Kalem Süresi Meal Ve Tefsiri
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 52 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elKalem”kelimesinden almıştır. “Nûn” sûresi diye de anılır. Sûrede başlıca,
“Nûn”, sûre başlarında ilk nâzil olan harftir. Mânası, Allah ile Peygamberi arasında sırdır.
› Kalem ve onunla yazılanlara gelince:
› Kalem kader kalemi, yazanlar melekler, yazdıkları Levh-i Mahfuz’daki ilm-i ilâhîdir.
› Kalem amel kalemi, yazanlar melekler, yazdıkları kulun amel defterindeki iyi veya kötü amelleridir.
› Kalem bildiğimiz kalem, yazanlar vahiy katipleri, yazdıkları ise Kur’ân-ı Kerîm’dir.
› Kalem bildiğimiz kalem, yazanlar insanlar, yazdıkları ise Allah’ın razı olacağı her türlü bilgidir.
Bu mânaların hepsi de makbuldür. Câlib-i dikkat bir husustur ki, ilk nâzil olan ‘Alak sûresi, “Oku!” emriyle başlar. İkinci olarak inen bu sûre ise “kaleme ve onunla yazılanlara” yemin ederek başlar. Bu gerçek, İslâm’ın okumaya, yazmaya, ilim, kültür ve medeniyete ve bunların yazıya geçirilerek nesilden nesle aktarılmasına verdiği ehemmiyeti göstermek açısından dikkat çekicidir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada altmış sekizinci, iniş sırasına göre ikinci sûredir. Alak sûresinden sonra, Müzzemmil sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 17. âyetten 50. âyete kadar olan kısmının Medine’de indiği yönünde bir rivayet bulunmakla beraber (bk. Şevkânî, V, 307) âyetlerin üslûp ve içeriğinden bunların da Mekke’de indiği anlaşılmaktadır.
Bu sürenin 2.Ayetinin sebebi nüzulu olarak İbnül Münzir in İbni Cüreyc den rivayetine göre rasülüllaha önce deli sonra şeytandır demeleri üzerine inmiştir.
İbni Abbas dan yapılan rivayet derasülüllahın mutad oduğu vechile Hz. Haticenin yanından ayrılıp geç gelmesi üzerine Kureyş müşrikler ona ve davetine O bir delidir,demeleri üzerine inmiştir. bu rivayete göre ikinci nazil olan ayet bu ayat dir.
Konusu
Muhammed aleyhisselâmın Allah tarafından gönderilmiş gerçek bir elçi olduğu, yüksek şahsiyeti ve Mekkeli müşriklerin onun getirdiği mesaj konusunda yaymaya çalıştıkları tereddütler, müşriklerdeki şahsiyet bozuklukları, nimete karşı nankörlüğün sonucunu açıklamak amacıyla anlatılan “bahçe sahipleri kıssası”, âhiretin sıkıntılı ve dehşetli halleri, Allah’ın müminler için hazırlamış olduğu ödüller ve kâfirlere vereceği cezalar, sûrenin başlıca konularıdır. Ayrıca Hz. Peygamber’e metânetli olması, Yûnus peygamberin yaptığı gibi sabırsızlık göstermemesi tavsiye edilmektedir.
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ Bismillahirrahmanirrahim/Rahman Ve Rahim Olan Alahın Adıyla
نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَۙ ﴿١﴾
1.Nûn. Kaleme ve (yazanların) onunla yazdıklarına andolsun ki
مَٓا اَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍۚ ﴿٢﴾
sen -rabbinin lutfu sayesinde- asla deli değilsin.
وَاِنَّ لَكَ لَاَجْراً غَيْرَ مَمْنُونٍۚ ﴿٣﴾
﴾3﴿ Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir ödül vardır.
وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظٖيمٍ ﴿٤﴾
﴾4﴿ Sen elbette üstün bir ahlâka sahipsin.
Tefsir
Ebu Bekir el Harisi kanalıyla Hz.Aişe dn yapılan rivayet de Rasülüllah her kim onun adını anar ve çağırırsa cevaben"Buyur"diye cevap verirdi.Bu yüzden huluku azim sahibiydi..
فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَۙ ﴿٥﴾
5.yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler.
بِاَيِّكُمُ الْمَفْتُونُ ﴿٦﴾
6.Aranızdan hanginizin aklı bozuk olduğunu
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبٖيلِهٖࣕ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَدٖينَ ﴿٧﴾
﴾7﴿ Doğrusu, yolundan sapan kimseyi en iyi bilen rabbindir; hidayete erenleri de en iyi bilen O’dur.
Tefsir
Sûrenin başında bulunan “nûn” harfi, “hurûf-ı mukattaa”dan olup bu tür harflerin ilk inenidir. Bakara sûresinin ilk âyetinde bunlar hakkında geniş bilgi verilmiştir.
Mekke müşrikleri şair, kâhin ve sihirbazların cinlerden bilgi ve ilham aldıklarına inanırlardı. Hz. Peygamber’in de onlar gibi cinlerin etkisi altına girdiğine ve söylediklerinin ona cinler tarafından telkin edildiğine inandıkları için ona şair, kâhin, sihirbaz ve mecnun diyorlardı (krş. Hicr 15/6; Tûr 52/29-30; Müddessir 74/24 ve bu sûrenin 51. âyeti). Bu sebeple Allah Teâlâ kaleme ve kalem ehlinin yazdığı satırlara yemin ederek onun, iddia edildiği gibi mecnun olmadığını, aksine Allah’ın lutfuna yani peygamberlik gibi bir şerefe erdiğini ifade buyurdu (Şevkânî, V, 308).
Elmalılı buradaki bir anlam inceliğine dikkat çekerken özetle şunları söyler: “(Yazanların) yazdıklarına” diye çevrilen cümledeki fiilin kalıbı, yazanların, gerçekte kalemler değil, akıl ve idrak sahibi varlıklar olduğunu gösterir. İfadenin akışı dikkate alındığında burada kalemden maksadın da bu nesnenin kendisi değil onun yazdıkları olduğu anlaşılmaktadır. Şu halde kalem ve yazılardan, akıl ve anlamlar âlemini, bunlardan da onları beşer aklına yazan ilk kalemi, bundan da onun sahibi olan rabbü’l-âlemîni anlamak gerekir. Öte yandan bu fiilin, “yazmakta oldukları ve yazacakları” anlamlarını birlikte anlattığı da gözden kaçırılmamalıdır (VIII, 5266-5267). “Kalemden maksat vahyi yazan kalem, yazdıklarından maksat Kur’an’dır” diyenler de olmuştur; ancak âyeti genel anlamda değerlendirmek daha doğru olur. Burada kalem ile simgelenen yazının, insanın düşünce, tecrübe ve kavrayışlarının kayıtlar aracılığıyla bireyden bireye, kuşaktan kuşağa ve bir kültür çevresinden diğerine aktarılmasında önemli bir etken; bilginin yazılıp korunmasında, ilim ve irfanın gelişmesinde, dolayısıyla toplumların aydınlanmasında vazgeçilmez bir araç olduğuna işaret vardır. Kur’an-ı Kerîm’in ilk inen sûresine (Alak) “oku!” buyruğuyla başlandığı gibi ikinci inen bu sûrenin ilk âyetinde de Allah Teâlâ tarafından yazı aracı olan kaleme ve kalem ehlinin onunla yazdıkları üzerine yemin edilmiş olup bu durum, İslâm’ın okuma yazmaya, bilime ve yazılı kültüre verdiği önemi göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Özellikle Hicaz Bölgesi Araplarının ilk defa Kur’an ile birlikte yazılı kültüre geçmelerinde –başka âmiller yanında– bu gibi âyetlerin teşvik edici bir role sahip olduğu söylenebilir.
Hakîm b. Efleh naklediyor: Allah Resûlü (s.a.s.)’in ahlâkını mü’minlerin annesi Hz. Aişe’ye sordum. Bana “Sen hiç Kur’ân okumuyor musun?” dedi. “Okuyorum” deyince, “İşte, Peygamber (s.a.s.)’in ahlâkı Kur’an’dı” diye cevap verdi. (Müslim, Müsafirîn 139)
Kur’an’ın Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’in ahlâkı olması iki şekilde izah edilebilir:
Birincisi; Kur’ân’da anlatılan bütün ahlâkı değerlerin hepsi onda vardı. O, Kur’an’ın sakındırdığı eksikliklerin hepsinden korunurdu. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd 11/112) emrinin tam mânasıyla doğruluk mihengi idi. Dolayısıyla onu anlamak, ancak Kur’ân’ı bütünüyle anlamaya bağlıdır. Kur’an’ı anlamak da ancak Resûlullah (s.a.s.)’in örnek hayatını ve ahlâkî yüceliğini en ince noktalarına kadar inceleyip anlamaya bağlıdır.
İkincisi; onun ahlâkı Kur’an’ın ifadesiyle öyle büyük bir ahlâk idi ki, onu başka bir tarif ile anlatmak mümkün değildir.
Gerçek böyle olduğuna göre, yakında kimin deli kimin akıllı olduğu ortaya çıkacaktır. Nitekim müşrikler, kısa bir süre sonra Bedir’de müslümanlardan beklemedikleri darbeyi yiyince cin çarpmışa dönmüşler ve neye uğradıklarını şaşırmışlardır. Kıyâmet gününde ise hak ve bâtıl açık bir şekilde belli olacak, herkes kimin ne olduğunu âşikâr bir şekilde görecektir. Bunların hiçbiri şart da değildir. Çünkü Allah Teâlâ, kimin kendi yolundan saptığını, kimin o yolda yürüdüğünü çok iyi bilmektedir. Onun bilgisinde en küçük bir hata veya yanılma payı yoktur.
Hz. Peygamber’e verilen “bitip tükenmeyen ödül”, dünyada peygamberlik görevini yerine getirirken her türlü engellere karşı yanında bulduğu Allah’ın yardımı, âhirette ise Allah’ın ona lutfedeceği müstesna mükâfatlardır (İbn Âşûr, XXIX, 62-63). 4. âyetteki “üstün ahlâk” ise Hz. Peygamber’in sahip olduğu Kur’an ahlâkıdır. Nitekim Hz. Âişe bir soru münasebetiyle Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu belirtmiş (Müslim, “Müsâfirîn”, 139); kendisi de güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade buyurmuşlardır (Muvatta’, “Hüsnü’l-huluk”, 8). Bu açıklamalar, Hz. Peygamber’in, müşriklerin iddia ettiği gibi mecnun değil, aksine Allah’ın lutfuna mazhar olmuş yüksek bir şahsiyete ve üstün bir ahlâka sahip, her yönüyle mükemmel, insanlık için örnek bir önder ve güvenilir bir rehber olduğunu gösterir. 5-6. âyetler ise Hz. Peygamber’e mecnun diyenlere karşı bir cevap ve uyarı içermektedir. Burada inkârcıların, hak ettikleri cezaya çarptırıldıkları zaman Hz. Peygamber’i mi yoksa kendilerini mi cin çarpmış olduğunu görecekleri sert bir üslûpla ifade edilmiştir. Nitekim Bedir Savaşı’nda müslümanlardan beklemedikleri darbeyi yiyince cin çarpmışa dönmüşler ve neye uğradıklarını bilememişlerdir. 7. âyet, önceki âyetlerin gerekçesini anlatmaktadır; buna göre inkârcılar hem dünyada hem de âhirette kendilerine fayda sağlayacak ve mutlu kılacak olan Allah’ın dininden ve O’nun yolundan saptıkları için asıl mecnun kendileridir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 429-430
فَلَا تُطِـعِ الْمُكَذِّبٖينَ ﴿٨﴾
﴾8﴿ Şu halde seni yalancılıkla itham edenlere boyun eğme!
وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ ﴿٩﴾
﴾9﴿ İstedikleri şudur: Sen tâviz veresin ki, onlar da tâviz versinler.
Tefsir
Resûlullah’ın şahsında bütün müminlere hitap edilerek peygamberi yalancılıkla itham eden ve hakkı yalan sayanlara boyun eğmemeleri, onların iradelerine teslim olmamaları istenmektedir. Çünkü inkârcılar Hz. Peygamber’in ahlâkî prensipler ve mânevî değerler konusunda tâviz vermesini, bu anlamda uzlaşmacı davranmasını ve İslâm’ın kendilerine ters gelen, çıkarlarıyla çatışan yönlerinin bırakılmasını istiyor; buna karşılık kendilerinin de tâviz vereceklerini ve ona engel olmayacaklarını söylüyorlardı. Hatta bir müddet Hz. Peygamber’in onların putlarına tapmasını, bir müddet de onların Hz. Peygamber’in ilâhı olan Allah’a tapmalarını teklif etmişlerdi (Şevkânî, V, 309). Allah Teâlâ onların bu tutum ve beklentilerine karşı Hz. Peygamber’in tâvizsiz davranmasını, gevşeklik göstermemesini istemektedir. Zira doğru yol O’nun yoludur ve hak ile bâtıl birbirine karıştırılamaz.
وَلَا تُطِـعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَهٖينٍۙ ﴿١٠﴾
10.Olur olmaz yemin eden aşağılık,
هَمَّازٍ مَشَّٓاءٍ بِنَمٖيمٍۙ ﴿١١﴾
11.Daima kusur arayıp iğneleyen,durmadan laf götürüp getiren,
مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ اَثٖيمٍۙ ﴿١٢﴾
12. iyiliği hep engelleyen, günahkâr, huysuz ve kaba, üstelik karakteri bozuk kimselere,
عُتُلٍّ بَعْدَ ذٰلِكَ زَنٖيمٍۙ ﴿١٣﴾
13.Kaba, üstelik karakteri bozuk kimselere,
اَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَنٖينَؕ ﴿١٤﴾
14.Serveti ve çocukları var diye sakın boyun eğme.
اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاطٖيرُ الْاَوَّلٖينَ ﴿١٥﴾
﴾15﴿ Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, “Öncekilerin masalları!” der.
Tefsir
İbni Ebi Hatimin İbni cüreyc den rivayetine göre;Bedir gazvesi günü Ebu Cehil "Onları yakalayıp iplerle bağlayın ve kimseyi öldürmeyin"dmiş de bunun üzerine bu ayet nazil omuştur.
سَنَسِمُهُ عَلَى الْخُرْطُومِ ﴿١٦﴾
﴾16﴿ Yakında onun alnına (cehennemlik) damgasını vuracağız!
Tefsir
Müşriklerin ileri gelenleri hakkında inen bu âyetler, onların genel karakterlerinin güzel bir özetidir. “Ne idüğü belirsiz” diye çevirdiğimiz 13. âyetteki zenîm kelimesine müfessirler “bir toplumdan olmadığı halde onlara yamanmış olan, babası bilinmeyen, kötülüğü ile tanınan, faydasız kimse veya şey” anlamlarını vermişlerdir (bk. Râzî, XXX, 84-85). Zenîm kelimesinin burada özellikle günah işlemekten, haksızlık yapmaktan, zarar vermekten utanıp çekinmeyecek kadar tabiatı bozulmuş, insanlığını kaybetmiş, bu anlamda soysuzlaşmış kişiyi ifade ettiği söylenebilir. Bu âyetlerde Hz. Peygamber ve ona iman edenler uyarılarak anılan kötü niteliklerin tümünü veya bir kısmını taşıyan kimseye mal ve oğulları var diye yani zengin ve güçlü olduğu için boyun eğmemeleri istenmektedir.
“Yakında onun alnına (cehennemlik) damgasını vuracağız” diye çevirdiğimiz 16. âyet mecazi bir anlatım olup, güç ve zenginliğinden dolayı şımararak Allah, peygamber ve kitap tanımayan kimseyi yüce Allah’ın zelil ve perişan edeceğini, kibir ve gururunu kıracağını ifade eder.
Müşrikler, Peygamberimiz (s.a.s.)’den İslâm’ı tebliğ konusunda biraz gevşeklik göstermesini istiyorlardı. Böyle yaparsa, karşılığında ona karşı düşmanlıklarını hafifleteceklerini söylüyorlardı. Hâsılı uzlaşabilmek için dinin buyruklarından taviz vermesini bekliyorlardı. Nitekim bu konuya ışık tutan âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Rasûlüm! Müşrikler akıllarınca seni kandıracak, sana vahyettiğimizi bıraktırıp, onun yerine başka şeyleri bize isnat etmeni sağlayacaklardı. Ancak böyle yaptığın takdirde seni dost edineceklerdi. Eğer biz sana tam sebat vermemiş olsaydık, onlara çok küçük de olsa bir meyil gösterebilirdin. O takdirde biz de sana hem yaşarken hem de ölünce kat kat acılar tattırırdık. Sonra bize karşı sana yardım edecek kimseyi de bulamazdın.” (İsrâ 17/73-75)
Bu sebeple Allah Teâlâ hem Peygamberimiz (s.a.s.)’i hem de mü’minleri, dinlerinden taviz verme talebinde bulunan yalancılara asla boyun eğmemelerini emreder. Dini yalanlayana itaatin haramlığını bildirir. Çünkü onların itaat edilecek hayırlı bir vasıfları yoktur. En kötü sıfatlar onlarda toplanmıştır. Âyetlerin ifadesine göre, şu vasıflar, müşriklerin ileri gelenlerinin ortak sıfatları id.
İbni İshaka göre;Ahnes ibni Şerik ibni Amıres Sakafi kavminin ileri gelenlerindendi..Rasülüllaha çok eziyet ederdi.
İbni Abbas ve Mükatil kavlinde;El Velid İbnül Muğire hakkında nazil olmuştur.Fakirlere yardımı sevmez ve engel olurdu..Şöhreti için herşeyini verirdi..
اِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَٓا اَصْحَابَ الْجَنَّةِۚ اِذْ اَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحٖينَۙ ﴿١٧﴾
وَلَا يَسْتَثْنُونَ ﴿١٨﴾
﴾17-18﴿ Biz, vaktiyle şu bahçe sahiplerine belâ verdiğimiz gibi onlara da belâ verdik. Hani bahçe sahipleri, (“Allah izin verirse” gibi) bir kayıt koymaksızın sabah erkenden bahçenin mahsulünü kesinlikle devşireceklerine yemin etmişlerdi.
فَطَافَ عَلَيْهَا طَٓائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَٓائِمُونَ ﴿١٩﴾
فَاَصْبَحَتْ كَالصَّرٖيمِ ﴿٢٠﴾
﴾19-20﴿ Fakat onlar uykudayken rabbin tarafından gelen kuşatıcı bir âfet bahçeyi sarıverdi de bahçe kesilip kurumuş gibi oldu.
فَتَنَادَوْا مُصْبِحٖينَۙ ﴿٢١﴾
﴾21﴿ Sabahleyin birbirlerine şöyle seslendiler:
اَنِ اغْدُوا عَلٰى حَرْثِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَارِمٖينَ ﴿٢٢﴾
﴾22﴿ “Eğer devşirecekseniz erkenden tarlanızın başına gidin!”
فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَۙ ﴿٢٣﴾
﴾23﴿ Derken yola koyuldular. Birbirlerine şöyle fısıldıyorlardı:
اَنْ لَا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُمْ مِسْكٖينٌ ﴿٢٤﴾
﴾24﴿ “Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın!”
وَغَدَوْا عَلٰى حَرْدٍ قَادِرٖينَ ﴿٢٥﴾
﴾25﴿ Amaçlarını, planladıkları gibi gerçekleştirmek üzere erkenden yola düşüp gittiler.
فَلَمَّا رَاَوْهَا قَالُٓوا اِنَّا لَضَٓالُّونَۙ ﴿٢٦﴾
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ ﴿٢٧﴾
﴾26-27﴿ Bahçeyi gördüklerinde ise, “Herhalde yanlış yere gelmişiz; yok yok, ürünü kaybetmişiz” dediler.
قَالَ اَوْسَطُهُمْ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ ﴿٢٨﴾
﴾28﴿ İçlerinden aklı başında olan biri şöyle dedi: “Ben size, ‘Allah’ın yüceliğini dile getirmelisiniz’ dememiş miydim?”
قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِمٖينَ ﴿٢٩﴾
﴾29﴿ Şöyle cevap verdiler: “Rabbimizin şanı yücedir; doğrusu biz haksızlık etmişiz.”
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ ﴿٣٠﴾
﴾30﴿ Ardından, birbirlerini kınamaya başladılar:
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا طَاغٖينَ ﴿٣١﴾
﴾31﴿ “Yazıklar olsun bize!” dediler, “Gerçekten biz azmış ve sapmıştık.
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا طَاغٖينَ ﴿٣عَسٰى رَبُّنَٓا اَنْ يُبْدِلَنَا خَيْراً مِنْهَٓا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا رَاغِبُونَ ﴿٣٢﴾١﴾
﴾32﴿ Belki rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Biz rabbimizden bunu diliyoruz.”
كَذٰلِكَ الْعَذَابُؕ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۘ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَࣖ ﴿٣٣﴾
﴾33﴿ İşte ceza budur. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!
Tefsi
Bu âyetlerdeki kıssada bir bahçe olayı örnek gösterilerek Allah’ın verdiği nimetlere şükretmeyen Mekke müşrikleri uyarılmaktadır. Rivayete göre geçmişte dindar bir adamın her türlü meyve, ekin ve hurma ağaçları bulunan bir bahçesi vardı. Hasat zamanı geldiğinde fakirleri çağırır, bahçenin ürünlerinden onlara ikramda bulunurdu. Adam ölünce oğulları, aile fertlerinin çokluğunu ileri sürerek yoksulların payını kesmeye ve bahçenin ürününü sabahleyin erkenden gizlice toplamaya karar vermişler, ancak gece gelen bir âfet ürünü imha etmişti (bk. Râzî, XXX, 87). Yüce Allah, Kur’an’da birçok yerde, verdiği nimete şükredenlere daha fazla nimet vereceğini, nankörlük edenleri de cezalandıracağını haber vermiştir (meselâ bk. Nisâ 4/147; İbrâhim 14/7; Lokmân 31/12). Nitekim Hz. Peygamber’i yalancılıkla itham edip getirdiği mesajı reddeden Mekke müşrikleri de peygamber aralarından ayrıldıktan sonra eski refahlarını, özellikle ticarî imkânlarını giderek kaybetmişler, sonunda müslümanlar karşısında varlıkları son bulmuştur.
Müfessirlerin çoğunluğu 18. âyeti, “Bahçe sahipleri ‘Allah izin verirse’ demeden ertesi gün yapacakları iş hakkında karar verdiler” şeklinde açıklamışlardır ‘(“Allah izin verirse” gibi) bir kayıt koymaksızın’ diye çevirdiğimiz bölüm hakkında “yoksulların payını ayırmaksızın” şeklinde de bir yorum vardır (Şevkânî, V, 312). Gelecekte bir işi yapmaya niyet ederken “inşaallah” diyerek işi Allah’ın iradesine bağlamak gerekir. Nitekim bu konuda yüce Allah Hz. Peygamber’i şöyle uyarmıştır: “‘Allah izin verirse’ demeden hiçbir şey için ‘Şu işi yarın yapacağım’ deme!” (Kehf 18/23-24); “Hiç kimse yarın ne elde edeceğini bilemez” (Lokmân 31/34). Zira bir şeyin meydana gelmesi için sadece insanın irade ve gücü yeterli değildir, Allah’ın da onu dilemesi gerekir.
28. âyette geçen “rabbin şanını yüceltmek”ten maksat 18. âyette bildirilen “Allah izin verirse” “istisna”, yani demek, işi Allah’ın iznine bağlamaktır. Bu uyarı, “Fakirler hakkındaki niyetleri ve takındıkları tavırdan dolayı Allah’tan af dilemeleri” şeklinde de açıklanmıştır (bk. Şevkânî, V, 314). 28-32. âyetlerden anlaşıldığına göre bu kişiler içlerinden aklı başında birinin haklı uyarılarını dikkate almamışlar, fakat bahçelerinin mahvolduğunu görünce onun haklı olduğunu anlamışlar, nasihatine kulak vermişler ve yaptıklarına pişman olup tövbe etmişler; ancak iş işten geçmiş, bahçeleri yanmıştı.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 433-434
Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen |