CEMAATLER VE KUCAKLAŞMA ZAMANI

#1 von Zafer Hoca ( Gast ) , 13.04.2012 17:27

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

CEMAATLER VE KUCAKLAŞMA ZAMANI
Bu yazımda; gayri-müslim ve etnik azınlık cemaatlerini hariç tutarak,
İslâmî cemaatleri, özellikle bizi ve cemaatımızı mercek altına almak,
analiz yapmak istiyorum.
Sözlük itibariyle en az üç kişiden ibaret topluluklara cemaat denilirse de,
günümüzde daha çok belli gayeye yönelik organize, gönüllü, örgütlü
kitlelere cemaat denilmektedir.
Tarihin derinliklerine dayanan Anadolu Kültüründe ve İslâm geleneğinde
farklı yapılarda cemaatler çok önemli yer tutmuşlardır. Geçmişten günümüze
mezhepler, tarikatlar, dergâhlar, tekke ve zaviyelerden tutun, esnaf
birlikleri loncalar, odalar ve vakıflara varıncaya kadar pek çok çeşit
sivil toplum kuruluşu Cemaat kültürünün güzel örnekleridir.
"Allah'ın yardım eli cemaat üzerindedir." Meâlindeki "Yedullahi ale-l
cemaati" Hadis-i şerifi ve diğer ayet ve hadislerle, cemaatleşme İslâm'da
teşvik edildiği için, Birlikten kuvvet doğar mantığıyla çalışan, toplumun
omurgası niteliğindeki Cemaatler; pek çok alanda muharrik güç olarak büyük
hizmetler yapa gelmişlerdir.
Hizmet zincirleri ülkemizin en ücra köşelerine ve hatta ülke dışında
dünyanın muhtelif yerlerine yayılan, çığ gibi büyüyen ve etkin bir güç
haline gelen bazı cemaatler; devâsâ tesisleri ve yüz binlerce inanmış
gönüllü mensuplarıyla dikkatleri üzerinde toplamaktadırlar.
Zira bu cemaatlerin öğrencileri, hocaları ve idarecileri hayatlarını
bedenen bu işe vakfetmişler, diğer destekçi-sevenleri maddi-mali
imkânlarını ortaya koymuşlar, tüm Müslümanlar büyük-küçük yardımlarla
hizmet kervanının yürümesi için seferber olmuşlardır.
Bu durumda; cemaatlerin yönettiği, işlettiği tüm müesseseler Müslümanların
ortak malıdır. Tümü dînî, millî hizmetler için yapılmışlardır.
Cemaatlerin meziyetleri yanında, dikkatimizi çeken yanlışları da
belirtmeliyim:
Birincisi: Kimi cemaatlerin tepesinde Emîr,Başkan, Ağabey, Efendi vb.
sıfatla cemaatin başı durumundaki zevatın, emrine tabi nezih kitleyi sürü
gibi itirazsız yöneterek, şûraya yer vermemeleridir. Halbuki, İslâm'da
istişare esastır. Muhtelif ayetlerle istişare emredilmiştir.
1
Ama adam çıkıyor ben başkanım, elimde yetki var, istediğimi yaparım deyip,
ne söz dinliyor ve nede ilim ehli zevatın nasihatını!
İkincisi ise: Büyük güç olduklarını vehmeden ve şımaran kimi cemaat
önderlerinin, diğer Müslümanlara, hatta iktidara kafa tutmaya ve siyasî
şantaj yapmaya çalışmalarıdır. Bunlar masum kitleyi ve güzelim dînî
kuruluşları şahsi ikbal ve ihtirasları uğruna siyasete alet etmekte,
bindiği dalı kesmektedirler.Politika bataklığında boğulmaktadırlar.
Çok şükür ki, şuurlu ve şahsiyetli Müslüman kardeşlerimiz siyasi
tercihlerini bunların talimatlarına göre değil, vicdanlarının sesiyle hakka
uygun yapmaktadırlar. Dinden taviz vermeden, şeytani düzenlere alet
olmadan, İslami siyasetin gereğini yapıyorlar.
Nasıl ki; Milletin ödediği vergilerle alınan silah ve teçhizatın namlusunu
millete çeviren darbeciler, komplocu örgütler neyse; aynen milletin
yardımlarıyla inşa edilen dini hizmet müesseselerini, millete karşı
kullanmaya çalışan dengesizler de darbecilerin akıbetine uğrayacak-lardır.
Yeri gelmişken, son zamanlarda kimi cemaatlerde uygulanan dışlama, kovma ve
tart olaylarına da değinmek isterim:
"En küçük evladımın kesip attığı tırnağını bile dünyalara değişmem." Diyen
ve hayatında hiç kimseyi kovmayan bir muhterem zatın yolundaki büyük bir
cemaatin yönetim kadrosuna sızan fitneler yüzünden, nice yetişmiş değerli
elemanlarını ve ilim adamlarını (hoca efendileri) dışladıklarını
biliyoruz.Bu satırları size takdim eden kardeşinizde bunlar-dan bir
tanesidir. Bu cemaatın önde gelenlerinin perde arkasından orga-nize etttiği
kişiler tarafından yüzümüze tükürülerek ve hakaretler edile-rek kovulduk.
Bunun adına hizmet ve eğitim çalısması diyorlar.
Uzun yıllar Allah yolunda hizmet etmiş, gençliğini, hayatının en verimli
yıllarını bedenen ve malen cemaatine vakfetmiş değerli şahsiyetleri,
ikballerine aykırı görerek dışlayıp, iftiralarla yaftalayarak yasaklama
örneklerini çoğaltabiliriz.
Cemaatinden koparılan, kendi elleriyle temelini attığı ve inşasına vesile
olduğu, alımına ve devamına vesile olduğu camiden atılmaları, böylece bir
anda yalnızlığa itilen bir kişi ve kişilerin ve aile fertlerinin uğradığı
üzüntü ve yıkım ne büyüktür! Bu zulüm kişilik haklarına tecavüz değimlidir?
2
Dışlananların hatalı olduğu ve hatta büyük cürüm işledikleri kabul edilse
dahi; onları usulünce incitmeden ikaz ederek kazanmak, düşeni kaldırmak
gerekirken; "Bir yıkık değirmeni kırk yıl bekleriz" buyuran bir zatın
evlatlarının, cellat kesilip adeta yok etmeye çalışmaları ne üzücüdür……
Her kes hata edebilir, kimse masum değildir. Kardeşini aşağılayıp
horlayarak rezil etmeye çalışırsan, başına gelen belaya sevinirsen, er geç
senin de başına gelir. Hz.Peygamberimiz: "Lâilahe illallah diyen Cennete
girer." Buyurmuştur. İslam büyükleri de sıkça: "Eller yahşi, biz yaman-
Eller buğday, biz saman" derlerdi.
KUCAKLAŞMA ZAMANI
Kâinatın en mükemmel varlığı insan; âciz olarak yaratılmıştır.
Yaşayabilmesi için başkasına muhtaçtır. Bu ihtiyaç insanları beraber
yaşamaya, kardeş olmaya sevk etmiştir. Hiç kimse; müstâğnî davranarak
kendimi, varlığımı, dînimi, mukaddesatımı tek başıma koruyabilirim diyemez.
Aksini düşünen gaflet içinde ve tehlike altındadır.
Bu sebeple, Cenâb-ı Hakk’ın müminlerden istediği; toplu olarak kardeşçe,
birlik-beraberlik içinde bulunmalarıdır. Ayet-i kerîmede meâlen: “Hepiniz
topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Sakın parçalanmayın ve Allah’ın
üzerinizdeki nimetini düşünün, sizler birbirinize düşman iken, o sizin
kalplerinizin arasına ülfet verdi de onun nimeti sayesinde uyanıp kardeşler
oldunuz.”(Âl-i İmran:103) fermanıyla Hz. Allah (c.c.) cemaatin ve
kardeşliğin önemini bildirmiştir.
Müminlerin önce kalplerinde hâsıl olan ihlâs ve muhabbetleri, sonra da
gönül birliği içinde toplu çalışarak yaşamaları; her alanda başarıyı
getirdiği gibi, şeytanların vesvese ve kandırmalarına karşı en büyük
korunaktır. Dolayısıyla birbirlerine şefkatle kenetlenip, kol-kanat
gererek, bir şekilde yaralanan kalpleri kırılan, cemaat ruhu zedelenen ve
fitneye maruz kalan müminlerin, kurda-kuşa yem olmamaları gerekir.
Beşerî zaaflarımız icabı bir takım maddî ve mânevî hastalıklarla karşı
karşıyayız. Bunlardan mânevî bünyemize arız olan, tehlikeli ve bulaşıcı
hastalıklar: gıybet, dedikodu, yalan, iftira ve riyakârlık yaygın halde
iken, son zamanlarda bir de “bizden öncekileri tenkit etme” hastalığı
görülüyor ki, sanırım en bulaşıcı ve tehlikelisi bu marazdır. Maalesef bu
hastalık toplulukları kemirme istidadı gösterdiğinden, geçmişle sonraki-
3
ler arasında kopukluk tehlikesi belirmiştir. Öncekilerin hizmetle- rini
hiçe sayma ve hatta sahtakarlıkla itham etme hastalığı, bu cemaati işte
gördüğünüz gibi parçaladı…
Yüce Rabbimiz (c.c.) sonrakilerin, önceki geçmişlerine karşı takınmaları
gereken tavrı bizlere şöyle beyan ediyor: “Onlardan sonra gelenler şöyle
derler: Ey Rabbimiz! Bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiş olan
kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin
bırakma. Ey Rabbimiz! Muhakkak ki, sen çok şefkatli ve
merhamet-lisin.”(Haşr:10)
Buna ayete göre; öncekilerin (varsa) hata-kusurlarına, tenkit ve nefretle
değil, dua ve istiğfarla yardımcı olmak lâzımdır. Bütün Peygamberlerin ve
onların vârislerinin prensibi budur. Yani, bizden sonrakilerin bizi hayırla
yâd etmelerini istiyorsak, seleflerimiz hakkında öyle davran-malıyız.
Müminlerin kardeşleriyle sosyal münasebetlerinde sıkıntı, kopma, küsme ve
husumet gibi arızalar meydana gelirse, nasıl telâfî edileceğini Kütüb-i
Siteden hülâsa edelim: Hz.Peygamberimizin aziz torunu Hz.Hüseyin (r.a.) ile
Amr ibni Âs(r.a.)’ın oğlu Hz.Abdullah (r.a.) küsmüş konuşmuyorlardı. “Bir
gün Hz.Abdullah, Mescid-i Nebî’de ders halkasındaydı. O sırada Hz. Hüseyin
içeri girdi ve selam verip biraz ötede bir yere çekildi. Abdullah’ın yanına
gelmedi. Selâmı alan Abdullah ise, yanındakilere dedi ki;
-Şu zatı görüyorsunuz ya! Sema ehli bunun, yeryüzündeki insanların en
hayırlısı olduğuna kanîdirler. Ne yazık ki, Sıffîn harbinden bu yana
benimle küs, konuşmuyor. Konuşması için sahralar dolusu kızıl koyunum olsa
sadaka verirdim…
Bunun üzerine eshabın büyüklerinden Ebû Said el-Hudrî (r.a.):
-Madem Hüseyin’i yeryüzünün en hayırlısı görüyorsun. Öyle ise ben sizi
barıştırırım, dedi.
Ertesi gün Abdullah’ı da yanına alıp Hz.Hüseyin’in evine gittiler. Kendisi
önce girdi, rica ile Abdullah’ı da kabul ettirdi. Şöyle konuştular:
-Benim yeryüzü halkının en hayırlısı olduğumu söylemişsin, bu doğrumu?
-Elbette. Onda hiç şüphem yoktur.
-Madem öyle, Sıffîn’de neden Muaviye(r.a.) tarafında yer alıp, babama
4
karşı geldin? Halbuki babam benden de hayırlı idi.
-Ey Resûlüllah’ın aziz evlâdı! Lütfen birazcık beni dinle… Babam Amr ibni
âs, vaktiyle elimden tutup ceddi-âlînizin huzuruna götürdüğünde; ”ABDULLAH,
SAKIN BABANA İTAASİZLİK YAPMA” buyurmuştu. Sıffîn’de babam yemin vererek,
yanında olmamı istedi. Dedenizin tenbihini düşünerek babama itaat ettim.
Ama asla ok atmadım. Kötü söz söylemedim. Keşke önceki harplerde ölseydim
de bu duruma düşmeseydim.
Hz.Hüseyin(r.a.)tebessümle:Allah, herkesin niyetini bilir. Der.
Bunun üzerine, Ebû Said el-Hudrî’nin şu teklifi duyulur:
-KUCAKLAŞMA ZAMANI GELMEDİMİ?
Hz.Abdullah kalkar, Hz.Hüseyin’e doğru yürür ve sevinçle kucaklaşırlar;
gönülden bir barış temin edilmiş olur.
İbret dersleriyle dolu bu hadise; müminlerin aralarındaki kırgınlıkları
gidermeleri için, kıyamete kadar ışık tutacak bir örnektir.
Yukarıdan beri sıraladığım, İslâmî cemaat kardeşliğinin usul ve âdabı
çerçevesindeki; bu yazımda cemaatlerin bazı yanlışlarına dikkat çektim.
Yanlış anlayıp üzerine alınanlar da olmuş olabilir. Bu sebeple maksadı aşan
bazı keskin cümlelerimden kırılacak ve incinecek kardeşlerim olursa, özür
dilerim. Niyetim halistir.
Yazımı özetliyorum:
a)-İstişareye önem verilmesi,
b)-Cemaatin siyasete(politikaya) girmemesi,
c)-Dışlama ve tart olaylarından kaçınmak.
Cemaat terbiyesi alarak büyümüş, yıllarını ilmî ve idarî hizmetlere
hasretmek suretiyle, yüzlerce yazıların sahibi bir kişi olarak bunları
yazmak zorundaydım.Belki bu konaya başka bir zaman devam edebiliriz.
Muderrisim (Zafer)Hoca…
Çok diyar-i memleket gezdim koymadım başıma taç. Ne zengini gör- düm tok,
nede fakiri aç. Yarabbi bana öyle bir feyiz verki, namerde de-ğil, merde
dahi etme muhtaç...Vardım çeşme başına su içecek tası yok, kırma insan
kalbini yapacak ustası yok....
5

Zafer Hoca

   

İYİ İNSAN OLMAK
RESULÜLLAH GÜNÜMÜZDE YAŞASAYDI…

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz