Cahiliye Dönemin de Evlilik Anlayışı
Çocukların üvey anneleri ile evlenmeleri normal bir uygulama idi. Bunun nedeni onlara bir mal gözüyle bakılmasıydı.
Bu sebeple mirasçılardan biri onunla evlenmek istiyorsa, kadın daha babasının evine çekip gitmeye fırsat bulmadan önce üzerine bir giysisini atardı. Artık bu kadın bu adamın eşi olurdu.
Bunun dışında başka durumlarda vardı.
Örneğin en büyük kardeş ister onunla evlenir, isterse de ondan mehir alır ve salardı.
Üvey annenin bir başka kişiyle evlenmesine sıcak bakılmamasının bir diğer sebebi, mal kaybı idi.Çünkü bu kadın başkası ile evelenirse, miras malının aileden olmayan bu
üçüncü kişiye gitme riski vardı.Son derce yaygın ve tabii bir uygulama halini almış olan bu konuyu Kur’ân şu ayetle yermiş ve yasaklamıştır: “Geçmişte
olanlar bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur.”
Kadının narin ve korunması gereken bir varlık olduğuna ilişkin zihinlerde bir mefhum yok denecek kadar azdı. İffet tükendiği için sapkın ve sapıkça bir
takım tasarruflar da söz konusu idi. Soylu, cesaretli, seçkin bir kimseden çocuk sahibi olmak fikri son derce tabii bir anlayış olabilmekteydi.
Bu amaçla kişi eşini bu evsafta veya arzu ettiği evsafa sahip olan bir kimsenin yatağına gönderebilmekteydi.
Benzer sapık anlayışlar evlilik akitlerine de yansımış ve kabul görmüştür. Bu evlilik türlerinden bazıları ve yapılış şekilleri şöyledir:
1. Kişi velisi olduğu bir kızı veya kadını kendi evliliği için malzeme kılabiliyordu.
Öyle ki vereceği kadına karşılık; karşı tarafın velisine, velisi olduğu kişiyi kendisi ile evlendirmesini şart koşuyordu. Buna Nikâh-ı Şiğâr denilmekteydi.
2. Bazı kişiler akraba olmadıkları halde, aralarında kardeşlik akdi yaparlardı.
Bu makul bir durumdur. Ancak ortak bir kadını kendilerine eş kılmak suretiyle Nikah-ı Müşterek denilen bir evliliği benimsiyorlardı. Benzer bir
şekilde Yemen’de görülen bir evlilik de mevcuttu. Bunun farkı; ailenin en büyük çocuğu evlenir, bunu kardeşleriyle ortak olarak kullanırdı.
3. Kişinin eşi ile baldızını aynı nikâh altında bulundurmasında herhangi bir mahsur yoktu.
4. Mübadele Nikâhı’nda, eşler cinsel birliktelik için trampa edilmekteydi.
5. Evin büyük çocuk babası ölünce üvey annesi ile evelenebiliyordu. Buna Nikâh-ı Makt veya Nakah-ı Dayzan adı verilmektedir.
6. Cinsel ihtiyacı gidermek için geçici olarak yapılan evlilik yani Mut‘a Nikâhı bu gün bile bazı ülkelerde yaygındır.
7. Erkek çocuk son derece kıymetli idi. Bu amaçla eş bir başkasının yatağına
gönderilebiliyordu.Bunun adı Nikâh-ı İstibd‘a’dır.
Bu dönemde evlik anlayışı mutlu bir yuva kurma ve ünsiyet bulma gayesinden çok uzak bir tablo sergilemekteydi. Çünkü iffet duyguları tamamen körelmişti,
bu sebeple kadının bu konuda eşi nezdinde dolduracağı bir boşluk kalmamıştı.Öyle olsaydı borçlulara rehin olarak bırakılmazdı. Borç karşılığındaki bu esaret;
ancak borç bitince sona ermekteydi.Bu durum evlilik kurumunun ne durumlara düştüğünü anlatan en bariz örneklerdendir.
Talâk Sayısı ve İddet Müddetine İlişkin Kur’ân’ın Getirdiği
Düzenlemeler
1.1. Talâk Sayısını Düzenlemesi
Boşama fıkıhta talâk kelimesi ile ifade edilmektedir. Bunun lügat manası; Bir şeyi serbest kılmak, salmaktır. Fıkıhtaki karşılığı ise; nikâh akdinin çözülmesi,
sona ermesi ve bozulmasıdır.İslâm, nikâh akdi esnasında kadının da boşama hakkı almasına imkân sağlamaktadır. Eşinden ayrılmak isteyen kadına, bir
bedel karşılığı eşini razı edip ondan ayrılma şansı da tanınmıştır. Bu, Muhâla‘a diye adlandırılan bir tür anlaşmalı boşamadır.
Cahiliye dönemine bakıldığı zaman boşama yetkisinin erkekte olduğu görülmektedir.
Bu bir kültürden ziyade; erkeğin fizyolojik yapısındaki takati,evin geçiminden sorumlu oluşu, ailenin her türlü tehlikeye karşı bilek gücü ile
himaye edebilmesi ile yakından alakalıdır.
Bir nevi fıtrat ve yaratılışla alakalı bir şeydir. Bu sebeple İslâm’ın da, boşama yetkisini erkeğe vermesinde cahili
kültürün izlerini aramak yanlış olacaktır.
İslâm bir fıtrat dini olması münasebetiyle erkeğin bu yetkisi konusundaki tabiî durumu aynen
benimsemiş, yetkiyi elinden almamıştır.
Fakat garezî bir maksat uğruna yetkinin kötüye kullanılması sebebiyle gelişen olaylar neticesinde, bunutoplumun maslahatı yönünde sınırlandırmıştır. Bunu Kur’ân’ın şu ayetleri ile yapmıştır:
“Boşanma iki keredir. Bundan sonra ya güzelce tutma ya da bırakıvermedir. Eşlerin Allah’ın emirlerini muhafaza edememesinden korkmadıkça hanımlarınıza vermiş
olduğunuzdan (mehirden) hiçbir şeyi almanız sizlere helal değildir.
Eğer eşlerin Yüce Allah’ın emirlerini gözetememesinden korkarsanız, o vakit kadının fidye ödemesinde
(mehirinden feragat etmesinde) eşlere bir vebal yoktur. İşte bu hususlar Allah’ın emirleridir, onları bozmayın! Allah’ın yasalarını ancak zalimler görmezden gelir.”
Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen |