Nesih Meselesi Üzerine Tartismalar

#1 von Kurban , 20.05.2012 08:47

NESİH MESELESİ

Nesih, lügatte: Men' ve izale kılmak, tağyir ve iptal etmek, bozmak, bir şeyi başka bir şey yerine getirip koymak mânalarına gelir. Yazının, yazılı olduğu yerden başka bir sahifeye nakli de nesihtir, buna istinsah deriz.
Fıkıh usulcülerine göre ise Nesih: Mukaddem tarihli bir nassın, ayetin hükmünü, muahhar tarihli bir nas ile değiştirmektir. Bir hükmü şer'inin hilâfına sonradan diğer bir delili şer'inin delâlet etmesidir. Sonradan gelen yeni hüküm, eski hükmü kaldırır. Meselâ: Kabir ziyareti memnu idi. Sonra gelen bir nasla bu yasak kaldırıldı, mübah oldu. Kıble Beyti Mukaddese doğru idi, sonradan bu hüküm değiştirilerek Kâbe'ye çevrildi.
والذين يتوفون منكم "Vellezine Yüteveffevne minkum" âyetiyle kocası ölen kadınların vefat iddeti bir sene idi. Diğer âyetle bu müddet dört ay on güne indirildi.
Usulcüler arasında bir çok gürültülere yol açan ihtilaflı meselelerden biri de nesih meselesidir. Evvelâ meselenin özü şudur: Yahudiler alelıtlak neshi inkâr ederler. Yâni İslâmiyetin Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin ahkâmını değiştireceğini kabul etmezler. Çünkü cehl ve caymağı icab edermiş.
"Mâ nenseh min âyetin ev nünsiha, ne'ti bihayrin minha" Âyeti Kerimesi onlara cevaptır. Kur'an, Tevrat ve İncil'in ahkâmını nesih ettiğini beyandır. İşte bundan dolayı, Ebu Müslim Isfahani "Muhammed Bini Bahr" siyak karinesiyle buradaki neshi kütübi sâlifeye hasrediyor ve bundan Ebu Müslim neshi inkâr edip çıkıyor. Ebu Müslim esas itibariyle neshin aklen mümkün ve caiz, hattâ vâki olduğunu kabul ettikten sonra Kur'an'da vukuunu kabul etmiyor. Onun inkârı Yahudilerin inkârı gibi değildir. Aklen cevazını ve diğer dinler hakkında vukuunu kabul ediyor, Kur'an'ın Kur'an'la neshini kabul etmiyor. Onun ken-dine göre bir görüşü var. İş biraz da ıstılah farkı. Biraz izah edelim:
Eskiden nesih kelimesi çok suistimal edilmiş, mutlakı takyid eden, âmmı tahsis kılan, mücmeli beyan eyliyen şeylere, istisnalara bile nesih deyip geçmişler. Böylelikle nâsih ve mensuh âyetler listesi kabarmış da kabarmış.
Ebu Müslim de onların aksine nesih var denilen âyetlere "Tahsîs" vesaire adım veriyor: "Filân âyet filân âyeti nesih ediyor" yerine "Tahsis" ediyor diyor.

Yoksa Kıblenin baştan Beyti Mukaddese olup sonra Kâbe'ye çevrildiğini inkâr ediyor demek değildir. Istılah farkından ibaret, zahiri bir ihtilaf!
Az sonra geleceği üzere bir çokları neshi gayet azaltıyor, eskilerin geniş bir tesamuhla nesih dediklerinin çoğu "Tahsis", "Takyid" adını alıyor.

Şeriatta tedrici kabul ettikten sonra neshi inkâr etmek olmaz. Ancak her şeye de nesih adı verilemez. Verilse bile mecazen ve müsamahaten olur. Âyetler çeşit ahval ve şeraite göre iniyordu. Sonra gelenler elbette değiştirecekti. Teşriî ahkâm tedricen yapılmıştır.

Nesihte nüzul tarihi mühim rol oynar. Hazreti Ali kadılardan birisine:
— Nâsih ve mensuhu biliyor musun? Diye sormuş.
— Hayır cevabını alınca:
— Kendin mahvolursun, başkalarını da mahvedersin! demiş. Böylelikle neshin ehemmiyetini belirtmiş.

Ebu Müslim'i istisna edersek, diğer bütün Müslüman uleması neshi kabul ettikten sonra yine aralarında ihtilafa düşmüşlerdir. Biz Hanefiyeye göre Kur'an ile Sünnet arasında da nesih cereyan eder. Şafii Kur'an'ın sünnetle neshine muhaliftir. Kur'an ancak Kur'an'la nesih olunur. Nesih ahkâmda, talepte cereyan eder. Vaad, vaid, kısas ve haberlerde cereyan etmez. Bu pek tabiî bir şeydir. Onlarda değişiklik olmaz. Onun içindir ki Mekkî sûrelerde pek nesih yoktur. Çünkü onlarda ahkâm azdır. Nesih cereyan eden sûreler Medenî sûrelerdir. Şatıbî, Mekkî âyetlerde nesih olmadığını söyler. Çünkü bunlar, zaruriyat, haciyat ve tahsiniyat nev'inden olan külliyattır, usulü dindir. Nesih ise cüz'iyatta cereyan eder.
Nesih kelimesini çok geniş bir müsamaha ile kullananlara göre Kur'an'daki sûreler nesih bakımından şöyle bir taksim yapılıyor:

1- Hem nâsih ve hem mensuh âyetler bulunan sûreler şunlardır:
Bakara, Al-i İmran, Nisâ, Mâide, Hac, Furkân, Şuâra, Ahzab, Sebe', Mü'min, Şûra, Zariyat, Tûr, Vâkıa, Mücadele, Müzzemmil, Müddesir, Küvviret ve Asır.

2- Şu altı sûrede nâsih âyetler vardır, mensuh yoktur:
Fetih, Haşir, Münafikun, Tegabün, Talak, A'lâ.
3- Kırk sûrede mensuh âyetler vardır, nâsih yoktur.
4- Kalan sûreler ise nesihten hâlidir. Ne nâsih, ne mensuh vardır. Çoğu Mekkî olan onlar da şunlardır: Fatiha, Yusuf, Yâsin, Hucurat, Rahman, Hadid, Saf, Cumua, Tahrim, Mülk, Hâkka, Nuh, Cin, Mürselât, Nebe', Naziat, İnfitar, Mutaffifin, İnşikak, Fecir, Beled, Şems, Leyl, Duha, Şerh, Tiyn, İkra', Kadir, Beyyine, Zelzele, Adiyat, Karia, Tekâsür, Hümeze, Fil, Kureyş, Maun, Kevser, Kâfirun, Nasr, Tebbet, İhlâs, Felak, Nâs.
Usulcülere göre mensuh âyetler üç nevidir:

1- Hem tilâveti, yâni nazmı, hem de hükmü mensuh olan âyetler. Bu ihtilaflıdır.
2- Nazım ve tilâveti bakidir, âyet Kur'an'dadır, hüküm nesih olunmuştur ki, asıl nesih de budur.
3- Tilâveti nesih olunmuştur, hükmü bakidir. Recm âyeti gibi, bu kısım ihtilaflıdır.
Görülüyor ki asıl neshin vaki olduğu kısım ikinci kısımdır: Hükmü nesih olunmuştur. Ayet Mushaftadır. Okunur. Kur'an hükmünü hâizdir. Bunun hikmetine gelince: Teşrîdeki tedrici göstermektir. Sonra burada diğer bir hikmet de vardır ki, o da Kur'an'dan hiç bir şeyin zayi olmadığını anlatır. Hükmü nesih edilen âyetler bile Kur'an'da bakidir. Onlar okunarak sevap kazanılır.

Nesih ihtiva ettiği hüküm bakımından da bir kaç nev'e ayrılır.

1- Hafiften şiddetliye olur. Aşura orucu yerine Ramazan orucu farz kılınması gibi. Teşri' ahkâmdaki tedrici gösterir. Allahü Taala kullarının takatına göre azar azar teklif eder. Birdenbire ağır gelecek bir teklif karşısında bırakmaz. Onları İslâmiyete alıştırır ve ısındırır. Ümmetin Allaha itaatlarının derecesi nisbetinde çok sevap verir.

2- Şiddetli ve ağır bir hükümden hafife gidilir. İddet-i vefat bir seneden dört ay on güne indirilmiştir.
Bu nev'in hikmetine gelince: Baştan yapılan teklif kullara ağır geldiğinden lütuf ve merhamet buyurularak o kaldırılıp yerine daha hafif bir hüküm vazolunmakla o âyetleri okuyunca Allahın nimetini ve keremini hatırlar. Ne kolaylıklar göstermiş onu anlar.

3- Müsavi ile de nesih yapıldığı vakidir. Kıblenin tahvili gibi.

4- Yerinde bir bedel getirilmeden de bir hükmü şer'i nesih edilebilir. Yukarıda neshin suistimal edildiğini söylemiştik. Her şeye nesih adını
vererek kelimeyi geniş mânada kullandıkları gibi nesih vukuu sabit olmayan şeyleri de neshe karıştırıp ortaya atmışlardır. Bazı garip rivayetler vardır ki, ulema onların senetlerini çürütmüşlerdir.
Dalâlet ehli işi karıştırmak, zındıklar Müslümanları şaşırtmak için sureti haktan görünerek bunları uydurmuşlardır. Fakat bunlar İslâm ulemasının ince tetkik süzgecinden geçerek sağlamı çürüğünden ayrılmıştır.

Meselâ, Hazreti Aişe'den şunu rivayet ederler: "Ahzab Sûresi Peygamber zamanında 200 âyet olarak okunurdu. Osman Mushafı yazarken bugünkü kadar kaldı.''
İşin tuhaflığına bak, Hazreti Osman istinsah yaparken atmış demek. Halbuki o heyet öyle bir şey ne yaptı, ne de yapılması sözü geçti: Bazı rivayeti garibelerde ise uzun sûreler vardı, nesih olunmuş deniyor. Bunlar nelerdir, rivayeti uyduran bile bilmiyor.
Kadı Ebubekir Bakıllânî "İntisar" ında diyor ki; "Kur'an olarak nâzil olup sonra nesih edildiği rivayet olunan bu haberlerin hiç birisi sahih değildir. Çünkü bunlar hep haberi vahittir. Birbirine muarızdırlar. "Taaruz edince sukut öderler. Bunların ibareleri bile derme çatmadır. Bu gibi zayıf rivayetlere dayanarak: ''Kur'an'dan düşenler vardır." demek akıl kârı değildir.
Resulûllahın vefatiyle Kur'an'ın cümlesi muhkem olmuştur. Nesih olunamaz. "Osman âyeti attı" demek Kur'an tarihine bigâneliktir. Bu veya şu âyeti Kur'an'dı yolundaki rivayetlerin hiçbirisine itimad olunamaz. Bunların garabeti ve çürüklüğü meydanda. Sonra bunlar bir hüküm ifade eden, bir kaideyi değiştiren şeyler de değil. Nesihte hüküm bakımından ehemmiyeti haiz olan Rida' ve Recim meselesidir. Onları da yerinde göreceğiz.
Kur'an cem ve istinsah olunurken ashab arasında böyle bir ihtilâf çıktığına dair tek bir rivayet yok. Hiç bir sahabe: "Mal, Recm, Rida' âyeti atılmış, onları yazalım" demedi. Halbuki bu iş âşikâre yapılıyordu. İlân olunmuştu. Ashab hakkın zayi olmasına göz yuman kimseler değildiler. En ufak bir şeyi bile ihmal etmez, düzeltirlerdi. Öyle olduğu halde bunlar hakkında itiraz, ihtilaf duyulmadı. Onlar ki, Hazreti Peygamberle müşavere yaptıklarında ona bile itiraz ederler, söze karışırlardı. Mübahasa yaptıktan sonra Hazreti Peygamber, ashabın reyini kabul ettiği vakidir. Nâsih ve mensuh meselesi etrafında böyle bir gürültü olsaydı, onun akisleri duyulurdu. Dinin esası olan Kur'an-ı Kerim'e taallûk eden bir meseleyi sükûtla geçirmezlerdi. Onun için nesih meselesini dile dolayıp ta Kur'an'dan atılanlar var, denemez.

Kur'an'da nesih vardır, yok diyemeyiz. Fakat o kadar da çok değildir. Meselâ yukarıda bir taksimde bir çok sûrelerde nâsih ve mensuh bulunduğuna işaret olunuyor. Asır Sûresi hem nâsih, hem mensuh âyet bulunan sûreler meyanında sayılıyor. Halbuki bu sûrede istisna vardır; nesih değil. İstisnaya nesih adını takıp gitmişler. Ahkâm-ı Kur'an sahibi İbnil-Arabî nâsih ve mensuhları azaltır. Süyutî İtkan'ında mensuh olan âyetlerin sayısını yirmi bire indirir. Hintli Veliyyullah ta "El feyzül-kebir" adlı usuli tefsirinde Süyutî'nin mensuh saydığı âyetleri inceliyerek bunlardan on altısı hakkında mensuhiyeti isbata imkân bulamıyarak Kur'an'da ancak beş âyetin mensuh olduğunun sübutunu söyler. Onun için nesih vardır; fakat azdır, diyoruz.

Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu'nda:
"Her şeyden evvel şu noktayı belirtmek isteriz ki, Kur'an-ı Kerim'den her hangi âyetin nesih edilmiş olduğuna dair bir tek Hadîs-i şerif rivayet edilmemektedir. Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Darimi, Muvatta' bunları tetkik eden, bunlara Zeyd Bini Ali'nin müsnedini, İbni Sa'd'ın Tabakat'ını, İbni Hanbel'in müsnedini, Tayalisi'nin müsnedini, İbni Hişam'ın siyerini, Vak-idi'nin megâzisini ilave eden müteşerrik Wenisk'in fihristini tetkik ettim. Ve bütün bu ana kitapların ve bu mühim tarihlerin nesihten, nâsihten, mensuhtan bahseden tek bir hadis rivayet etmediklerine emin oldum."

Diyor ki bu sözü çok indîdir. Bu kadar kesin hüküm vermek için derin tetkik ister. Bir fihriste bakmak kâfi gelmez.
İslâm Ansiklopedisi muharrirlerinden A.J.Wensinck fihristini tetkik ile hüküm vermek ilim adamına yakışmaz. Adı geçen fihrist: Buhari, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî, İbni Mace ve Darımi'nin bab rakamını zikreder. Müslim, Muvatta', Zeyd Bini Ali'nin müsnedi ve Tayalisi müsnedinin hadîs rakamını söyler. Ahmet Bini Hanbel'in müsnedi, İbni Sa'd'ın tabakatı, İbni Hişam'ın siyeri ve Vakıdî'nin Megâzisinin sahife rakamlarını gösterir bir fihristtir, o kadar.

Bir diger Yazi
"Nesh kelimesi lugâtte, izâle etmek, gidermek, yok etmek, değiştirmek, tebdil, tahvil ve nakletmek manalarına gelir. Istılahta ise, bir nassın hükmünü daha sonra gelen bir nas ile kaldırmaktır, başka bir deyimle, şer'i bir hükmün başka bir şer'i delil ile kaldırılması veya mukaddem tarihli bir nassın hükmünü muahhar tarihli bir nas ile değiştirmek veyahutta, mukaddes bir metnin ilgası manasında kullanılır." (1)

Ne-sa-ha fi'il kökünden gelir…

Esasında "nesh" Arapların şu sözlerinden alınmıştır: "Güneş gölgeyi giderdi", "Rüzgar izleri gidererek onları sildi yok etti." (2)
Kur'an-ı Kerim'de hükmü kaldırılmış olan âyete "Mensûh", hükmü kaldıran âyete de "Nâsih" adı verilir. Emir veya nehiyle (yasak) ilgili hükümlerin bazıları, birçok hikmetler sebebiyle ya tamamen ortadan kaldırılır veya yerine konan bir hükümle değiştirilir.
Nâsih ve Mensûh ilmi sayesinde hangi ayetlerle amel edileceği, hangilerinin de hükümlerinin kaldırılmış olup amel olunmayacağı bilinir. (3)
"Biz neshettiğimiz veya unutturduğumuz bir âyetin (yerine) ya ondan daha hayırlısını yahut benzerini getiririz" (Bakara: 2/106)
"Usûl kitaplarında, sünnetin vazifelerinden ve Kur'ân'ı açıklama şekillerinden birinin nâsih ve mensûhu beyan etmek olduğu belirtilir. Şu hâlde sünnetin neshi beyan etmesi, neshe delâlet etmek suretiyle olmalıdır. Kur'ân'ın nüzûlünü müşahede eden sahabîler aynı mevzua dair olan âyetlerden mukaddem ve muahhar olanları bildikleri için Resûlullah'ın (s.a.s.) tasrihine lüzum kalmadan, her iki mânâsına göre neshe muttali oluyorlardı. Nitekim âyetlerin nüzûl sebeplerine de bu şekilde vakıf oluyorlardı. Binaenaleyh nüzûl sebeplerini öğrenmekte olduğu gibi, nâsih ve mensûhu öğrenmek için de başlıca kaynak sahabenin beyanından ibarettir. Fakat Resûlullah'ın (s.a.s.) bazı hadisleri mensûh âyetlere delâlet etmektedir. Buna dair misallere ise az rastlanmaktadır." (4)

"… Allah'ın ilmi, esbab ve müsebbebata (sebeplere ve neticelere) ayrı ayrı değil, birden taallûk ettiği gibi, nâsih ve mensûha da birden taallûk eder. Demek ki nesh aslına Allah'a göre nihaî hükmü beyan, kullara göre ise igâdır. Ancak, birinci hükmün sona ereceği vakit bildirilmediğinden, ikinci hükmün gelişinde, mahdut ilmimiz bunu tağyîr zannetmektedir. Allah Teâlâ bazı hükümlerini, diğer bazı hükümlere naklettiğinde, Zatına daha önce gizli kalan bir durumun meydana çıkması söz konusu değildir. O, nâsihi de mensuhu da, mahlûkatı yaratmadan önce bilmektedir. Fakat yüce hikmetiyle, mensûh olan ilk hükmün, muayyen bir vakitte sona erecek bir hikmet ve maslahat ile sınırlı olduğunu da bilmektedir." (5)

Nasih ve Mensuh İlminin Önemi:

İcaz kitabının yazarı şöyle dedi: Sahih senedle rivayet edilmiştir ki Ali (r.a.) mescitte insanlara İslam'ı anlatan bir adam gördü. Ali ona: "Sen nasih ve mensuhu biliyor musun?" diye sordu. Adam: "Hayır, bilmiyorum." dedi. Ali ona: "Sen helak oldun ve insanları helake sürüklüyorsun." dedi. Ondan sonra adamı mescitten çıkarttı ve ona bir daha insanlara İslamı anlatmayı yasakladı. Bu rivayetin benzeri Abdullah İbn Abbas hakkında rivayet edildi. İbn Abbas hakındaki rivayette ise, Adam nasih ve mensuhu bilmediğini söyleyince İbn Abbas onu tekmeledi ve ona: "Helake uğradın ve insanları helake sürüklüyorsun." dedi.

"Kime hikmet verilirse ona çok hayır verilmiştir." (Bakara: 2/269) ayeti hakkında İbn Abbas şöyle dedi: Ayetteki hikmet'ten kasıt, Kur'ân'ı, nasih ve mensuhu, muhkemi-müteşabihi, mücmeli-mufassalı, daha önce nazil olanı daha sonra nazil olanı, haramı-helali ve Kur'ân'da verilen misalleri bilmektir.

Huzeyfe İbn Yeman (r.a.) şöyle dedi: "İnsanlara fetva veren kişiler üç türlüdür.

1) Kur'an'ın nasihini ve mensuhunu bilen kişi.

2) Kadı olarak tayin edilmiş ve başka çaresi olmayan kişi.

3) Fetva makamına layık olmayan fakat fetva veren kişi. Ben birinci ve ikinci kişilerden değilim. Üçüncü kişi olmaktan da Allah'a sığınırım."

Şeyh Hibetullah İbnü Selame Nasih ve'l-Mensuh kitabında şöyle dedi: Selef âlimlerinden şöyle bir söz nakledilmiştir: "Kitap ilmini öğrenen fakat nasih ve mensuhu bilmeyen kişinin ameli eksiktir. Çünkü böyle bir kişi yasaklananla emredileni, mübah olan ile haram olan şeyleri karıştırır." (6)


Neshi Bilmenin Yolları
Nâsih ve mensûh ancak şu üç şekilden biri ile bilinebilir:

1) Nâsih ve mensûh delillerin nüzûl veya vürûd zamanlarının bilinmesi. Bu da delilin kendi ibaresinde mevcut bir ifadeden, ya Sahabeden, iki delilden birinin diğerinden daha sonra nazil veya varid olduğuna dair gelen sarîh bir haberden, ya da icmadan anlaşılabilir. Dolayısıyla zaman itibariyle sonra gelen delil ötekini neshetmiştir.

2) Nâsih olan delilde, daha önceki bir delilin hükmünü neshettiğine dair açık ifade bulunması.

3) Sahabeden "Şu veya şu ayet veya hadis, şu ayet veya hadisi neshetmiştir" diye açık ve kat'î bir rivayetin bulunması.

Bunlar bilinmeden veya bu bilgiler olmaksızın bir müfessirin veya bir müctehidin re'y veya sözüne dayanılarak veya Mushaftaki sıralarına bakılarak ayetlerin nâsih veya mensûh olduklarına hükmedilemez (Suyûtî el-İtkân, II, 24; ez-Zerkânî, Menâhilul-İrfân, II, 209-210). (7)

Nesh Hakkında Genel Bilgiler
"Hafif olan hükmün ağır olan hükümle ve ağır olan hükmün de hafif olan hükümle neshi caizdir. Hafif olan hükmün ağır olan hükümle neshinin hikmeti: Ağır olan emre uymak suretiyle ecri kat kat artırmak, sabır ile dereceleri yükseltmektir. Ağır olan hükmün hafif olan hükümle neshinin hikmeti; cömert olan Allah'ın emri hafifletmesine rağmen kullarına rahmet olarak ecrini çoğaltmasıdır. O halde nesh kulların helalden harama veya haramdan helale, mübahtan yasağa veya yasaktan mübaha, hafiften ağıra veya ağırdan hafife çevrilmesidir. Bunların hepsi Allah'ın kulların maslahatını daha iyi bilmesindendir." (8)

"Nesh veya nâsih-mensuh mevzuu, Kur'ân ilimleri alanında üzerinde en çok durulmuş mevzulardan biridir. Ebû Müslim el-İsfahanî (Ö: H. 322) gibi birkaç âlim dışında Kur'ân'da neshin mevcudiyetini kabul etmeyen yok gibiyse, de mensuh âyetlerin sayısı konusunda farklı görüşler vardır." (9)

Kur'ân'da Mensuh Âyetlerin Sayısı

"Müfessirler ilk dönemde mensuh âyetlerin sayısını 260'a kadar çıkarıyorlardı. Mutezilî âlimlerden Ebû Müslim el-İsfahanî, Kur'ân'da neshin olmadığını iddia etti. Merhum Subhi es-Salih, neshi kabul eden veya etmeyen müfessirlerin bir kısmının, Kur'ân âyetlerinin birbirini ve Sünnet'in de âyetlerin hükümlerini ta'mim, tahsis, tafsil, takyit etmesi gibi mühim gerçekleri neshle karıştırmış olabileceklerini ileri sürer.
Celâleddin es-Suyutî, Kur'ân'daki mensuh âyetlerin sayısını 20 olarak tesbit etmiştir. Şah Veliyullah Dehlevî, bu sayıyı 5'e, Türkiye'de Ömer Rıza Doğrul da 0'a indirdi. Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu'nda Müslim'in bazı hadislerini mevzu, Suyûtî'yi de pek zayıf ilân ettikten sonra, bütün hadis kitaplarını karıştırdığı halde, nesh hakkında tek bir rivayet bulamadığını ve Kur'ân'da nesh olmadığını iddia eder. "Sana okutturacağız da unutmayacaksın." âyetini delil ittihaz edinir ve arkadan gelen istisnanın nefy ifade ettiğini ileri sürer. Bakara Sûresi'nde neshle ilgili âyetin, Kur'ân'ın önceki şeriatları neshini ifade ettiği iddiasıyla, neshi Ömer Rıza Doğrul gibi dünden bugüne kabul etmeyenler olmuştur." (10)

Mehmed Emre "Fetvalar" isimli eserinde ise nâsih ve mensuh âyetlerin sayısını 66 (11) olarak belirtmiştir.
es-Dihlevi ise "el-Fevzu'l-Kebir Fi Usuli't-Tefsir" adlı eserinde "Sonra gelen müfessirlerin ıstılahiyle ve hassaten bizim tercih ettiğimiz vecihe göre mensuh az bir sayıdır." (12) şeklinde belirtmiştir.

Neshin Çeşitleri:
Usûl âlimleri neshi, değişik bakış açılarından bazı türlere ayırmışlardır:

1) Kur'ân'ın Kur'ân'la neshi: Buna Bakara 180. ayetinin Nisâ 11. ayeti ile neshi misal olarak gösterilebilir.

2) Kur'ân'ın Sünnetle neshi: İmam Mâlik, Ebu Hanife'nin öğrencileri bu tür neshin caiz olduğu görüşündedirler. İki görüşünden birinde İmam Şâfiî ile İmam Ahmed, İbn Hanbel bu tür neshin caiz olmadığı görüşündedirler. Kur'ân ayetini ancak yine bir Kur'ân ayetinin neshedebileceğini söylemişlerdir. Bunlara göre mütevatir de olsa bir hadis herhangi bir Kur'ân âyetini neshedemez. Kabul eden âlimler ise Necm Suresinin 4 ve 5. ayetlerinde: "O, kendi arzusuna göre konuşmaz. O'nun sözü kendisine gelen vahyden başka birşey değildir" buyurulmasını delil göstererek Hz. Peygamber'in sözlerinin de nihayet vahye dayandığını, lafzı Hz. Peygamber'e, manâsı Allah Teâlâ'ya ait kudsî hadislerin bulunduğunu, dolayısıyla bunların da birer vahy olduğunu göz önünde bulundurarak Hz. Peygamber'in sözlerinin Kur'ân ayetini neshedebileceğini söylemişlerdir. Buna Bakara Suresinin 180 ayetinin "Varise vasıyyet yoktur" (Buhârî, Vasâyâ, 6; Ebu Davud, Vasâyâ, 6; Buyu', 88; Tirmîzi, Vasaya, 5) hadisi ile mensuh olduğunu misal vermişlerdir.

3) Sünnetin Kur'ân'la neshi: Hz. Peygamber'in kendi re'yi ile Mekke-i Mükerreme'de Beytul-Makdis'e doğru namaz kılarken daha sonraları bunun el-Bakara 144. ayeti ile neshedilip kıblenin Kabeye çevrilmesi örnek gösterilebilir.
4) Sünnetin Sünnetle neshi: Meselâ Hz. Peygamber, önce kabir ziyaretini yasaklamışken daha sonra "Size kabir ziyaretini yasaklamıştım, şimdi artık onları ziyaret ediniz" (Müslim, Cenâiz, 106; Nesâî, Cenâiz, 100) hadisi ile buna izin vermiştir. (13)

"Neshi kabul eden âlimler, Kur'ân-ı Kerim'de umumiyetle üç türlü neshin varlığına kaildirler:
Hükmü neshedildiği halde lâfzı baki kalan âyetler, "Her ne tarafa yönelirseniz yönelin, Allah'ın Vechi orasıdır." (Bakara Sûresi/2: 144) âyetinin neshetmesi gibi.
Lâfzı neshedilip de hükmü baki olan âyetler. Rivayet olarak Hz. Ömer'e isnat edilen recm âyeti buna misal olarak verilmektedir.

Hem hükmü hem de lâfzı neshedilen âyetler. "Âdemoğlunun iki vâdi dolusu malı olsa, bir üçüncüsünü de ister. Âdemoğlu'nun iç boşluğunu topraktan başka bir şey doldurmaz. Ancak, tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder." meâlinde bir âyetin var olduğu rivayet edilmekte ve üçüncü tür neshe delil gösterilmektedir." (14)
"Nesih Kur'ân ilimleri'nin en önemli konularından biri­dir. Âlimler neshi bilmeyen kişinin Kur'ân'ı tefsir edemeyeceğini ileri sürmektedirler. Kur'ân İlimleri kapsamına giren, sahabe ve tabiinin fazla ilgi gösterdiği konuların başında nasih mensuh meselesi gelir. Özellikle fukaha, nesh ko­nusuna fazlaca alaka göstermiştir. Bunun için Şafii, er-Risale'sinde nesh'e genişçe yer vermiştir." (15)

Bu gerçek Nur Külliyatında şöyle ifade edilir:
"Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hâtem-ül Enbiya'dan sonra şeriat-ı kübrası, her asırda, her kavme kâfi geldiğinden, muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta, bir derece ayrı ayrı mezheblere ihtiyaç kalmıştır." Sözler, 485"
Fer'î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir şahsa deva iken, şahs-ı âhere dâ' olur. Bu sırdandır ki, Kur'ân fer'î hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir." İşarât-ül İ'caz, 50

Nesh'le İlgili Âyetler

Kur'ân'da neshin varlığını savunanların en önemli dayanaklarından biri, bazı âyetlerin nesh'den bahsettiğine dair kanaattir. Bunlar: Bakara sûresi, 106; Nahl sûresi, 101; Ra'd sûresi 39 ve Al-i İmrân sûresi, 7. âyetleridir." (16)

Bir Baska Yazi Örnegi:

Kuran ayetlerinin nesh edilmesi ve dolayısıyla nasıh-mensuh ayetlerin oluşabilmesi için birkaç yol bulunmaktadır, fakat bunların hepsi doğru değildir, bazıları olabilir ve bazıları ise asla gerçekleşmez. Nesh çeşitleri şöyledir:

1-Hükmün Ve Ayetin Birlikte Kuran'dan Kaldırılması

Buna göre, şer'i bir hükme yönelik olan bir ayetin hem hükmünün ve hem de Kuran'da bulunan cümlesinin Kuran'dan kaldırılmasıdır. Böylesi bir nesh gerçekleşmemiştir ve gerçekleşmesi de imkânsızdır;
çünkü bu Kuran'ın mahiyetini zedeler. Başka bir ifadeyle böyle bir şeyi kabul etmek Kuran'da değişim ve tahrifin olacağını kabul etmektir, zira Kuran'dan bir ayetin düşürülesi Kuran'ın tahrif edilmesi demektir.
Bu çeşit neshin olduğunu iddia eden yalnızca Ayşe'dir. Kuran-ı Kerim'de başka bir çocuğa süt verme sonucu mahremiyetin oluşması hakkında hiçbir ayet bulunmamaktadır.
oysa Ayşe'den nakledilen bir rivayette böyle bir ayetin olduğu Peygamber'in vefatına kadar da okunduğu, ama sonraları ayetin yazılı olduğu şeyi keçinin yemesiyle bu ayette Kuran'dan kaldırılmıştır!

Sözde ayet şuydu: "On defa anne sütü içme sonucu mahremiyet oluşur." Bu ayetten sonra başka bir ayet geldi ve mahremiyetin oluşması için anne sütü içme beş defaya indi. Ayşe şöyle diyor: "Hem nasih hem de mensuh olan bu iki ayet bir kâğıt üzerine yazılmış ve yatağımın altına konulmuştu, fakat keçi odaya girdi ayetin yazılı olduğu kâğıdı yedi, böylelikle de o iki ayet yok oldu."

Hz.Ayşe'ye isnad edilen bu sözler çok yakışıksızdır, nasıl olur da Kuran ayeti bir keçinin yemesiyle yok olur? Rivayette Peygamberimizin vefatına kadar bu ayetlerin sahabeler tarafından okunduğu söylendi, bundan da anlaşılan o iki ayeti birçok sahabenin ezbere bildiğidir.
Peki, nasıl olur da bir keçinin yemesiyle ayetler zihinlerden de silinebilir. Acaba onca sahabenin içinde bu ayeti hatırlayacak bir kişi dahi yok muydu?

2-Hükmün Kalıp Ayetin Kuran'dan Kaldırılması
Bu durumda yüce Allah'ın belirlemiş olduğu hüküm olduğu gibi kalmaktadır, fakat kaldırılan ayettir yani o hükmün belirtildiği ayet Kuran'dan kaldırılmaktadır. Bu da Kuran için düşünülemez, fakat bu durumun gerçekleştiğini Ömer iddia etmiştir.

İkinci halife Ömer'e göre Kuran-ı Kerim'de şöyle bir ayet bulunmaktaydı: "Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ettiklerinde onları taşlayın. Bu Allah'tan bir cezadır.
O güçlü ve hikmet sahibidir." Ömer'e göre bu Kuran ayetiydi, fakat Kuran toplatıldığında Zeyd b. Sabit hiçbir neden olmadan Mushaf'a yazmadı.
Bu düşünceler sadece Ömer'in zannından oluşmaktadır ve Ömer'in de bu sözüne hiçbir şahidi bulunmamaktadır. Zaten bu yüzden kendi denetiminde bulunan ve Kuran'ı toplamayla görevli olan Zeyd bile Ömer'in bu iddiasını kabul etmemiştir.
Söz konusu farazi ayetler Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra mensuh kılınmıştır. Ama şeri'i bir hükme kaynak ve ispatına delil olarak gösterilen bir ayetin, lâfzen Kuran'dan kaldırılıp hükmünün de hiçbir dayanak olmadan baki kalması makul ve mümkün olabilir mi? Bu yüzden Şia âlimlerinin tümü bu gibi aslı ve esası olmayan rivayetlere ne önem vermiş ve ne de fetvaları için delil olarak kullanmışlardır.
3-Ayetin Kalıp Hükmün Kuran'dan Kaldırılması

Yüce Allah ayet nazil etmekle bir hüküm belirlemiştir fakat bir süre sonra o hükmü yürürlükten kaldırmış, ama ayeti Kuran'dan çıkarmamıştır. Hükmü kaldırılan ayet, olduğu gibi Kuran'da bulunmakta ve okunmaktadır. Bu tür bir neshi âlimlerin büyük çoğunluğu kabul etmişlerdir ve gerçekleştiğini söylemişlerdir. Bu nesh çeşidi üçe ayrılmaktadır:

Bir: Ayetteki hükmün kesin sünnet veya icma ile nesh edilmesi.

İki: Bir ayetin hükmünün başka bir ayetin hükmü ile nesh edilmesi.

Üç: Ayet ile ilgili hükme nazır olmayan başka bir ayet ile nesh edilmiş olması. Bu nesh iki ayet arasında çelişkili anlamdan ve ikinci ayetin önceki ayetten sonra nazil olmasına binaen gerçekleşmelidir.
Üstat Ayetullah Hoi (r.a) yalnızca ikinci şıktaki neshi kabul etmiştir. Birinci şıkta yer alan nesh için bir delil ve örnek bulunmamaktadır, üçüncü şıktaki neshi ise kabul etmemiş ve imkânsız olduğunu söylemiştir; çünkü böyle bir şeyi kabul etmek Kuran'da çelişkinin olduğunu kabul etmek olur oysa Kuran'ın hiçbir ayetinde tutarsızlık söz konusu değildir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Hâlâ Kuran üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı."

4- Şartlı Nesh:

Neshin bu şıkkında, önceki hükmün kalkmasının nedeni şartların değişmesiydi, bu yüzden eğer eski şartlar yeniden oluşursa mensuh olan hüküm gene geçerlidir fakat oluşmazsa yeni hüküm geçerlidir.

Velhâsıl, hem mensuh ve hem de nasih kendilerine özel zamanlarda değerlendirilir ve uygulanılır.

Üçüncü şıkta nesh mutlaktı ve tekrar edilmesi söz konusu değildi, ancak buradaki nesh mutlak olmayıp mukayyettir.
Neshin bu çeşidi belki de bazıları için yeni olabilir, ama mensuh olarak nitelenen birçok ayet üzerinde iyice düşünüldüğü takdirde mutlak şekilde nesh edilmedikleri bilakis şartlı olarak nesh edildikleri anlaşılacaktır. Diğer bir tabirle, şartların değişmesi ve durumun düzelmesine binaen önceki hüküm nesh edilmiştir, eğer eski zamansal ve mekânsal şartlar oluşursa mensuh olan ayet yeniden yürürlülüğe girer ve uygulanmalıdır.

Şartlı nesh için verebileceğimiz en iyi örnek "safh" ayetidir, bu ayetle yüce Allah inananlara müşriklerin zulüm ve işkenceleri karşısında sabretmeleri emrini vermektedir.
İslam'ın ilk yıllarında özellikle de Mekke döneminde, Müslümanlar azınlık ve güçsüz oldukları için, müşriklerin onca zulmüne karşı sabretmeleri gerekmekteydi, zira karşı koymaya çalışsalardı tamamen yok olacaklardı. Bunu yüce Allah o zamanın Müslümanlarına şu şekilde buyurmaktadır
Ayette geçen "Eyyamullah" tabirinden maksat korku ve dehşetli ilâhî azabın geçekleştiği günlerdir, nitekim başka bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

"…onlara Allah'ın (geçmiş kavimlerin başına getirdiği felâket) günlerini hatırlat…"
Yani ilâhî azaptan endişe duymayan, başlarına gelecekten çekinmeyen ve korkmayanlara vaat edilen azap günlerini hatırlat ki, onlar İslamî bağış ve merhamete lâyık değillerdir.

Bunun için ayetteki özveri ve müsamaha ile ilgili emir yalnızca Müslümanların zayıf ve güçsüz oldukları zaman için geçerlidir, o günün şartlarında Müslümanların korunması için bu emre uyması gerekiyordu, fakat Müslümanlar düşman karşısında güçlü olunca savaşma ve direniş izni verildi.

"Kendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir."
Bu ayettin peşi sıra ise şu ayetler indi: "Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et." "Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın."
"Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin."
Bu gibi ayetleri şartlı neshe örnek olarak getirmemizin nedeni şudur: şartlı olarak nesh edilen ayetler zaman ve mekân şartlarına bağlı ayetlerdir, herhangi bir zaman ya da mekânda, bu ayetlerin nazil olduğu günlerde hâkim olan şartlar yeniden oluşursa hüküm yeniden yürürlüğe girer.

Yani ne zamanki Müslümanlar düşman karşısında zayıf oldu toleranslı olmalı, yok olmamak için sabretmesini bilmeli ve güçlendi zaman düşmanın karşısında durup, direnmelidir.
Bazı hükümleri aşamalı olarak yürürlüğe sokan ayetlerde bunun gibidir, dolayısıyla önce yumuşak bir ifade ile hüküm beyan edilmiş ve daha sonra da ifade tarzı gelişmelere paralel olarak şiddetlenmiştir. Bunun için en güzel örnek Kuran-ı Kerim"in cihad ayetleridir; önce savaşa izin verildi:

"Kendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi." Daha sonra Müslümanların savaşa teşvik edilmeleri ve düşmanların saldırılarına karşı misillemede bulunma ayetleri indi:
"Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et." "Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın."
Bir sonraki aşamada ise cihat hükmü İslam memleketinin içinde yahut etrafında yaşayan kâfirleri ve inatçı kitap ehlini de kapsamı alanına aldı.

En sonunda ise kâfirlere ve müşriklere karşı mutlak anlamda savaşılmasına ve görülen yerde öldürülmelerine dair hüküm indirildi:
"…müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün…" Yukarıdaki ayetlerin hükmünü gerekli kılan farklı aşamaların bugünde yeniden oluşması mümkündür, her emir zaman ve mekân şartlarına uygun olarak geçerliliğini korur.
Dolayısıyla bu tür ayetlerde mutlak anlamda bir nesh söz konusu değildir, içkiyi aşamalı olarak haram kılan ayetler de bu türdendir. Ayrıca aşamalı olarak teşri edilen hükümlerin hiç birinde mutlak nesh söz konusu değildir, bu ayetlerle ilgili nesh şartlı neshtir.

Mensuh Ayetlerin Sayısı

Eski âlimlerin neshi tanımlamalarına göre kabul edip, nesh için gerekli olan şartları görmezlikten gelenler
Kuran-ı Kerim"de 228 ayete kadar mensuh ayetin olduğunu söylemişlerdir. Bu rakam oldukça abartılı olup, nesh olgusunun kural ve ölçüleriyle bağdaşmamaktadır.
Suyuti el-İtkan kitabında mensuh ayetlerin sayısını bu kadar çok gösterenleri eleştirdikten sonra, sadece 21 ayetin mensuh olduğunu söylemektedir.
Üstat Ayetullah Hoi "Necva" ayeti dışında Kuran"da başka bir mensuh ayetin olmadığı görüşündedir.
Fakat bu çerçevede yukarıda getirmiş olduğumuz ayetlerle birlikte, şartlı neshi de kabul edecek olursak bu durumda mensuh ayetlerin sayısı yirmiyi geçmeyecektir. Bunlarında çoğu mutlak nesh değillerdir.

Nesh Hakkında Bazı Şüpheler
Buraya kadar yapmış olduğumuz açıklamalarla, nesh hakkında birçok şüphe ve sorununda cevabını vermiş olduğumuz kanaatindeyim. Lâkin yine de nesh hakkında ortaya atılmış bazı şüpheleri getirerek cevabını verelim:
Bir: Teşrideki (yasamada) nesh, tekvindeki beda hâdisesi gibidir, ikisi de eşanlamlı kelimelerdi ve gerçek anlamda yüce Allah için böyle bir şey kesinlikle imkânsızıdır; çünkü her ikisi içinde yeni bir görüşün şekillenmesi söz konusudur, yani daha öncede öneminin farkına varılmamış yeni bir düşüncenin oluşmasıdır. Bu ancak geçmişte bilgisiz olan ve şimdi bunun farkına varan için geçerlidir, böyle bir yaklaşım geçmişteki bir bilgisizliği gerektirir, bu da ilmi varlığın tüm zerrelerini kuşatmış olan mutlak âlim Allah"ın ilmiyle çelişmektedir

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 20.05.2012 | Top

RE: Nesih Meselesi Üzerine Tartismalar

#2 von Kurban , 20.05.2012 09:19

NESH



İzale, bertaraf, ibtal ve yok etme; izale edilen şeyin yerine başka birinin konulması veya konulmaması, nakletme, kaldırma, hükümsüz kılma, istinsah etme, değiştirme, tahvil etme (nesha) fiilinin mastarıdır. Nesh kelimesinin bu manâlardan hangisinde hakikat, hangilerinde mecaz olduğu konusu ihtilaflıdır. Bazı ilim adamları "izale ve iptal etme" manâsında hakikat, diğerlerinde mecaz olduğunu söylemektedirler.

Istılah âlimlerince nesh değişik şekillerde tarif edilmiştir. Neshin, ıstılâhî tariflerinin ortak noktaları alınmak suretiyle şu şekilde tarifi mümkündür: "Nesh, şer'î bir delil ile sabit şer'î ve fer'î bir hükmün daha sonra gelen yeni şer'î bir delille kaldırılması, ilgası, tebdil ve tağyîr edilmesidir." Bu şekilde kendinden önceki hükmü kaldıran delile "nâsih", hükmü kaldırılan delile de "mensûh" denilir.

Neshin caiz olup olmadığı ve vukûu konusunda İslam alimleri arasında değişik görüşler vardır.

Sadece Kur'an-ı Kerim'le kayıtlı olmaksızın neshin caiz olup olmadığı konusu muhtelif din mensupları ve İslâm âlimleri arasında ihtilâflı konulardandır. Bu ihtilâf önce caiz olup olmadığı, sonra da caiz ise vuku bulup bulmaması hususundadır. Nihayet son bir ihtilâf konusu da bunun İslâm şeriatinde olup olmadığıdır.

Bu husustaki tartışmaları:

a) Nesh, aklen ve naklen mümkün müdür?

b) Şayet caiz ise bilfiil vukubulmuş mudur?

c) İslâm'da, yani Kur'an ve Sünnette nesh caiz midir?

d) Şayet İslâm'da nesh caiz ise vukubulmuş mudur?

e) İslâm'da nesh caiz ve vukubulmuşsa nerelerdedir? şeklinde maddeleştirmek mümkündür.

Nesh konusunda ihtilâf edenler bu soruların cevabını vermeye çalışmışlar ve her bir görüş sahibi delillendirmek suretiyle bu sorulara müsbet veya menfî cevaplar vermeye başlamışlardır.

Müslüman âlimlerin cumhuru neshin hem eski şeriatlerde, hem de İslâm'da caiz ve vaki olduğunu kabul etmişlerdir.

Neshin en şiddetli karşıtları yahudilerdir. Zira yahudi âlimleri, neshi kabul ettikleri takdirde bunun, kendi şeriatlerinin neshedilmiş olduğu neticesine varacağını çok iyi anlamış durumundaydılar. Bu yüzden nesh konusu gündeme gelince buna şiddetle karşı çıkmışlardır.

Bunun yanında daha İslâm'ın ilk intişarı yıllarında müşrikler neshi İslâm için bir kusur olarak görmüşler ve "Görmüyor musunuz, Muhammed ashabına dün emrettiğini bugün değiştiriyor; bugün yapılmasını emrettiği bir şeyi yarın kaldırıyor!" diyerek İslâm ile alay etme yolunu tutmuşlardı.

Hz. Peygamber (s.a.s) İslâm'ın, eski şerîatleri kaldırdığını ve hükümsüz bıraktığını ilân ettiği zaman yahudiler kendi dinlerinin kıyamete kadar bâkî kalacağı ve Hz. Muhammed'in getirmiş olduğu dinin kendi dinlerini neshedemeyeceğini ileri sürerek neshe karşı çıktılar.

Hz. Peygamber'in ashabı ve Tâbiûn içinde nesh aleyhinde konuşan, onun aklen ve naklen caiz olup olmadığı konularında gerek müsbet, gerekse menfi fikir ileri sürenlere rastlamıyoruz. Diğer taraftan neshin aklen ve naklen caiz olup olmadığı konularında müslümanlar arasında yine herhangi bir görüş ayrılığı görülmemektedir. Ancak, neshin nerelerde olup olamayacağı, Kur'an ve hadiste nerelerde nesh meydana geldiğinde bazı ihtilâflar mevcuttur.

Kur'an-ı Kerim'de neshin caiz olmadığını ilk ileri süren, Mu'tezile âlimlerinden olan Ebû Müslim Muhammed İbn Bahr el-Isfahânî (öl. 322/934)'dir. Daha sonra gelen Hindistanlı âlim Şah Veliyyullah Dihlevî (öl. 1176/1762) de Ebu Müslim'in şüphelerine dayanarak bu hususta birtakım iddialar ortaya atmış ve Kur'an'da neshin olamayacağını, mensuh sayılan ayetlerin aslında mensuh olmayıp muhkem olduklarını, bazılarında tahsis veya te'lifin mümkün olduğunu ileri sürmüştür.

Son zamanlarda Mısır'ın tanınmış alimlerinden Dr. Muhammed Tevfik Sıdkı da Kur'an-ı Kerim'de neshin vukuunu şiddetle reddedenler arasındadır. 1906 senesinde el-Menâr dergisinde neşrettiği "en-Nâsih vel-Mensûh" adlı makalesinde bu nazariyesini geniş bir şekilde ve müdellel olarak izah etmiştir. Türkiye'de "Tanrı Buyruğu" adlı Kur'an-ı Kerim mealinin müellifi Ömer Rıza Doğrul da bu nazariyeyi destekleyenlerdendir. Günümüzde de bazı ilim adamları aynı nazariyeyi benimsemiş görünmekte ve Kur'an-ı Kerim'de neshi kabul etmemektedirler.

Neshin caiz olduğu görüşünde olanlar bunu, Kur'an-ı Kerim'deki şu ayetlerle delillendirmektedirler:

1) "Biz, bir ayeti ondan daha iyisini veya onun gibisini getirmeden neshetmeyiz veya unutturmayız" (el-Bakara, 2/106).

2) "Biz bir ayeti diğer bir ayetin yerine tebdil ettiğimiz, değiştirdiğimiz zaman -Allah ne indireceğini en iyi bilir- derler ki: Sen yalnız bir müfterisin. Hayır onların pek çoğu bilmezler" (en-Nahl, 16/101).

3) "Yahudilerin zulümleri onların birçoğunu Allah yolundan alıkoymaları, nehyedilmelerine rağmen faiz almaları, halkın mallarını haksız yere yemeleri sebebiyledir ki Biz, (evvelce) kendilerine helâl kılınan temiz ve güzel şeyleri onlara haram kıldık" (en-Nisâ, 4/160-161).

4) "Ayetlerimiz onlara apaçık deliller olarak okunduğu zaman bize kavuşmayı ummayanlar. "Ya bize bundan başka bir Kur'an getir, yahud onu değiştir" dediler. De ki: "Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olmayacak şeydir. Ben, bana vahyolunagelenden başkasına tâbi olmam. Eğer Rabbime isyan edersem şüphesiz büyük günün azabından korkarım" (Yunus, 10/15).

5) (Ey Habibim) Biz seni okutacağız da sen asla unutmayacaksın. Ancak Allah'ın dilediği müstesna. Çünkü O âşikârı da bilir, gizliyi de" (el-Âlâ, 87/6-7).

Neshin Kur'an-ı Kerim'de olmadığını iddia edenler bu ayetlerin neshin Kur'an'da vukuuna değil de neshin aklen caiz olduğuna delil kabul, eder veya bu neshi geçmiş şeriatlere tahsis ederler.(Bu ayetlerin neshe delalet vecihleri ve bunlar üzerindeki tartışmalar hakkında geniş bilgi için bk. Ali Hasen el-Arîd, Fethul-Mennân, s. 85-124).

Aralarında meşhur müfessirlerin de bulunduğu ve müslüman âlimlerin ekseriyetinin sahip olduğu görüş, neshin cevazı ve vukuudur. Bunlara göre Kur'an-ı Kerim, kendisinden evvel indirilmiş semâvî kitapları neshettiği gibi yeni kurulmaya başlanan İslâm toplumunun inkişaf ve tekâmülü icabı emir ve yasakları ihtiva eden bazı ayetlerin hükümlerinin sonradan kaldırılmasından daha tabii ne olabilir? Kaldı ki nesh keyfiyeti, ebedî olan akîdelere dokunmayıp sadece ahkâmdaki emir ve yasaklara inhisar etmektedir. Aynı zamanda bu değiştirme müminlerin, dinî vecibelerini daha kolay ve pratik bir şekle sokma maksadıyla meydana gelmiştir. Bu yüzden nesh keyfiyetini Allah Teâlâ'ya yakıştırmamak gibi bir düşüncenin temeli yoktur. Zira bu nesh keyfiyeti Allah Teâlâ'ya nazaran değil, kullara nazarandır.

Nesh konusunda ittifak halinde olan İslâm âlimleri nâsih ve mensûh hakkında ihtilâf etmişlerdir. Nâsih hakkında ihtilâfları daha ziyade hadislerin Kur'an ayetlerini nesh edip edemeyeceği konusundadır. İmam Şâfiî'nin de içlerinde bulunduğu bir grup müctehid, Kur'an ayetini ancak yine bir Kur'an ayetinin neshedebileceği görüşündedirler. Bunlara göre mütevatir de olsa bir hadis herhangi bir Kur'an ayetini neshedemez.

Diğer bir kısım âlimler ise Necm Suresinin 4 ve 5. ayetlerinde: "O, kendi arzusuna göre konuşmaz. O'nun sözü kendisine gelen vahyden başka birşey değildir" buyurulmasını delil göstererek Hz. Peygamber'in sözlerinin de nihayet vahye müstenid olduğunu, lafzı Hz. Peygamber'e, manâsı Allah Teâlâ'ya ait kudsî hadislerin bulunduğunu, dolayısıyla bunların da birer vahy olduğunu göz önünde bulundurarak Hz. Peygamber'in sözlerinin Kur'an ayetini neshedebileceğini ileri sürmüşlerdir. Yalnız burada bir şart ileri sürülmektedir ki buna göre Kur'an ayetini neshedebilecek hadisin Hz. Peygamber'in şahsî ictihadına dayanmaması gerekir. Allah Resulünün bizzat kendi ictihadı olduğunu belirttiği söz ve sünneti Kur'an ayetini neshedemez (Bu görüşü İbn Habîb en-Neysâbûrî tefsirinde naklediyor, bk. Suyutî, el-İtkân, II, 21.)

Neshin Türleri Usûl âlimleri neshi, değişik bakış açılarından bazı türlere ayırmışlardır:

1) Kur'an'ın Kur'an'la neshi: Buna Bakara 180. ayetinin Nisâ 11. ayeti ile neshi misal olarak gösterilebilir.

2) Kur'an'ın Sünnetle neshi: İmam Mâlik, Ebu Hanife'nin öğrencileri ve cumhuru mütekellimîn bu tür neshin caiz olduğu görüşündedirler. İki görüşünden birinde İmam Şâfiî ile İmam Ahmed, İbn Hanbel ve Zahirilerin çoğu da bu tür neshin caiz olmadığı görüşündedirler. Sünnetin Kur'an'ı neshini caiz görenler buna Bakara Suresinin 180 ayetinin "Varise vasıyyet yoktur" (Buhârî, Vasâyâ, 6; Ebu Davud, Vasâyâ, 6; Buyu', 88; Tirmîzi, Vasaya, 5) hadisi ile mensuh olduğunu söylemektedirler.

3) Sünnetin Kur'an'la neshi: Hz. Peygamber'in kendi re'yi ile Mekke-i Mükerreme'de Beytul-Makdis'e doğru namaz kılarken daha sonraları bunun el-Bakara 144. ayeti ile neshedilip kıblenin Kabeye çevrilmesi örnek gösterilebilir.

4) Sünnetin Sünnetle neshi: Meselâ Hz. Peygamber, önce kabir ziyaretini yasaklamışken daha sonra "Size kabir ziyaretini yasaklamıştım, şimdi artık onları ziyaret ediniz" (Müslim, Cenâiz, 106; Nesâî, Cenâiz, 100) hadisi ile buna izin vermiştir.

Kur'an-ı Kerim'de nesh de kendi içinde dörde ayrılır:

1) Kıraat ve hükmün birlikte neshedilmesi: Bu tür neshin caiz olduğu görüşünde olanlar azdır. Bunu caiz görenler Hz. Âişe'den nakledilen "Süt kardeşliğinin (Radâ') tesbitinde beş emmenin yeterli olacağına dair olan ayetin daha sonra on emme ile sabit olacağına dair ayetle neshedilmesi”ni örnek gösterirler. Geçmiş şerîatlerin neshi de bu kısma dahildir. Çünkü o şeriatlerin kitaplarının da hem tilâvetleri, hem hükümleri neshedilmiştir" (el-Kâfiyecî, Kitâbu't-Teysîrfı Kavâidi İlmi't-Tefsîr, tercüme ve neşr: İsmail Cerrahoğlu, Ankara 1974, s. 75-76).

2) Hükmün neshedilip tilâvetinin bırakılması: Bu tür neshin ilki kıbleye dair olanıdır. Bunda el-Bakara 115. ayeti, aynı surenin 144. ve 149. ayetleri ile neshedilmiştir.

3) Tilâvetin neshedilip hükmün yerinde kalması: Bu tür neshe de ihtiyar ve evli zânîlerin recmedilmeleri hakkındaki ayet misal olarak verilmektedir. Bu konudaki nesh İbn Hıbbân'ın sahihindeki Ubeyy İbn Ka'b'dan rivayet edilen bir hadis-i şerife dayandırılmaktadır (ez-Zerkeşî, el-Burhân fı Ulûmi'l-Kur'ân, Mısır 1972, II, 35-37). Ebu Ca'fer en-Nehhâs, Muhammed Hudarî Bey, Dr. Muhammed Suad ve Dr. Mustafa Zeyd gibi âlimler bu tür neshi kabul etmemektedir (Ali Hasen el-Arîd, Fethul-Mennân, s. 223-230).

4) Hükmün vasfının neshedilmesi: Bu bir nesh olmayıp aslında meşhur bir haberle nass üzerinde bir ziyadeliktir.

Neshi Bilmenin Yolları Nâsih ve mensûh ancak şu üç şekilden biri ile bilinebilir:

1) Nâsih ve mensûh delillerin nüzûl veya vürûd zamanlarının bitinmesi. Bu da delilin kendi ibaresinde mevcut bir ifadeden, ya Sahabeden, iki delilden birinin diğerinden daha sonra nazil veya varid olduğuna dair gelen sarîh bir haberden, ya da herhangi bir asırda iki delilden birinin diğerinden muahhar olduğuna dair vaki olan icmadan anlaşılabilir. Dolayısıyla zaman itibariyle muahhar olan delil ötekini neshetmiştir.

2) Nâsih olan delilde, daha önceki bir delilin hükmünü neshettiğine dair açık ifade bulunması.

3) Sahabeden "Şu veya şu ayet veya hadis, şu ayet veya hadisi neshetmiştir" diye açık ve kat'î bir rivayetin bulunması.

Bunlar bilinmeden veya bu bilgiler olmaksızın bir müfessirin veya bir müctehidin re'y veya sözüne dayanılarak veya Mushaftaki sıralarına bakılarak ayetlerin nâsih veya mensûh olduklarına hükmedilemez (Suyûtî el-İtkân, II, 24; ez-Zerkânî, Menâhilul-İrfân, II, 209-210).

Kur'an-ı Kerim'de neshin caiz olduğu görüşündeki âlimlerin en zayıf tarafı Kur'an-ı Kerim'de ne kadar mensûh ayet olduğu konusunda ve hangi ayetlerin mensûh olduğunda ittifak edememiş olmalarıdır. Mensûh ayetlerin beş yüz civarında olduğunu söyleyenler yanında bunları dörde kadar indirenler de vardır. Meselâ; Abdurrahman İbn Ali İbnul-Cevzî (öl. 597/1201) mensûh ayetlerin sayısını 274 olarak verirken, Hibetullah İbn Selâme (öl. 410/1019) 235, Muhammed İbn Hazm (öl. 456/1064) 214, Ebu Ca'fer en-Nehhâs (öl. 338/949) 138, Abdülkadir el-Bağdâdî 66 olarak vermektedir. Ancak müteahhir birçok âlim Celâluddin es-Suyûtî'nin vermiş olduğu 22 sayısını aynen naklederken, Abdülazîm ez-Zerkânî bunlar üzerinde yaptığı değerlendirmeler neticesi bir kısmının nesh olmadan aralarının te'lif edilebileceğini söyler ve mensûh ayetlerin sayısını ancak yedi olarak gösterir (Menâhilul İrfân fi Ulümil-Kur'an, Kahire 1943, II, 256-269). Muhammed Suâd Celâl de mensûh ayetlerin sadece dört olduğunu iddia eder (Ali Hasen el-Arîd, Fethul-Mennân, s. 243-245). İmam Suyûtî'ye göre ise sadece: el-Bakara, 115, 180,183,184, 217, 240, 482, Âl-i İmran, 102, en-Nisâ, 8, 15-16, 53, el-Mâide, 2, 42, 106, el-Enfâl, 65, en-Nûr, 3, 58, et-Tevbe, 41, el-Ahzâb, 52, el-Mücâdele, 12, el-Mümtehine, I 1 ve Müzzemmil, 2-4. ayetleri olmak üzere 22 ayet mensûhtur (Suyûtî, el-İtkân, II, 22-23).

Kur'an'da neshi kabul edenlerin, hepsinin mensuh olduğunda ittifak ettikleri dört ayet: en-Nisâ 15-16, el-Enfâl 65, el-Mücâdele 12 ve el-Müzzemmil 2-4 ayetleridir.

Nesh konusu, tefsir usûlüne dair bütün eserlerde öncelikli olarak işlenmiş, ihtilâflar, deliller geniş bir şekilde anlatılmış olması yanında sırf bu konuya tahsis edilen eserler de kaleme alınmıştır. Katâde İbn Diâme (öl. 118/736), Ebu Ubeyd el-Kâsım İbn Sellâm (öl. 223/838), Ebu Cafer en-Nehhâs, Hibetullâh İbn Selâme, İbnul-Cevzi, Mekkî İbn Ebî Tâlib (öl. 313/925) ve Celâluddîn es Suyûtî (öl. 911/1505) gibi âlimler bu konuda müstakil eser yazanların sadece bazılarıdır.

Nesh konusunda söylenecek en ihtiyatlı söz, herhalde, neshin geçmiş şeriatlere tahsisi olmalıdır. Kur'an-ı Kerim'de bir neshten bahsetmek ise aslında Kur'an-ı Kerim'i daraltmak ve belki de ileri ki yüzyıllarda uygulama şartları tahakkuk edecek birtakım hükümleri Kur'an'dan çıkarmak neticesine müncer olacaktır ki, ne kadar âlim olursa olsun kimsenin buna hakkı yoktur.

Bedreddin ÇETİNER

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010


   

Peyg.Hz.Aişe Ile kac yasinda evlendi?Nakil.
5-Maide Süresi

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz