Fatır Süresi Meal Ve Tefsiri 2
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۚ وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ ﴿٣٣﴾
33.Onların mükâfatı, sonsuz nimet ve ebedî mutluluk yeri olan Adn cennetleridir. Onlar o cennetlere girer, orada altın bilezik ve incilerle süslenirler. Elbiseleri de ipektir.
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ٓي اَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَۜ اِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌۙ ﴿٣٤﴾
34.Şöyle derler: “Bizden her türlü üzüntüyü ve endişeyi gideren Allah’a hamdolsun. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, her güzel iş ve davranışın karşılığını bol bol verendir.”
اَلَّذ۪ٓي اَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِنْ فَضْلِه۪ۚ لَا يَمَسُّنَا ف۪يهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا ف۪يهَا لُغُوبٌ ﴿٣٥﴾
35.“O Rabbimiz ki, lutf u keremiyle bizi bu ebedî kalınacak yurda yerleştirdi. Burada artık bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada bize bir usanç gelecektir.”
Tefsir
Kur’ân-ı Kerîm’e vâris olan bu ümmetten her bir fert ona aynı ihtimamı gösteremeyecektir. Onlardan bir kısmı kitaba vâris olduğu halde onu gereği gibi tilâvet etmeyecek, emir ve yasaklarına uygun hareket etmeyerek nefsine zulmedecek; kimi de muktesid, orta yerde gâh amel edecek gâh etmeyecek; kimisi de Allah’ın izniyle hayırlarda ileri gidecektir. İşte hayırlar da öne geçen bu kimseler gerçek peygamber vârisi olarak halkın önderleri olacaklar ve “Üçüncü zümre «sâbikûn»; dünyada hayırlı işlerde öne geçenlerdir ki, onlar âhirette mükâfatda da öne geçeceklerdir. İşte bunlar «mukarrabûn»; Allah’a en yakın kullardır. Nimetlerle dopdolu cennetlerde olacaklardır” (Vâkıa 56/10-12) ayetlerindeki övgüye hak kazanan kimseler olacaklardır. Bu ise büyük bir lutuftur. (Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 308-309; Elmalılı, Hak Dini, V, 3993)
Bununla beraber ayette ظَالِمٌ (zâlim), مُقْتَصِدٌۚ (muktesid), سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ (sâbikun fi’l-hayrât) şeklinde zikredilen üç grup hakkında şu farklı yorumlar yapılmıştır:
Zâlim, günahları ağır basan; muktesid, günahları ile sevapları eşit olan; sâbık ise sevapları daha çok olandır.
Zâlim, dışı içinden daha hayırlı olan; muktesid, içi ve dışı denk olan; sâbık, içi daha hayırlı olandır.
Zâlim, büyük günahları olan; muktesid, küçük günahları bulunan; sâbık, günahsız olandır.
Zâlim, kitabı solundan verilen; muktesid, kitabı sağından verilen; sâbık, Allah Teâlâ nezdinde en önde bulunan mukarreblerdir.
Zâlim, hesaba çekildikten sonra cehenneme atılan; muktesid, hesaptan sonra cennete giren; sâbık, her hangi bir hesaba çekilmeden cennete girendir.
Zâlim, günahta ısrar eden; muktesid, pişman olup tevbe eden; sâbık, tevbesi makbul olandır.
Zâlim, Kur’an’a inandığı halde onunla amel etmeyen; muktesid aynı zamanda onunla amel eden; sâbık ise Kur’an’a inanıp onunla amel eden ayrıca insanlara Kur’an’ın emirlerini açıklayarak onların da amel etmesine vesile olan kimsedir. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXII, 88-90; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXVI, 25)
Neticede Kur’an’a vâris olan bu üç grup da Hz. Muhammed (s.a.s.) ümmetinin parçaları olup hepsi de cennete girecektir. Nitekim devamında gelen, “Onların mükâfatı, sonsuz nimet ve ebedî mutluluk yeri olan Adn cennetleridir. Onlar o cennetlere girer, orada altın bilezik ve incilerle süslenirler. Elbiseleri de ipektir” (Fâtır 35/33) ayeti bu gerçeği ifade eder. Ancak günah işleyip nefsine zulmedenlerin, Allah’ın umûmî bir affı olmadığı takdirde cehennemde bir müddet kaldıktan sonra cennete girme ihtimali kuvvetlidir. Cennete girenler, oranın nimetlerinden istifade ederler ve kendilerini dünyada, kabir ve mahşer yerinde yaşadıkları her türlü üzüntü, endişe ve tasadan kurtarıp böyle ebedî saadet yurduna kavuşturduğu için, gönüllerinden taşa taşa “Elhamdülillâh” derler; Allah’a hamd ü senâ ederler. “Burada artık bize ne bir yorgunluk dokunacak, ne de orada bize bir usanç gelecek” (Fâtır 35/35) diyerek sevinir, ebedî mutluluğun hazzını tadarlar.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَۚ لَا يُقْضٰى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ مِنْ عَذَابِهَاۜ كَذٰلِكَ نَجْز۪ي كُلَّ كَفُورٍۚ ﴿٣٦﴾
36.İnkâra saplanmış olanlara gelince, onlar için cehennem ateşi vardır. Ne haklarında ölüm kararı verilir ki ölüp de azaptan kurtulsunlar. Ne de tattıkları azaptan en küçük bir eksiltme ve hafifletme olur. Biz, Allah’ı ve nimetlerini inkâr eden her nankörü işte böyle cezalandırırız.
وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ ف۪يهَاۚ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ اَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَكَّرُ ف۪يهِ مَنْ تَذَكَّرَ وَجَٓاءَكُمُ النَّذ۪يرُۜ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ نَص۪يرٍ۟ ﴿٣٧﴾
37.Orada avazlarının çıktığı kadar yüksek sesle feryat edecekler: “Rabbimiz! Ne olur, bizi buradan çıkar ve dünyaya geri gönder de, daha önce yaptıklarımızın yerine sâlih ameller işleyelim!” Allah da onlara: “Size, düşünüp öğüt alacak bir kişinin, düşünüp öğüt alabileceği bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı bir peygamber de gelmişti. O halde tadın azabı! Artık zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur” buyuracak.
Tefsir
Kâfirler için cehennemde bir hayat yoktur ki, yaşayıp ondan istifade edebilsinler. Ölüm yoktur ki, ölüp istirahata erebilsinler. Onlar ebediyen azap içinde olacaklar ve Rablerine karşı perdeli bulunacaklardır. Azapları da hiçbir zaman hafifletilmeyecektir. Yırtınırcasına, avazları çıktığı kadar feryat edecekler, cehennemden çıkıp dünyaya dönmeyi isteyeceklerdir. Fakat bu artık imkânsızdır. Bu taleplerine karşı Cenâb-ı Hak onları iki önemli noktaya temas ederek azarlar:
› Size, düşünüp ders ve öğüt alacak kişinin, düşünüp öğüt alabileceği bir ömür vermedik mi?
› Size Allah’ın azabını haber veren bir peygamber gelmedi mi?
Bu ilâhî ikazlardan, elbette istifade etmesi gerekenler, henüz ölüm gerçeği ile karşılaşmamış olup elinde fırsat bulunan kimselerdir. Hayatta olan tüm insanlıktır. Nihâî noktada şâirin:
“Kimi vicdâna dokundu, kimi cism ü câna
Zevk nâmıyla ne yaptımsa peşiman oldum” (Nâmık Kemâl) şeklinde dile getirdiği çaresi olmayan bir pişmanlığa düşmemek için, Peygamber (s.a.s.)’in uyarılarına kulak vermek ve kalan ömrü âhiret gerçeğini dikkate alarak yaşamak zaruridir.Ömer Çelik Tefsiri
اِنَّ اللّٰهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٣٨﴾
38.Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin bütün gizliliklerini bilendir. Doğrusu O, göğüslerde saklı bulunan bütün gizli düşünce, niyet ve inançları da hakkiyle bilir.
هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ فِي الْاَرْضِۜ فَمَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُۜ وَلَا يَز۪يدُ الْكَافِر۪ينَ كُفْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ اِلَّا مَقْتًاۚ وَلَا يَز۪يدُ الْكَافِر۪ينَ كُفْرُهُمْ اِلَّا خَسَارًا ﴿٣٩﴾
39.Sizi yeryüzünde halîfeler yapan O’dur. Kim inkâr ederse, inkârı kendi kötülüğüne olur. Çünkü kâfirlerin inkârı, Rableri katında kendilerine karşı gazabın artmasına ve rahmetin kesilmesine sebep olacaktır. Sonuçta, kâfirlerin inkârı ancak kendi zarar ve ziyanlarını artıracaktır.
Tefsir
Göklerin ve yerin bütün gizliliklerini bilen ve bizi yeryüzünün halifeleri, yöneticileri kılan Allah olduğuna göre, O’nun dışındaki varlıklardan gönlümüzü koparıp yalnızca O’na kulluk etmek lâzımdır. “Sizi yeryüzünde halîfeler yapan O’dur” (Fâtır 35/39) âyetinde, müslümanların pek yakında yeryüzünün yöneticileri olacağına, büyük devletler kurup başlarına halifeler geçireceklerine işaret vardır. Âyetin indiği Mekke dönemindeki zor ve ağır şartlar düşünüldüğünde, Kur’an’ın bu haberinin bir gayb mûcizesi olduğu görülür. Kendilerine dinî ve dünyevî böyle nimetler ve devletler verildiği halde, yine inkâr ve nankörlüğe devam edenler, ancak Allah’ın gazap, azap ve hışmını celbederler. Böylece sadece zarar ve ziyanlarını artırırlar.
قُلْ اَرَاَيْتُمْ شُرَكَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۚ اَمْ اٰتَيْنَاهُمْ كِتَابًا فَهُمْ عَلٰى بَيِّنَتٍ مِنْهُۚ بَلْ اِنْ يَعِدُ الظَّالِمُونَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا اِلَّا غُرُورًا ﴿٤٠﴾
40.De ki: “Bir baksanıza, Allah’a ortak koşup, O’nun dışında ilâh diye yalvardığınız şu varlıklara! Gösterin bana, yeryüzünde hangi şeyi yaratmış bunlar? Yoksa onların göklerin yaratılmasında ve yönetilmesinde Allah ile bir ortaklıkları mı var? Yahut biz onlara bir kitap verdik de ondan bir delile mi dayanıyorlar?” Hayır! aslında o zâlimler, birbirlerini yalan ve boş va‘atlerle aldatmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
اِنَّ اللّٰهَ يُمْسِكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ اَنْ تَزُولَاۚ وَلَئِنْ زَالَتَٓا اِنْ اَمْسَكَهُمَا مِنْ اَحَدٍ مِنْ بَعْدِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا ﴿٤١﴾
41.Gökleri ve yeri hiçbir arızaya meydan vermeden tutan ve yok olup gitmekten koruyan Allah’tır. Şâyet yıkılıp gidecek olsalar, yemin olsun ki, Allah’tan başka onları tutabilecek hiçbir güç yoktur. O, ceza vermekte acele etmeyen ve çok bağışlayandır.
Tefsir
Müşriklerin Allah’tan başka taptıkları putların, kesinlikle tapılmaya değer bir yönleri yoktur. Çünkü:
› Yeryüzünde onların yarattığı hiçbir şey yoktur. Tüm varlıklar gibi, o putlar da Allah’ın yaratığıdır. Yaratılmış olan ise ilâh olamaz.
› Onların, göklerin yaratılıp devam ettirilmesinde de Allah ile hiçbir ortaklıkları yoktur. Çünkü ne Allah Teâlâ’nın böyle bir şeye ihtiyacı vardır, ne de onların Allah’a yardım edebilecek bir güçleri vardır.
› Allah Teâlâ o müşriklere, taptıkları putların Allah’a ortak olduğunu söyleyen bir kitap da indirmemiştir. Ellerinde böyle yazılı bir belgeleri de yoktur. Demek ki müşriklerin ellerinde, şirk davalarında doğru olduklarını kanıtlayacak ne aklî ne de naklî hiçbir delilleri bulunmamaktadır. Sadece onlar yalan ve dolanla birbirlerini aldatmaktadırlar.
Gerçek ilâh, gökleri ve yeri bozulmaktan ve dağılmaktan koruyan Allah Teâlâ’dır. Öyle ki bunlar bir kere bozulmaya yüz tutsalar, Allah’tan başka hiç kimse onu tutmaya güç yetiremez. Resûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Allah uyumaz, uyuması da düşünülemez. İnsanların amellerini ve erzaklarını ölçtüğü teraziyi yükseltir, alçaltır. Kullarının gündüz yaptığı amellerden önce gece yaptıkları, gece yaptıklarından önce de gündüz yaptıkları O’na arz edilir. O’nun görülmesini engelleyen bir nur vardır. Şâyet o perdeyi açsaydı, azamet ve celâli, gördüğü bütün varlıkları yakıp kül ederdi.” (Müslim, İman 293; İbn Mâce, Mukaddime 13)
Bu sebepledir ki, Allah’a ortak koşulması, gökleri ve yeri yerinden oynatacak, onları çatlatıp paramparça edecek derecede ağır bir suçtur. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Bazıları: «Rahmân çocuk edindi» dediler. Ey, böyle söyleyenler! Gerçekten siz çok çirkin ve korkunç bir iddia ortaya attınız! Neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp yerle bir olacaktı; Rahman’a çocuk isnat ettiler diye!” (Meryem 19/88-91)
Fakat Yüce Rabbimiz “Halîm” olduğu için sabretmekte, hemen cezalandırma cihetine gitmemekte ve kullarına hatalarından dönmeleri için mühlet tanımaktadır. Tevbe edenlerin tevbesini kabul edip, istiğfar edenleri de bağışlamaktadır. O’nun muradı, kulların günah çukurlarında kalıp helak olmaları değil, tevbe ve istiğfar kulpuna sarılıp kurtuluşa ermeleridir.
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ لَيَكُونُنَّ اَهْدٰى مِنْ اِحْدَى الْاُمَمِۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ مَا زَادَهُمْ اِلَّا نُفُورًاۙ ﴿٤٢﴾
42. Müşrikler, kendilerine bir uyarıcı geldiği takdirde, doğru yola uymada, önceki ümmetlerden daha ileride olacaklarına dâir Allah’a var güçleriyle yemin ediyorlardı. Fakat kendilerine bekledikleri uyarıcı gelince, bu onların doğru yoldan daha da uzaklaşmalarına sebep oldu.
اِسْتِكْبَارًا فِي الْاَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِۜ وَلَا يَح۪يقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ اِلَّا بِاَهْلِه۪ۜ فَهَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا سُنَّتَ الْاَوَّل۪ينَۚ فَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًاۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَحْو۪يلًا ﴿٤٣﴾
43.Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötülük planları tasarlıyorlardı. Oysa kötülük planları, ancak onu kuranların ayağına dolanır. Yoksa onlar, kendilerinden önceki inkârcı toplumların helâkine sebep olan ilâhî kanunların kendi üzerlerinde de uygulanmasını mı bekliyorlar? Sen Allah’ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. Yine sen Allah’ın kanununda kesinlikle hiçbir sapma göremezsin!
Tefsir
Mekke müşrikleri, Peygamberimiz (s.a.s.) henüz gönderilmeden önce, Ehl-i kitap olan yahudi ve hıristiyanların durumlarını da iç açıcı görmediklerinden, kendilerine gerçek bir peygamber gönderildiği takdirde onu asla inkâr etmeyeceklerine ve onun getireceği tâlimatlara, geçmiş ümmetlere nazaran çok daha fazla sahip çıkacaklarına yemin ediyorlardı. (bk. En‘âm 6/156-157) Fakat Resûl-i Ekrem (s.a.s.), peygamberliğini ilan edince ondan süratle uzaklaştılar. Bunun sebebi ise, Allah Resûlü (s.a.s.)’in getirdiği tâlimatların onların nefsânî arzularına uymaması ve dünyevi menfaatleriyle çatışması idi. Çünkü Kur’an onları dürüstlüğe, doğruluğa, tevazua, Allah ve Rasûlü’ne itaate, mahlukata karşı şefkat ve merhamete davet ediyordu. Onlar ise tüm bu ahlâkî faziletlerin aksine büyüklük taslıyorlar, insanları, hele yetim ve köleleri küçük görüyorlar, işlerine geldiği gibi haince planlar yapıyorlardı. Hâsılı Peygamberin mesajı ile onların arzuları arasında âdeta kan ve doku uyuşmazlığı vardı. Bu sebeple onlar yemin ettikleri gibi Peygamber’e inanacakları yerde onu reddettiler, davetini engellemek için sinsi tuzaklar kurdular ve onu öldürmek için suikastlar düzenlediler. Onlar yaptıkları bu kötülükler yüzünden daha önceki sapık milletlerin yoluna girmiş oldular. Dolayısıyla öncekilerin başına gelen felâket ve cezaların, kendi başlarına da gelmesine zemin hazırlamış oldular. Çünkü Allah’ın toplumlar için koymuş olduğu değişmez kanunu, bu neticeyi gerekli kılmaktadır.Ömer Çelik Tefsiri
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَكَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعْجِزَهُ مِنْ شَيْءٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ اِنَّهُ كَانَ عَل۪يمًا قَد۪يرًا ﴿٤٤﴾
44. Onlar yeryüzünde dolaşıp da kendilerinden önce yaşamış toplumların âkıbetlerinin nasıl olduğuna ibretle bakmazlar mı? Oysa onlar, bunlardan daha güçlü kuvvetli idiler. Ama ne göklerde ve ne de yerde Allah’ın elinden kaçıp kurtulabilecek hiçbir şey yoktur. Doğrusu O, her şeyi hakkiyle bilen ve her şeye gücü yetendir.
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلٰى ظَهْرِهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِعِبَادِه۪ بَص۪يرًا ﴿٤٥﴾
45. Eğer Allah insanları yaptıkları günahlar yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde tek bir canlı bile bırakmazdı. Fakat Allah belirlenmiş bir vakte kadar onlara süre tanıyor. Vâdeleri dolunca gerekeni yapacaktır. Allah, kullarını hakkiyle görmektedir.
Tefsir
Özellikle peygambere karşı çıkmaları sebebiyle Allah toplumları çeşitli felaketlerle helak etmiş, fakat buna hiçbir güç engel olamamıştır. Bundan böyle de Peygamber düşmanlarını bekleyen hazin son budur. Fakat Allah Teâlâ’nın âdeti, günahın cezasını hemen vermek değil, belli bir zamana kadar beklemek şeklinde tecelli etmektedir. Eğer Allah insanlar tarafından işlenen her zulmün, her günahın, özellikle şirk günahının cezasını hemen verecek olsaydı, yeryüzünden hareket eden en küçük bir canlı bile kalmaz, hepsi helak edilir, dünya yaşanmaz hale gelir, imtihanın önemi kalmazdı. Bu sebeple Allah Teâlâ, hilim ve sabırla davranmaktadır. Ancak belirlenen vakit geldiğinde, eğer kullar verilen fırsatı değerlendirip tevbe etmedilerse, Allah kime nasıl muamele edeceğini takdir edecek ve gereken cezayı verecektir. Çünkü O kullarını hakkıyla görmekte, O’nun kudret nazarından hiçbir şey gizli kalmamaktadır.
Fâtır sûresinin sonunda yer alan “O’nun kulları” (Fâtır 35/45) ifadesi, kulluğunun farkında olan seçkin kullara bir teselliyi bildirmekle birlikte, genel mânada diğer insanlar için ağır bir azarlamayı hatırlatan heybetli bir uyarıdır. İşte bu sonucu, büyük bir heyecan ile duyurup yaşatmak için bu sûreyi, Yâsin sûresi ilâhî aşk ile çarparak vuslata ulaşan bir kalbin çarpıntısı ile takip edip açıklayacaktır:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri