EŞLERİN BİRBİRİNE KARŞI GÖREVLERİ
Nesep veya evlilikle bir araya gelmiş ana, baba ve çocuklardan oluşan
topluluk aile diye tanımlanır. Bir toplumun temel taşı, aileden oluşur. Bu
açıdan aile, toplumda önemli bir konuma sahiptir. Neslin devamı için aile
dediğimiz müesseseye ihtiyaç duyulmaktadır.
İlk aileyi, ilk insan Hz Adem (a.s) ile Hz. Havva (a.s) kurmuştur. O
zamandan beri aile müessesi olgunlaşmış ve gelişmiştir.
"Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel
atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve
çekici' kılındı. Bunlar dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer
Allah katındadır." ( Ali- İmran:14 ) Allah-u Teala insana, yaradılışındaki
fıtrata uygun olarak bu duyguları (karşı cinse duyulan ilgi) vermiş, yalnız
bu meyillerin tatmin yolunu da belli prensiplerle sınırlamıştır. Bu
sınırlar sünnete uygun evlenmelerdir.
O halde "Evlilik nedir?" sorusunu yanıtlamak gerekirse; evlilik, en sade
haliyle iki insan hayatının bir ömür boyunca birleşmesidir. Bu hayat
yolculuğunda birbirine bağlı kalma sözüdür evlilik. Yani koşullar ne olursa
olsun, aile fertlerinin başına hangi musibet/hastalık, başa ne türlü
belalar/sıkıntılar gelirse gelsin birbirlerinin destekçisi olacağının
sözüdür evlilik. Eşler evliliğe nasıl bakıyorlar? Yalnız nefsin tatmini/
çoluk çocuğa karışmak için mi yoksa Allah'ın razı olacağı bir hayatı
göğüsleyebilecek bir hayat arkadaşı edinmek için mi evleniliyor?
Ayrıca seçeceği bu hayat arkadaşının özellikleri, hassasiyetleri,
endişeleri, hayata olan bakış açısı, imani olgunluğu ve eşlerin
birbirlerinden istekleri (şartları) oldukça önem taşımaktadır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki; "Şu üç sıfat kadının iyi olduğuna alamettir:
1-) Güzel huylu olmak,
2-) Allah-u Teâlâ'dan korkar olmak.
3-) Kanaatkâr olup, Cenab-ı Hak'kın verdiğine razı olmak."
Evlilikte sıkça yapılan yanlışlardan en önemlisi, evlenilecek kişiyi
seçerken güzelliğe ya da zenginliğe aldanarak evliliklerin yapılmasıdır.
Oysa ki Peygamber Efendimiz (s.a.v), bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor:
Abdullah bin Amr'dan rivayetle "Güzellikleri sebebiyle kadınlarla
evlenmeyin, çünkü güzelliklerinin onları (kibir ve gurur sebebiyle)
alçaltacağından korkulur. Onlarla mal-mülkleri sebebiyle de evlenmeyin,
zira mal ve mülkün onları azdıracağından korkulur. Fakat onlarla diyaneti
esas alarak evlenin. Yemin olsun, burnu kesik, kulağı delik, siyahi dindar
bir köle, (dindar olmayan hür kadınlardan) efdaldir."
Evliliğin sağlıklı bir şekilde ayakta durabilmesi için hem kadının ve hem
de erkeğin üzerine düşen bazı görevler vardır. Bilinmelidir ki ailenin
sağlam bir şekilde ayakta kalabilmesinin şartı, bu görevlere son derece
sadık olmakla, ahde vefa göstermekle olur. Bu görevleri kısaca açmak
gerekirse;
A-) Erkeğin Eşine Karşı Görevleri:
Kadın, erkeğe Allah'ın bir emanetidir. Erkek, Allah'ın çizmiş olduğu
sınırlar ölçüsünde emanete sahip çıkmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyurulduğu
üzere: "Kadınlarınıza eziyet etmeyin! Onlar, Allah'ın sizlere emanetidir.
Onlara yumuşak olun, iyilik edin!" bir başka hadis-i şerifte;
"Müslümanların en iyisi, en faydalısı, hanımına en iyi, en faydalı olandır.
Sizin aranızda hanımına karşı en iyi, en hayırlı, en faydalı olan benim."
Bu anlamıyla erkek, kadını gözetir, korur, kollar, her türlü sıkıntısını
gidermek için madden ve manen eşinin yanında yer alır. O halde emanete
riayet, onu her anlamda sahiplenmektir.
Erkek, eşinin maddi-manevi ihtiyaçlarını meşru dairede karşılamak
zorundadır. Bu nedenle evin reisi evin geçimini üstlenirken, kazanacağı
paranın helal olmasına son derece dikkat etmelidir. Aksi takdirde gayr-ı
meşru yolla kazanmış olduğu malla, kendisiyle beraber aile efratlarına
haram yedirmiş olacaktır.
Erkeğin, eşine gereken sevgiyi, ilgiyi, zamanı, değeri vermesi gerekir.
Gerek erkek, gerekse de kadın her zaman için evlilik hayatlarında
birbirlerinden devamlı olarak sevgi, ilgi beklerler. İnsan; fıtratı gereği,
karşı taraftan gelen bir alakaya, sevgiye, değere her zaman için ihtiyaç
duyar.
"Hepiniz çobansınız ve her çoban sürüsünden sorumludur" hadis-i şerif
gereği düşünülürse evin reisi de eşinden sorumludur. Yani erkek, hanımının
İslam'a ve İslami değerlere duyarsız kalmasına karşı seyirci kalamaz. "Ben
zaten İslam'ı yaşıyorum, o yaşamasa da olur!" deme ihtiyarına sahip
değildir. Bu konu ile ilgili olarak Rabbimiz şöyle buyuruyor: "Ey iman
edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden
koruyun..." (Tahrîm:6).
Kur'an, erkeğe indiği gibi kadına da inmiştir. Bu dünya imtihanında erkek,
Yüce Rab'bine karşı sorumlu olduğu ve bütün yapıp-ettiklerinden hesaba
çekileceği gibi; sayılan tüm bu hususlar kadın için de geçerlidir. "Erkek
olsun, kadın olsun, her kim inanmış olarak iyi fiiller gerçekleştirirse onu
mutlaka güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının
en güzeliyle mutlaka veririz". (Nahl:97)
İslam, erkeğe verdiği önemi kadına da veriyor. Bu hususta Yüce Rab'bimiz
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten
yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana
getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının… " (Nisa:1)
Erkek; eşinin terbiyesinden, ahlakından, ilminden, İslami yaşantısından,
hal ve hareketlerinden ve daha birçok husustan sorumludur. Bu anlamıyla
endişe sahibi olmayan, İslami değerlere gereken hassasiyeti göstermeyen;
heva ve hevesine uyup dünyaya dalan eşle yapılan evlilik için huzurdan,
mutluluktan, saygı ve sevgiden, hoşgörüden bahsetmemiz mümkün olmayacaktır.
Eğer bir ailede huzur yoksa, mutluluk yoksa, karşılıklı saygı ve sevgi
yoksa; bu durumda o ailede nefret, birbirinden iğrenme, huzursuzluk gibi
sorunlar ve yaşamı felce uğramış iki insan var demektir. İşte bu tür
durumlarla karşılaşmamak için bu önemli noktaların göz ardı edilmemesi
gerekir.
Erkek, gerektiği yerde hanımının İslam'a uygun olmayan hal ve tavırlarını
düzeltmek için belli oranda cezalara başvurabilir. İslam'da terbiye
anlayışı aşama aşamadır. Yani ayet ve hadislerde ifade edildiği üzere İslam
dini yola gelmeyen kadını dövmeyi bir yöntem olarak erkeğin önüne sürmez.
Burada esas olan, yapılacak ikazlarla kadının bir an önce yapmış olduğu
hatanın farkına varıp hatasından vazgeçmesidir. Yoksa amaç kadının, erkeğin
elinde ezilmesi, hor görülmesi, aşağılanma hususu değildir. "Erkekler,
kadın üzerine idareci ve hakimdirler. Çünkü Allah birini (cihad, imamet,
miras gibi işlerde) diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler
mallarından (aile fertlerine) harcamaktadırlar. İyi kadınlar, itaatkar
olanlar ve Allah'ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı
zamanlarda da koruyanlardır. Fenalık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz
kadınlara gelince: Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın.
Bunlar da fayda vermezse dövün. Eğer size itaat ederlerse kendilerini
incitmeye başka bir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok
büyüktür." (Nisa, 34) İslam'da kadının dövülmesini gerektirecek davranışlar
çok az görülecek davranışlar olduğu için, kadını dövme İslâm'da hoş
karşılanmamış, hele bu sebepler yokken dövmeye cevaz verilmemiştir.
Ayrıca Peygamberimiz(s.a.v) bu konuda şöyle buyurur; "Allah'ın
kızcağızlarını dövmeyin". Açıkça görüldüğü üzere İslam'da her şeyin bir
ölçüsü, bir sınırı vardır. Bu anlamıyla erkek, sudan bahanelerle kendisine
emanet olarak bırakılan eşine karşı şiddete başvurma yetkisine sahip
değildir. Bunun yerine en güzel bir şekil ile merhamet temelinde onu
sahiplenmesi gerekiyor.
Kadın kocasına zor durumlarda teselli verebilmelidir. Dünya hayatının gerek
meşakkatleri olsun ve gerekse de imtihan gereği başa gelen zorluklara karşı
bir kadının yapması gereken, bu zorluğa şükrederek eşinin yanında
sabretmesidir. Kadın yalnız iyi günlerde değil çok kötü koşullarda bile
eşinin yanında yerini alması, en büyük destekçisi, moral kaynağı olması
gerekir. " İyi günde düşman da dost olur, yanında yer alır." Mühim olan zor
koşullarda, sıkıntının baş gösterdiği zamanlarda herkesin çekip gittiği bir
anda hanımın eşine en büyük desteği sunmasıdır. Kadının bir yerde görev /
sorumluluğu işte bu anlarda daha bir ortaya çıkar, daha bir önem taşır.
Kısaca; kadın İslam'i temelde eşine bağlı olduğu sürece erkeğin de aynı
şekilde şefkat ve merhamet temelinde eşine yaklaşması gerekir.
B-) Kadının Eşine Karşı Görevleri:
Kadın, eşine karşı (meşru dairede kaldıkça) itaat etmelidir. İslam'ın
helal-haram sınırına uymaya gayret gösteren koca, kendi heva hevesine göre
hareket edemeyeceğinin bilincinde olur. Bu bilinç doğrultusunda kadının da
haddini bilen, hak-hukuk gözeten kocasının hiçbir isteğini (meşru dairede)
red edemez, red etmemelidir.
Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur: "Bir kadın kocası
kendisinden razı olduğu halde ölürse Cennete girer." (Riyazus Salihin).
Diğer bir husus ise; hanım elinden geldikçe eliyle, diliyle ve tüm
varlığıyla kocasının rızasını kazanmalıdır. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
"Cehennem halkının ekseriyetini kadınların teşkil ettiğini gördüm. Sebebi
de, çok la'net ederler ve kocalarına karış küfran-ı ni'mette bulunurlar."
(Buhari)
Kadın eşinin manen mülkünü, her türlü sırrını, namusunu ve çocuklarını
korumalıdır. Kadın bu anlamıyla evinin bekçisi konumdadır. "…İyi kadınlar;
gönülden boyun eğerler ve Allah'ın korumasını emrettiğini, kocasının
bulunmadığı zaman da koruyanlardır ..." (Nisa:34)
Peygamber (a.s) de şöyle buyuruyor: "Dünyada faydalanılan şeylerin en
iyisi, saliha bir eştir. Kendisine baktığında seni sevindirir, gıyabında da
mal ve namusunu korur." (Müslim).
Erkek, evden çıkarken sahip olduğu değerleri hanımına emanet ederek güvenle
çıkar. İşte kadın burada eşine karşı son derece sadakat örneği sergileyip
geride bıraktığı değerlere bir ömür boyu sahip çıkmalıdır. Aksi takdirde
eşinin kendisine bıraktığı maldan, sırlarından, namusundan endişe ederse
güven dediğimiz husus ortadan kalkar. Birbirlerine güven duymayan iki eş,
nasıl olur da bir arada bir ömür boyu beraber yaşayabilirler? Eşler
arasında meydana gelen güvensizlik, hayatı çekilmez kılar.
Kadın, eşinin izni olmadan bir yerlere gitmemeli ve izni olamayan kişileri
de eve almamalıdır. Evin reisi, eğer eşini razı olmadığı yerlere
gitmemesini ve gelmesini istemediği kişileri evine almamasını eşinden
isterse evin hanımı, haklı sebepleri öğrendikten sonra bu kararı gönül
hoşnutluğuyla karşılaması gerekir. Bu hususa riayet, son derece önemlidir.
Kadın durup dururken, yani hiçbir haklı sebep yok iken boşanmayı
istememelidir. Hadis-i şerif: "Bir kadın kocasından boşanırsa o kadına
cennet kokusu haram olur." Hadiste anlatılmak istenen, hiçbir haklı sebep
yok iken, erkek elinden geldiği ölçüde İslam'i değerlere karşı dikkat
ediyorsa ve ortada haksızlık, zulüm yoksa kadın tüm bunlara rağmen
boşanmayı talep ederse, işte bu kişiye cennet kokusu haram olur. Bu
anlamıyla erkek, İslam'i sınırları çiğnemediği sürece, kadın ne boşanmak
isteme hakkına sahiptir ne de koca istemedikçe boşanma olayı gerçekleşemez.
Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur: "Evlenin, boşanmayın.
Zira talaktan, boşanmadan Arş-ı Ala titrer."
Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: "Allah-u Teâlâ'nın hiç sevmediği
helal şey talaktır." Eşler şaka yoluyla dahi birbirlerine boşandıklarını
söyleyemezler, çünkü ağızdan çıkan en ufak bu türden bir şaka dahi evli
çiftlerin boşanmasına sebebiyet verebilir.
Çocukların Ailesine Karşı Sorumlulukları:
Cenab-ı Hakk buyuruyor ki: Eğer onlar (anne ve baban) sence ilimde (yeri)
olmayan herhangi bir şeyi bana eş tutman üzerinde seni zorlarlarsa, onlara
itaat etme! Onlarla, dünyada iyi geçin! Bana dönenlerin yoluna uy! Nihayet
dönüşünüz ancak banadır. (O vakit), ben de size, ne yapıyor idiyseniz, onu
haber veririm. (Lokman:15) Bu ayet-i kerimenin tefsirinde Fahreddin-i Razi
hazretleri şu açıklamalara yer veriyor:
Söylediklerinde, Allaha itaati terk etme durumu bulunmadığı sürece,
anne-babanıza hizmet etmeniz vaciptir; onlara itaatte bulunmanız
gereklidir. Ama onların tavırları böyle bir neticeye (isyana) götürüyorsa,
onlara itaat edilmez! Cenab-ı Hakk burada, Bana dönenlerin yoluna uy!
buyurmuştur ki, bu, onlara cisminle-bedeninle sahip çık. Çünkü onların
hakkı, senin bedenin üzerindedir. Fakat, aklınla da Resulüllah (s.a.v.)ın
yoluna uy! Çünkü Resulüllah (ve onun varisleri) de, tıpkı babanın, senin
bedenini terbiye edip büyütmesi gibi, aklını ve ruhunu terbiye edip
büyütmektedir, demektir. (Tefsir-i Kebir)
Fahr-i Kainat (s.a.v.) Efendimiz de, Allahın rızası, anne ve babayı
kendisinden memnun ve razı etmekle kazanılır buyurmuşlardır.
Çocukların anne ve babalarına karşı vazifeleri; gerek Kuran-ı Kerimde,
gerekse Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)in mübarek sözlerinde apaçık beyan
olunmuştur.
Bunları şu şekilde maddeleştirebiliriz:
1)Annesine ve babasına nazik davranmak, maddi ve manevi imkanı nisbetinde
onlara iyilikte bulunmak.
2)Anne ve babaya karşı dili ile veya tavır ve hareketleriyle, en ufak bir
hürmetsizliği ve bıkkınlığı andıracak hiçbir davranışta bulunmamak.
3)Anne ve babaya sert söylememek ve gönüllerini kıracak bir dil
kullanmamak, kaba bir harekette bulunmamak.
4)Yüzlerine sert ve öfkeli bakmamak, onlara karşı ekşi ve asık suratlı
olmayıp güler yüzlü ve yumuşak sözlü olmak.
5)Çağırdıkları vakit hemen yanlarına koşmak, her ne söylerlerse yumuşak ve
tatlı sözle karşılık vermek.
6)Anne ve babamızın bütün dediklerini, Allaha itaatsizlik ve dininin
emirlerine aykırılık olmadıkça, ciddiyetle dinlemek ve kabul etmek.
7)Her hususta onların rızasını kazanmaya, onları kendimizden memnun
bırakmaya çalışmak.
8)Onların hizmetlerine koşmayı, kendi hizmetlerimize ve mühim işlerimize
tercih etmek.
9)Onları yardıma muhtaç vaziyette görünce, bütün varlığımızla yardımlarına
koşmak ve bu vazifeyi yaparken de izzet-i nefislerini asla kırmayarak seve
seve yapmaya çalışmak.
10)Bir yerde otururken annemiz veya babamızın gelmesi halinde, hemen ayağa
kalkmak ve onlar oturmadıkça yahut müsaadelerini almadıkça oturmamak.
11)Yolda yürürken önlerine geçmemek.
12)Onlardan müsaade almadan bir yere müsafirliğe gitmemek.
13)Vefatlarından sonra onları daima rahmetle anmak, arkalarından hayır dua
etmek, onlar için hayırlar yapmak, vasiyetlerini yerine getirmek,
dostlarına ikram etmek, onlara başkasının fena ve kaba sözler söylemesine
sebep olmamak.
İşte bütün bunlar, Müslümanlığın bize öğrettiği ahlaki vazifelerdir.
Bunları yapmak hususunda kusur göstermemek, ihmalkar davranmamak lazımdır.
Anne ve babamıza ne kadar iyilik yapar, onları kendimizden memnun edersek,
çocukları-mızdan da o derece iyilik görür, memnun kalırız. Sözlerimizi bir
hadis-i şerif mealiyle noktalayalım:
"Anne ve babasına iyilik yaparak onların gönüllerini alanlara müjdeler
olsun. Allah onların ömürlerini
bereketlendirir.
--
Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen |