusunda da tartışmalar var. İnananların elbette şüphesi yok: Hem bedenen ve hem rûhen, Efendimiz uyanıkken gerçekleşti. Ruh ve beden bütünlüğünü nasıl yorumlamak gerekir?

BAYINDIR – Temel hata, âlimlerimizin âyetleri, kendi başlarına açıklamaya kalkmalarıdır. Hâlbuki Allah Teâlâ buna izin vermemekte ve şöyle buyurmaktadır:

“Elif, Lâm, Râ. Bu öyle kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra hakîm olan ve her şeyin iç yüzünü bilen tarafından açıklanmıştır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir. (De ki,) Ben de onun tarafından size gönderilen uyarıcı ve müjdeciyim.” (Hûd, 11/1-2)

Allah, âyetleri, âyetlerle açıklamıştır. O yola girmeyince Kur’ân-Sünnet bütünlüğü bozulmakta ve çelişkiler oluşmaktadır. Açıklamayı Kur’ân’dan aldığımızda Allah Teâlâ’nın şöyle dediğini görürüz:

“(Orada Muhammed’in) gözü kaymadı; sınırı da aşmadı.” (Necm, 53/17)

Gözün kaymaması ve sınırı aşmama, ancak ruh ve beden birleşince olabilir. Bu sebep bu olay uyanıkken ve ruh-beden bütünlüğü içinde gerçekleşmiştir.

ÇETİNOĞLU – Elmalılı Hamdi Yazır; ‘Mirac olayını tamâmen aklî çerçeveye sokmak kolay değildir’ diyor. Bu söz, kimi insanları şüpheye sevk eder mi?

BAYINDIR – Bana göre bu, bilgi azlığından kaynaklanmaktadır. Çağımızda astronominin üzerinde çalıştığı gök, birinci kat göktür. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“En yakın (birinci) göğü kandillerle (yıldızlarla) süsledik ve koruduk.” (Fussilet, 41/12)

Birinci kattan sonra altı kat daha vardır. Nuh aleyhisselam zamanında, onların hepsi avuç içi gibi biliniyordu. O, kavmine şöyle demişti:

“Görmediniz mi ki, yedi semayı Allah, nasıl tabaka tabaka yaratmıştır?” (Nuh, 71/15)

“Görmedinizi mi” sözü, görür gibi bilmediniz mi, demektir. Onlar o semalara çıkmış da olabilirler. Eğer böyle hızlı çıkaran bir mirac olmasa onlardan hangisinin ömrü oralara çıkmaya yeter! Allah Teâlâ bir de şöyle buyurmuştur:

“Allah, yedi göğü ve yerden de onların gibisini yaratmış olandır.” (Talak, 65/12)

Buna göre üzerinde yaşadığımız kısım, yerin yedinci katıdır. Gökler de aynı olduğuna göre onun yedinci katının da insanların yaşamasına elverişli olması gerekir. Nasıl göklere giden kapılar varsa, yerin merkezine giden kapılar da olmalıdır. Oralardan geçmek için yeterli bilgi ve donanıma sahip olmak gerekir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin belli bölgelerini aşıp gitmeye gücünüz yetiyorsa gidin! Ama bir güce sahip olmadan gidemezsiniz.” (Rahman, 55/33)

Demek ki, o gücü elde edince hem yerin merkezine, hem göğün en üst katına gidilebilir.

ÇETİNOĞLU – Bunlar çok ilginç şeyler. Siz bana şüphe ve iman ilişkisini açıklar mısınız?

BAYINDIR – İslam dininde inanç, kesin verilere dayanmak zorundadır. Kelime-i şehadetin anlamı şudur; “Ben şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Yine şahitlik ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.”

Şahitlik etmek için kesin bilgiye ulaşmak gerekir. Şüphe ile yola çıkmadan kesin bilgiye ulaşmak zordur. Bu konuda örneğimiz İbrahim aleyhisselamdır.

“Bir gün İbrahim dedi ki: “Rabbim! Bana göstersene, ölülere nasıl can veriyorsun!” Allah; “Yoksa inanmadın mı?” dedi. “Yok, ama içim yatışsın diye” cevap verdi. “Öyleyse, dört kuş tut. Kendine alıştır. Sonra (kes, parçala ve) her dağın başına onlardan birer parça koy. Daha sonra onları çağır, hızla sana geleceklerdir” dedi. Bil ki, Allah güçlüdür, doğru karar verir.” (Bakara, 2/260)

Şüphelenmek insanın en tabii hakkıdır. Kâfirlik, gerçekleri anlayıp kavradıktan sonra kabul etmemektir.

ÇETİNOĞLU – ‘Hiçbir vahiy akla aykırı değildir. Fakat her akıl her vahyi idrak edebilecek güçte değildir.’ Deniliyor. Bu söyleme açıklık getirir misiniz?

BAYINDIR - Dini, Allah’ın tarif ettiği gibi anlarsak sıkıntı kalmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (Rum, 30/30)

Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve bu yapıyı oluşturan yaratılış, değişim, gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder. İnsanların, hayvanların, bitkilerin, yerin, göğün hâsılı her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. Demek ki, Allah’ın dini, varlıklarda da geçerli kanunlar bütünüdür. Tabiattaki her olayı nasıl anlayamıyorsak, her vahyi de anlayamayabiliriz.

ÇETİNOĞLU – Mirac olayı sebebiyle; son peygamberin getirdiği mesajın, bütün dinlere hâkim olacağı yorumu yapılıyor. Bu yorumun yorumunu nasıl yapmak gerekir? Museviler ve Hıristiyanlar… hepsi Müslüman mı olacak?

BAYINDIR – İslam yeryüzünün tamamına hâkim olacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bu dini bütün dinlere hâkim kılmak için elçisini, doğruya götüren bilgi ve gerçeklerle örtüşen din (hak din) ile gönderen Allah’tır. Varsın o müşrikler hoşlanmasın.” (Tevbe, 9/32–33)

Peygamberimizin İstanbul’un fethini müjdelemesi bu yüzdendir. O, şöyle buyurmuştur:

“Kostantiniye (İstanbul) kesinlikle fethedilecektir. Onun emiri ne güzel emir; o ordu ne güzel ordudur.”15)

Yahudiler ve İsa aleyhisselam İsrailoğullarındandır. Onlara söz verilen dünya hâkimiyeti budur. O sözün yerine getirilmesi için Muhammed aleyhisselama inanmaları ve ona uymaları gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Ey İsrail oğulları! Size ettiğim iyilikleri hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size olan sözümü yerine getireyim. Yalnız benden korkup çekinin. Sizde olanı onaylayıcı olarak indirdiğime inanın. Onu ilk görmezlik eden siz olmayın. Âyetlerimi geçici bir bedele karşılık satmayın. Yalnız benden çekinin.” (Bakara, 2/40-41)

İslam’ın hâkim olması, herkesin müslüman olacağı anlamına gelmez. Çünkü inanç, kişinin hür olarak vereceği karara bırakılmıştır.

ÇETİNOĞLU – Mirac gecesini Müslümanlar nasıl değerlendirmeli?

BAYINDIR – Kandil geceleri, ne Kur’ân’da ne de Sünnette vardır. Dolaysıyla bu gecelerin, diğer gecelerden farkı yoktur. Bunlar, Peygamberimizden çok sonra Mısır ve Kudüs’te kutlanmaya başlanmış, daha sonra diğer bölgelere yayılmıştır.

ÇETİNOĞLU – Namazın, müminin miracı olduğu konusunda neler söylersiniz?

BAYINDIR – Namazda kişi, Allah ile baş başa kalır. Dualar ve âyetler okuyarak Allah ile bire bir görüşme imkânı bulmuş gibi olur. Secdeye vardığı sırada da bütün istek ve ihtiyaçlarını Allah’a açıp yardım isteyebilir. Bu bakımdan namaz, miraca benzemektedir.

Soru: Cevşen olarak bilinen dua metni, hadis ilmi açısından nasıl değerlendirilmektedir?
Cevap:
Cevşen Duasının Hadis İlmi Açısından Kritiği başlıklı bir yüksek lisans tezi hazırlayan Adnan Yeniay, çalışmasının “Sonuç” bölümünde Cevşen ile ilgili olarak ulaştığı bulguları şöyle sıralamıştır:

1- Cevşen duası ne Ehl-i Sünnet’in, ne de Şia’nın hadis kitaplarında yer almaktadır.

2- Cevşen duasının faziletleri hakkında gelen rivayetler, İslam’ın özüne ters düşmektedir. Cevşen duası okunduğunda veya insanların üzerinde taşındığında söz konusu faziletlerin gerçekleşeceğini söylemek ilmen doğru görünmemektedir.

3- Cevşen duasıyla ilgili akla-mantığa uymayan rivayetler bulunmaktadır.

Örneğin; rivayete göre Cebrail’in, Peygamberimizden duayı kâfirlere öğretmemesini istediği iddia edilmektedir, fakat Cevşen duası iddia edilen rivayetin aksine herkesin vâkıf olabileceği bir açıklıkta literatüre geçtiği için, duanın gizli tutulması imkânsızdır. Bu durumdan da anlaşılmaktadır ki Cebrail, Peygamberimize böyle bir şey söylememiştir.

4- Peygamberimiz ve sahabe döneminde kendisine ümit bağlanılan, güvenilen ve onunla korunulacağı düşünülen tek varlık Allah’tır. Allah’tan başka böylesine ümit bağlanılan, güvenilen ve onunla korunulacağı düşünülen hiçbir şey olmamıştır. Rasûlullâh’ın sünnetine bakıldığında da sadece Allah’a güvenildiği ortaya çıkmaktadır. Mesela Hz. Peygamber, sahabelerine ayakkabılarının bağı koptuğunda, onu dahi Allah’tan istemeyi talim etmiştir.

5- Peygamberimize nispet edilen bu duanın Rasûlullâh’ı, sahabeyi ve duayı okuyan kişiyi koruyacağı söylenmektedir. Ancak Hz. Peygamber’e ve sahabeye yapılan onca işkenceler, çektikleri sıkıntılar ve gazalarda aldıkları yaralar söz konusudur. Cevşen duası madem Rasûlullâh’ı ve sahabeyi koruyacaksa Hz. Peygamber ve ashabı niçin bu duayı okuyup sıkıntılardan, işkencelerden kurtulma yoluna gitmediler? Oysa Cevşen duası Hz. Peygamber’e gelseydi ve bahsedilen koruma işlevini ifa edecek olsaydı, Hz. Peygamber bu duayı hem okur hem de sahabelerine okumalarını tavsiye ederdi, fakat böyle bir durum olmadığı için Cevşen duasının da Rasûlullâh’a ait olmadığı ortaya çıkmaktadır.

6- Kendisine Arapça vahiy inen bir Peygambere, Farsça kalkan anlamına gelen Cevşen duasının geldiğinin iddia edilmesine karşın; Cevşen, ne birinci derece ne de ikinci derece hadis kaynaklarında bulunmaktadır.

Yukarıda sıraladığımız sebeplerden dolayı Peygamber’e nispet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen yaklaşık on beş sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Cevşen duasının tamamı peygamberimize ait değildir, bazı bölümleri, cümleleri hadis veya ayet olarak nitelendirilebilirse de tamamının peygamberimize aidiyeti imkânsız görünmektedir.”

KAYNAK: Adnan Yeniay, Cevşen Duasının Hadis İlmi Açısından Kritiği, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2008, Danışman: Enbiya Yıldırım, s: 70-71.



Bir yazıda “Sen…” veya “Siz …” yerine “O…” veya “Onlar…” denmesine Arap edebiyatında iltifat denir. O, ifadeye güzellik katar. Burada da üçüncü tekil şahıstan ikinci çoğul şahsa geçilerek “bereketli kıldığımız” ifadesi kullanılmıştır. Türkçede iltifat sanatı olmadığından tercüme cümlenin akışına göre yapılmıştır. [↩]
Buhârî, Bed’ul-halk 6. [↩]
Muhammed b. Cerîr et- Taberî, Camiu’l-Beyân fî Te’vîl’l-Kur’ân, Beyrut 1992, c: 11, s: 481 [↩]
Nebi BOZKURT, Mescid-i aksa, DİA, Ankara 2004. [↩]
Nebi BOZKURT, Mescid-i aksa, DİA, Ankara 2004. [↩]
Nebi BOZKURT, Mescid-i aksa, DİA, Ankara 2004. [↩]
Nebi Bozkurt, “Kubbetü’s-Sahre”, DİA, Ankara 2002. [↩]
İsmail Yiğit, Emeviler, DİA, İstanbul 1995 [↩]
Müslim, İman,276 ; Buhari, Fezâilü’s-sahabe,70, Tefsir,200; Tirmizî,Tefsir,18. [↩]
Bkz: Buhari, Tevhid, 37 , Menakıbu’l-Ensar,42, Hac,76, Müslim, İman,263 [↩]
Lisânu’l-arab, Essıhah fi’lluğa, Mufredât el-fâzil kur’an, Muhtâr es-sihah, Tehzibu’l-luğa, El-meğrib, Tâcu’l-arûs, vs. kitaplarının “arece” maddesi. [↩]
Ebubekr Ahmed b. El-Huseyn el-Beyhakî, Delâil’un-nubuvve ve marifet ahval-i sahibi’ş-şerîa, Beyrut 1988, c. II, s. 391. (Hadislerini çıkaran ve notlar ekleyen Abdulmu’tî Kal’aci [↩]
Meâric, 70/3-4. [↩]
Araf 7/40 [↩]
Ahmed b. Hanbel, Müsned 4/335 (Bişr b. Suheym hadisi [↩]

 
Kurban
Beiträge: 1.011
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 15.03.2014 | Top

   

Bir Defa Okuyun!
Mevzu(Uydurma) Hadisler İddiasını Kimler yaptı?

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz