Mevzu(Uydurma) Hadisler İddiasını Kimler yaptı?

#1 von mck nakil ( Gast ) , 15.03.2014 16:52

Mevzu(Uydurma) Hadisler İddiasını Kimler yaptı?

Allah herkesi kuru iftiradan sakındırsın . Bilmem başınıza geldi mi , hiç haberdar ve ilginizin olmadığı bir konuda iftiraya hatta kuru iftiraya maruz kaldınız mı ?
İnsan ne kötü olur değil mi ? Ne diyeceğinizi şaşırır ,olanca güç , telaş ve sözlerinizle bu kuru iftirayı bertaraf etmeye çalışırsınız .
Tüm deliller , görgü şahidleri , yazılar , belgeler vs gerekli tüm dökümanlarla olayın aslını ispat derdine düşersiniz .
Birde buna müdahale etmediğinizi edemediğinizi düşünün. Arkanızdan , sırf çıkarlarına öyle geldiği için sizin adınıza öyle konuşulduğunu düşünün. Üstelik cevap vererek kendinizi de savunamıyorsanız ? İşiniz artık huzur-u ilahiye kalmıştır . Müfterilerinizle Rabbin huzurunda hesaplaşmayı arzu edersiniz değil mi ? Ya da bu müfterilerin bir an önce bu ğaliz iftiradan vazgeçip tevbe ederek Hakk'a teslim olmalarını arzu edersiniz. Aslında bu müslümanın istediği en iyi yoldur.
Şimdi biz de Rasulullahın arkasından yapılan iftiraların bir kısmını ve alimlerin bu iftiralar (zayıf ve uydurma sözler) hakkındaki açıklamalarını burada teşhir edeceğiz.
Bu konuda sahih hadis delilleri olanların ispatlarını buraya koymalarını kendilerine kul hakkı önemiyle istiyorum.
Aksi taktirde bile bile yanlışta kalmak , buradaki delilleri gördüğü halde hala sahih hadis diye kurulara tutunmak kendi sorumluluklarındadır . Şimdi sırayla bakıyoruz :


1.Kim nefsini bilirse Rabbini de bilmiştir(Men arafe nefsehu fakad arafe rabbeh)

Bu sözün aslı yoktur,denilmektedir.

Hafız Es-Sehâvî şöyle der: « Ebû Muzaffer b. Sem’âni der ki: ‘Bu söz merfû olarak bilinmez, bilakis Yahya b. Muâz er-Razi’nin sözü olarak hikâye edilir.’ » (Makâsıd, s.198) Nevevi de buna benzer olarak bu söz için ‘kanıtlanmamıştır’ demiştir.”
( El-Mukasıd El-Hasene sy.491, no.1149 )En- Nevevi : rivayetin sabit olmadığını söyler. Suyûtî (Zeyl el-Muduât, s.203)de buna katılır. Bu hadisin Sahih olmadığını söyler( Haavi lil Fetaavi 2/351)

Şeyh Aliyyu’l-Kâri, (Mevduât, s.83)İbn Teymiyye’nin rivayet hakkında uydurma dediğini nakleder. (El-Esrar El-Merfuat 83)
Kamûs’un sahibi Fiyruz Abâdî ise şöyle der: « Bu Nebevî hadislerden değildir, çoğu insanlar bunu Nebi (s.a.s.)’in hadislerinden sayarlar. Ancak aslı yoktur, bilâkis İsrailiyattandır: Yani Yahudi kültüründe ‘Ey insanoğlu! Kendini bil ve böylece Rabbinide bilirsin’ diye bilinir.” (El-Red Ala El-Mutaridin 2\37)
ElBani “Bunun aslı yoktur” demektedir
( Silsile El-Zayifa’ 1/165 no/66 )

‘Ey insan nefsini bil ki; Rabbini tanıyasın’.»
İhtisas ehlinin hadis hakkındaki hükmü budur.



حب الوطن من الإيمان

Vatan sevgisi imandandır [es-Sagâni, el-Ehadîsu’l-Mevdua sayfa.7]

Uydurmadır,denilmekte..Cevap:
“Vatan sevgisi imandandır” rivayeti, Aliyyu’l-Kârî’nin el-Esrâru’l-Merfûa adlı eserinde geçmektedir. O, bu rivayet için Zerkeşî’nin: “Bu rivayete vâkıf olamadım”, Safevî’nin: “Bu rivayet sabit değildir” ve Sehâvî’nin: “Bu rivayete vâkıf olamadım; fakat manası sahihtir” şeklindeki açıklamalarına yer vermiştir. Aliyyu’l-Kârî, ayrıca bu rivayetin selefe/geçmiştekilere ait sözlerden olduğunun söylendiğini de belirtmiştir.

Fakat Aliyyu’l-Kâri, Sehâvî’nin “Bu rivayetin manası sahihtir” sözünü reddetmiş ve şöyle demiştir: “Bu rivayetin manası sahihtir” sözü ilginçtir! Çünkü iman ile vatan sevgisi arasında bir bağlantı yoktur.” Bunun yanı sıra o, rivayette yer alan vatan sevgisinin sadece mü’minlere özgü bir durum olması halinde kabul edilebileceğini; fakat bunun gayrimüslimler için asla bir iman alameti olamayacağını belirtmiştir. O, ayrıca hadiste geçen “vatan” ifadesi ile “Cennet”, “Mekke” veya “Allah’a dönüş”ün kast edilmiş olabileceğini de söylemiştir. (Bkz: Aliyyu’l-Kâri, el-Esrâru’l-Merfûa, s:189-191, hadis no: 164.)

Aclûnî de Keşfu’l-Hafa adlı eserinde bu rivayete yer vermiş ve “Sağânî bu rivayet için uydurma, Sehâvî ise ‘(Bu rivayete) vâkıf olamadım; ama rivayetin manası sahihtir’ dedi.” açıklamasında bulunmuştur. (Bkz: Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, s: 346-347, hadis no: 1102.)

Es- Sagânî ve diğer muhaddislerde uydurma olduğunu beyan ederler. Rivâyet, mana olarak ta doğru bir manaya sahib değildir. Çünkü vatan sevgisi nefis ve mal mülk sevgisi gibi doğuştan gelmektedir, yani içgüdüseldir. Dolayısıyla bunlara olan sevgiden dolayı kişi övülmez, hele hele imanın gereklerinden hiçte değildir. Özellikle insanlar bu sevgide ortaktırlar, bunda mümin ile kafir arasında bir fark yoktur.
Nice vatanını seven dinsiz , ateist , muşrik kafirler vardır ! Yunanistanlı bir müslüman Yunanistan'ı sevmiyor diye imansız denilemez ! Seven kafirlere de imanlı denilemez.

"UMMETİMİN İHTİLÂFI RAHMETTİR."


("Ummetimin ihtilâfı rahmettir." el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 1:64; el-Munâvî, Feyzu’l-Kadîr, 1:210-212.)

Ali el-Karî bu hadis (söz) hakkında diyor ki:
İmamların çoğu bunun aslının olmadığını zannettiler. Fakat, Hattabî bunu Garibu’l-Hadis’te istitraden zikretti ve kendi kanaatına göre aslının olduğunu bildirdi.

Suyutî Camiu’s-Sağir'inde şöyle demiştir: Nasr el-Makdisî Hucce’sinde onu tahriç etti ve Beyhakî Risaletu’l-Eş'ariyye’de senetsiz olarak zikretti, ayrıca Huleymi, Kadı Huseyin, İmamu’l-Harameyn ve diğerleri de hadisi zikrettiler.
Munavi, Suyuti’nin şu sözüne bağlı olarak şöyle demiştir: “Subki şöyle demiştir... (ve ondan zikrettiğimiz sözünü nakletti). Sonra da Munavi şöyle dedi: Hafız el-Iraki, bunun senedinin zayıf olduğunu söylemişdir. (Munavi, Feyzu’l-Kadir I, 212-213)
Bu hadis, hafızların bizim ulaşamadığımız bazı kitaplarında olabilir, Allahu a‘lem, dedi.
Suyutî’nin bu sözü tartışmalıdır. Nitekim, âlimlerin bu konuda açıklamaları vardır:

Bu asrın muhaddisi Muhammed Nasuruddin el-Elbani ise şöyle demişdir:
Bu hadisin aslı yoktur. ibni Hazm’dan nakledildiğine göre, o bu hadis batıl ve mekzubtur, demiştir (Elbani, Silsiletu’l-ahadisu’d-daife ve’l-mevzu’a, 76)
Buna göre, hadis sahih değildir veya çok zayıftır ki bunun gibisiyle delil getirilmez. Delil getirmeye elverişli de değildir.

Subkî de: Bu, muhaddislerce bilinen bir hadis değildir. Ben ne sahih, ne zayıf ve ne de mevzu bir senetle bu hadise rastladım, aslının olduğunu zannetmiyorum diyor. (Sabbâğ, Tahkīk ve Ta‘lik, 109, 6. dipnot.)
Ancak bu bir kimsenin sözü olabilir. Belki de birisi “ümmetimin ihtilafı rahmettir” deyip, bazıları da onu alarak, hadis zannetmiş ve peygamberin sözü saymıştır. Hala inanıyorum ki, bu hadisin aslı yoktur. Bunun asılsız olduğuna rahmetin ihtilaf etmemeyi gerektirdiğini bildiren ayet ve sahih hadislerle delil getirilmiştir (Alusi,Tefsir, IV, 24)

İbn Hazm, İhkâm’da: Bu, hadis değildir; bilâkis o, batıldır, mevzudur. Çünkü, eğer ihtilâf rahmet olsaydı, ittifak gazap olurdu. Bu ise, hiçbir Müslümanın söyleyemeyeceği bir şeydir, diyor.
(Muhammed b. Cemil, Fırka-i Nâciye -Kurtulan Toplum-, çev. Mehmed Alptekin, Saff Yayınları,1989, 115.)

Zaten, aslonan da iddianın ispatıdır. Âlimlerce senedi bile bulunamayan bir sözün Hz. Peygambere isnat edilmesi doğru değildir.
Allah, Abdullah b. Mubârak’e rahmet etsin, şöyle demiştir:
"İsnat dindendir. İsnat olmasaydı, muhakkak ki, her isteyen istediğini söylerdi." (Muslim, Mukaddime, 5.)
Yine demiştir ki:
"Bizimle (hadis nakleden) şu kavim arasında ayaklar, yani isnat vardır." (Muslim, aynı yer.)

Onun bu sözünü Nevevî şöyle açıklıyor:
Bunun manası, eğer sahih bir isnat getirirse hadisini kabul ederiz, yoksa terk ederiz, demektir. İsnatsız hadisi ayakta duramayan hayvana benzetti. Nikekim, ayakları olmayan hayvan da ayakta duramaz.
(Mehmed Sofuoğlu, Sahîh-i Muslim ve Tercemesi, İrfan Yayınevi, İstanbul 1972, 1/39)

"Ummetimin ihtilafı rahmettir" hadisinin elimizdeki kaynaklarda merfu/sahih bir senedi yoktur.

el-Beyhakî, İmam el-Eş'arî'yi müdafaa maksadıyla kaleme aldığı er-Risâletu'l-Eş'ariyye'sinde [İbn Asâkir, Tebyînu Kezibi'l-Mufterî, 100 vd.] bu hadisi senetsiz olarak nakletmiştir. (İbn Asâkir, Tebyînu Kezibi'l-Müfterî, 106)

Bu hadisi (sözü)bu lafızla zikreden kaynakların hiç birisinde sened zikredilmemiştir. Hatta es-Subkî, "Muhaddisler tarafından bilinmemektedir. Bu rivayetin ne sahih, ne hasen, ne de mevzu bir senedine rastlamadım" demiştir. [el-Munâvî, Feydu'l-Kadîr, I, 212.]
Yaygın olarak zikredilmesi dolayısıyla es-Süyûtî, "Belki önceki Hadis alimlerinin eserlerinde senedli olarak zikredilmiştir de, onların eserleri bizlere ulaşmamıştır" demiştir.[ el-Câmi'u's-Sağîr, I, 210.]

Bu rivayeti senetsiz olarak veren kaynaklar es-Sehâvî, el-Aclûnî ve daha birçok alim tarafından zikredilmiştir.
[ el-Makâsıdu'l-Hasene, 26-7; Keşfu'l-Hafâ, I, 66-7.]

ibni Dibağ eş-Şeybani de şöyle demiştir: Alimlerin çoğu bu hadisin aslının olmadığını söylemiştir. Fakat Hattabi bunu Ğaribü’l-Hadis’inde istidraden (dolaylı olarak) zikrederek kendisine göre aslının olduğunu hissettirmiştir.
(İbn Dibağ eş-Şeybani, Temyizu’t-tayyib mine’l-hadis, 85)

Hasılı "Ummetimin ihtilafı rahmettir" hadisinin(sözünün) aslı (senedi) bulunamamıştır. Bu sebeble onu Efendimiz (s.a.v)'e izafe ederek nakletmek doğru değildir.

"UMMETİMİN İHTİLÂFI RAHMETTİR." uyduruk sözünü sahih hadis kabul eden rasul iftiracaılarına aşağıya koyacağım ümmetin ihtilafıyla ilgili hadisi değerlendirmeye davet ediyorum .

"Andolsun ki siz, kendinizden önceki milletlerin yoluna kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak tıpatıp uyacaksınız. Hatta onlar daracık bir keler deliğine girseler bile, siz de muhakkak o deliğe gireceksiniz."
Ashâb-ı kiram: "Yâ Rasulellah! O milletler yahudiler ve hıristiyanlar mı?"
"Bunlar olmayınca başka kimler olur?" buyurdu.
(İbn-i Mâce: 3994)


_İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhuma) anlatıyor: "Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Beni İsrail üzerine gelen şeyler, aynıyla ummetimin üzerine de gelecektir. Öyle ki onlardan aleni olarak annesine gelen olmuşsa, ümmetimden de bu çirkin işi mutlaka yapan olacaktır. Nitekim, Beni İsrail yetmişiki millete (dine, fırkaya) bölünmüştü. Benim ummetim de yetmişüç millete bölünecektir. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi ateştedir."

"Bu fırka hangisidir?" diye soruldu.
"Benim ve ashabımın üzerinde olduğu şeyden ayrılmayanlardır!" buyurdular."
(Tirmizi, İman 18, (2643); kutub-i sitte 4743)

- Muaviye (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) aramızda doğrulup buyurdular ki:
"Haberiniz olsun! Sizden önce Ehl-i kitab, yetmişiki millete (dine) bölündüler. Bu ummet ise yetmişüç fırkaya bölünecek. Bunlardan yetmişikisi ateşte, sadece biri cennettedir. Bu da (Ehl-i Sünnet ve'l) cemaattir."
(Ebu Davud, Sünnet 1, (4597); kutub-i sitte 4742)

‘Sen olmasaydın Ya Muhammed! evreni yaratmazdım’
( لما اقترف آدم الخطيئة؛ قال: يا رب! أسألك بحق محمد لما غفرت لي. فقال الله: يا آدم! وكيف عرفت محمدا، ولم أخلقه؟ قال يا رب! لما خلقتني بيدك، ونفخت في من روحك؛ رفعت رأسي، فرأيت على قوائم العرش مكتوبا: لا إله إلا الله محمد رسول الله، فعلمت أنك لم تضف إلى اسمك إلا أحب الخلق إليك. فقال الله: صدقت يا آدم! إنه لأحب الخلق إلي، ادعني بحقه، فقد غفرت لك، ولولا محمد ما خلقتك)


''Hz Adem günah işlediğinde şöyle dua etti:
Ya Rabb! Muhammed'in hakkı için benim günahımı bağışlamanı diliyorum.
Allahu Teala dedi ki: Ey Adem! Sen Muhammed'i nereden biliyorsun, ben onu daha yaratmadım.
Adem: Ey Rabbim, Sen beni yarattığında ve ruhundan bana üflediğinde başımı kaldırdım ve arşın sütunları üzerinde 'Lailahe İllallah Muhammedun Rasulullah' yazılı olduğunu gördüm. Ve bildim ki, Sen kendi adının yanına ancak en çok sevdiğin kişinin ismini ilave edersin.
Allahu Teala dediki: Doğru söylüyorsun ey Adem, o (Hz. Muhammed sav) benim en sevdiğim kulumdur. Sen Benden onun (Hz Muhammed sav) hakkı için istedin, Ben seni bağışladım. Muhammed olmasaydı Ben seni yaratmazdım''
(Hakim Mustedrak 2/615 Hz Ömer (ra)'dan merfu olarak ; İbn Asâkir (2/323), el-Beyhâki, Delâil’un-Nubuvve (5/488) )

Uydurmadır.

Râvilerinden olan Abdurrahm an b. Zeyd b. Eslem hakkında İbn Hibbân şöyle der: «Hadis uydurmakla itham olunmuş, Leys, Malik ve İbn Lehi’a üzerine hadisler uydurmuştur. Dolayısıyla imâm ez-Zehebî rivâyet hakkında uydurma ve batıl derken, İbn Hacer el-Askalânî de ona katılır.
Zehebi, bu hadis hakkında: ''Hadis uydurmadır. Abdurrahman yalancıdır. Ve Abdullah İbni Meslem el-Fahri'nin kim olduğunu bilmiyorum'' demektedir.

İmam Zehebî "Mizanu'l-İ'tidal" isimli eserinde bunun "batıl ve uydurma bir haber" olduğunu söyledi, İbnu Hacer el-Askalânî de "Lisanu'l-Mizan" isimli eserinde ona muvafakat etti.

Elbânî, Abdurrahman bin Zeyd bin Eslem’in zayıf olduğu konusunda ittifak vardır. Ahmed bin Hanbel, Ebû Zur’a, Ebû Hatemi, En-Nesâî, ed-Dârâkutnî ve başkaları onu zayıf görmüştür.
Elbânî: ...“Bana göre ...Zehebî el-Mîzân’da “el-Fiherî”ye yer vererek ona hadis isnad ettikten sonra bunun batıl bir haber olduğunu söyler.” dedi.
İbn Hacer de, el-İsabe’de 3/360’ta aynısını söylüyor ve ilaveten el-Fiherî hakkında şöyle diyor: “Emsali olduğundan muhtemelen bu ondan önceki kişi olabilir. Bu kişi Abdullah bin Muslim bin Ruseyid’tir. İbn Hacer diyor ki: “İbn Hibban onu hadis uydurmakla itham” etti.

Hâkim’in bu hadisle ilgili rivâyeti, onu red nedenlerinden biridir. Zira kendisi "el Medhulu İlla Ma’rifeti’s-Sahih-i Mine’s-Sakîm” adlı kitabında (uydurma) hadisler rivâyet ettiğini söyler.
Bu işin erbabından olan ve düşünebilen bir insan, bu yaptığının onun aleyhinde olduğu konusunda zorluk çekmez.
Elbânî der ki: Hâkim, el-Mustedrak’te kendi kendine çelişkiye düşmüştür. Zira (cilt 3 sh. 332)’de adı geçen Abdurrahman’dan rivâyetten başka bir hadis sahih görmediği halde bunu rivâyet etmiştir. Ayrıca Buhârî ve Muslim’in, Abdurrahman bin Zeyd’i Huccet olarak kabul etmediklerini de söyler.

Değişik yollarında merfu mu? Yoksa mevkûf mu? olduğunda çelişkilik derecesinde farklılık vardır.
Bu hadisi Kur’ân-ı Kerîm’e ters düşmesinden hadisin batıl ve uydurma olduğunu söyleyen âlimlerin tesbitini güçlendirmektedir.

Şeyhulislam İbn Teymiyye dedi ki:
"el-Hâkim'in, bu hadisle ilgili rivayeti, onun rededilme nedenlerinden biridir. Çünkü bizzat kendisi "el-Medhal ile Ma'rifeti's-Sahihi mine's-Sakim" isimli eserinde -hadisin ravilerinden- Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'in babasından mevdu -yani uydurma- hadisler rivayet etiğini söyler, bu işin erbabından düşünebilen bir kimse için böyle bir rivayetin kabul edilemez olduğu aşikardır. Ben derim ki, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem, hadiscilerin ittifakınca zayıf bir adamdır ve söylediği şeyleri çokça karıştırır. Ahmed b. Hanbel, Ebû Zur'a, Ebû Hatim, Nesâî ve Darakutnî ve daha başkaları onun zayıf olduğunu söylediler. Ebû Hatim İbn Hıbban dedi ki: Farkında olmadan haberleri öyle ters yüz ediyordu ki rivayetlerinin çoğunda murselleri merfu, mevkufları musned haline getiriyordu. Bu sebeble onun rivayetleri terkedilmeyi hak etmişlerdir (Şeyhu'lİslam İbn Teymiyye, Kaidetun Celiletün fi,t-Tevessuli ve-l-Vesile, s. 168-169)

Beyhaki Delail Nubuvve'de ''Abdurrahman İbni Zeyd İbni Eslem zayıf ravilerdendir'' der.

Muhammed Nasıruddin el-Elbânî dedi ki: "Sözün özü, bu hadisin aslı yoktur. Çünkü iki büyük hadis alimi Zehebî ve Askalânî bunun geçersizliğine kesinlikle hükmetmişlerdir. Nitekim yukarıda onlardan bu husus nakledildi (Silsiletu,l- Ehadisi'z-Zaifeti ve,l-Mevdua no : 25 et-Tevessul Envauhu ve Ahkamuhu s.115)


El-Sagani “uydurulmuş” dedi. ( El-Sagani El-Hadis El-Mevzuat sy.7)
El Acluni Uydurma olduğunu söylemiştir( el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, II, 214.)

Şeyh Molla Aliyyul Kari ’Zayıftır ama anlamı doğrudur…” (Aliyyul Kari El-Esrar El-Merfuat sy 67-68) der ve şu iki hadisi bu görüşüne delil getirir:


a. İbn Esakir tarafından nakledilen hadis ”sen olmasaydın dünya yaratılmazdı.” İbni Cevzi bunu nakletti ve şöyle dedi ”uydurulmuştur” (İbni Cevzi El-Mevzuat 1/288) ve Suyuti’de aynı şeyi söylemiştir. (Suyuti El-Laai 1/272)

b. Deylemi’den nakledilen bir hadis ”Ya Muhammed! Sen olmasaydın Bahce (cennet) yaratılmış olmazdı ve Sen olmasaydın ateş (cehennem) yaratılmış olmazdı
ElBani derki ”Deylemi’den hadisin sahih olduğunu ortaya koymadan gerçekliğini onaylamak doğru olmaz ki Hiç bir alimin bu konu üzerinde durmuş olmasına rastlamış değilim… Deylemi’nin bunu aktaran tek kişi olması benim için bu hadisin zayıf olduğuna inanmak için yeterlidir, dahası Musned’inde (Deylemi Musned 1/41/2) rastladığımda zayıf olduğuna inandım.
(El Elbani; Silsile El-Zayıf, 1/451 no. 282)

Yukarıdaki sözün uydurma olduğuna bir delil de yine başka bir rivayetten ! Akıl sahiblerini çelişkiyi görmeye davet ediyorum :

Adem (a.s.)’ın Nebî (s.a.v.)’i, kendi yaratılışından sonra cennette iken yer yüzüne inmesinden bilmesidir. Halbuki zayıf, ancak daha iyi bir senedle gelen başka rivayette:
Adem (a.s.) Hindistana iner ve yanlızlık hisseder, bunun üzerine Cebrâil inerek; Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Eşhedu En Lâ İlâhe İllallâh(iki defa), Eşhedu Enne Muhammeden Rasûlullâh (iki defa) deyip ezan okur. Adem şöyle der: «Muhammed de kim»? Cebrâil: «Peygamberlerden son oğlundur» der.
İbn Asâkir (1/323/2).

Râvilerinden Ali b. Behrâm bilinmemekte, diğer bir râvi olan Muhammed b. Abdullâh b. Süleyman aynı şekilde bilinmemektedir.
Bir önceki rivâyette Âdem (a.s.) daha cennette iken Peygamber (s.a.v.)’i tanıyordu, bu ikinci rivayette ise, Âdem (a.s.) yer yüzüne indiği halde Muhammed (s.a.v.)’i tanımamıştır.
Menfaatları için birbirinden habersizce Panik halinde hadis peydahlayanların düştüğü bu trajikomik durum tam ibretlik !

*********************

Bir üstteki sözün benzeri olan ;

"Ben gizli bir hazineydim ve ben bilinmeyi diliyordum bundan dolayı ben yaratılmış olanı (insanoğlunu) yarattım sonra kendimi onlara bildirdim ve onlar beni tanıdı”. sözü

Sehavi (905 , İbni Hacer El-Askalani’nin öğrencisi) dedi ki “İbni Teymiyye derki “İbni Teymiyye derki ‘bu Peygamberin (s.a.v.) hadislerinden değildir ve sahih yada zayıf oluşuna dair bilinen hiç bir isnad yoktur.’ Zerkaşi ve Şeyhimiz (İbni Hacer) onu (bu kararında) desteklemiştir.” ( Sehavi, el-Makasıdu’l-hasene, no. 838 )

Suyuti (911) dediki “bunun aslı yoktur” (Suyuti, Durural Muntasar, no. 330 )

El Acluni (1162) dediki “bu söylem genellikle ona itimat eden ve bazı temellerini onun üzerine kuran sufilerde vuku bulur.” (El-Acluni, Keşfu’l-hafa, no. 2016)

el- Elbani derki “bu hadisin aslı yoktur” (Muhammed Nasiruddin El-Elbani, Silsile El-Zayıf, 1/166 )

"kuntu kenzen mahfiyye" diye başlayan bu gizli hazine uyduruk hadisi de bir benzeri gibi "men arafe nefsehu fe kad arafe rabbehu" yani "kim kendini bilirse rabbini de bilir" rivayeti gibi "gizli kardeşlik" tarafından uydurulmuş bir sözdür. Bu tarz sözleri uydurmanın amacı vahdeti vücüd akidesine sözde islami dayanak hazırlamaktır.
Buna göre güya Allahu teala gizli bir hazineyken kendisinden bir parçayı yani kainatı yaratıp kendisini açığa vurmuştur. Buna göre kainat allahtan sudur etmiştir, doğmuştur.(sudur teorisi)
Alemlerin rabbini sofilerin bu tarz iftiralarından tenzih ederiz.zariyat 56- Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.

İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz (İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşf’ul-hafâ, Beyrut 1988/1408, c. I, s. 8)


إِذا تَحَيَّرْ تُم فِي اْلأمُورِ فاَسْتَعِينُوا بِأَهْلِ اْلقُبُورِ

إِذا أَعْيَتْكُمْ الأمُورُ فَعَلَيْكُمْ بِأهْلِ الْقُبُورِ ، أوْ فاَسْتَعِينُوا بِأَهْلِ اْلقُبُورِ


“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım isteyiniz”
(İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşf’ul-hafâ, Beyrut 1988/1408, c. I, s. 8. ; Mahmut USTAOSMANOĞLU (Mahmut Efendi) başkanlığında bir heyet, Ruhu’l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, s.82.)

Halbuki İbn Teymiye’nin de belirttiği gibi “Peygamberimizin hadislerini iyi bilen ulemanın ittifakıyla bu söz yalandır, Peygamberimize yapılmış bir iftiradır. Hadis ulemasından hiçbiri bunu hadis diye rivayet etmemiştir. Güvenilir hadis kitaplarının hiçbirinde bulunmamaktadır. (İbn Teymiye, Mecmu-u Fetâvâ, c: 1, s: 356) Şirk kapısını açan biri tarafından yapılmış bir uydurmadır.” (Mecmu-u Fetâvâ, c: 11, s: 293)

İbn-i Kemal Paşa, el-Erbeûn, v. 360.
Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 1694. İbn-i Kemal, Yavuz Sultan Selim’in meşhur Şeyhulislamı’dır. 1469′da Tokat’ta doğmuş, 1534′te İstanbul’da ölmüştür. Peygamberimizle arasında 900 seneden fazla bir zaman varken hiçbir kaynak göstermeden ve anlamı da Kur’an’a taban tabana zıt olan bir sözü hadis olarak önümüze sürmesi kabul edilemez. İbn-i Kemal bu eserinde, kaynak gösterme yerine, bu sözün hadis olduğunu ispat için hiçbir dini dayanağı olmayan felsefi izahlara girmiştir


1. Bölüm ABDULHAK

يوزن يوم القيامة مداد العلماء ودم الشهداء؛ فيرجح مداد العلماء على دم الشهداء
رواه الشيرازي عن أنس، ورواه الموهبي عن عمران بن الحصين، وأخرجه ابن عبد البر عن أبي الدرداء، وابن الجوزي في "العلل" عن النعمان بن بشير، قال المناوي: وأسانيده ضعيفة؛ لكن يقوي بعضها بعضًا؛ قاله في التمييز، وسكت عليه، لكن قال ابن الغرس. هو ضعيف
"Alimlerin mürekkebi şehidlerin kanından daha faziletlidir" sözü(Suyuti, Keşfu'l Hâfa, 2/400)


el-Mekasıd'da , bunun el-Hasan el-Basri'nin sözü olduğu söylenir. İbn Abdilberr bunu , Ebu'd-Derda'dan merfu olarak şu lafızıla rivayet eder :
"Kıyamet günü alimlerin mürekkebi , şehidlerin kanıyla tartılır".
el-Hatib bunu , İbn Ömer'den şöyle rivayet eder: "Alimlerin mürekkebi , şehidlerin kanıyla tartılır ve alimlerin kanı ondan ağır gelir." İsnadında hadis uydurmakla suçlanan biri vardır.
ez-Zeyl'de bu hadis "uydurma"dır denilmiştir.
Senedinde İsmail İbn Muhammed İbn Ziyad vardır. O, İsmail İbn Muslim'dir. Musul Kâdı'sı'dır, yalancıdır.

(İmam Şevkani ; El-Fevaid El-Mecmua Fi'l-Ehadis El-Mevdua -MEVZU HADİSLER, sayfa 405, Medarik yayınları)

"Ben ne yeryüzüne ne de göğüme sığarım, fakat mu'min kulumun kalbine sığarım." (Sözü)

Rivâyet uydurmadır:Iraki, bu şekilde tahric edilen bir rivayet görmediğini ifade etmiştir. İsrailiyat olduğu da ifade edilmiştir. (Keşfu’l-Hafâ 2:165) Hadis diye uydurulan bu sözün geçtiği bazı kaynaklar :
(El-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ 2:165; Ebû Tâlib el-Mekkî, Kutu'l-Kulub, I, 240; Gazzâli, İhya, III, 14; İbn Arabî, el-Futûhât, I, 732, VI, 4, VIIı, 103. el-Futuhat, , 325, IV, 184, 322, V, 138, 165, 327, VII, 166, VIII, 308,470, IX, 257, 276, X, 52, 53 (O. Yahyaneşri); Suhrererdî, Avârif, 133; Sadreddin Konevî, Kırk Hadis, 82; Kâşânî, Istılahât es-Sûfiyye, 122; Eşrefoğlu Rumî, Muzekki'n-Nufûs Tercümesi, 43, 424; Abdurrahman el-Câmî, Nefehat Tercümesi, 51; Bursevî, Temamu'1-Feyz, 11/a; Ali el-Kârî, er-Redd Alel-Kâilin Bi Vahdeti'l-Vucud, 116; İsmail Ankaravi, Mirihâcu'I-Fukara, 181; İmâm Rabbani, el-Mektûbât, I, 101, 325, II, 30, 128, III, 65; Gümüşhanevî, Câmiu'l-Usûl, 24; Ramazanoglu Mahmud Sami, Musahabe, IV, 141; Süleyman Ateş, İslâm Tasavvufu, 95; İsmail Çerin. Edeple Varış Lutuflâ Dönüş, 268; Abdurrahman Umeyre, et-Tasamıf, 100)

Hadis âlimlerinin bu uydurma söz hakkında dedikleri :
Hafız Iraki, "aslını bulamadım" demiştir. (Irakî, el-Muğnî, III, 14)

Subki (771/1369), "bunun isnadını bulamadım" demiştir. (Sııbki, et-Tabakat, VI, 331)
Zerkeşi, "bu sözü zındıkların uydurduğunu" belirtmiştir. (Zerkeşî, Tezkira, 135)

Şeyhu’l-İslam İbni Teymiyye, "Hamd Allah içindir. Bu söz İsrailiyat arasında zikredilmektedir. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'den herhangi bir isnad ile rivayet edilmemiştir. Anlamı şöyledir: Allah muhabbetini ve marifetini kulunun kalbine koyar." (Risale fi Ahadisi'l-Mevzua; Feteva el-Kubra, 5/88-93)
"Kalbine sığdım" sözünün anlamı, bana olan imanı, muhabbetim ve marifetim demektir. Bu, Allah Teala'nın zatının insanların kalblerine hulul etmesi anlamında söylenemez. Hıristiyanlar bunu yalnızca Mesih'e has kılmışlardır." (Risale fi'l-Ahadisi'l-Leti Yerhival Kussas; Mecmuatu'r-Resaili'l-Kubra)
Aliyyu’l- Kâri, " Bunun merfu hadis olarak senedi bilinmemektedir. İbn Teymiyye: Bu, uydurmadır, demiştir. (Suyuti’nin) Zeylu'l -Mevzuat isimli eserin-’de Onun dediği gibidir, denilmiştir. Bu sözün manası: Mu'min kulumun bana iman etmesi ve beni sevmesi, onun kalbine sığdı, demektir. Aksi takdirde hulul (Allah'ın insan vücuduna girmesi) inancı küfürdür." Zerkeşi: Bunu mulhidler (inançsızlar) uydurdu, demiştir."(Aliyyu’l- Kâri, el-Masnu, 164; el-Esrar, 301)

İbni Hacer el-Heytemi, "bu rivayetin aslının bulunmadığını" ifade ettikten sonra, Allah'ın kalblere hulul ettiği şeklinde sufiyyeye nisbet edilen bir yorumu reddetmiş ve sufilerin Allah hakkında neyin vacib, neyin muhal olduğunu iyi bildiklerini, onların bundan maksatlarının mu'minin kalbinin Allah'a iman, muhabbet ve marifetle açılıp genişlemesi demek olduğunu belirtmiştir. (Heytemi, 290; Sehavi, el-Mekasid 373-374)

Yine bu sözün uydurma olduğunu söyleyen alimler şunlardır.
Sehavi Semhudi, İbn Deyba, İbn Tolun, İbn Arrak, Fetteni, Ali el-Kari, Acluni, Zebidi, Beyruti, Kavukçi, Ezheri bu sözün uydurma olduğunu söylemişlerdir. Yine İzmirli İsmail Hakkı bu sözün Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e ait bir söz olmadığını söylemiştir.
(Irakî, el-Muğnî, III, 14; Sııbki, et-Tabakat, VI, 331; Zerkeşî, Tezkira, 135; Sehâvı, el-Mekasıd, 373; Suyûti, ed-Durer, 366; Semhûdî, el-Gummâz, 221; İbn Deyba', Temyiz, 184; İbn Tolun, eş-Şezra, II117; İbn Arrak, Tenzih, 1,148; Fettenî, Tezkira, 30; Ali el-Kârî, el-Esrâr, 301; el-Masnu', 164; Aclûni, Keşf, II, 195; Zebidî, İthaf. VIII, 429; Beyrûtî, Esne'l-Metâlib, 399, no: 1290; Kavûkçi, el-Marsu', 165; Ezherî, Tahzir, 167)


Ebû Umâme, Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Allah Teâlâ'nın yeryüzünde birtakım kapları vardır. Onların Allah'a sevimli olanları, ince ve pâk olanlarıdır. Allah'ın yeryüzündeki kapları, sâlih kullarının kalpleridir"
(Ahmed b. Hanbel, Zuhd, no, 827; İthâfu's-sâdeti'l-muttakîn, 6/209, 7/234)

Rivâyet uydurmadır:

Hadis diye uydurulan bu sözün geçtiği bazı kaynaklar :
(Hakim Tirmizi, Nevadir II, 320, 336, 337, 529; Ebu Talib el-Mekki, Kutul-Kulub, 1,240; Gazali, İhya, III, 15)

Hadis âlimlerinin bu uydurma söz hakkında dedikleri :
Mâna olarak bir önceki hadise yakın görünen ve Ebu Inabe tarafından rivayet edilen hadisi Taberâni (360/971) nakletmiştir.

Senette yer alan Bakıyye b. Velid (197/813) mudellis bir ravidir. Fakat hadisi tedlisi saklayarak rivayet etmiştir.
Bu râvi hakkında hadis alimleri şunları söylemiştir:

İbn Huzeyme (311/923) "Bakıyye'yi huccet kabul etmem."
Yahya b. Main ve Ebu Zur'a; "O'nun meçhul ve metruk râvilerden rivayette bulunduğunda tedlis hilesine başvurduğunu" söylemişlerdir.
Ahmed b. Hanbel, "Bakıyye bilinmeyen kişilerden rivayette bulunursa onu kabul etmeyin."
Ebu Hatim (277/890) "Tanınmayan kişilerden rivayeti munkerdir."
Ebu hatim, "Ebu Mısher'in onun hakkında Bakıyye'nin hadislerinden sakın, onlardan uzak dur, çünkü temiz değildir."
Iraki (806/1403) "aslı yok" derken,
Subki (771/1369) "onu isnadını bulamadığı hadisler arasına koymuştur."

(Sehâvî, el-Mekâsıd, 347; İbn Tolıın, eş-Şezra, II, 117; Munâvi, Feyz, II, 496; Zehebî, el-Muğni, 1,109; Ukaylî, ed-Du'afâ el-Kebir, 1.162; İbn Hıbbân, el-Mecrûhîn, 1,201; İbn Adiyy, el-Kâmil, II, 504;
Bakiyye b, Velki'in tercemesi için:
İbn Adiyy, el-Kârnil, II, 504-511; İbn Hacer, Tehzibu't-Tehzib, 1, 473-478; Irakî, el-Muğnî, 10.15, Subkî'a Tabakat, VI, 3l6)


أحبوا العرب لثلاث لأني عربي والقرآن عربي وكلام أهل الجنة عربي
“Şu üç şeyden dolayı Arabları seviniz: Çünkü ben Arab’ım, Kur’an Arabcadır ve Cennetliklerin dili Arabcadır.”

Sahih değildir.
(Hâkim, el-Mustedrak, c: 4, s: 87; Beyhaki, Şuabu’l-İmân, c: 3, s: 34, Hadis no: 1433, 1610; Feyzu'l-Kadîr, 1:178 Hadis no: 225; Halimi Minhac (2/77); İbni Asakir (5/397); Ukayli Duafa(3/348); Suyuti, Leali (1/404); Fevaidu Mecmua(413); Fethul Kebir(353); Mecmauz Zevaid (10/52); Esrarul Merfua (706); Tenzihuş Şeria (2/30); İhyau Ulumid Din (2/364); Zehebi, Mizan (5737); Keşfu'l Hafa (133); Zubeydi İthaf (7/112); Durru Mensur (4/3); Kenz (33922); Nevafihul Atire (47); Tahricul İhya(2/364); Lisanul Mizan(4/486) İlelul Hadis (4641) Daife (160); İbni Cevzi, Mevduat (2/46); Ahmed Bin Mubarak, El İbriz (161); Kurtubi (1/23); Taberani (11/185); İbni Mende, Tercemeti Ebul Kasım Suleyman Bin Ahmed (1/357); Cami us Sagir (225); İbni Teymiyye İktiza (s212)

Ahmed b. Hanbel’in bu rivayeti “zayıf” gördüğü,Ukaylî’nin “munker” ve “aslı yoktur” ve,Zehebî’nin ise “uydurma” dediği kaydedilmiştir.

Muhaddislerin gerek bu ifadeleri ve gerekse rivayetin farklı geliş yolları ve râvileriyle ilgili değerlendirmeleri hakkında geniş bilgi için:
(Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, c: 10, s: 25; Zehebî, Telhîsu Kitâbi’l- Mevzûât, c: 1, s: 92;
Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, c: 1, s: 404-405; Fetteni, Tezkiretu’l-Mevzûât, c: 1, s:112; İbn Arrâk, Tenzihu’ş-Şeria, c: 2, s: 30-31;
Şevkânî,el-Fevâidu’l-Mecmûa, s: 413; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, c: 1, s: 54-55)


*" Benim Ümmetimin Ömrü 1500 Seneyi Pek Geçmeyecektir" Sözü
(Suyuti, el-Keşfu an Mucavezeti Hazihil Ummeti el-Elfu, el-havi lil Fetavi, Suyuti. 2/248, tefsiri Ruhul Beyan. Bursevi ; Said Nursi Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 46; Kastamonu Lahikası, s. 33)

UYDURMADIR

Said Nursinin talebelerinden Ahmet Feyzi Kul’un ümmetin ömrü ile ilgili zikrettiği hadisi inceleyelim:

Suyutî, dünyanın ömrünün yedi bin yıl olduguna dair bir çok hadis rivayet etmistir. O, bu ümmetin ömrünün bin yıldan fazla olacagını ve bu fazlalıgın da beş yüz yıla
ulaşmayacağını zikreder.

Suyutî, buna delil olarak el-Kesf an Mucavezeti hazihe’l-Ümmeti’l-Elf adını verdigi risalesinde yer verdiği hadisleri gösterir.
( Mahmud Ebu Reyye, Adva alâ es-Sünneti’l-Muhammediyye: Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması, çev.
Muharrem Tan, Yöneliş Yayınları, İstanbul 1988, 257.
Çeviride "O, bu ümmetin ömrünün bin yıldan fazla olmayacagını (...)" seklindedir ki, dogrusu "olacagı"dır.)

Dünyanın ömrünü yedi bin yılla tahdit eden ve Hz. Peygamber’in altıncı bin yılın sonunda geldiğini bildiren haberlerden sadece birisi merfu olarak rivayet edilmis, ancak
ibnu’l-Cevzî ve diğer hadis uzman ve sarrafları bunun da uydurma olduğuna hükmetmislerdir.
Madem bu haberlerin herhangi bir kıymeti yoktur, öyleyse hadislere dil uzatmak için bize bir sebep teskil edemez. Bunlardan bazıları mevkuf olarak sahabeden ve tâbiundan rivayet edilmistir. Sabit oldukları kabul edilse dahi, husn-u niyetle Müslüman olan ehl-i kitaptan aldıkları, batıl israiliyattan oldukları muhakkaktır. Maazallah merfu olmaları mümkün degildir.
Dünyanın ömrünü 7000 yılla tahdit etmek; Allah’a, yaratıklara ve ilme iftara eden Yahudilerin cehaletindendir.
(...) İmam Suyutî’nin içtihadı, onu bu israilî haberlerin bir kısmını kabul etmeye götürmüsse, bu süphesiz bir hatadır.
İsmet sıfatını haiz olmayan hangi insan hata etmez ki?
İsmet sadece Allah’a ve Rasulune aittir.

İmam Suyutî bu haberlere güvenmişse, öte yandan onun dışında bir çok hadis imamı, onları tenkit etmiş ve batıl olduklarını ortaya çıkarmıştır.

Dünyanın ömrünün bu haberlerde belirtilenden kat kat fazla oldugu kat'î delillerle ortaya çıkmıştır ki, bu da rivayetlerin batıl olduklarını kesinleştirmistir.
( Ebû Sehbe, Sünnet Müdafaası, 1/329-330.
Çeviride "Dünyanın ömrünü yedi bin yılla tahdit eden ve Hz. Peygamber’in altıncı yüzyılın (...)" ve "Dünyanın ömrünü 700 yılla tahdit etmek (...)" seklindedir ki, dogrusu "altıncı bin yıl" ve "7000 yıl"dır.)

Uydurma hadisi tanıma yollarından biri de hadisin Kur'an’ın sarahatine muhalefetidir;
tıpkı dünyanın ömrünün yedi bin sene olup, bizim de bu yedinci bin (yılın) içinde bulunduğumuz hakkındaki hadis gibi. Bu, çok açık bir yalandır. Çünkü, bu hadis doğruysa,
kıyamete 251 sene vaktimiz kaldıgını herkes bilir. Allah Tealâ ise söyle buyurmustur:
"Sana kıyametin ne zaman gerçeklesecegini soruyorlar. De ki: 'Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır.' (...)" (A’râf, 187.)
( Aliyyu’l-Karî, Esrâru’l-Merfû‘a, 431; ibn Kayyım, Menâru’l-Munîf, 79 )

Şevkânî, "Nebi (s.a.v.)’nin vefatından sonra kıyamet gününe kadar bin sene geçmeyecegi" hadisi hakkında İmam Nevevî’nin, "Batıldır, aslı yoktur." dediğini
zikreder. ( Şevkânî, Fevâidu’l-Mecmû‘a, 509.)

Reşid Rıza da söyle demektedir:
Bazıları da, "Hz. Âdem (a.s.)’den Peygamberimize gelinceye kadar 5500 sene geçtigini, dünyanın ömrü 7000 yıl olduğundan, bu ümmetin ömrü de 1500 senedir"
demişlerdir.
Dünyanın ömrünün 7000 yıl olduğuna dair nakledilen haberler İsrailiyattan başka bir şey değildir; israiloğullarının bu kabil haber ve kıssalarına itimat edilemez. Bu mevzuda güvenilecek bilgi kaynagı jeolojik araştırmaların vardığı neticelerdir ki, bu da milyonlarca sene ile ifade edilmektedir. (Rızâ, Muslih ve Mukallid, 58 )

Hadis olduğu ileri sürülen haberlerin, Kur'an’a ve sahih Sünnete muhalefeti sebebiyle kolayca tanınması mümkündür.
Dünyanın ömrünü tayin eden bir uydurmada Hz. Peygamber’in, "Dünyanın ömrü yedi bin senedir. Biz yedinci binin içinde bulunmaktayız." dediği iddia edilmektedir.
Rasul-u Ekrem (s.a.v.)’in vefatından bu yana bin dört küsur sene geçmis olmasına rağmen, dünyanın hâlâ ayakta durması, her şeyden önce bu sözü yalanlamaktadır. Kaldı ki, bu söz, hem ayetlere, hem de sahih hadise muhaliftir.

Kur'an-ı Kerim’de: "Senden kıyametin ne zaman vukua gelecegini sorarlar. De ki: 'Onun ne zaman gelecegini Rabbim bilir.' (A‘râf, 186)

"Kıyametin ne zaman gelecegini bilmek Allah’a mahsustur." (Lukmân, 34) buyurulmakta,

Hz. Peygamber diliyle de "ben gaybı bilmem" (En'âm, 50) denmektedir.

Yine, "Cibril Hadisi" diye meşhur olan hadis-i serifte ise Hz. Peygamber, kıyametten bahisle:
"bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha fazla bir bilgiye sahip degildir" (Buhârî, İman 1; Muslim, İman 1) buyurarak kıyametin ne zaman vuku bulacağını bilmediğini söylemektedir.
Şu hâle göre, yukarıdaki haber hem Kitaba, hem de sahih Sünnete muhalif oldugu için uydurmadır. ( Kandemir, Mevzû Hadisler, 181-182. )

Uydurma haberleri kitaplarına alıp, bu rivayetlerin gerçeklige de uygun olduğunu (!) kanıtlamak amacıyla zorlama yorumlarla milletin imanını kurtardığını sanan ve bununla da iftihar eden bu zihniyet (Nurcu); gerçekte bu suretle, bilimsel bulgulardan haberdar olanları imanlarında şüpheye düşürmektedir.
Sapkın itikatlerini Allaha ve Rasulune rağmen muhalefet edercesine fikir yürütenleri Allahın kitabına davet ediyoum:

Allah ve Rasulu bir işe hükmettiği zaman, gerek mumin bir erkek ve gerekse mumin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Rasulune âsi olursa açık bir sapıklık etmiş olur. Ahzab 36


" Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalış, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalış" sözü
( اعمل لدنياك آأنك تعيش أبدا، واعمل لآخرتك آأنك تموت غدا )


Merfû olarak aslı yoktur. Ancak son zamanlarda halk arasında şöhret bulmuştur.

Nasıruddin Albani , "Silsiletul Daifa Vel mevdua" cilt: 1 (muhtasar)

Hadîs dilinde "meşhur" deyince Rasululah (s.a.v.)`tan itibaren her devirde en az üç ravinin rivayet etmiş olduğu hadis anlaşılır.(Abdullah AYDINLI, Hadis Istilahları Sözlügü 97)
Bahsi geçen söz ise hakkındaki meşhurluk, halk arasında yaygın anlamındadır.
Aslında uydurma olan bir söz, sonradan halk arasında yaygın, yani meşhur hale gelebilir: Bu onun "sahih" olduğunu göstermez.
Önce bu "söz" altı değil, meşhur dokuz hadis kitabında da yoktur.
Hadis kitaplarından 2. ve 3. dereceden olan hadis olan Beyhakî ve İbn Kuteybe bile zayıf senetlerle rivayet etmişlerdir. Yine “Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.” (Câmiu’s-Sagîr, 2:12, Hadis No:1201.) şeklinde zayıf bir rivayette vardır.

Asrımızın muhaddislerinden Elbanî "Bu hadisin Rasulullah (sav)'a varan bir aslı bilinmemektedir" demektedir.
(Silsiletu'1-ehadîsid-Dâife, I/20 (H. 8) Ali İRFAN'ın yazdığı Mufassal Ahlak-i Medenî (Ist.1329) adlı kitabın baş tarafında Hz: A1i'nin sözü olarak verilmiş, kaynak gösterilmemiş)
Yani bahsi geçen söz rivayet yönünden çok şaibelidir.

Dirayet yönüne gelince:
Hadis zannedilen sözün arabçası fasîh değil, yapma bir Arabçayı andırır.
İkinci ve daha önemli olarak, ma'nâsi en az iki Kur'ân ayetiyle zıtlık arzeder:

1. Geçmiş milletlerin hatalı tutumları kınanırken onlara "hiç ölmeyecekmiş gibi yüksek köşkler, kaleler mi ediniyorsunuz?" (Şu'arâ 129) denir.
Demek ki, hiç ölmeyecekmiş gibi çalışmak yerilen, kınanan bir vasıftır.

2. Kârun kıssası münasebetiyle: "Allah (cc)'ın sana verdiği (varlıkta) Ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma" buyurulur. (Kasas 77)

Demek ki, esas olan ahiret yurdunu aramaktır. Dünya Ahirete nisbetle ne ise önem derecesi de o olacaktır.
Görüldüğü gibi sözü edilen hadis(söz), en azından çok zayıf olmuş olur (uydurma olmaya daha yakındır) ve buna hiç bir hüküm bina edilemez .


"ALLAH’IN İLK YARATTIĞI ŞEY NURUMDUR"

Allah’ın ilk olarak Peygamber Efendimizin (s.a.v.) nurunu yaratmış olduğu, sabit bir gerçek olmadığı gibi, bunu belirten hiçbir sahih rivayet de yoktur. Bilâkis, Allah’ın ilk yarattığı şeyin "kalem" olduğuna dair hadisler vardır.
Ebu Davud’un Sünen’inde
Ubade b. Samit’ten naklen Rasulullahın şu hadisi zikredilir:
"Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Kaleme 'Yaz!' dedi.
Kalem: 'Ya Rabbi, ne yazayım?' dedi.
Allah: 'Kıyamet kopuncaya kadar olacak her şeyin kaderini yaz!' buyurdu"
( Ebû Dâvud, Sünnet, 17/4700.)
Hadisin son kısmı Tirmizî’de:
"Kaderi, olanı ve ebede kadar olacak olanı yaz!" şeklindedir.
( Tirmizî, Kader, 16/2244; Tefsîr, 66/3537. Tirmizî, hadis için "hasen-sahîh-garîbtir" demiştir.)

İlk yaratılan şeyin "akıl" olduğu yönünde rivayetler varsa da, bunların hepsi asılsız, yalan ve uydurmadır.
( Aliyyu'l-Karî, Esrâru’l-Merfû‘a, 143-144; 154-155, Suyûtî, Leâli’l-Masnû‘a, 1/129-130.)

****************

Ebu Zer (ra)’dan:
“Rasulullah (sav) bir gün şöyle dedi:“Bu güneş nereye gider bilir misiniz?”
Oradakiler: “ALLAH ve Rasulû bilir” dediler.Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Güneş, arşın altındaki yerine gidinceye kadar döner. Oraya varınca secdeye kapanır ve o şekilde kalır. Sonra Ona: Kalk! Çıktığın yere dön, denilir. Çıktığı yere döner ve oradan doğar. Bu durum insanlara farklı gelmeyecek şekilde devam eder. Ve yine arşın altındaki yerine gelir. Ona : Kalk! Geldiğin yoldan geri dön, denilir. Bunun üzerine o da batış yerinden doğar.”
Rasulullah (sav): “Biliyor musunuz bu ne zaman olur? Bu önceden iman etmemiş yada imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanının bir fayda sağlamayacağı zaman da olur”dedi.”
[Muslim, İmân (2/195-196 Nevevi Şerhi). Buhari özet olarak, Tefsir (8/541 Fethu’l-Bâri), Tevhid (13/404 Fethu’l-Bâri).]


Ayrıca bu söz için sizi TEFSİRDE İSRAİLİYAT isimli kitabın 115-117 arasını okumanızı öneririm :
Doç dr, Abdullah Aydemir , Beyan yayınları
sayfanın tam linki :

îbnu Abbas'tan mervî konu ile ilgili rivayet:
Bidayette Cenabı Hakkın Argı suyun üzerinde bulunuyordu. ALLAH yarattıklarından hig birini (su)'dan önce yaratmış değildir. Cenabı Hak, diğer varlıkları yaratmayı arzu edince sudan bir duman çıkardı. Duman suyun üzerinde yükseldi; ALLAH bu yükselen varlığa sema (gök) adını verdi. Bundan sonra ALLAH suyu kurutarak onu tek bir yer haline getirdi. Bundan sonra yeri parçalara ayırdı, onu yedi parça yaptı. Bunları pazar ve pazartesi olmak üzere iki gün içinde yarattı.

ALLAH, yeri balık üzerinde yarattı. Bu balık Cenabı Hakkın: "Nûn ile kaleme ve (erbâb-ı kalemin) yazmakta oldukları şeylere andolsunki..."[El-Kalem, 68/1]. âyetinde belirttiği "Nûh" dur. Balık suyun içinde (üzerinde) dir. Su da, düz ve yalçın bir kaya üzerinde yaratılmış*tır. Bu yalçın kaya, bir meleğin sırtmdadır. Melek, kaya üzerindedir. Kaya, rüzgârın üstündedir. Bu kaya, Lokman (a.s.)'ın anlattığı kayadır ki, gökte ve yerde değildir.

(Birbirinin üzerine bindirilerek yekdiğerine irtibatlı bir şekilde yaratılan bu varlıklardan) balık hareket etti ve oynadı. Balığın bu hareketinin tesiriyle yer sallandı. Bunun üzerine Cenabı Hak yerin üzerinde dağları sabit kıldı. Bundan dolayı dağlar yere karşı iftihar etmektedirler..." [36].

Bu uzun rivayeti eserine alan Taberî sened hakkında şüpheli olduğunu, binâenaleyh buna fazla itimad etmediğini söyler (Tefsîr, I. 156; A- Muhammed Şâkir tahkiki).

îbnu Kesîr habere öz olarak değindikten sonra bunun "isrâîliyyat' tan olduğu ihtimalini tasrîh eder (tefsir, V. 385).

Eserlerine isrâîliyyatı almamak için titizlik gösteren bazı îslâm bilginleri ise bu tür haberlere —(ilgili âyetleri tefsîr ederken)— katiyyen ehemmiyet vermemişlerdir
[En-Nesefî, et-Teysîr, varak 17Ob; Îbnu 'Atiyye, el-Muharrav,varak 49b; Mekkî îbn Hammûg, tefsîr,302a]

Tıbkı Îbnu Kesîr gibi İbnu 'Atıyye de rivayetleri eserine aldıktan sonra; bunların zayıf haberler olduğunu, mevcut senedlerle bunları isbata imkân olmadığını tenbîh eder
[El-Muharrar, IV. varak 49b.]


[36] Yahya İbn Sellâm, tefsir, S3a; Tefsîru Abdirrazzak, Varak 71a; Taberî, I. 194; XXI. 72; Taberî, tarih, I/l. 64, 65, 6&, 67; Tefsîru Mukatil, varak 234b; îbnü 'Atıyye, tefsir, IV. varak 49b; en-Nesefî, et-Teysîr, varak 170b; el-Beğavî, M. Tenzil, II. 12, 134.-35; el-Keşgaf, m. 52, 496; Tâcu'l-Kurra', Kitâbu Lubâbi Tefsîri'l-Kur'ân, varak 222a; el-'Udfuvî, el-lstignâ' fî 'Ulûmi'l-Kur'ân, varak 226a-b (beş numaralı nüsha); tbnü Tayfur es-Secâvendî, 'Aynil'l-me'ânî, varak 174b; el-Mehdevî, et-Tahsîl, varak 144b; Mekkî İbn Hammûş, tefsir, varak 302a; et-Tabressî, IV. IV. 319; et-Tibyan, VHI. 251; Z. Mesîr, VI. 321; el-Kurtubî, XTV. 68; ibnu Kesîr, V. 385; I. 118; ed-Dürru'1-Mensûr, I. 42-43; eş-Şevkânî, tef-sîr, I. 61; izmirli, S.C. Nebeviyye Mukaddemesi, s. 101.


علماء أمتي لي مثل أنبياء اسرائيل
"UMMETİMİN ALİMLERİ BENİ İSRAİL’İN PEYGAMBERLERİ GİBİDİR"


Bu söz için Demirî ve Askalânî; Aslı yoktur, dediler.
Zerkeşî de böyle sükut etmiştir.
(Aliyyu’l-Karî, Esrâru’l-Merfû‘a, 247; Şevkânî, Fevâidu’l-Mecmû‘a, 286)
es- Sehâvî şöyle der: "Hocamız (İbn Hacer) ve ondan önce de ed-Demîrî ve ez-Zerkeşî, "Aslı yoktur" demişlerdir. Bazıları buna, "Herhangi bir muteber kitapta mevcudiyeti bilinmemektedir" ifadesini de eklemiştir."
(es-Sehâvî, el-Makâsıdu'l-Hasene, 286; krş. a.mlf. el-Ecvibetu'l-Mardıyye, I, 248; ez-Zerkeşî, et-Tezkire, 167; el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, II, 83)

_Said Nursî, bu uydurma sözü diğerleri gibi kaynak vermeden kitabına koymustur (Şuâlar, 80, Altıncı Şua/İkinci Suâl/Birinci Cihet; 486, Onbeşinci Şua/Elhüccetü’z-Zehra/Üçüncü Medrese-i Yûsufiye’nin Tek Bir Dersinin Üçüncü Kısmı/Dokuzuncusu;
Kastamonu Lâhikası, 9, Yirmiyedinci Mektubdan/ Azîz, Sıddık Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Kuvvetli, Dirayetli Arkadaşlarım; Barla Lâhikası, 385,Yirmiyedinci Mektubdan/Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir şâkirdi olan Yusuf’un bir fıkrasıdır.)

Bir başka kitaptan Aynı Uydurma söz :

İsmail Hakki Bursevi ; Ruh’ul Beyan isimli tefsirinde söyle der:
“Peygamber efendimiz Miracda iken Musa aleyhisselam ile görüşür.
Hz. Musa, “Ümmetimin alimleri Israil ogullarina gelen peygamberler gibidir” buyuruyorsunuz. Bir alim nasil olur da peygamber gibi olur diyor.
Peygamber efendimiz, bir alim çagirir. Hz. Musa gelen alime sorar:
- Senin adin ne?
- Muhammed bin Muhammed bin Muhammed Gazali…
Hz. Musa sorar:

mck nakil
zuletzt bearbeitet 15.03.2014 18:00 | Top

   

Beş Vakit Namaz Ne zaman Farz Klındı?
Hadis İlmi Üzerine Bildiklerimiz

Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz