Fatır Süresi Meal Ve Tefsiri 1-13

#1 von Kurban , 10.10.2022 07:15

Fatır Süresi Meal Ve Tefsiri

Hakkında

Mekke döneminde inmiştir. 45 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “Fâtır” kelimesinden almıştır. Fâtır, yaratan, yoktan var eden demektir. Yine ilk âyette geçen “el-Melâike” kelimesinden dolayı “Melâike sûresi” diye de anılır. Sûrede başlıca, Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden kâinat olayları, öldükten sonra dirilme, Allah’ın nimetleri ve mü’minle kâfir arasındaki fark konu edilmektedir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada otuz beşinci, iniş sırasına göre kırk üçüncü sûredir. Furkan sûresinden sonra, Meryem sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Bu sürenin Medeni oluşunu Mecmu ul Beyan da Hasen,29. ve 32.ayetleridir,der.Alusi .age.XXII.161
Cubeyirin Dahhak dan ,onun da Ibn Abbas dan rivayetind:Allahın Rasülü "Ey Allahım Hattabın oğlu Ömer yada Ibn Hişam oğlu Ebu Cehil ile dinimizi aziz eyle.."diye dua etleleri üzerine Fatır 8. ayeti nazil omuştur.Süyuti lübabunükul II.86
Kelbiye göre bu ayetin ilk kısmı,el As ıbn Vail ve El Esved ıbnul Muttalib haklarında nazil olmuştur.Kurtubi age.XIV.208
Bazı Rivayete göre Fatır 18. ayet el Velid ibnul Muğire nin "Muhammedi inkar edin,bir günah varsa ben çekerim" demesi üzerine inmiştir.Alusi age.XXII.184
Fatır 33-35 ayetleri Beyhakınin el Ba's de ve ıbn Ebi Hatimin Nüfey ibnul Haris kanalıyla Abdullah ibn Ebi Evfa dan rivayetlerinde :Bir adam hz.Peyğambere "Cennetde uyku var mı? *diye sordu.Bunun üzerine bu ayetler nazil olmuştur.
Fatır 42.ayeti, İbn Ebi Hatimin Ebu Hilal den rivayetine göre Ehli kitapdan bazılarının peyğamberlerini yalanladığı bilgisi kendilerine gelince Kureyşliler"Peyğamberlerini yalanlayanlara lanet olsun"dediler.Bunun hatırlatılması mahiyetin de inmiştir
Konusu
Allah’ın yaratıcılığı, O’ndan başka tanrı bulunmadığı ve şirkin çarpık düşüncelere dayalı bir zihniyet ve tutum olduğu, Hz. Muham­med’in önceki peygamberler gibi Allah katından mesaj getirmiş hak peygamber olduğu, öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceği ve dünyadaki amellerin karşılığının âhirette mutlaka görüleceği açıklanmakta, Cenâb-ı Allah’ın kudretinin delillerinden örnekler verilmektedir.
Fazileti
Fatır Suresini okuyan kişiler mahlukat tarafından da sevilir. Her gün Fatır Suresinin okunması şeytanın şerrinden korur ve ömrü de bereketli olur. Fatır Suresi yazılıp araca konulduğu takdirde hırsızlara ve diğer tehlikelere karşı kişiyi korur. Fatır Suresinde Allah'ın kudretinin delillerinden örnek verilmektedir.


بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ Bismillahirrahmanirahim /Rahman Ve Rahim Olan Allahın Adıyla..


1.اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ جَاعِلِ الْمَلٰٓئِكَةِ رُسُلًا اُو۬ل۪ٓي اَجْنِحَةٍ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۜ يَز۪يدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
1.Bütün övgüler, gökleri ve yeri herhangi bir örneği olmaksızın yoktan yaratan, ikişer, üçer, dörder kanatlı melekleri emirlerini yerlerine ileten elçiler yapan Allah’a mahsustur! O, yaratmada dilediği ölçüde artırmaya gider ve yaratıklarına dilediği kadar fazla özellikler de verir. Çünkü Allah’ın her şeye gücü yeter.
Tefsir
Yüce Allah’ın güzel isimlerinden biri olan اَلْفَاطِرُ (Fâtır), yokluğu yarıp oradan varlığı çıkaran, gökleri ve yeri yâni tüm kâinatı, daha önce bir benzeri olmaksızın, yoktan var eden; dünyayı yarattığı gibi âhireti de yaratacak olan demektir. Melekler, Cenâb-ı Hakk’ın kâinatın işleyişiyle vazîfelendirdiği nurdan yaratılmış varlıklardır. Bunları ikişer, üçer ve dörder kanatlı olarak yaratmıştır. Ancak Allah dilediği meleklere, dörtten de fazla kanat verebileceği gibi, diğer yaratıklara da maddî ve manevî ziyâde özellikler verebilir. Bu sadece O’nun dilemesine bağlıdır. Mesela Resûlullah (s.a.s.), Cebrâil (a.s.)’ı Nur dağında 600 kanadıyla bütün ufku kaplamış halde görmüştür. (Buhârî, Bed’ü’l-Halk 7; Müslim, İman 280) Bu ziyâde yaratılış diğer mahlukattaki çeşitliliğe ve onlarda tecellî eden güzelliklere de işaret edebilir. Şöyle ki:
Güzel yüzler, güzel sesler, güzel saçlar, güzel hatlar, gözlerde güzellik, boy ve endamda hoşluk, incelik, biçimde uyumluluk, organlarda tamamlık, güçte şiddet, akılda keskinlik, görüşte ve düşüncede verimlilik ve bereket, kalpte cesaret, ruhta hoşgörü, dilde güzel ifade, konuşmada yeterlilik, çeşitli kabiliyetler, iş yapmada beceriklilik ve maharet… gibi nice mükemmellikler sadece insan yaratılışıyla ilgili çeşitliliğe örnek teşkil eder. Bunlara kuşlar, balıklar, kelebekler, atlar, aslanlardan, dünyayı süsleyen türlü türlü çiçekler ve bitkiler âlemini, zerrelerden, atomlardan galaksilere kadar tüm kâinatı dolduran çeşitlilikler ilave edilirse bu âyetin çok geniş bir âleme pencere açtığı görülür.
İşte gördüğümüz ve göremediğimiz tüm varlıkları ve bunlarda zuhûra gelen tüm güzellikleri yaratan Allah Teâlâ elbette bütün övgülere, her türlü yüceltmeye lâyıktır. O’ndan başka böyle övgüye lâyık kimse yoktur. O’nun her şeye gücü yeter. Murad ettiği bir işi engelleyebilecek hiçbir güç yoktur.

2.مَا يَفْتَحِ اللّٰهُ لِلنَّاسِ مِنْ رَحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَاۚ وَمَا يُمْسِكْۙ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
2.Eğer Allah insanlar için bir rahmet kapısı açarsa, o rahmetin onlara ulaşmasını engelleyebilecek kimse yoktur. Aynı şekilde, eğer rahmetinin kapısını kaparsa, O’ndan başka bu rahmeti salıp gönderebilecek kimse yoktur. Çünkü O, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.
Tefsir
Bütün mülkün, rahmet ve nimetin gerçek sahibi Allah Teâlâ olduğu için, her şey O’nun iznine tâbidir. O’nun bilgisi ve izni dışında kâinatta ne bir rüzgârın esmesi ne de bir yaprağın düşmesi mümkündür. Bu açıdan bakıldığında her türlü nimet de tek başına Allah’ın kudret elindedir. İnsanlardan kime olursa olsun O’nun verdiğini engelleyebilecek hiçbir güç olmadığı gibi, O’nun tutup vermediğini verdirecek bir güç de yoktur. O halde Allah’tan başkasından bir şey istemeye veya öyle bir beklenti içine girmeye gerek yoktur. Böyle bir düşünce şirktir ve asılsızdır. Bu bakımdan İbn Abbas (r.a.)’ın naklettiği şu nebevî düstûr ne kadar mühimdir:
“Bir gün Peygamber (s.a.s.)’in terkisinde bulunuyordum. Bana:
«Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim» dedi ve şöyle buyurdu: «Allah’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın rızâsını her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile! Bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.»” (Tirmizî, Kıyâmet 59)
Resûl-i Ekrem (s.a.s.), selâm verip namazı bitirince şu duayı yapardı:
“Allah’tan başka ilâh yoktur, yalnız Allah vardır. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Bütün övgüler O’na mahsustur. O’nun her şeye gücü yeter. Allahım! Senin verdiğine engel olacak, vermediğini de verecek kimse yoktur. Senin yardımın olmadan hiçbir zengine serveti fayda vermez.” (Buhârî, Ezan 155; Müslim, Mesâcid 137-138)
3.يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۜ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللّٰهِ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
3.Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın ve onlar üzerinde düşünün. Allah’ın dışında, sizi gökten ve yerden rızıklandıracak başka bir yaratıcı var mıdır? O’ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse nasıl oluyor da Allah’tan yüz çevirip yanlış yollara düşüyorsunuz?

4.وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ
4.Rasûlüm! Eğer seni yalanlıyorlarsa, üzülüp ümitsizliğe kapılma! Çünkü senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Bütün işler neticede varır Allah’a dayanır ve O neye hükmederse O olur.

5.يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا۠ وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın va‘di gerçektir. Öyleyse sakın dünya hayatı sizi aldatmasın! O çok hilekâr şeytan da, sizi Allah’ın rahmeti ve affına güvendirerek kandırmasın!

6.اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّاۜ اِنَّمَا يَدْعُوا حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ اَصْحَابِ السَّع۪يرِۜ
Doğrusu şeytan size düşmandır, siz de onu düşman belleyin. O, kendi taraftarlarını cehennemin yoldaşları olsunlar diye Allah’a isyâna çağırır.

7.اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ۟
7.nkâra saplanıp kalanlara şiddetli bir azap vardır. İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, onlara da bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.
Tefsir
Allah’ın va’di, kıyâmettir; mü’minlere cennet, kâfirlere cehennemdir. Va’dedilen şeyler mutlaka gerçekleşecektir. Ancak bu hususta iki düşmana karşı dikkatli olmak lazımdır: Dünyanın câzibesi ve şeytan. İnsan; “bu gün keyfime bakayım yarın ne olursa olsun” dememeli, dünyaya dalıp âhiret vazifelerini unutmamalı ve dünya için âhiretini fedâ etmemelidir. Çünkü dünya hayatı bir rüya gibi gelir geçer ve bir gün ebedî âhiret âlemi gelir çatar. Nitekim şâir Hayâlî bu hususta şu uyarıyı yapar:
“Ne mihrinden safâ kesbet, ne mâhından saadet um
Sakın aldanma bu dehre, iki yüzlü münafıkdır.”[1]
Şeytanın da diğer tahrikleriyle beraber daha ziyade; “Allah çok bağışlayıcıdır, büyük günahları bile affeder, bu kadarcık günahtan bir şey çıkmaz” gibi telkinler yaparak bizzat Allah ile aldatmasına karşı uyanık olunmalıdır. (bk. Lokmân 31/33) Çünkü onun yaratılış maksadı insana düşmanlıktır. Kur’ân-ı Kerîm’de yedi kez tekrar edilen Hz. Âdem-İblîs kıssası bu düşmanlığı tüm safahatıyla anlatmaktadır. Kendine tâbi olanları alevli cehennem ateşine çağırmaktan başka maharet ve mârifeti olmayan o mel’ûnu düşman bilip ona karşı kesintisiz bir savaşa girişmekten başka çıkar yol yoktur. Zira insanın ya şiddetli bir azaba uğraması veya ebedî cennet nimetlerine kavuşması, şeytanı dost ya da düşman edinmesine ve o istikâmette bir hayat sürmesine bağlıdır.
Hasan Basrî (k.s.)’a soruldu:
“- Şeytan hiç uyur mu?”
Şöyle cevap verdi:
“- O uyusaydı; biz dinlenir, rahat ederdik.” (el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 316)
8.اَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ فَرَاٰهُ حَسَنًاۜ فَاِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۘ فَلَا تَذْهَبْ نَفْسُكَ عَلَيْهِمْ حَسَرَاتٍۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
8.İşlediği kötü ameller kendisine süslenip püslenip de onları güzel bir şey gibi görmeye başlayan kimse, hiç Allah yolunda giden mü’min gibi olur mu? Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir. Bu bakımdan, inanmıyorlar diye o inkârcılar için üzülerek kendini yiyip bitirme. Allah, onlar ne yapıyorlarsa hepsini hakkiyle bilmektedir.

9.وَاللّٰهُ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ الرِّيَاحَ فَتُث۪يرُ سَحَابًا فَسُقْنَاهُ اِلٰى بَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَحْيَيْنَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ كَذٰلِكَ النُّشُورُ
9.Allah odur ki, rüzgârları gönderir, onlar da bulutları harekete geçirir. Derken biz o bulutları ölü bir beldeye sevk ederiz de, ölmüş olan toprakları bulutlardan inen yağmurlarla diriltiriz. Ölülerin diriltilmesi de işte böyledir.

10.مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعِزَّةَ فَلِلّٰهِ الْعِزَّةُ جَم۪يعًاۜ اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُۜ وَالَّذ۪ينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّـَٔاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَمَكْرُ اُو۬لٰٓئِكَ هُوَ يَبُورُ
10.Kim izzet ve şeref istiyorsa bilsin ki izzet ve şeref bütünüyle Allah’a aittir. Güzel sözler Allah’a yükselir. Fakat bunları O’na yükseltecek olan da sâlih amellerdir. Buna karşılık, sinsi sinsi kötü işler tasarlayanlar için ise çetin bir azap vardır. Üstelik, böylelerinin kurdukları bütün tuzaklar boşa çıkmaya mahkûmdur.
Tefsir
Yağmur yağdıktan sonra ölü toprağın diriltilmesi gibi, mahşerde de insanlar yeniden diriltileceklerdir. O halde âhirete iman zaruridir. En güzel kıvamda yaratılıp âhiret yolcusu olan insana yakışan, kendini zilletten kurtarıp izzet ve şeref sahibi bir kul olmaktır. Bunun yolu, izzet ve şerefi Allah katında aramaktır. Çünkü bunların yegâne sahibi Allah’tır. Allah katındaki izzet ve şerefe nâil olmanın da iki yolu vardır:
› Kelime-i tayyib: Kısaca ifadesiyle güzel söz,
› Sâlih ameller.
“Kelime-i tayyib”; başta, kelime-i tevhit olmak üzere Allah için yapılan her türlü tesbih, tahmid, tekbir, dua, istiğfar ve zikirler gibi güzel ve hoş sözleri içine alır. Bunların arşa yükselip de “Şüphesiz iyilik, ihlas ve fazilet sahibi kişilerin defteri İlliyyûn’dadır” (Mutaffifîn 83/18) buyrulduğu üzere makbul ameller defterine yazılması, ancak bunları tahakkuk ve tasdik ettirecek sâlih amellere yaklaşmakla olur.
Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Sübhânellâh, elhamdülillâh, Allahu ekber, lâ ilâhe illallah diyerek Cenab-ı Hakk’ı yücelttiğiniz zikirler, arşın etrafında arı uğultusu gibi bir sesle sizin adınıza Allah’ı zikrederek dönüp dururlar. Allah katında durmadan zikredilmeyi istemez misiniz?” (İbn Mâce, Edeb 56; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 268)
سُبْحَانَ اللّٰهِ وَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اللّٰهُ اَكْبَرُ (sübhânellâhi velhamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâhü vallahu ekber) zikri güzel bir sözdür. Kul bunu söylediği zaman melek onunla semâya çıkar, onu Rahmân’ın katına arzeder, fakat onu tasdik ve takviye edecek sâlih ameli olmazsa kabul olunmaz.” (Elmalılı, Hak Dini, V, 3980)
Efendimiz (s.a.s.) bir diğer hadistede de şöyle buyurur:
“Allah Teâlâ bir sözü amelsiz kabul buyurmaz. Sözü, ameli ve niyeti de ancak sünnete uygun olmakla kabul buyurur.” (Hâkim, el-Müstedrek, II, 425)

وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ اَزْوَاجاًؕ وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِهٖؕ وَمَا يُعَمَّرُ مِنْ مُعَمَّرٍ وَلَا يُنْقَصُ مِنْ عُمُرِهٖٓ اِلَّا فٖي كِتَابٍؕ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَسٖيرٌ ﴿١١﴾
11.Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yarattı. Sonra da sizi birbirinize eş kıldı. O’nun bilgisi olmadan hiçbir dişi ne gebe kalır ne doğurur. Bir canlının ömrünün uzun olması da kısa tutulması da mutlaka yazgıya uygun olarak gerçekleşir. Kuşkusuz bunlar Allah için kolaydır.
Tefsir
Bir taraftan Cenâb-ı Hakk’ın yaratıcılık sıfatına değinilirken, diğer taraftan da O’nun bütün yaratılmışlara ait ayrıntıların bilgisine sahip olduğu belirtilmektedir. Bu çerçevede, bir dişinin gebe kalması ve doğurması yani yeni bir canlının dünyaya gelmesinden her bir canlının ömrünün miktarına kadar evrende olup biten bütün olaylar ve incelikleri O’nun nezdinde mâlûmdur. Bir insanın ömrünün uzun veya kısa oluşu tesadüfe yahut kendiliğinden oluşa değil Allah’ın iradesine bağlıdır; bu irade değişmemek üzere levh-i mahfûz diye bilinen özel bir kayıt sistemine de bağlanmıştır. Âyetin “Bir canlının ömrünün uzun olması da kısa tutulması da mutlaka yazgıya uygun olarak gerçekleşir” şeklinde çevrilen kısmı için şu yorumlar da yapılmıştır: a) Herkesin ömrünün ne kadar olacağı tamı tamına kayıtlı olduğu gibi bunun yaşanan her günü, ayı, senesi de kaydedilmektedir. Bu cümlenin “ömründen eksilen, eksiltilen” anlamına gelen ikinci kısmından maksat işte ömrün bu bölümü yani yaşanan ve bu yönde kayda geçirilen miktarıdır; “verilen ömür” anlamına gelen birinci kısmından maksat ise ömrün kalan bölümüdür. b) Bu cümle “Bir canlının ömrünün uzatılması da kısaltılması da mutlaka yazılıdır” anlamına gelmektedir. Hadislerde belirtildiği üzere bazı sebeplerle ömür uzatılabilir veya kısaltılabilir; ama bu da Allah’ın iradesiyle olmaktadır ve O’nun ezelî ilminde mevcuttur (bir kitapta kayıtlıdır). Allah’ın bildikleri insanlar tarafından bilinmediğinden, bu durum dünya hayatının sınav düzenini ve kişinin sorumluluğunu etkilemez (Şevkânî, IV, 391-392; irade ve kader konusunda bilgi için bk. Bakara 2/7; Enfâl 8/20-23; insanın topraktan yaratılması ve nutfe hakkında bilgi için bk. Hac 22/5; Mü’minûn 23/13-14; Rûm 30/20; insanların kendi nefislerinden eşler yaratılması hakkında bk. Nisâ 4/1).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 454-455
وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِࣗ هٰذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَٓائِـغٌ شَرَابُهُ وَهٰذَا مِلْحٌ اُجَاجٌؕ وَمِنْ كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْماً طَرِياًّ وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ فٖيهِ مَوَاخِرَ لِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهٖ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿١٢﴾
﴾12﴿ Şu iki çeşit su kütlesi birbirine eşit olmaz; birisi tatlıdır, susuzluğu giderir ve içimi güzeldir, ötekisi ise tuzlu ve acıdır. İkisinden de taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyaları çıkarırsınız. Gemilerin denizi yararak gittiklerini görürsün ki bu da O’nun lutfuna nâil olmanız ve O’na şükretmeniz içindir.

يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۙ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَؗ كُلٌّ يَجْرٖي لِاَجَلٍ مُسَمًّىؕ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُؕ وَالَّذٖينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِهٖ مَا يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْمٖيرٍؕ ﴿١٣﴾
﴾13﴿ Allah, geceyi gündüze, gündüzü de geceye katıyor. O güneşi ve ayı da buyruğu altına almıştır; her biri belirlenmiş bir vadeye kadar kendi yolunu izler. İşte rabbiniz Allah budur, mülk O’nundur. O’ndan başka yalvarıp durduklarınız ise bir çekirdek zarına bile hâkim olamazlar.
Tefsir
“Su kütlesi” diye çevirdiğimiz bahr kelimesi Arap dilinde büyük sular için kullanılır; Kur’an’da da gerek nehir gerekse deniz anlamında kullanılmıştır. 12. âyette varlıklar âlemindeki rabbânî bir hikmete, onların farklı özelliklerle ve benzer özelliklerdeki farklı nevilerle birbirinden ayırt edilebilmesi biçiminde özetlenebilecek tabiî-ilâhî kanuna değinilmekte; hepsi bir su ile sulandığı halde bazılarının yemişlerini diğerlerine üstün kılma hikmetine temas eden âyette (Ra‘d 13/4) olduğu gibi burada da yüce Allah’ın yaratışındaki sanatın inceliklerine dikkat çekilmektedir (İbn Âşûr, XXII, 279). Râzî de çoğu müfessirlerin bu âyette iki tür su örneğine iman ile küfür veya mümin ile kâfir arasında bir mukayese yapılması için yer verildiği tarzında bir yorum yaptığını hatırlattıktan sonra kendi görüşünü şöyle açıklar: Görünen o ki burada kastedilen, Allah’ın kudretine başka bir delil göstermektir. Şöyle ki, iki büyük su kütlesi görünüşte birbirine benzemekte, fakat sularının özellikleri açısından birbirinden farklılık taşımaktadır. Bu farklılıklarına rağmen ikisinde birbirine benzer durumlar da vardır; meselâ ikisinde de taze et bulunmakta, ikisinden de süs eşyası çıkarılabilmektedir. İki benzerde farklılıklar meydana getirebilen ve iki farklı şeyde benzerlikler var edebilen, ancak fiillerinde muhtar ve mutlak kudret sahibi Allah olabilir. “İki su kütlesinin bir olmadığı”na işaret etmesi de O’nun eşsiz kudretine ve iradesinin her yere nüfuz ettiğine delildir (XXVI, 10-11; ayrıca bk. Furkan 25/53).
Birçok âyette belirtildiği üzere insanlara büyük yararlar sağlayan gemilerin sularda yüzdürülmesi de Allah’ın koyduğu yasalar sayesinde gerçekleşmektedir. İbn Âşûr, “denizi yararak” şeklinde tercüme edilen kısımda geçen zarfın burada –Nahl sûresinin 14. âyetindekinden farklı olarak– öne alınmasının ve “O’nun lutfuna nâil olmanız” diye çevrilen cümlenin başında vav harfinin bulunmamasının sebebini şöyle açıklar: Nahl sûresinde amaç Allah’ın kullarına sağladığı nimetleri hatırlatmak, burada ise amaç kendi sanatının inceliklerine ve kudretinin kanıtlarına dikkat çekmektir (XXII, 280-281. Gecenin gündüze, gündüzün de geceye katılması hakkında bk. Âl-i İmrân 3/27; İsrâ 17/12. Güneşin ve ayın belirlenmiş vadeye kadar kendi yolunu izlemesi hakkında bk. Ra‘d 13/2; ayrıca bk. Yâsîn 36/ 38-40).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 455-456

 
Kurban
Beiträge: 1.013
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 05.11.2022 | Top

   

Fatır Süresi Meal Ve Tefsiri 14-32
Yasin Süresinin Fazileti Ve Sebebi Nüzul Ve Sırları

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz