Redü 'l Muhtar

#1 von MCK/nakil ( Gast ) , 11.01.2013 22:24

Reddü´l Muhtar / Mürted

MÜRTED BABI
METİN

Mürted lügatta: Mutlak surette herhangi bir şeyden dönen kimsedir. Şeriat ıstılahında: İslâm dininden dönen kimsedir. Rüknü, İmândan sonra küfür kelimesinin lisan ile söylenilmesidir. İmân, Hz. Muhammed (S.A.V.)´ in kesin olarak dininden olup Allah-ü Teâlâ tarafından getirmiş olduğu bilinen şeylerin hepsinde Resûlullah´ı tasdik etmektir. İmân yalnız tasdik midir Yoksa ikrarla beraber tasdik midir Bunda iki kavil vardır. Hanefilerin ekserisine göre; tasdikle beraber ikrardır. Muhakkıklara göre; yalnız tasdiktir. İkrar ise dünya ahkâmının icrâsı için şarttır. İkrarı imanın rüknü kabul etmeyenler şunun üzerine ittifak etmişlerdir. Kalbiyle tasdik eden kimseden her ne zaman diliyle ikrar etmesi istenir. İkrar etmesinin lâzım olduğuna inanmalıdır. Diliyle ikrar istendiğinde ikrar etmezse, bu inad küfrüdür ki kalbindeki tasdiki kendisine fayda vermez.

Fetih´de zikredilmiştir ki: bir kimse inanmasa bile şaka ve latife yoluyla küfür kelimesini söylese. Allah´a sığınırız - mürted olur. Çünkü dini hafife alıp küçümsemiştir. Buna göre şaka yoluyla küfür kelimesini söylemek inad küfrü gibidir.

Küfür lügatte, örtmek mânâsınadır. Şeriatta ise; Hz. Muhammed´in kesin olarak dininden olup, Cenab-ı Hak tarafından getirmiş olduğu bilinen şeylerde Resûlullah´ı yalanlamaktır. Küfür kelimeleri fetva kitaplarında zikredilmiştir.

Elfazı küfür (küfür kelimelerin)e ait müstakil eserler de vardır. Kitablarda zikredilen küfür kelimelerinden hiç biriyle bir kimsenin küfrüne fetva verilmez. Ancak âlimlerin küfrüne ittifak ettikleri surette onun küfrüyle hükmolunur. Nitekim ilerde gelecektir.

Bahır sahibi "Ben küfür kelimelerinden hiç biriyle küfrün vaki olduğuna fetva vermemeyi kendi nefsime vâcib kıIdım." demiştir.

İZAH

"Mürted bâbı İlh..." Musannıf asıl küfrün hükümlerini bitirince iman ettikten sonra arız olan küfrün hükümlerini beyan etmeye başlamıştır.

"Rüknü İlh..." "Bir kimsenin lisânıyla küfür kelimesini söylemesiyle kâfir olması" hâkimin onun kâfir olduğuna hüküm vermesi içindir. Yoksa lisânıyla küfür kelimesini söylemeden batıla itikad etse veya bir zaman sonra kâfir olmaya niyet etse. derhal kâfir olur. T.

"İmândan sonra ilh..." "imândan sonra" ifadesiyle kâfir hariç kalmıştır. Kâfir, küfür kelimesini söylediğinde kendisine mürted hükmü verilmez. Şu kadar var ki. yukarıda geçtiği üzere bir kâfir kadın olsa bile Peygamber Efendimize dil uzatma cüretinde bulunursa, öldürülür.

"Tasdik etmektir ilh..." Tasdik: Hz. Muhammed´in kesin olarak dininden olup Allah-ü Teâlâ tarafından getirmiş olduğu düşünmeye ve delile muhtaç olmaksızın AIIah´ın birliği, Resûl-i Ekrem´in Peygamberliği, öldükten sonra dirilme, kıyâmet günü, namaz ve zekâtın farz, şarab ve zinânın haram olması gibi, bütün insanların malûmu olan şeylerin hepsini kalbin kabul ve iz´ânıdır. Müsâyere şerhi.

"İmân yalnız tasdik midir ilh..." Eşârilerin cumhurunun muhtar olan kavline göre imân yalnız tasdikten ibarettir. Matûrîdi´nin kavli de böyledir. Müsâyere şerhi.

"Yoksa ikrarla beraber tasdik midir ilh..." İmam-ı Azam talebeleri ve Eşârilerin muhakkıklarına göre; imân, ikrarla beraber tasdikten ibarettir. Haricilere göre; imân, tâatla beraber tasdikten ibarettir. Bundan dolayı günâh işleyeni -imânın cüzü- bulunmadığı için kâfir saymışlardır.

Kerrâmîlere göre; imân, yalnız lisân ile tasdikten ibarettir. Eğer lisânın tasdîki, kalbin tasdikine uygun olursa o kimse Cehennem azabından kurtulmuş mü´mindir. Aksi takdirde Cehennemde ebedî kalacak mümindir.

Ben derim ki: Müsâyere´de: "İmânın hakikatinde gerek söz cihetinden gerekse fiil cihetinden dinin hafife alınıp küçümsenmesine delâlet eden bir şeyin bulunmaması lâzımdır." diye zikredilmiştir.

"İkrar ise dünya ahkâmının icrası için şarttır ilh..." Yani "İmân yalnız tasdikten ibarettir" diyenlere göre; ikrar, kalbiyle tasdik eden kimsenin müslümanla evlenmesi, peşinde namaz kılınması, öldüğü zaman cenaze namazının kılınması, müslüman kabrine defnedilmesi, öşür ve zekatının kabul edilmesi gibi dünya ahkâmının üzerine icrâ edilmesi için şarttır. Bundan dolayı ikrarı müslümanların yanında açıktan söylemesi lâzımdır. "İmân, ikrarla beraber tasdikten ibarettir" diyenlere göre, İkrar imânın hakikatinden cüzdür. Artık ikrar etmeyen kimse, ne Allah yanında ne de dünya ahkâmında mümindir. Şu kadar var ki; ikrar edecek kadar bir zamana yetişmesi şarttır. Böyle bir zamanda yetişmezse, ittifakla kalben tasdiki kafidir. İhtilaf, kelime-i şehâdeti söylemeye muktedir olan kimse hakkındadır. Dilsiz gibi kelimei Böyle bir zamana yetişmezse, ittifakla kalben tasdiki kâfidir. İhtilâf, kelime-i şehâdeti söylemekten âciz olan kimse, ittifakla mümindir. Kelime-i şehâdeti ikrar etmesi istendiğinde özürsüz olarak ikrar etmemek üzere ısrar eden kimse, ittifakla kâfirdir. Çünkü ikrar etmemesi, tasdik etmediğinin alâmetidir. Bundan dolayı ulema, Ebû Talib´in küfrü üzerine ittifak etmişlerdir.

Fakat kelam ulemasının tavsiyelerine göre bize düşen ileri geri dil uzatmamak, kendimizi tutmaktır. (A.D.)

"Şaka ve lâtife yoluyla küfür kelimesini söylese ilh..." Yani söylediği kelimenin mânâsını kasdetmeksizin şaka yoluyla olsa bile kendi isteğiyle küfür kelimesini söyleyen kimse dinden çıkar. Bu, "İmân, yalnız tasdikten veya ikrar ile beraber tasdikten ibarettir." İfadesine münâfi değildir. Çünkü tasdik her ne kadar hakikatte mevcud olsa bile hükmen yok kabul edilmiştir. Zira Şâir (Allah-ü Teâlâ veya Resûli Ekrem) şaka yoluyla söylenen küfür kelimesi gibi bazı günâhları, tasdikin olmadığına alâmet kılmıştır. Nitekim bir kimse kalbi ile tasdik etse bile puta secdede bulunuyorsa veya Mushaf-ı Şerif´i pisliğe atarsa, kafir olur. Çünkü bunlar, dini yalanlama hükmündedir. Akaid Şerhi.

"İnad küfrü gibidir ilh..." Yani kalbiyle tasdik edip muhalefet ve inad için kelime-i şehâdeti ikrar etmekten çekinen kimsenin küfrü gibidir. Çünkü bu, her ne kadar ikrar imânın rüknü değilse de tasdik etmediğinin alametidir.

"Resûlullahı yalanlamaktır ilh..." Resûlullahı yalanlamak ile "Cenâb-ı Hak tarafından getirmiş olduğu kesin olarak bilinen şeylerde Resûlullahı tasdik etmemek" murad edilmiştir.

= İcmâyı inkâr beyanında =

Nuru´l-Ayn de zikredilmiştir ki; âyeti kerime veya mütevatir haberin delaleti kesin olmazsa yahut haber mütevatir olmazsa yahut haber kesin olup fakat kendisinde şüphe bulunursa yahut icmâsı bütün müctehidlerin icmâsı olmazsa yahut bütün müctehidlerin icmâsı olup fakat sahabenin icmâsı olmazsa yahut sahabenin icmâsı olup fakat bütün sahabenin icmâsı olmazsa yahut bütün sahabenin icmâsı olup fakat tevatür yoluyla sâbit olmadığı için kesin olmazsa yahut kesin olup fakat sukûti icmâsı olursa, bu suretlerin her birinde inkâr eden kâfir olmaz. Bunu usûl-ı fıkıh kitablarını okuyan kimseler bilir. Bu kaideyi ezberle. Fıkıh meselelerini çıkarmada sana fayda verir. Hatta fıkıh kitablarında "Şunu söyleyen veya işleyen kâfir olur. Şunu söyleyen veya işleyen kafir olmaz" diye zikredilenlerden hangisinin sahih olup olmadığını bilirsin.

TENBİH : Bahır´da zikredilmiştir ki; bu hususta asıl ve kaide şudur: Bir kimse haramı, helâl itikad ederse bakılır: Eğer haram li-gayrihi (başkasından dolayı haram) olursa, meselâ başkasının malı gibi, kafir olmaz. Eğer haram li-aynihi (kendinden dolayı haram) olursa yine bakılır: Eğer haram li-aynihinin delili kesin olursa kâfir olur, delili kesin olmazsa kâfir olmaz. Bazı fukahâya göre bu tafsilât âlim hakkındadır. Cahil, haram li-aynihi ile haram li-gayrihi orasını fark edemez. Cahilin helâl itikad ettiği haram kesin delille sabit olan haramlardan olursa, kafir olur. Aksi takdirde kafir olmaz. Meselâ cahil "şarab haram değildir" dese, kâfir olur. Bu bahsin tamamı Bahır.´dadır.

"Elfâz-ı küfüre aid müstakil eserler vardır ilh..." Elfâz-ı küfre aid telif edilenlerin en güzeli Nuru´I-Ayn´ın sonundaki müstakil eserdir. Yine İbn-i Hacer-i Mekkî´nin "Kitabü´l-A´lam fi-Kavatii´l-İslâm" isimli eseri de bu hususta yazılmış en güzel eserlerdendir. Bunda Hanefî ve Şâfiîlere göre; küfür olan kelimeler zikredilmiştir.

"Bahır ilh..." Câmiü´l-Fûsuleyn´de zikredilmiştir ki; bir kimse imanın şartlarını inkâr etmedikçe dinden çıkmaz.

= Bir müslümanın dinden çıkıp çıkmadığında şübhe edilirse mürted olduğuna hükmedilmez =

Bir müslümanın söylemiş olduğu küfür kelimesiyle dinden çıktığı kesin olarak bilinirse mürted olduğuna hükmolunur. Dinden çıktığı kesin olarak bilinmezse, mürted olduğuna hükmolunmaz. Çünkü sâbit olan müslümanlık şübhe ile zâil olmaz. Küfür büyük bir şeydir. Bir mümin kâfir olmadığına dâir rivâyet bulunduğu takdirde küfre nisbet edilemez.

Hülâsa´da zikredilmiştir ki, bu mesele hakkında küfrü gerektiren bir çok vecihler bulunup, bir vecih de küfrü gerektirmediğine dâir bulunsa, müslüman hakkında hüsn-ü zanda bulunmak için müftü küfrü gerektirmeyen veche meyleder. Bezzaziye´de : "Küfrü gerektireni murad ettiğini açıklarsa te´vil fayda vermez." diye zikredilmiştir. Tatarhaniyye´de "İhtimal ile bir müslüman küfre nisbet edilemez. Çünkü küfür, ukubet (ceza) de nihayettir. Cinayette de nihayet olmasını gerektirir. O halde ihtimal ile nihayet olmaz. Bir müslümanın sözünü hamletmek için güzel bir yol bulunursa yahut zayıf rivayet olsa bile küfründe ihtilaf edilirse, küfrüne fetva verilemez. Buna göre: kitablarda zikredilen küfür kelimelerinin çoğuyla bir müslümanın kâfir olduğuna fetva verilmemelidir. Bunun için ben küfür kelimelerinden hiç biriyle küfrün vaki olduğuna fetva vermemeyi kendi nefsime vacib kıldım. Burada Bahır sahibinin sözü tamam olmuştur.

METİN

İrtidâd (İslâm dininden dönmen) in sahih olması için üç şart vardır:

Birinci şart akıldır. Bundan dolayı delinin, matûhun, müvesvısın ve aklı ermeyen çocuğun irtidâdı sahih değildir.

İkinci şart ayıklıktır. Bundan dolayı sarhoşun irtidâdı sahih değildir.

Üçüncü şart isteyerek yapmaktır. Bundan dolayı mükrehin irtidâdı sahih değildir.

İrtidâdın sahih olması için bâliğ olmak ve erkek olmak şart değildir. Bedâyı.

Eşbâh´da zikredilmiştir ki; sarhoşun irtidadı sahih değildir. Ancak irtidâdı Peygamber Efendimize dil uzatma cüretinde bulunmak suretiyle olursa sahih olur. Tevbe etse bile afvolunmayıp öldürülür.

-AIIah´a sığınırız- bir kimse mürted olsa mezhebimizin muhtar olan kavline göre müstehab olarak kendisine hakim tarafından İslâmiyete geri dönmesi teklif edilir. -İslâmiyete geri dönmesi için teklifin vâcib olmayıp müstehab olması daha önce kendisine teklif ulaşmış olduğu içindir. Bir şüphesi varsa giderilir.- Düşünmek için müsaade isterse, üç gün hapsedilerek müsaade edilir. Bu üç gün içinde İslâmiyete geri dönmesi teklif edilir. Bu üç gün içinde İslâmiyete dönerse bırakılır, dönmezse öldürülür. Çünkü hadîs-i şerifte:

"Kim dinini değiştirirse,onu öldürünüz." buyurulmuştur. Eğer düşünmek için müsaade istemezse kendisine İslâmiyete dönmesi teklif edilip şüpheleri giderildikten sonra İslamiyete dönerse ne alâ, dönmezse derhal öldürülür. Ancak islamiyete geri dönmesi umut edilirse, derhal öldürülmeyip bir müddet tehir edilir. Mürted İslâmiyete döndükten sonra ikinci defa mürted olsa yine İslâmiyete geri dönmesi için teklif edilip şübhesi giderilir. Tekrarİslâmiyete dönerse dövüldükten sonra bırakılır. Üçüncü defa mürted olsa yine İslâmiyete geri dönmesi için teklif edilip şübhesi giderilir. Tekrar İslâmiyete dönerse, yüzünde tevbe alâmeti görülünceye kadar hapsedilir. Bundan sonra yine mürted olursa yine hüküm böylecedir. "İslâmiyete dönmüyorum" demedikçe öldürülmez.

Şârih der ki; Belhî´ye nisbet edilerek Hâniyye´nin Hudûd Bahsinin sonundan naklen Zevâhir´de: "Bir kimse üç defa mürted olup her defasında İslâmiyete dönerse kabul olunur. Üç defadan sonra yine mürted olursa, İslâm diniyle alay etmiş olacağından İslâmiyete dönmesi kabul edilmeyip öldürülür." diye zikredilmiştir. Mürted olan bir kimsenin İslâmiyete geri dönmesi, şehâdet kelimelerini söyledikten sonra İslâmiyetten başka bütün bâtıl dinlerden veya girmiş olduğu bâtıl dinden beri ve uzak olmasıyladır. İslâmiyetten başka bütün bâtıl dinlerden veya girmiş olduğu bâtıl dinden berî ve uzak olmadıkça alışkanlık yoluyla şehâdet kelimelerini söylemesiyle İslâmiyete dönmüş sayılmaz. Fetih. Bezzâziye.

İZAH



"Matûhun ilh..." Sirâc´dan naklen Nehir´de zikredilmiştir ki; matûh, aklı noksan olan kimsedir. Bazı fukahâya göre; matûh deli olmayıp şaşkın olan kimsedir. Muğrib´de de böyle zikredilmiştir. Eşbâh´ın Ahkâmü´l-matûh bahsinde: "Matûhun hükmü aklı eren çocuğun hükmü gibi olup yapmış olduğu ibâdetleri sahih olur. Fakat îbâdetler kendisine vâcib olmaz. Bazı fukahâya göre; matûh deli olan kimse gibi olup yapmış olduğu ibâdetleri sahih de değildir. İbâdetler kendisine vâcib de değildir. Bazı fukahâya göre; matûh bâliğ ve akıllı kimse gibi olup, hem yapmış olduğu ibâdetleri sahih, hem de ibâdetler kendisine vâcibdir." diye zikredilmiştir.

Ben derim ki: Usûl-i Fıkıh´da beyan edildiğine göre, matûhun hükmü aklı eren çocuğun hükmü gibidir. Aklı eren çocuğun irtidâdı sahîh olup öldürülmediği gibi, matûhun irtidâdı da sahih olup öldürülmez. Sonra Hâniyye´de: "Matûhun irtidâdı bilinen ve meşhur olan kitablarda zikredilmemiştir. Fakat fukahâya göre, matûh mürted olma hükmünde aklı eren çocuk hükmündedir." diye zikredilmiş olduğunu gördüm.

"Müvesvisin ilh..." Yani kalbinden küfür sözleri geçip, diliyle o sözleri söylemeyen kimse mürted olmaz. Çünkü insan kalbinden geçen şeylerden mes´ul değildir. Nitekim bir hadîs-i şerifte:

"Şübhe yok ki, dilleriyle söylemedikçe Allah-ü Teâlâ ümmetimin gönüllerinden geçirdikleri şeyleri onlara bağışlamıştır." buyurulmuştur.

"Aklı ermeyen ilh..." Yani iyiyi kötüden ayıracak yaşta olmayan bir çocuk küfür olan sözleri söylese, mürted olmaz. Çünkü böyle küçük çocuk henüz ne söylediğini bilmemektedir.
Fetâvây-ı Karii´l-Hidâye´de: "Yedi yaşından küçük olan çocuklara aklı ermeyen (iyiyi kötüden ayıramayan) çocuklar denir. Yedi yaşında olan çocuklara aklı eren (iyiyi kötüden ayıran) çocuklar denir." diye zikredilmiştir. Nehir. Nitekim bahsin sonunda gelecektir.

"Sarhoşun ilh..." Eşbâh´ın Ahkâmü´s-sekran bahsinde zikredilmiştir ki; kendi isteğiyle haram olan şeylerden birini kullanmak suretiyle sarhoş olan kimse, ayık olan kimse gibi olup sözleri ve yapmış olduğu işleri geçerlidir. Ancak üç meselede geçerli değildir;

a) Sarhoşun mürted olması sahih ve mu´teber değildir.

b) Sarhoşun halis hadleri ikrar etmesi sahih ve muteber değildir.

c) Sarhoşun kendinin şâhidliği üzerine başkasını şâhid tutması sahih ve muteber değildir. (Bu mesele için şâhidlik üzerine şâhidlik bahsine bak.)

"Mükrehin ilh..." Yani öldürülmesi yahut bir uzvunun kesilmesi yahut şiddetli dövülmesi gibi tahammülünü aşan bir şeyle mürted olması için zorlanan kimsenin kalbi imân üzere sâbit ve bununla mutmain olduğu halde lisânıyla emredilen şeyi söylemesiyle mürted olmaz. Çünkü böyle zorlama halinde kalbi imân üzere sâbit olduğu halde lisânıyla küfür sözlerinin söylenilmesine şer´an ruhsat verilmiştir. Nitekim kendi bahsinde gelecektir.

"Bâliğ olmak ve erkek olmak şart değildir ilh..." Aklı eren çocuğun mürted olması sahih ve muteberdir. Bu, İmam-ı Azam ile İmam Muhammed´e göredir. İmam Ebû Yusuf´a göre muteber değildir. Kadınların mürted olmaları da sahih ve mu´teberdir. Bu hususta ittifak vardır. Ancak erkekler ile kadınların mürted olmaları arasında bazı hükümler itibarıyla fark vardır. Nitekim bahsin sonunda gelecektir.

"Tevbe etse bile afvolunmayıp öldürülür ilh..." Yani kendi isteğiyle haram olan şeylerden birini kullanmak suretiyle sarhoş olup Peygamber Efendimize dil uzatmak suretiyle mürted olursa, bu suretle mürted olması sahih ve muteber olup tevbe etse bile -tevbesi Allah yanında makbul ise de - bu tevbesi kendisinden dünyevî cezayı düşüremeyeceğinden afvolunmayıp öldürülür. Eğer haram olan şeylerden birisi kendisine zorla içirilip sarhoş olan kimse, sarhoş iken Peygamber Efendimize dil uzatırsa mürted olmaz. Çünkü bu suretle sarhoş olan kimse deli hükmünde olup söylemiş olduğu sözlerine itibar edilmez. Bahır.

Ben derim ki: Şarih "Burada tevbe etse bile afvolunmayıp öldürülür." diye kesin olarak hüküm verdi, Halbuki ileride gelecek olan sözü buna muhâlifdir.

"Bir kimse mürted olsa ilh..." Yanı bir kimse İslâm dininden dönerse öldürülmeyi hak etmiş olur. Ancak kendisine önce tevbe etmesi teklif edilir. Eğer İslâmiyete geri dönerse bırakılır. Eğer dönmezse -metinde geçtiği üzere öldürülür.

Bir Yahudi, Hıristiyan veya Mecûsî olsa yahut bir Hıristiyan. Yahudi veya Mecûsî olsa tekrar kendi dinine dönmesi için cebrolunmaz. Çünkü küfrün hepsi bir millettir. Dürr-i Münteka

"Şübhesi giderilir ilh..." Çünkü bir müslümanın mürted olması ancak bir şübheden dolayıdır. Şübhesi ne ise giderilir ve haleti ruhiyesi tetkik edilerek irşadına gayret edilir. İslâmiyete geri dönmesi için teklif edilmenin faydası da budur.

"Dönmezse derhal öldürülür ilh..." Mürted olup İslâmiyete geri dönmeyen köle olsa bile -öldürülmesinde efendisinin hakkını iptal var ise de-öldürülür. Çünkü:

"Kim dinini değiştirirse onu öldürünüz." hadis-i şerifi mutlaktır. Fetih.

Minah´da zikredilmiştir ki; bir kimse hâkimden izinsiz mürted olan köleyi öldürse veya onun bir uzvunu kesse, hâkim o kimseyi tedip eder.

"Şehâdet kelimelerini söyledikten sonra ilh..." Yani mürted olan bir kimsenin İslâmiyete geri dönmesi, şehâdet yani "Eşhedü enla ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlühû" kelimelerini söyledikten sonra girmiş olduğu din Yahudi dini ise Yahudi dininden, Hıristiyan dini ise Hıristiyan dininden berî olmasıyla yahut bütün bâtıl dinlerden berî olmasıyla yahut mürtedliği inkâr ederek ondan tamamıyla berî olmasıyladır.

"Alışkanlık yoluyla şehâdet kelimelerini ilh..." Bahır´da zikredilmiştir ki; mürted olan kimse söylemiş olduğu küfür sözünden tevbe edip beri olmadıkça alışkanlık yoluyla şehadet kelimelerini söylemesiyle tevbe etmiş ve İslâmiyete dönmüş sayılmaz. Çünkü söylemiş olduğu küfür sözünden tevbe edip dönmedikçe şehâdet kelimelerini söylemekle mürtedlikten kurtulmuş olmaz.

Ben derim ki: Bundan "başka bir dine girmiş olmayıp yalnız küfür kelimesini söylemekle mürted olmuş kimsenin de İslâm dinine geri dönmesi için bütün bâtıl dinlerden berî oldum, demesinin şart olduğu" anlaşılmaktadır. Halbuki yalnız küfür kelimesini söylemekle mürted olmuş kimsenin bütün bâtıl dinlerden beri oldum demesi şart değildir. Fakat bâtıl bir dine girerek mürted olan kimsenin İslâmiyete geri dönmesi için "şehâdet kelimelerini söyledikten sonra o batıl dinden berî oldum" diye söylemesinin şart olması, müslüman bir kadınla evlenebilmesi, müslümanlara mirâsçı olması, öldüğü zaman cenaze namazının kılınması ve müslümanların kabrine defnedilmesi gibi dünya ahkamının kendisine tatbik edilmesi içindir. Yoksa ahiret ahkâmınca müslüman sayılması için ihlâsla şehâdet kelimelerini söylemesi kâfidir.

METİN
Mürted olan bir kimseyi, İslâmiyete geri dönmesi için teklif edilmeden önce öldürmek tenzihen mekrûhdur. Yukarıda geçtiği üzere İslâmiyete geri dönmesi için teklifin yapılması müstehabdır. Bu şekilde öldürmek de diyetini vermek yoktur. Çünkü mürteddin kanı mubahdır.

Musannıf "Mürteddin İslâmiyete geri dönmesi, şehadet kelimelerini söyledikten sonra İslâmiyetten başka bütün bâtıl dinlerden veya girmiş olduğu bâtıl dinden berî ve uzak olmasıyladır" diye kayıdlamış ve kayıdlaması da münasibdir. Çünkü kâfirler beş sınıfdır:
1- Allah-ü Teâla Hazretlerini inkâr edenlerdir. Bunlara "Dehriyye" denilir.
2- Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin varlığını ikrar edip fakat vahdaniyyetini "birliğini" inkâr edenlerdir. Bunlara "seneviyye" denilir.

3- Allah´ın varlığını ve vahdaniyyetini ikrar edip peygamberleri inkar edenlerdir. Bunlara "Pelâsife: Filozoflar" denilir.
4- Bunların hepsini inkâr edenlerdir. Bunlara "Veseniyye" denilir.
5- Bunların hepsini ikrar edip yalnız Resûl-i Ekrem Efendimizin peygamberliğini inkar edenlerdir. Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi ki, bunlara "Ehl-i kitap" denilir.
Birinci ve ikinci sınıfdan olanların müslüman olmalarında "lâ ilâhe illallâh" demeleriyle iktifa olunur. Üçüncü sınıfdan olanların Müslüman olmalarında "Muhammedün Resûlullâh" demeleriyle iktifa olunur.

Dördüncü sınıfdan olanların müslüman olmalarında bu iki mübârek kelimeden birisim söylemeleriyle iktifa olunur.
Beşinci sınıfdan olanların müslüman olmalarında, bu iki mübârek kelimeyi söylemekle birlikte bütün bâtıl dinlerden de berî ve uzak olduklarını söylemeleriyle iktifa olunur. Bedâyı´de ve Dürer´in Kerâhiyet Bahsinin sonunda böyle zikredilmiştir.

Kâfirlerin beş sınıf olduğu ve bunların müslüman olmaları için hükümlerinin ayrı ayrı olduğu bilinmiş olunca hali bilinmeyen bir kimseden halini açıklaması istenir. Dürer´de: "Yahudi ve hıristiyanlardan müslüman olmak isteyen bir kimsenin müslüman olması için bütün bâtıl dinlerden berî olması şarttır." diye zikredilmiştir. Musannıfın İbn-i Nüceym´in ve diğerlerinin fetvalarında da böyle yazılıdır.

Fetâvây-ı Kariü´I-Hidâye´nin Rehin Bahsinde: "Âlimlerimiz böyle fetva vermişlerdir. Fakat ben, yahudi ve hıristiyanlardan bir kimsenin bütün bâtıl dinlerden berî oldum demeksizin şehâdet kelimelerini söylemesiyle müslüman olmasının sahih olacağına fetva veririm. Çünkü şehâdet kelimelerini söylemesi müslüman olduğuna alâmettir. Artık şehâdet kelimelerini söyledikten sonra İslâm dininden dönerse, tevbe edip İslâmiyete geri dönmesi kendisine teklif edilir. İslâmiyete geri dönerse ne alâ, dönmezse öldürülür." diye zikredilmiştir.

İZAH

"Dehriyye ilh..." Bunlara "Dehriyye" denilmesinin sebebi; "bizi dehirden (sürekli zamandan) başkası helâk etmez" dedikleri içindir. Bunlar "Kâinâtın bir yaratıcısı yoktur. Bu Kâinât bir tesadüf eseri olarak kendi kendine oluvermiştir." derler. Ve bütün hâdiselerin var olup yok olmasını dehre ve tabiata nisbet ederler. Bunlara "Gulât-i tabîıyyin" de denilir.

"Seneviyye ilh..." Bunlar mecûsilerdir ki, Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin varlığını ikrar ederler. Fakat O´nun tek olduğunu inkâr ederler. Bunlar; "Biryaratıcı, bu kainâta kâfi gelmez. Çünkü bu kâinatta olup bitenlerin bazısı hayırdır, bazısı da şerdir. Hayrı yaratan hayır yapar, şerri yaratan da şer yapar. Bu zaruridir. Bundan dolayı iki yaratıcı olmak lâzımdır. Hayrı yaratan "Yezdân" dır. Şerri yaratan ise "Ehremen"dir." derler.

"Felâsife: Filozoflar ilh..." Nehir´de zikredildiğine göre, filozoflardan bazıları Peygamberleri inkâr ederler. Yoksa ekserisi Peygamberleri ikrar ve isbat ederler. Çünkü onlar: "Kâinât, ihtiyar ve irade yoluyla değil ziyânın güneşten, sıcaklığın ateşten meydana geldiği gibi icab ve illiyet yoluyla meydana gelmiştir." derler. Bundan dolayı onlar Allah Teâlâ´nın Fâil-i muhtâr (dilediğini yapan) olduğunu, gökten melek (Cebrâil) in indiğini, öldükten sonra dirilme. Cennet ve Cehennem gibi dinden olduğu kesin olarak bilinen şeylerden çoğunu inkâr ederler.

Velhâsıl: Filozofların peygamberleri isbat ve ikrarı müslümanların isbat ve ikrarı gibi değildir. Onların peygamberleri isbat ve ikrar etmeleri inkâr hükmündedir. Bundan dolayı şârihin "felâsife: Filozoflar, Allah Teâlâ´nın varlığını ve birliğin ikrar ederler. Fakat peygamberleri inkâr ederler" demesi doğrudur ve yerindedir. Müsâyere şerhinde de böyle zikredilmiştir.

"Veseniyye ilh..." Bunlar, putlara tapanlardır. Kâinâtın yaratıcısını inkâr etmezler. Siyer-i Kebîr Şerhinde zikredilmiştir ki; puta tapanlar Allah Teâlâ Hazretlerini ikrar ederler. Nitekim bunlar hakkında Hak Teâlâ:

"Andolsun ki kendilerini kimin yarattığını onlara sorarsan elbette "Allah" derler." (Zuhruf Suresi; âyet: 87) buyurmaktadır.

Puta tapanlar Allah-ü Teâlâ´nın varlığını ikrar ederler. Fakat Vahdaniyetini (birliğini) kabul etmezler. Nitekim bu hususta Hak Teâlâ:

"Onlara Allah´tan başka hiçbir ilâh yoktur, denildiğinde kibirlenip küfürlerinde ısrar ederler." (Saffât Suresi; âyet: 35) buyurmaktadır.

Bedâyı´da zikredilen kâfirlerin sınıfları üzerine Dürer sahibi "Veseniyye"yi ayrı bir sınıf olarak zikretmiş, şârih de ona tâbi olmuştur. Bedâyi sahibi "Veseniyye"yi, "Seneviyye" sınıfına katmıştır. Çünkü Veseniyye´de putları ikinci bir ilâh ittihaz edip mecûsîler gibi Allah Teâlâ´nın Vahdaniyyetini inkâr etmektedirler. İleride geleceği üzere Seneviyye ile Veseniyye´nin müslüman olmalarında hüküm birdir.

"Ehl-i kitab ilh..." Ehl-i kitab, Yahudiler ile Hıristiyanlardır. Bunlar, Allah Teâlâ´nın varlığını, birliğini, Peygamberleri, şeriatları ikrar ve itiraf ederler. Fakat Resûl-i Ekrem Efendimizin peygamberliğini kabul etmezler. Bunların bazıları Resûl-i Ekrem Efendimizin peygamberliğini kabul ederler. Ancak bütün insanlara peygamber olarak gönderilmiş olduğunu kabul etmezler. Resûl-i Ekrem Efendimizin peygamberliğini kabul etmedikleri için "Ehl-i kitab" da kafirdirler. Bedâyı, Muhit ve Hâniyye.

"Birinci ve ikinci sınıftan ilh..." Bedâyı´nın ibâresi şöyledir: "Dehriyyeden veya seneviyyeden olanlar "lâ ilâhe illallâh" dediklerinde müslüman olduklarına hükmolunur. Bunlar şehadet kelimelerini asla söylemezler. Şehâdet kelimelerini söylediklerinde ise müslüman olduklarına hükmedilir. Yalnız "Eşhedü Enne Muhammeden rasûlullâh" dediklerinde de müslüman olduklarına hükmedilir. Çünkü bunlar "Eşhedü enlâ ilâhe illallâh" şehadet kelimesi ile "ve Eşhedü Enne Muhammeden rasûlullah" kelimesinden hiç birini söylemezler. Bu iki şehâdet kelimesinden birisini söylediklerinde müslüman olduklarına hükmedilir. Bu iki şehâdet kelimesinden birisine imân ettiklerinde diğerine de imân etmiş olurlar.

Enfeu´l-Vesâil sahibi de böylece zikrettikten sonra şöyle devam etmiştir: Puta tapanlar, ateşe tapanlar, Allah Tealâ´ya ortak koşanlar veya Allah Teâla´nın birliğini inkâr edenler "la ilâhe illallah" yahut "Eşhedü enne Muhammeden rasûlullah" yahut "biz müslüman olduk" yahut "Allah Teâlâ´ya imân ettik" dediklerinde müslüman olduklarına hükmedilir.

Muhit´de: "Bir kâfir inandığını inkâr ederek kelime-i şehâdet getirse müslüman olduğuna hükmedilir." diye zikrolunmuştur. Siyer-i Kebir Şerhinde de böyle denilmiştir.

İbn-i Ebî Şerif Şâfii´nin Müsayere Şerhi´nde: "Seneviyye veya Veseniyye´den olan bir kimse, bütün bâtıl dinlerden berî oldum demeksizin şehadet kelimelerini söylese müslüman olduğuna hükmedilir." diye zikretmesi kendi mezhebine göredir.

"Üçüncü sınıftan ilh..." Yani Allah Teâlâ´nın varlığını ve birliğini ikrar edip, peygamberleri inkâr eden filozoflardan bir kimse "lâ ilâhe illallâh" dese müslüman olduğuna hükmedilmez. Çünkü bunlar peygamberleri inkar ederler. Bundan dolayı "Lâ ilâhe illallâh" demekten çekinmezler. Eğer "Eşhedü enne Muhammeden rasûlullah" dese, müslüman olduğuna hükmedilir Çünkü bunlar şehadet kelimesini söylemekten çekinirler. Bundan dolayı bunlardan olan bir kimsenin şehâdet kelimelerini söylemesi müslüman olduğuna alamettir Bedâyı.

"Dördüncü sınıftan ilh..." Yani putlara tapanlardan bir kimse "Lâ İlâhe İllallâh" yahut "Muhammedün rasûlullah" dese müslüman olduğuna hükmedilir. Çünkü bunlar hem Allah Tealâ´nın birliğini hem de peygamberleri inkâr ederler. Bundan dolayı bunlardan olan bir kimse bu iki mübârek kelimeden birisini söylediğinde müslüman olduğuna hükmedilir. Bunlardan olan bir kimse "ben müslümanım" dese müslüman olmuş sayılır. Çünkü putlara tapanlar hiç bir zaman müslüman olduklarını söylemezler. Bilâkis müslümanları kızdırmak maksadıyla müslümanlıktan berî olduklarını söylerler. Bunlardan birisi "ben Muhammed (S.A.V.)´in dinindenim" yahut "İslâm dinindenim" dese müslüman olduğuna hükmedilir.

"Beşinci sınıftan olanlar ilh..." Bu sınıf yahudi ile hıristiyanlardır.

= Şehâdet kelimelerini getirmekle birlikte bâtıl dinlerden berî olmanın şart kılınması =

Bunların müslüman olduğuna hükmedilmek için "Eşhedü enlâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû" demekle birlikte "bütün bâtıl dinlerden berî olduk" demeleri de şarttır.

İbn-i Hümam Müsâyere adlı eserinde "Yahudi ve hıristiyanların müslüman olmaları için "Eşhedü enlâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû" dedikten sonra "bütün bâtıl dinlerden beri olduk" demelerinin şart olması kendilerine dünya ahkâmının, yani müslümanlarla evlenmeleri, müslümanlara mirâsçı olmaları, arkalarında namaz kılınması, öldüklerinde cenaze namazlarının kılınması, müslüman kabristanına defnedilmeleri gibi dünya hükümlerinin tatbik edilmesi içindir. Yoksa kendileri ile Allah Teâlâ arasındaki imânın sâbit olması için şart değildir. Hatta onlardan bir kimse ResüI-i Ekrem Efendimizin bütün insanlara ve cinlere Peygamber gönderilmiş olduğuna inanarak: "Eşhedü enlâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû" dese Allah Teâlâ katında imân etmiş olur." diye zikretmiştir.

Bedâyı´da zikredilmiştir ki; yahudi veya hıristiyan olan bir kimse "şehâdet kelimelerini" söylese "kendi bâtıl dinimden berî oldum" demedikçe müslüman olduğuna hükmedilmez.

Muhît sahibi şunu ilave etmiştir: "Kendi bâtıl dinimden beri oldum" dedikten sonra "İslâm dinine girdim" demedikçe müslüman olduğuna hüküm verilmez. Çünkü o kimse yahudi ise yahudilikten çıkıp hıristiyan dinine, hıristiyan ise hıristiyanlıktan çıkıp yahudi dinine girmiş olabilir. Fakat kendi dinimden çıktım ve İslâm dinine girdim dediği takdirde böyle bir ihtimal kalmaz.

Bazı fukahâ "islâm dinine girdim" deyip "kendi dinimden çıktım" demese bile yine müslüman olduğuna hükmedilir. Çünkü "islâm dinine girdim" demesi, "eski dinimden çıktım" mânâsını ifade etmektedir, demişlerdir. Siyer-i Kebîr´de de böyle zikredilmiştir.

Ben derim ki "Kendi dinimden beri oldum" dediği takdirde "İslâm dinine girdim" demesi de şarttır. Fakat "ben bütün batıl dinlerden beri oldum" dediği takdirde "İslâm dinine girdim" demesi şart değildir. Çünkü böyle söylediğinde başka bâtıl bir dine girmiş olacağına ihtimal kalmaz. Bundan dolayı şârih "yahudi ve hıristiyanların müslüman olmalarında "Lâ ilâhe illallâh Muhammedün rasûlullah" demekle birlikte bütün bâtıl dinlerden berî ve uzak olduklarını söylemeleri ile iktifa olunur." demiştir.

TENBİH : Fetih´de zikredilmiştir ki; müslümanlar arasında yaşayan yahudi ve hıristiyanların müslüman olduklarına hüküm verilmek için şehâdet kelimelerini söyledikten sonra bütün bâtıl dinlerden beri olduklarını söylemeleri de şarttır. Fakat harb meydanında bir müslüman bir yahudiye veya hıristiyana saldırdığında o yahudi veya hıristiyan "şehâdet" getirse yahut "İslam dinine girdim" yahut "Hz.Muhammed (S.A.V.)´ in dinine girdim" veya Muhammedün resûlullah" dese müslüman olduğuna hükmedilir. Çünkü vakit dar olduğu için bütün bâtıl dinlerden berî oldum" demeğe zamanı yoktur.

"Hali bilinmeyen bir kimseden ilh..." İsfahanlı İsa denilen bir kimseye tâbi olan yahudilerden bir fırka vardır ki; bunlara "İseviyye" denir. Bunlar Resûl-i Ekrem Efendimizin Peygamberliğini kabul ederler. Ancak bütün insanlara peygamber olarak gönderilmiş olduğunu kabul etmezler.

"Eşhedü enlâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû" diyen bir yahudinin hali bilinmezse kendisine sorulur. Eğer "İseviyye" fırkasından olduğunu söylerse Peygamber Efendimizin bütün İnsanlara peygamber olarak gönderilmiş olduğunu ve kendi bâtıl inancından berî olduğunu söylemedikçe müslüman olduğuna hüküm verilmez. Eğer "İseviyye" fırkasından olmayıp Resûl-i Ekrem Efendimizin peygamber olduğunu inkâr edenlerden ise şehâdet kelimelerini söylediğinde müslüman olduğuna hükmedilir.

"Dürer´de ilh..." Zahîre´den naklen Bahır´ın cihâd bahsinin evvelinde zikredilmiştir ki; Resûl-i Ekrem Efendimizin zamanındaki yahudi ve hıristiyanlar şehâdet kelimelerini söylediklerinde müslüman olduklarına hükmolunuyordu. Çünkü onlar Resûl-i Ekrem Efendimizin Peygamberliğini inkâr ediyorlardı. Ama bugün Irak´ta yaşayan yahudiler şehadet kelimelerini söyledikten sonra kendi bâtıl dinlerinden berî olduklarını ve İslâm dinine girdiklerini söylemedikçe haklarında müslüman olduklarına hüküm verilemez. Çünkü onlar "Resûl-i Ekrem Efendimizin peygamberliğini kabul ederler. Fakat "israiloğullarına peygamber olarak gönderilmeyip diğer insanlara gönderilmiştir." derler.

Siyer-i Kebîr şerhinde zikredilmiştir ki; bugün müslümanlar arasında yaşayan yahudi veya hıristiyanlardan birisi "Eşhedü enlâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlühû" dese müslüman olduğuna hükmolunmaz. Çünkü onların hepsi bu şehâdet kelimelerini söylerler. Kendilerine şehâdet kelimelerinin mânâsı sorulunca "Hz. Muhammed (S.A.V.) bize değil size peygamber olarak gönderilmiştir." derler.

Yine onlardan birisi "ben müslümanım" dese bununla müslüman olduğuna hüküm verilemez. Zira her fırka kendilerinin müslüman olduğunu söylerler. Çünkü "müslüman" Hakk´a teslim olan mânâsına olup her din sahibi kendisinin Hakk´a teslim olduğunu iddia eder. İmam-ı Hulvânî: "Memleketimizdeki mecûsilerden birisi "ben müslümanım" dese müslüman olduğuna hükmolunur. Çünkü bunlar hiçbir zaman "müslümanız" demezler. Hatta çocuklarına sövmek maksadıyla "ey müslüman" derler." demiştir.

Ben derim ki: İmam-ı Hulvânî: "Yukarıda geçtiği üzere puta tapanlardan bir kimse "ben müslümanım" yahut "ben Hz. Muhammed (S.A.V.)´ in dinindenim" yahut "İslam dinindenim" dese müslüman olduğuna hükmedilir. Çünkü bunlar hiç bir zaman "müslümanız" demezler." demiştir. Buna göre memleketimizdeki yahudi ve hıristiyanlar hakkında da aynı şey söylenebilir. Çünkü bunlar da hiç bir zaman "müslümanız" demezler. Hatta bunlardan birisi, bir iş yapmaktan kendisini menetmek için "şu işi yaparsam müslüman olayım" der. Bundan dolayı bunlardan birisi kendi rızasıyla "ben müslümanım" dese, bu sözü - her ne kadar şehadet kelimelerini söylediği kendisinden işitilmese bile- müslüman olduğuna delil sayılır. "Ben müslümanım" dediği işitilmeyip, fakat cemaatle namaz kılan veya müslümanların alâmet ve işaretini kullanan kimsenin de müslüman olduğuna hükmolunur. Öldüğü zaman cenaze namazı kılınır.

Şehâdet kelimelerini asla söylemeyen yahudi ve hıristiyanlardan birisi kendi rızasıyla şehâdet kelimelerini söylediğinde müslüman olduğuna hüküm verilir. Çünkü şehâdet kelimelerini söylemek, müslümanlara mahsus alâmet ve işareti kullanmanın üstündedir.

Şüphe yok ki, İmam Muhammed: "Kendi zamanındaki yahudi ve hıristiyanlardan Resûl-i Ekrem Efendimizin kendilerinden başkalarına peygamber olarak gönderilmiş olduğunu ikrar ettiklerinden onların müslüman olmaları için şehâdet kelimelerini söyledikten sonra Peygamber Efendimizin bütün insan ve cinlere peygamber gönderilmiş olduğunu ikrar etmeleri ve bütün bâtıl dinlerden berî olduklarını söylemeleri şarttır. Çünkü bunlar Resûl-i Ekrem Efendimizin zamanında Peygamberimizin. peygamber olduğunu inkâr edip şehâdet kelimelerini asla söylemedikleri için o zaman onlardan birisi şehâdet kelimelerini söylediğinde müslüman olduğuna hüküm veriliyordu." demiştir. Zamanımızdaki yahudi ve hıristiyanlar Resül-i Ekrem Efendimizin peygamber olduğunu inkâr edip şehâdet kelimelerini asla söylemezler ise bunlardan birisi kendi rızasıyla şehâdet kelimelerini söylediğinde müslüman olduğuna hüküm verilir.

"Çünkü şehadet kelimelerini söylemesi müslüman olduğuna alamettir. İlh..." Kariü´l-Hidâye: "Yahudi ve hıristiyanlardan birinin şehâdet kelimelerini söylemesi müslüman olduğuna alâmettir." sözüyle İmam Muhammed´in zamanındaki vaziyetin değiştiğini ifade etmiştir. Çünkü İmam Muhammed zamanındaki yahudi ve hıristiyanlar kendi dinlerinde oldukları halde şehadet kelimelerini söylediklerinden, şehadet getirmeleri muslüman olduklarına alâmet kılınmamıştır. Bundan dolayı İmam Muhammed: "Yahudi ve hıristiyanların müslüman olmaları için şehâdet kelimelerini söyledikten sonra bütün bâtıl dinlerden beri olduklarını söylemeleri de şarttır." demiştir. Ama Kariü´l-Hidaye zamanında yahudi ve hıristiyanlar şehâdet kelimelerini söylemediklerinden onlardan birisinin şehadet kelimelerini söylemesi müslüman olduğuna alâmet kılınmıştır. Günkü o zaman şehâdet kelimelerini ancak müslüman olanlar söylüyorlardı. Zamanımızda da böyledir.

HÂTİME :

= Müslüman olmayan bir kimse cemaate namaz kılma gibi İslâmi fiillerden birini yapmakla da müslüman olur.

Müslüman olmayan bir kimse "cemaatle namaz kılsa" yahut "namazı ikrar etse" yahut "bir mescidde namaz vaktinde ezan okusa" yahut "hac etse" müslüman olduğuna hükmedilir. Fakat tek başına "namaz kılsa" yahut "sadece ihrama girse" müslüman olduğuna hüküm verilmez.

Ahirette insanı kurtaracak olan Müslümanlık; Hz. Muhammed (S.A.V.)in Cenâb-ı Hak tarafından getirmiş olduğu kesin olarak bilinen şeylerin hepsinde Resûlullahı kalble tasdik etmekten ibarettir.

METİN

Bir müslümanın sözünü güzel bir veçhile tevil etmek mümkün olursa veya kâfir olmayacağına dâir zaif olsa bile bir rivâyet bulunursa müslümanın küfrüne fetva verilmez. Nitekim Bahır´da ve Eşbâh´da naklen böyle zikredilmiştir.

Dürer´de ve diğer mu´teber fıkıh kitablarında zikredilmiştir ki: bir meselede küfrü gerektiren bir çok vecihler bulunduğu halde küfrü gerektirmeyen yalnız bir vecih bulunsa, müftüye lâzım olan küfrü gerektirmeyen tarafa meyledip onunla fetva vermelidir. Eğer o müslüman küfrü gerektirmeyen tarafı niyet etmiş ise müslümandır. Küfrü gerektirmeyen tarafı niyet etmemiş ise müftünün onun sözünü niyetinin hilâfına tefsir ve tevil etmesi faide vermez.

Sabahta ve akşamda şu dûa ile küfürden Allah Teâlâ´ya sığınmalıdır. Çünkü bu dûaya devam etmek küfürden korunmaya sebep olacağı Peygamber Efendimiz tarafından bildirilmiştir. Dûa şudur: "Allahümme innî eûzübike min enüşrikebike şey´en ve ene a´lemü ve estağfiruke lima lâa´lemü inneke ente allâmül ğuyubi"

Tevbe-i yeis makbuldur, iman-ı yeis makbul değildir. Yine Dürer´de zikredilmiştir ki; iki hıristiyan bir hıristiyanın müslüman olduğuna şâhidlik edip o da inkâr etse şâhidlikleri kabul edilmez.

Yine müslümanlardan bir erkekle bir kadın bir hıristiyanın müslüman olduğuna şâhidlik edip o da inkâr etse, bunların şâhidlikleri de kabul edilmez.

Nevazil´de: "Müslümanlardan bir erkekle iki kadın bir hıristiyanın müslüman olduğuna şâhidlik yapsalar yahut iki hıristiyan bir hıristiyanın müslüman olduğuna şâhidlik yapsalar şâhidlikleri kabul edilir." diye zikredilmiştir.

İZAH

"Bir müslümanın sözünü ilh..." Mürted olan bir erkek öldürülmeyi hak etmiş olur. Bundan dolayı bir müslümanın sözü tevil edilebilirse, onu öldürülmekten kurtarmak için tevil edilir, küfrüne fetva verilmez. -Allah Teâlâ Hazretlerine sığınırız- bir müslüman kendi rızasıyla küfür olduğunda ittifak bulunan bir kelimeyi söylese, bütün ibâdetleri ve nikâhı bâtıl olur. Hacca gitmiş ise tekrar hacca gitmesi tâzım gelir. Fakat diğer ibâdetlerini kaza etmesi lazım gelmez. Küfür olduğunda ihtilâf bulunan bir kelimeyi söylese, kendisine tevbe ve istiğfar etmesi ve nikâhını yenilemesi emrolunur.

= Müslümanın dinine sövmenin hükmü =

Müslüman bir kimse, müslüman bir şahsın dinine sövse küfrüne hükmolunmaz. Çünkü "O kimse sövmesiyle İslâm dininin hakikatını kasdetmeyip sövdüğü şahsın çirkin ahlâkını ve fena muamelesini kasdetmiştir." diye tevil etmek imkânı vardır. Böyle söven kimsenin nikâhı bozulmuştur diye hükmedilmez ise de ihtiyaten kendisine nikâhını yenilemesi emrolunur. Çünkü rezil ve ahlak olan kimseler böyle fena sövmeleriyle sövdüklerikimsenin çirkin ahlâkını ve fena muamelesini kasdetmeleri hatırlarına bile gelmez.

Remlî Hayrüddin´e "Bir hâkim bir müslümana" şeriata razı ol" demiş; o da "ben şeriatı kabul etmem" demiş. Bir müftü "Böyle söyleyen kimse kâfir olur, karısı da boş olur." diye fetva vermiş. Böyle söyleyen kimsenin küfrü sâbit olur mu " diye sorulduğunda Remlî Hayrüddin: "Bir âlim, bir müslümanı küfre nisbet etmede acele etmemelidir." diye cevap vermiş. Fetâvây-ı Hayriyye.

"Zaif olsa bile bir rivâyet bulunursa ilh..." Yani bir müslümanın kâfir olmayacağına dâir zaif olsa bile bir rivâyet bulunursa, her ne kadar bu rivâyet bizim mezhebimize aid olmasa bile, bu zaif rivâyetle amel edilir ve müslümanın küfrüne fetva verilmez. Çünkü bir müslümanın küfrüne fetva verilebilmesi için söylemiş olduğu sözün küfür olduğunda bütün İslâm âlimlerinin ittifak etmiş olmaları şarttır.

"Bir meselede küfrü gerektiren birçok vecihler ilh..." Yani bir meselede küfrü gerektiren pek çok ihtimal bulunduğu halde küfrü gerektirmeyen yalnız bir ihtimal bulunsa, müftü küfrü gerektirmeyen ihtimalle fetva vermelidir. Çünkü bir müslümanın kâfir olmayacağına dâir bir ihtimal olsun bulunduğu takdirde müslümanı küfre nisbet etmemelidir. Şu kadar var ki, eğer o müslüman küfrü gerektirmeyen ihtimali niyet etmiş ise müslümandır, mü´mindir. Küfrü gerektiren ihtimali niyet etmiş veya hiç bir şeye niyet etmemiş ise müftünün onun sözünü tevil ederek kâfir olmaması üzerine hamletmesi bir fâide vermez. Meselâ bir müslüman İslam dinine sövdüğünde, müftü onu öldürülmekten kurtarmak için o müslüman İslâm dininin hakikatine sövmeyip, sövdüğü şahsın çirkin ahlâkına sövmüştür, diye tevil etse bakılır: Eğer İslâm dinine söven kimse hakikaten İslâm dininin kendisini kasdetmeyip sövdüğü şahsın çirkin ahlakını kasdetmiş ise, o kimse müslümandır ve mümindir. Eğer İslâm dininin hakikatını kasdetmiş ise, kendisi ile Allah arasında kâfir olur. Bu takdirde tevbe ve istiğfar etmesi, nikâhını yenilemesi hacca gitmiş ise yeniden hacca gitmesi lâzım gelir. Müftünün onun sözünü tevil ederek kâfir olmaz diye fetva vermesi bir fâide vermez.

"Sabahta ve akşamda şu dûa ile küfürden Allah Teâlâ´ya sığınmalıdır ilh..." Sabah virdi, gece yarısından itibaren başlayıp zeval vaktine kadar devam eder. Akşam virdi, zevdi vaktinden itibaren başlayıp gece yarısına kadar devam eder.

Resûl-i Ekrem Efendimiz: "Ey insanlar şirkten sakınınız. Çünkü şirk karıncanın yürüyüşünden daha gizlidir." buyurduğunda ashab-ı kiram:

"Yâ Resûlullah ondan nasıl sakınalım " dediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz:

"Allahümme inna neuzübike ennüşrik

MCK/nakil

   

El Kindi Kimdir/Filozof
Dini Soru Cevaplar

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz