Teklifi Hükümler

#1 von Kurban , 01.01.2013 23:58

GİRİŞ:
Teklîfî hüküm:
a) Bir fiilin yapılmasını veya yapılmamasını talep etme yahut yapıp yapmamakta serbest bırakma ve bu talebin şekli (bağlayıcı olup olmaması) açısından.
b) Talebin genel olup olmaması açısından, nevilere ayrılır. Aşağıda her iki açıdan teklifi hükmün nevilerini ayrı ayrı açıklayacağız.
Bu açıdan teklifi hüküm -bilginlerin çoğunluğuna göre- beşe ayrılır:
1- İcâb
2- Nedb
3- Tahrîm
4- Kerâhe
5- İbâha
Çünkü Şâri'in, bir fiilin yapılıp yapılmaması hususunda üç türlü tavrı olabilir:
1- Yapılmasını isteme,
2- Yapılmamasını isteme,
3- Yapılıp yapılmamasını serbest bırakma. "Yapılmasını isteme" ve "yapılmamasını isteme" durumlarından her biri de ya "kesin ve bağlayıcı" veya "kesin ve bağlayıcı olmayan" bir tarzda olabilir. Böylece, yukarıda belirtilen beş ihtimal ortaya çıkmış oluyor.
Şimdi bunları biraz açıklayalım. Şayet Sâri', bir fiilin:
1- Yapılmasını kesin ve bağlayıcı tarzda istemiş ise, bu "îcâb"tir; bu talebe bağlanan sonuç "vücûb", yapılması istenen fiil ise "vâcib"tir.
2- Yapılmasını istemiş, fakat bu talep kesin ve bağlayıcı tarzda değil ise, bu "nedb"dir; bu talebe bağlanan sonuç yine "nedb", yapılması istenen fiil ise "mendub"tur.
3- Yapılmasını kesin ve bağlayıcı tarzda istemiş ise, bu "tahrîm"dir; bu talebe bağlanan sonuç "hürmet", yapılması istenen fiil ise "muharram" veya "harâm"dır.
4- Yapılmamasını istemiş fakat bu talep kesin ve bağlayıcı tarzda değil ise, bu "kerâhe"dir; bu talebe bağlanan sonuç yine "kerâhe", yapılmaması istenen fiil ise "mekruh "tur.
5- Yapılması ile yapılmamasını mükellefin seçimine bırakmışsa, bu "ibâha"dir; bu muhayyer bırakma ya bağianan sonuç da "ibaha" olarak anılır, mükellefin seçimine bırakılan fiil ise "mubah"tır.Bu açıklamalardan anlaşılmış oluyor ki, Şâri'in yapılmasını istediği fiil iki nevidir: Vâcib ve mendub. Yapılmamasını istediği fiil de iki nevidir: Haram (muharram) ve mekruh. Yapılıp yapılmamasını mükellefin seçimine bıraktığı fiil ise tek nevidir: Mubah. Şimdi bunların her birini tek tek inceleyeceğiz.
I) VÂCİB
A) VÂCİB'ÎN TARİFİ
Vâcib: Şâri’in yapılmasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği fiildir. Talebin bu tarzda oluşu, talep sıygasının kendisinden anlaşılabileceği gibi, bir fiilin terk edilmesi haline ağır ceza tertip edilmesinden de anlaşılabilir. Meselâ, mükelleflerden namaz kılma, zekât verme, haccetme ve akitlere vefa göstermenin istenip, bunları terk etmenin, ağır cezaya çarptırılma sebebi olduğunun bildirilmesi gibi.
1) Vâcib'in Hükmü
Vacibin hükmü şudur: Yerine getirilmesi mutlaka gereklidir; yerine getiren sevabı, özürsüz terk eden ağır cezayı hak etmiş olur. Şayet kat'î delil ile sabit olmuş ise, onu inkâr edenin kâfir olduğuna hükmedilir. Vacibin bu terim anlamı, fakihlerin çoğunluğuna göredir. Hanefî bilginlerinin vâcib terimi ile kastettikleri anlam ise farklıdır. Şöyle ki:
2) Hanefîlere Göre "Vâcib" ve "Farz"ın Tarifi
Hanefîlere göre, vâcib, Şâri'in mükelleften yapılmasını bağlayıcı tarzda istediği ve fakat hakkındaki bu bağlayıcılığın zannî delil ile sabit olduğu fiildir. Fıtır sadakası, kurban kesme, vitir ve bayram namazları ve namazda "Fatiha" sûresini okuma hükümlerinde olduğu gibi. Bütün bunlar, Hanefîlere göre vacibtir; çünkü haber-i vâhid ile yani zannî delil ile sabit olmuşlardır. Şâri’in, mükelleften yapılmasını bağlayıcı tarzda istediği fiil hakkında delilin (meselâ, delâleti kati olan Kur'ân âyeti, mütevâtir hadis veya meşhur hadis gibi) kat'î olması halinde, buna "farz'' adını verirler. Beş vakit namaz, zekât hacc ve namazda Kur'ân'dan bir parça okuma hükümlerinde olduğu gibi. Buna göre, Hanefî mezhebinde farz ve vacibin her biri diğerinden farklı anlam taşımaktadır:
Farzın hükmü: Yapılması kesin olarak gereklidir, terk eden ağır cezayı hak etmiş olur; farz olduğunu inkâr edenin küfrüne hükmedilir.
Vacibin hükmü: Yapılması kesin olarak gereklidir, terk eden farzı terk edenin cezasından daha az bir cezayı hak etmiş olur; vacib olduğunu inkâr edenin küfrüne hükmolunmaz. Hanefiler, bu ayırıma bazı fıkhî sonuçlar da bağlamışlardır. Namazda Fatiha sûresinin okunmasının hükmü, buna bir örnek teşkil eder. Şöyle ki: Namazda Kur'ân okunmasının (kıraatin) tamamen terki namazı geçersiz kılar. Zira namazda Kur'ân'dan bir parça okunması gereği kat'î delil ile sabittir; âyette "O halde, Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun” buyrulmuştur. Fakat Fatiha sûresinin okun¬mamış olması tek başına geçersizlik sebebi değildir, bu sûre okunmamış ise namaz mekruh olmakla birlikte geçerlidir. Çünkü namazda Fatiha sûresinin okunması hükmü, zannî bir delil ile sabit olmuştur. Bu delil Hz, Peygamber'in, Fatiha sûresini okumayanın namazı (geçerli) olmaz" hadisidir. Bu hadis, haber-i vâhid olması sebebi ile sübut açısından zannî olduğu gibi, hükme delâleti yönünden de zannîdir. Zira "Fatiha okunmaksızın kılman namaz geçerli olmaz" anlamına gelebileceği gibi, "Fatiha okunmaksızın namaz mükemmel olmaz" anlamında da yorumlanabilir. Bu ayırımı bir bakıma makul ve vakıaya uygun saymak mümkündür. Gerçekten, herkes delillerin kat'î ve zannî olmak üzere iki kısma ayrıldığını kabul eder. Fakat bir başka açıdan bakıldığında bu ayırımı makbul sayma imkânı yoktur. Çünkü bu ayırım, aynı fiile iki farklı hüküm bağlanmasını gerektirmektedir. Şöyle ki: Haber-i vâhid ile sabit olan bir hükmün delili zannî olduğundan, bu hükme vacib deniyor. Bir başka deyişle delilin kesinliği hususunda şüphe bulunduğu için bu hüküm farz kadar kuvvetli görülmüyor. Fakat bu durumda, o hadisi bizzat Hz. Peygamber'den rivayet etmiş bulunan sahabî açısından delilin sıhhati konusunda tereddüt olmadığına göre, o sahabî hakkında bu hükmün farz olduğunu söylemek gerekecektir. Böylece aynı fiil, hadisi rivayet eden sahabî hakkında "farz" olarak, diğer müslümanlar hakkında ise "vâcib" olarak nitelendirilecektir. Meselâ, namazda Fatiha sûresinin okunması hükmü, sözü geçen hadisi rivayet eden sahabîye nispetle farz kabul edilecek ve ' 'onun bunu terk etmesi namazını geçersiz kılar'' denecektir. Çünkü onun bakımından hükmü gösteren delilin sıhhatinde tereddüt yoktur. Onun dışındakilere nispetle ise aynı fiil vâcib olarak nitelenecek ve terk edilmesi halinde namaz geçersiz sayılmayacaktır. Zira onlar bakımından delil zannîdir. Bu ise, İslâm hukukunda benzeri görülmeyen garip bir durumdur.
B) VACİBİN KISIMLARI
Vâcib, değişik açılardan taksime tabi tutulmuştur. Aşağıda bunları açıklayacağız:
1) Edâ Edileceği Vakit Açısından Vâcib
Edâ edileceği vakit açısından vâcib iki kısma ayrılır:
a) Mutlak vâcib
aa) Mutlak Vâcbi'in Tarifi:
"Mutlak vâcib": Şâri'in, edâ edilmesi için belirli bir vakit tayin etmediği vacibtir. Keffâretler, muayyen zaman belirtilmeden yapılmış nezirler (adaklar) gibi.
ab) "Mutlak Vâcib"in Hükmü:
Mutlak vacibin hükmü, mükellefin onu istediği zaman yerine getirebilmesidir. Diyelim ki, bir kimse yemin etmiş ve yeminine bağlı kalmadığı için kendisine keffâret vacib olmuştur. İşte bu kimse bu keffareti dilediği zaman yerine getirebilir.
b) Mukayyed vâcib
ba) Mukayyed Vâcib'in Tarifi:
"Mukayyed vâcib": Şâri'in, edâ edilmesi için belirli bir vakit tayin ettiği vacibtir. Bu vacibin edası için bir başlangıç ve bir bitiş vakti vardır. Mükellef, bu vacibi belirlenmiş vakti içinde tam olarak yani bütün şart ve rükünleri taşır şekilde ifa ederse, bu fiile "edâ" denir. Vakti içinde fakat eksik bir şekilde ifa edip sonra yine vakti içinde tam olarak tekrar yerine getirirse, bu fiile "iade" denir. Meselâ, öğle namazını önce yanlız başına kılan kimsenin daha sonra cemaatle aynı namazı ikinci defa kılması veya su bulamadığı için teyemmüm edip namaz kılan kimsenin vakti içinde su bulması üzerine abdest alıp yeniden aynı namazı kılması gibi. Mükellefin bu vacibi vakti geçtikten sonra ifa etmesine ise "kaza" adı verilir. Sabah namazının güneşin doğmasından sonra, öğle namazının ikindi vakti girdikten sonra kılınması hallerinde olduğu gibi.
bb) Mukayyed Vacibin Nevileri:
Mukayyed vâcib üç neviye ayrılır:
Birinci nevi: "Müvessa'vâcib" = geniş zamanlı vacib): Vacibin edâ edilmesi içintayin olunan vakit, hem o vacibe hem o vacib cinsinden başka bir ibadete imkân veren genişlikte ise, buna müvessa' vacib denir. (Xvakte de "zarf" adı verilir. Meselâ beş vakit farz namaz, vacibin bu türüne girer. Çünkü bu namazlardan her biri için, Yüce Sâri', hem o namazın hem de başka namazların kılınmasına imkân veren birer vakit tayin etmiştir.
İkinci nevi: "Mudayyak vâcib" = darzamanli vacib): Vacibin edâ edilmesi için tayin olunan vakit, o vacib cinsinden başka bir ibadetin daha ifasına imkân vermiyorsa, buna mudayyak vacib denir. Meselâ ramazan orucu böyledir. Zira bu orucun vakti, -o vakitte edası farz olan orucun dışında- başka oruca imkân vermez.
Üçüncü nevi: "Zü'ş-şebeheyn vâcib"= İki türlü benzerlik taşıyan vacib): Bu vacib, bir bakıma dar zamanlı vacibe bir bakıma da geniş zamanlı vacibe benzemektedir. Hacc ibadeti bu tür vacibe girer. Şöyle ki: Haccin vakti "belirli aylar"dır. Bu vakit, aynı yıl içinde ancak bir hacc yapılabilmesi açısından mudayyak vacibin vaktine benzemektedir; hacc ile ilgili davranışların (menâsikü'1-hacc) hacc aylarının tamamını kapsamaması açısından ise müvessa' vacibin vaktine benzemektedir. Bu ayırımdan çıkan sonuca gelince:
- Müvessa' vâcipin edası, ancak ona özel olarak niyet edilmesi halinde geçerli olur. Çünkü vakit, hem bu vacibin hem aynı cinsten başka ibadetin ifasına müsaittir.
- Mudayyak vacibin edası, mutlak (belirli kayıt taşımayan) niyet ile veya aynı cinsten başka bir ibadete niyet edilmekle de geçerli olur. Buna göre, bir kimse ramazan ayında mutlak olarak ' 'oruç"a niyet etse ve farz olan oruca niyet etmese, bu farz oruç için yapılmış sayılır. Hatta nafile oruca niyet etmiş olsa bile, orucu nafile oruç olmaz, farz olan ramazan orucu yerine geçer.
- Zü'ş-şebeheyn vacibin, -mudayyak vacibe benzerliğine binaen- mutlak niyet ile edası geçerli olur; -müvessa1 vacibe benzerliğine binaen ise- başka ibadete niyet halinde edası geçerli olmaz. Buna göre, bir kimse farz olan hacca niyet etmeksizin haccetse, bu haccı, farz olan hacc yerine geçer ve zimmetinden hacc borcu düşer. Fakat nafile hacca niyet ederek haccederse, farz olan hacc zimmetinde borç olarak kalır.
2) Miktarının Belirli Olup Olmaması Açısından Vâcib:
Miktarının belirli olup olmaması açısından da vacib iki kısma ayrılır:
a) Muhadded vâcib
aa) Muhadded Vâcib"in Tarifi:
"Muhadded vâcib": Şâri'in, hakkında belirli bir miktar tayin et¬tiği vacibtir. Beş vakit namaz, zekât ve satın alınan malın bedeli gibi.
ab) Muhadded Vâcib"in Hükmü:
Muhadded vacibin hükmü şudur: Sırf, vücup sebebinin bulunması ile zimmette borç olarak sabit olur. Mahkeme kararına veya borçlunun rızasına bağlı olmaksızın hemen ifası istenebilir. Sâri'in gösterdiği şekilde ve belirlediği miktarda ifa etmedikçe mükellefin zimmetinden bu borç düşmez.
b) Gayr-ı muhadded vâcib
ba) Gayr-ı Muhadded Vâcibin Tarifi:
'Gayr-ı muhadded vâcib”. Sâri'in miktarını tayin etmediği vacibtir. Allah yolunda infak (harcama), açları doyurma, zulme uğrayan kişiyi kurtarma, misafire ikramda bulunma gibi. Şâri'în belirli bir miktarla sınırlamadığı vacibler bu neviye girer. Çünkü bu nevi vacibin gayesi ihtiyacın giderilmesidir. İhtiyacı gederen miktar ise durumdan duruma ve ihtiyaç sahiplerinin muhtaç bulundukları şeylere göre değişir.
bb) Gayr-ı Muhadded Vâcib"in Hükmü:
Gayr-ı muhadded vacibin hükmü, mahkeme kararı veya borçlunun rızası olmaksızın zimmette sabit olmamasıdır. Zira zimmette ancak belirli olan bir şey sabit olabilir. Ki böylece mükellef neyi ifa edeceğini bilebilsin ve zimmetini bir borçtan kurtarma imkanına sahip olsun.Burada bilinmesi gereken bir husus vardır: Bazı vaciblerin bu iki kısımdan hangisine katılacağı noktasında İslâm hukukçuları farklı görüşe sahip olmuşlardır. Bu görüş farklılığından ötürü de, bazı vaciblere hangi hükmün bağlanacağında ihtilâf meydana gelmiştir.Bu görüş farklılığını, karıya ve akrabaya verilecek nafaka meselesi ile açıklayabiliriz. Hanefî bilginlere göre, bu nafaka gayr-ı muhadded vacib türündendir. Zira miktarı bilinmemektedir. O yüzden Hanefiler bu vacibe şu hükmü bağlarlar: Mahkeme kararı olmadan veya taraflar bir miktar üzerinde anlaşmadan bu nafaka borcu kocanın veya nafaka ödeyecek yakının zimmetinde sabit olmaz. Dolayısıyla, mahkeme kararından veya karşılıklı anlaşmadan önceki süre için karı veya nafakayı hak eden yakın, nafaka alacağı talebinde bulunamaz. Hanefîlerin dışındaki bilginlere göre ise, bu borç, muhadded vacib türündendir. Çünkü, kocanın durumuna göre veya yakma yetecek miktar İle belirlenir. Onun için bu bilginler, sözkonusu borç hakkında şöyle hükmetmişlerdir: Bu borç zimmette sabittir. Karı veya nafakayı hakeden yakın, mahkeme kararı veya karşılıklı anlaşma ile bağlı olmaksızın Önceki süre için de alacak talebinde bulunabilir.
3) İfa Etmesi İstenen Kişi (Mükellef) Açısından Vâcib
İfa etmesi istenen kişi açısından vacib:
a) Aynî vâcib
aa) Aynî Vâcib'in Tarifi:
"Aynî vâcib": Şâri'in, mükelleflerin her biri tarafından yerine getirilmesini istediği vacibtir. Beş vakit namaz, oruç, zekât ve hac gibi.
ab) Aynî Vâcib"in Hükmü:
Aynî vacibin hükmü şudur: Her bir mükellefin bu vacibi yerine getirmesi gerekir. Bazı mükelleflerin yerine getirmiş olması ile bu borç diğerlerinden sakıt olmaz.
b) Kifâî vâcib
ba) Kifâî Vâcib'in Tarifi:
"Kifâî vâcib" Şâri'in, ifasını, mükelleflerin her birinden değil de hepsinden istediği vacibtir. Yargı ve fetva görevlerinin yerine getirilmesi, Allah yolunda cihad, selâma karşılık verme, şahitlik yapma, emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmünker, hastaneler yapma, tıp tahsili ve insanların ihtiyaç duydukları sanatları Öğrenme gibi.Bu ve benzeri vaciblerin yerine getirilmesini Sâri1, belirli fert veya fertlerden istememiş, görevi yerine getirecek kişiyi dikkate almaksızın ümmet içinde bu görevin ifa edilmesini talep etmiştir. Zira bu vacib ile hedef tutulan fayda, bir kısım mükelleflerin onu yerine getirmesi ile gerçekleşmiş olmaktadır. Bu faydanın meydana gelmesi, söz konusu vâcibin her bir mükellef tarafından yapılmasına bağlı değildir.
b) Kifâî Vâcib"in Hükmü:
Kifâî vacibin hükmü şudur: Bazı mükelleflerce yerine getirilirse diğerlerinin sorumluluğu düşer ve herkes günahtan kurtulur; hiç kimse tarafından yerine getirilmezse herkes günahkâr olur. Bu böyle olmakla beraber, bir kifâî vacibin ifası için tek kişi belirli hale gelirse, kifâî vacib aynî vacib şekline dönüşür. Meselâ, bir yerde bir tek tabip bulunuyorsa, artık hastaya müdahale görevi, onun hakkında aynî bir vacibtir. Aynı şekilde, bir olayı tek kişi görmüş olursa, şahitlik görevinin ifası onun için aynî bir vacibtir. Yine, boğulmak üzere olan bir kimsenin imdat istediğini tek kişi duymuş ise ve yüzmeyi de biliyorsa, onun bakımından boğulmak üzere olan kimseyi kurtarmak aynî bir vacibtir.
4) İstenen Fiilin Belirli Olup Olmaması Açısından Vâcib
İstenen fiilin tam olarak belirlenmiş olup olmaması açısından vacib iki kısma ayrılır:
a) Muayyen vacib
aa) Muayyen Vâcibin Tarifi:
"Muayyen vâcib: Şâri'in, değişik işler arasında seçim hakkı tanı¬maksızın yapılacak işi aynen belirleyerek istediği vacibtir. Namaz, oruç, gasp edilen malın iadesi, satın alınan malın bedelinin ve kira bedelinin Ödenmesi gibi.
ab) Muayyen Vâcibin Hükmü:
Muayyen vacibin hükmü, vacib olan fiilin kendisi yerine getirilmedikçe mükellefin zimmetinin borçtan kurtulmamasıdır.
b) Muhayyer vacib
ba) Muhayyer Vâcibin Tarifi:
"Muhayyer vâcib": Şâri'in, bir tek işi aynen belirlemeden, birkaç işten birini yapmakta serbest bırakarak talep ettiği vacibtir. Meselâ yemin keffaretinde bu tür bir vacib söz konusudur. Çünkü Yüce Allah yeminini bozan kişiye şu üç işten birini yapmasını emretmiştir: On fakiri doyurmak veya on fakiri giydirmek veya bir köle azad etmek. Şayet mükellef bu üç şeyden birine güç yetiremezse o zaman Üç gün oruç tutması gerekir. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: "Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden ötürü sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffareti, ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek ya da bir köle âzâd etmektir. Bunları bulamayan kimsenin üç gün oruç tutması gerekir. Bu üç işten her biri, birer muhayyer vacibtir. Yeminini bozan kişi bunlardan herhangi birini seçmekte serbesttir; seçtiği işi yerine getirdiğinde vacibi ifa etmiş olur ve zimmetinden bu borç düşer.
bb) Muhayyer Vâcib'in Hükmü:
Muhayyer vacibin hükmü şudur: Mükellefin, Sâri' tarafından muhayyer bırakılan fiillerden sadece birini yerine getirmesi gerekir. Bunu yaptığında artık vacibi ifa etmiş olur ve zimmeti borçtan temizlenir. Bunlardan hiçbirini yapmazsa günahkâr olur ve cezayı hakeder.
II- MENDÛB
A) MENDÛBUN TARİFİ
"Mendûb": Şâri'in, yapılmasını bağlayıcı olmaksızın istediği ve yapılma¬masını kötülemediği fiildir. Şöyle ki: Fiilin yapılmasının istendiğini gösteren ifade bağlayıcılık taşımaz veya bağlayıcı bir ifade olur ama onun bağlayıcılık niteliğini kaldıran karine bulunur. Bu karine, bir nass veya İslâm hukukunun genel kaidelerinden biri olabilir; fiilin terkine ceza bağlanmaması gibi başka bir karine de olabilir. Meselâ, Ey iman edenler! Belirli bir süreye kadar birbirintzle bir borç ilişkisi kurduğunuzda onu yazjn âyetindeki borcun yazılması ile ilgili emir bağlayıcı değildir, fiilin mendup olduğunu göstermektedir. Çünkü bağlayıcılık ihtimalini ortadan kaldıran karine bulunmaktadır. O da şudur: Daha sonraki âyette, "Şayet birbiri¬nize güvenirseniz, kendisine güvenilen taraf, emanetini tastamam yerine getirsin buyruImuştur. Buradan anlaşılmaktadır ki, şayet alacaklı borçlusuna güveniyorsa, borcu yazıya geçirmeden itimada dayalı bir borç ilişkisi kurabilecektir."Ellerinizin altında bulunanlardan (kölelerden) mükâtebe yapmak isteyenlerle, -eğer kendilerinde bir iyilik görürseniz- mükâtebe yapın âyetindeki efendinin kölesi ile mükâtebe sözleşmesi yapmasına ilişkin emir de mendupluğa delâlet etmektedir, bağlayıcı değildir. Çünkü bağlayıcılık ihtimalini bertaraf eden karine vardır. Şöyle ki: İslâm hukukundaki yerleşik kurala göre, mâlik mülkünde dilediği gibi tasarruf etmekte serbesttir. Zaruret veya ihtiyaç olmadıkça belirli bir tasarrufa zorlanamaz.
B) MENDÛBUN KISIMLARI
Mendub üç kısma ayrılır:
1) Birinci Kısım: Sünnet-i Müekkede v e Sünnetü'l-Hüdâ
Bu kısım iki neviden oluşur:
a) Dinî vecibeler için birer tamamlayıcı niteliği taşıyan fiillerdir. Ezan, namazı cemaatle edâ etmek gibi.
b) Hz. peygamber'in devamlı yaptığı ve sırf bağlayıcı olmadığını göstermek üzere nadiren terk ettiği fiillerdir. Abdest alırken ağza su verme (mazmaza), sabah namazının farzından önce kılınan iki rekât namaz gibi.
Bu iki nevi, "sünnet-i müekkede" veya "sünnetü'l-hüdâ" diye anılır. Bu kısma giren iki nevinin hükmü şudur: Bu tür mendubu yerine getiren sevabı hak eder, terk eden İse, cezayı hak etmemekle beraber kınanma ve azarlanmaya müstahaktır. Şayet bu mendup, ezan ve farz namazların cemaatle kılınması gibi dinî şiarlardan ise ve bir belde ahalisi topluca onu terk etmek hususunda anlaşırlarsa, sünneti hafife almış olmalarından ötürü onlara karşı savaş açılması gerekir.
2) İkinci Kısım: Sünnet-i Gayr-i Müekkede
Tâat nevinden olup da Hz. Peygamber'in bazen yapıp bazen terkettiği fiillerdir. İkindi ve yatsı namazlarından önce kılınan dörder rekâtlık namaz, her haftanın pazartesi ve perşembe günleri tutulan oruç, fakirlere tasaddukta bulunma gibi.Bu kışıma "Sünnet-i gayr-i müekkede "nafile" veya "müstehap"adı verilir.Bu kısma giren mendubun hükmü şudur: Onun yerine getiren sevabı hakeder; yapmayan ise kınanma ve azarlanmaya müstehak olmaz.
3) Üçüncü Kısım: Sünnetü'z-Zevâid
Hz. Peygamber'den insan olması itibariyle sadır olan, Allah Teâlâ'dan bir tebliğ ve Allah'ın dinini açıklama niteliği taşımayan normal beşerî davranışlardır. Meselâ, Hz. Peygamber'in beyaz elbise giymiş, kına ile saç ve sakalını boyamış olması, yemesinde, içmesinde ve giyinmesinde takip ettiği alışkanlıklar vb. hususlar bu kısma girer. Bu kısma "sünnetü'z-zevâid"adı verilir.
Bu kısmın hükmü şudur: Kişi bu fiilleri, Hz. Peygamber'e olan sevgisi ve bağlılığından ötürü ve Rasûlüllah'ın yoluna uyma niyetiyle yaparsa sevabı hak eder. Bu fiilleri terk eden ise kötü bir davranışta bulunmuş sayılmaz, kınanmaya ve azarlanmaya müstahak olmaz. Bu anlamda olmak üzere Serahsi'nin "Usûl"ünde şöyle denmektedir: Sünnet iki nevidir:
1- Yapılması hidayet, terk edilmesi dalâlet olan sünnet,
2- Yapılması güzel, terk edilmesinde ise mahzur olmayan sünnet. Bayram namazı, ezan, kamet, cemaatle namaz birinci neviye, Hz. peygamber'in oturup kalkma, giyinme ve hayvana binme tarzı hakkında nakledilen şeyler de ikinci neviye örnek teşkil eder.
III- HARAM
A) HARAM"IN TARİFİ:
Haram": Şâri'in, yapılmamasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği fiildir. Bu talep şu şekillerde olabilir:
a) Haramlık lâfzı ile,
b) Helâlliğin nefyedilmesi ile,
c) Haram kılma anlamını bertaraf edici bir delil bulunmaksızın kullanılan nehiy sıygası ile,
d) Fiilden sakınmanın kesin bir görev olduğunu gösteren bir delil ile birlikte kullanılan sakınma lâfzı ile.
Şu nasslar bu şekillere örnek gösterilebilir:
a) Size analarınız, kızlarınız… (ile evlenmek) haram kılındı.
b) Müslüman bir kişinin malı(nı) onun gönül rızası olmaksızın (almak) helâl olmaz.
c) "Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin "Zinaya yaklaşmayın; çünkü o açık bir kötü¬lüktür; çok kötü bir yoldur.
d) "Ve yalan sözden kaçının. Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikilitaşlar (putlar) ve şans okları, birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.
B) HARAMIN NEVİLERİ:
Haram iki nevidir: Lizâtihi haramın ve ligayrihi haram.
1) Lizâtihi Haram
A) Lizâtihi Haramın Tarifi
Lizâtihi haramın, Şâri'in, geçici bir sebebe binaen olmaksızın baştan itibaren ve temelden haramlığına hükmettiği fiildir. Zina, hırsızlık, ölü eti satma, evlenme manii bulunanlarla evlenme gibi. Çünkü bunlar zarar ve kötülük ihtiva ettiğinden, yapısı itibariyle haram kılınmış fiillerdir.
b) Lizâtihi Haram"ın Hükmü:
Bu nevinin hükmü, fiilin temelden gayrı meşru sayılmasıdır. Mükellef bu fiili yaparsa batıl kabul edilir, fiile hiçbir olumlu sonuç bağlanmaz ve ulaşılmak istenen menfaat fiilin sahibi için tanınmaz. Meselâ zina fiili, nesep ve mirasçılığın sübutu için sebep olamaz. Hırsızlık fiili de mülkiyetin sübutu için sebep teşkil edemez. Haram kılınan yakınlardan biri ile yapılan evliliğe, meşru evliliğe bağlanan mirasçılık ve nesebin sübutu gibi sonuçlar bağlanamaz. Ölü etinin satılması meşru olmadığı için, bu satıma, meşru bir satım sözleşmesine bağlanan sonuç (mülkiyet hükmü) bağlanamaz.
2) Liğayrihi Haram
A) Liğayrihi Haramın Tarifi
Liğayrihi haram. Esasen meşru olduğu halde, haram kılınmasını gerekli kılan geçici bir durumla ilişkili olan fiildir. Meselâ bayram gününde oruç tutmak böyledir. Esas itibariyle ovucun kendisi meşru bir fiildir. Fakat Yüce Sâri' bu fiilin bayram gününde yapılmasını haram kılmıştır. Çünkü bu günde kullar Allah'ın misafirleri sayılırlar. Bayram gününde oruç tutmak ise böyle bir misafirliği kabullenmekten kaçınmak anlamına gelir ki bu davranış müslümana yakışmaz. Riba yahut fasit bir şart ihtiva eden satış da bu nevi harama örnek teşkil eder. Çünkü bu fiil, yapısı itibariyle yasaklanmış değildir. Esasen satış, meşru bir fiildir. Buradaki yasak, fiille yakın ilişkisi bulunan geçici bir gayr-ı meşru durumdan Ötürü konmuştur. Bu durum, ribalı satışta, karşılığı olmayan bir fazlalığın bulunması; fasit şartlı satışta ise, sözleşmenin ihtilâf ve çekişmeye maruz bırakılmasıdır.
b) Liğayrihî Haramın Hükmü:
Bu neviye giren fiilin hükmü, aslı itibariyle meşru, vasfı itibariyle gayrı meşru sayılmasıdır. Bu yüzden, Hanefî mezhebi fakihlerine göre böyle bir fiil, kendisine hukukî sonuçlar bağlanacak bir sebep teşkil edebilir. Meselâ yukarıda Örnek gösterilen riba veya fasit şart ihtiva eden satış, onlara göre batıl akitlerden değil fasit akitlerden sayılır. Şayet sözleşmenin tarafları bu sözleşmeyi uygulamaya koyarlarsa, her biri lehine karşılıklı edimler üzerinde mülkiyet hakkı doğar. Şu var ki, Şâri'in, bunun haramlığım gerektiren yasağının bulunduğu dikkate alınırsa, bu mülkiyet nezih sayılamaz, habis bir mülkiyettir. Konu ile ilgili tamamlayıcı bilgilere üçüncü bölümde "Nehiy" bahsinde yer verilecektir.
IV- MEKRUH
A) MEKRÛH"UN TARİFİ:
"Mekrûh: Şâri'in, yapılmamasını kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarzda istediği fiildir. Bir başka ifade ile mekruh, yapılmaması yapılmasından daha iyi olan davranıştır. Şâri'in bu tarzdaki talebi değişik yollarla ifade edilmiş olabilir:
I- Sâri', bir fiilin yapılmamasını istemek üzere özellikle "kerâhe" lâfzını kullanmıştır. Hz. Peygamber'in şu hadisi bu duruma örnek teşkil eder:"Allah analara saygısızlık göstermeyi, kız çocuklarını diri diri gömmeyi, (verilmesi gereken hakkı) önlemeyi ve (hak dilmeyen şeyi) istemeyi haram kılmıştır. Yine, Allah, dedikoduyu, çok soru sormayı ve mallan heder etmeyi sizin İçin mekruh görmüştür.
2- Sâri', nehiy sıygası kullanmıştır, fakat bu nehyin haramlığı değil mekruhluğu ifade ettiğini gösteren karine bulunmaktadır. Meselâ, Cenâb-ı Allah, "Ey iman edenleri Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hem Allah'ı anmaya koşun ve alış-verişi bırakın” buyurmuştur. Buradaki (alış verişi bırakınız) sözü (alış-veriş yapmayınız!) anlamındadır. Yani bu, cuma namazı sırasında alış-verişin haram sayıldığını gösteren bir "nehiy" ifadesidir. Fakat burada haram hükmünün değil mekruh hükmünün çıkarılmasını gerektiren bir delil bulunmaktadır. O da, alım-satım yasağının bizzat ahm-satıma yönelik olmayıp, alım- satım fiilinin dışındaki bir durumdan kaynaklanmış olduğudur. Bu durum, Allah'ın cuma namazının edası için tahsis ettiği vakittir. Bu vakitte alış-verişin ise, kişiyi cuma namazının edasından alıkoymasına kuvvetle muhtemel nazarı ile bakılır.
3- Sâri', fiilin yapılmamasını özendirici ifade kullanmış olabilir. Meselâ Hz. Peygamber'in şu hadisinde durum böyledir: "Mehrin en iyisi en kolay olanıdır. Çünkü buradaki (en iyisi) kelimesi, mehirde aşırılığın bırakılmasının üstün olduğunu göstermekte, bu konuda aşırılığın terk edilmesini teşvik etmektedir.
B) MEKRUHUN HÜKMÜ
Mekruhun hükmü, şudur: Bu fiili işleyen cezayı hak etmez; bazen kınanma ve azarlanmaya müstahak olur.
C) HANEFÎLERDE "HARAM" VE "MEKRUH" TERİMLERİ
Haram ve mekruh terimleri ile ilgili olarak yaptığımız açıklamalar, cumhurun (usûlcülerin çoğunluğunun) görüşünü yansıtmaktadır. Hanefî bilginler ise haram ve mekruh terimlerini daha farklı anlamları ifade için kullanırlar. Onlara göre haram, "Şâri'in, -Kur'ân, mütevâtir veya meşhur Sünnet gibi- kat'î bir delil ile kesin ve bağlayıcı tarzda yapılmamasını istediği fiildir." Zina, ribâ, şarap içmek, kan ve ölü eti satmak, -erkekler için- ipekli ve altın kullanmak gibi.
1) Hanefîlerde Haramın Hükmü
(Hanefîlere göre) haramın hükmü, fiili işleyenin cezaya müstahak olması, o fiilin haramlığını inkâr edenin kâfir ve mürted sayılmasıdır.
2) Hanefîlerde Mekruh Ve Nevileri
(Hanefîlerde) mekruh iki nevidir:
A) Tahrimen Mekruh
"Tahrîmen mekruh": Şâri'in yapılmamasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği fiil olmakla beraber, bu talep haber-i vâhid gibi zannî bir delil ile sabit olmuştur. Meselâ, başkasının alışverişi sırasında alışveriş teklifinde bulunmak ve başkasının evlenme teklifi üzerine evlenme teklifinde bulunmak gibi. Bu fiillerden her biri tahrimen mekruhtur. Çünkü Hz. Peygamber: "Kişi, kardeşi müsaade etmedikçe, kardeşinin alışverişi sırasında alışverişe girişmesin ve kardeşinin evlenme teklifi üzerine evlenme teklifinde bulunmasın” buyurmuştur. Bu fiillerden sakınılması kesin ve bağlayıcı tarzda istenmiştir. Fakat bu talep haber-i vâhid ile yani zannî bir delil ile sabit olmuştur.
Bu nevi mekruhun hükmü: Bu neviye giren fiili işlemek haram bir fiili işlemek gibi cezayı muciptir; fakat haramdakinden farklı olarak, bu fiilin hükmünü inkâr eden kişi kâfir sayılmaz.
B) Tenzîhen Mekruh
"Tenzîhen mekruh": "Şâri'in, yapılmamasını kesin ve bağlayıcı ol¬mayan bir tarzda istediği fiildir. İkindi namazından sonra ve güneşin batmasından az önce nafile namaz kılmak gibi. Camiye gidecek kişi için soğan ve sarımsak gibi çirkin kokusu olan şeyleri çiğ olarak yemek de böyledir. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:"Soğan veya sarımsak yiyen kişi mescidimize gelmesin, evinde otursun.
Bu nevi mekruhun hükmü: Bu neviye giren fiili işlemek cezayı ve kötülenmeyi mucip değildir. Fakat üstün ve faziletli olan şekle aykırıdır.Geçen açıklamalarımızdan anlaşılmaktadır ki, cumhur (çoğunluk) ile Hanefî bilginler arasındaki ihtilâf, Şâri'in yapılmamasını kesin ve bağlayıcı tarzda isteyip de, bu isteğin zannî bir delil ile sabit olduğu durumlar hakkındadır. Meselâ başkasının evlenme teklifi üzerine evlenme teklifinde bulunmayı ve fasit bir şart ihtiva eden alım-satim sözleşmesini cumhur ' 'haram'' olarak nitelemekte, Hanefî bilginler ise böyle durumları özel bir kısım olarak kabul edip, "tahrimen mekruh" diye özel bir terim ile anmaktadırlar. Bu ihtilâf, daha Önce geçen "farz" ve "vacib" terimleri ile ilgili ihtilâfa benzemek¬tedir. Şu halde, Hanefî bilginlere göre teklifi hükümlerin sayısı yedi olmaktadır; Farz, vacib, mendup, haram, tahrimen mekruh, tenzihen mekruh ve mubah. Oysa Cumhura göre bu sayı beşe inhisar etmektedir: Vacib, mendup, haram, mekruh ve mubah.
V- MUBAH
MUBAH"IN TARİFİ
"Mubah": "Şâri'in, mükellefi yapıp yapmamakta serbest bıraktığı fiildir. Bir fiilin mubah olduğu değişik yollardan anlaşılır:
1- Şâri'in "helâllik" lâfzını kullanmış olmasından. Meselâ şu âyette olduğu gibi. "Bugün size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Kendilerine Kitâb verilenlerin yiyecekleri size helâldir, sîzin yiyeceklerinizde onlara helâldir.
2- Nasslarda "günah yoktur” ve "sıkıntı yoktur" şeklinde yer alan ifadelerden. Şu âyetler bu durumlara örnek teşkil eder:"Allah, size, ancak leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa (başkasının hakkına) saldırmadan ve haddi aşmadan (bunlardan yemesinde) günah yoktur. Muhakkak Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. İddet beklemekte olan) kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde bildirmenizde veya onu içinizde gizli tutmanızda size günah yoktur. "Amaya vebal yok, topala vebal yok, hastaya vebal yok (yapamadıklarından dolayı günahkâr olmazlar); size de kendi evlerinizden... yemenizde güçlük (sakınca) yoktur.
3- Vücup değil İbaha (mubahlık) ifade ettiğine dair delil bulunan emir sıygasından-Şu âyette olduğu gibi:"Allah'ın rızkından yiyin-için.
4- İstıshâbu'l-asl yoluyla. Yani bir fiilin hükmüne dair delil bulunmazsa, -"İstıshâb" bahsinde açıklandığı üzere- "eşyada kural, mubahlıktır. Prensibine göre o fiilin mubah olduğuna hükmedilir.
B) MUBAHIN HÜKMÜ
Mubahın hükmü şudur: Yapılmasında da yapılmamasında da sevap veya günah yoktur; yapılıp yapılmaması eşittir.

KAYNAKLAR

Baktır, Mustafa, İslâm Hukukunda Zaruret Hâli, Ankara, 1986.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuki İslâmiyye ve Istılahati Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, 1967-1970.
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, Ankara, 1976.
Çakan, İsmail L, Hadislerde Görülen İhtilâflar ve Çözüm Yolları, İstanbul, 1982.
Esen, Hüseyin, “İslam Hukukunda Cezaların Keffâret Olması”, İslamî Araştırmalar Dergisi, Cilt: 16, Sayı:2, Ankara 2003, Sayfa: 217-231.
İbn Abidin (ö. 1252/1836), Hâşiyetü reddi’l-muhtâr ala’-dürri’l-muhtâr, Kahraman Yayınları, İstanbul, 1984.

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010


   

Islam ÜSUL'Ü VE HÜKÜMLERi
Hadis ilminin Kiriterleri Neler dir?

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz