HUZURLU HAYAT İÇİN HUZURLU AİLE

#1 von Zafer Hoca ( Gast ) , 09.07.2015 12:06

HUZURLU HAYAT İÇİN HUZURLU AİLE
Ailede var olamayan millet, millet olma hüviyetini ile yitirmiştir.
Bütünüylü sevgi, saygı, dayanışma ve yardımlaşma, milletin itibarî
varlığına aileden akseder ve böyle bir millet, milletler arası muvâzenen-
in, cihan sulh ve salâhının şâhid ve nâzın durumuna yükselir; eşya ve
hâdiselere hükmeder hâle gelir.
Aile kurumu, kadın ve erkeğin meşru kurallar çerçevesinde, yani nikâh
akdiyle bir araya gelmeleriyle oluşur. Resulullah (sav) Efendimiz de;
“Evlenin çoğalın, kıyamet günü ümmetimin çokluğuyla iftihar edeceğim.”
(Nesai) buyurarak ümmetini evlenmeye, aile kurmaya teşvik ediyor.
İslâm, evlilik ve aile kurumuna öncelikle, kadın ve erkeğin haram yollara
sapmasını önlemek, toplumu şekillendiren sosyal üniteyi oluşturmak ve
birçok peygamberin “Soyumdan inanan ve hayırlı işler yapan bir nesil ver.”
duasında olduğu gibi hayırlı nesiller yetiştirme hedeflerini yükler. Allah
Tealâ, mü’minlerin mü’minlerle evlenmesini emir buyurarak (Bakara:221),
bizlere ailenin oluşmasındaki temel kuralı bildirir. Yani Müslüman aile,
Müslüman anne ve babadan meydana gelmektedir. Ayrıca Peygamber Efendimiz de
bu konuda bizlere şöyle bir tavsiyede bulunur: “Kadınlar ile dört özellik
için evlenilir: Malı, hasebi (şerefi), güzelliği, dindarlığı için. Sen
dindar olanını seç, bereket görürsün” (Ebû Davud)
Hem dünya hem de ahiret mutluluğunu talep edenlerin, Efendimiz’in koyduğu
bu ölçüye riayet etmelerinde hayati bir önem vardır. Çünkü evlilik olayının
sadece bu dünya ile ilgili bir boyutu yoktur, bilakis ahiretle de alakalı
bir özelliğe sahiptir. Hadis-i şerifte işaret edilen dindar bir hanımla
evlenen erkeğin bereketlenmesindeki muradın, aile saadeti, huzuru ve
mutluluğunun bu dünyayla alakalı olmasının ötesinde, ebedi hayatla da
alakalı bir husus olması da kuvvetle muhtemeldir. Ahiretin tarlası olarak
kabul edilen bu dünyada sınırları çizilmiş olan ideal evliliği
gerçekleştirenlerin, birlikte yaşamaları muhtemel ebedi hayatları için çok
önemli bir adım attıklarını söylemek mümkündür.
Binaların sağlıklı olarak ayakta durabilmesi için temelinin sağlam olması
gerektiği gibi, toplumların da sapasağlam dimdik ayakta durabilmeleri için
aile kurumunun çok sağlam olması gerekir. Yarınlara güvenle bakabilmenin en
temel şartı budur.
“Sağlam aile” kavramından ne anlamaktayız? Yaygın anlayışta çocuklar,
torunlar, gelinler ve yakın akrabalar aile kavramının içinde yer
almaktadır. Ancak bu geniş yelpazenin temelini karı ve koca oluşturur. Bu
ikili ailenin çekirdeğidir. İşte sağlam aile, çekirdeği sağlam olan
ailedir. Yani faziletli kişilik sahibi; kendini, dünya hayatını ve bu
hayatın sonrasını gereğince kavrayabilmiş ve bu kavrayışa göre hayatını
şekillendirebilmiş kadın ve erkeğin oluşturduğu ailedir.
Böylesine faziletli özelliklere sahip erkek ve kadın arasındaki ilişki ve
iletişim de sağlam olacak ve bu durum ailenin geneline de doğrudan
yansıyacaktır. Böylece “huzurlu” ve “mutlu” olarak vasıflandırılan aile
ortaya çıkacaktır. Tabii, genel manada ahlaklı, sağlam karakterli olumlu
özelliklere sahip çocukların da ancak böyle bir aile ortamında
yetişeceğinde hiç şüphe yoktur.
Aile kurumunun temeli, evlenmek üzere olan iki insanın birbirini
seçmesiyle, tercih etmesiyle atılmaktadır.. Eş seçiminde en isabetli yol
Efendimiz’in yoludur. Zaten Allah Resulü bizim için her hususta en ideal
modeldir. Bunun yanı sıra, bizim yapımızı, bize uygun olanı, tecrübele
riyle ve feraset nazarıyla görebilen büyüklerimizin de katkılarını unutma
mak gerek. Sağlam bir aile kurabilmek için onların tavsiye ve yönlendir
meleri de büyük önem taşımaktadır.
Ailenin temeli olan eşlerin birlikteliği, esas olarak kalpte, gönülde
başlar. Evlenecek olan iki insan, her şeyden önce birbirlerini gönüllerinde
kabul ederler. Ne var ki, evliliğin en kritik noktası budur. Kendisine ve
hayata dair tecrübesi çok sınırlı olan iki insanın, zamanla değişme
ihtimali bulunan beğeniler ve arzular üzerine attıkları bu temel gerçekten
sağlam olabilir mi?
Gerçekten de hayatın bir döneminde fazlaca öne çıkan bir istek, zamanla
önemini yitirebiliyor. Karşımızdaki insanla ilgili bugünkü beklenti ve
talebimiz, yaşadığımız sosyal, kültürel, maddî vb. değişiklerle birlikte
tamamen değişebiliyor. Özellikle kadına da erkeğe de zengin kıyaslama
imkânı ve ortamı sunan modern hayat, bu değişmeyi adeta kaçınılmaz kılıyor.
Bugünkü Batı’da yaşanan ve artık ülkemizde özellikle büyük şehirlerde
kendini göstermeye başlayan ailevî çözülmenin temelinde, ilerde
zikredeceğimiz çeşitli sosyal ve kültürel etkinin yanı sıra bu ve buna
benzer sebepler yatmaktadır.
Peki, bunca değişikliğe rağmen kalıcı bir evlilik nasıl olabilir? Sağlam
bir aile nasıl kurulabilir?
Mü’minin aile ve evliliğe bakışı, her şeyden önce ibadet nazarıyladır. O,
rabbinin haklarında; “Onlar ki, ey Rabbimiz derler. Bize zevcelerimizden ve
nesillerimizden gözbebeğimiz olacak (salih insanlar) ihsan et. Bizi takva
sahiplerine rehber kıl” (Furkan:74) buyurduğu övülmüş kullardan olmak için
evlenir. O, Peygamberin, ‘Evlenin, çoğalın.” tavsiyesinin bir gereği olarak
ve “Allah, kendisine Saliha bir eş lutfettiği bir erkeğe dininin yarısında
yardım etmiştir. Diğer yarısı için de Allah’tan korksun ve takva dairesinde
yaşasın” (Keşfu’l-Hafâ) hadis-i şerifi mucibince evlenir. Yani evlenip yuva
kurmayı Rabbinin rızasına bir yol, bir ibadet olarak algılar; “Âdet yerini
bulsun.” kabilinden değil.
Bu niyetle yola çıkan mü’min şunu bilir ki, eş seçimi kişinin kendi
iradesindedir, ama bizim irademizi kuşatan bir de mutlak irade olduğunu
unutmamak gerekir. Doğduğumuz ülke, içinde yaşadığımız kültürel doku,
ebeveynimizden devraldığımız özellikler vs. bu külli iradenin birer
tezahürüdür. Yani bizim dışımızda seçimimizi etkileyen büyük etkenler de
var. Dolayısıyla mü’min, yaşadığı aile hayatında kendi nefsî isteklerine
göre karar vermeden önce ilahi programın cilvelerini arar. İçinde bulunduğu
durumdan kendi hayatı için ibretler çıkarır. Çünkü “kader” ve “kısmet”e
inanır.Bir yuva kurduktan sonra onu korumak, öncelikle Allah’ın: “Mü’min
erkek ve kadınlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını
korusunlar.” (Nur:30-31) emrine uymakla mümkündür. Bu ayetten anlaşılan
odur ki, günümüz toplumundaki “Kadında mazi, erkekte istikbal aranır.”
anlayışının isabetli ve doğru değildir. Mazisi ve istikbali temiz olması
gereken sadece kadınlar değil, bilakis erkeklerdir de. Kendimizi iffet ve
namusu koruma emrinin dışında tutamayız. Ayrıca “Erkeğin çapkını makbuldür”
gibi gayri örfi ve dini anlayışlar batılıların bize empoze ettiği bir
durumdur ve aileyi bozmak için sinsice kültürümüze sokulmuş bir anlayıştır.
Unutmamak gerekir ki erkeğin çapkınlık yaptığı kadın, bir başkasının kızı,
karısı, anası veya gelinidir. Yani kendisine dinen haram kılınmış olan
kimsedir. İslâm’da kişinin kendi helalinin dışındakiler haramdır. Bu temel
ilkeyi unutmamak gerekir. Bu, hem aile hem de toplum hayatının huzuru,
güveni ve geleceği için temel şarttır. Sonra eşler, birbirlerine karşı
güvenlerini yerine getirmeye çalışmalı, sorumlulukları Allah ve Resulünün
bildirdiği şekilde paylaşmalıdır.
Mü’min eşine sadıktır. Eşinde hoşuna gitmeyen bazı haller olsa da sadıktır.
Peygamber efendimizin, “Zevcenizden her hangi bir fenalık görürseniz ondan
nefret etmeyiniz. O zaman ona daha başka, daha güzel, daha iyi sözler
söyleyiniz” (Müslim) tavsiyesine uyarız. Bazı durumlarda kalbi eşinden
soğuyan kişi de “Onlara hoşça, güzelce muamele edin. Şayet onlardan nefret
edecek olursanız (tahammül edin). Belki Allah sizin nefret ettiğiniz şeyi
büyük hayırlarla donatmıştır.” (Nisa:18) ilahi emri doğrultusunda hareket
etmelidir.
Mü’min bilir ki, rabbinin onun elinin altına verdiği her şey bir emanet ve
imtihan vesilesidir. O sebeple kendi haklarını da, emanetlerin haklarını da
öğrenmek ve gözetmek mecburiyetindeyiz. Allah elçisinin şu sözünü rehber
edinmeliyiz: “Her biriniz eli altındakilerden sorumludur. Erkek karısından
ve çocuklarından sorumludur. Onların sorumluluğu erkeğin boynundadır. Kadın
da kocasından ve çocuklarından sorumludur.” (Buhari). Bu anlayış
neticesinde taraflar, İslâm’ın öngördüğü vazifeleri ibadet anlayışı ve
şevkiyle yerine getirirler. Bunlara riayet eden Müslüman ailelerde ihmal ve
boş vermişlikten kaynaklanan çözülmeler yaşanmaz.
Mü’min erkek ve hanımlar, huzur ve mutluluğun yerinin kalp olduğunu;
birtakım manevî rahatsızlıklarla malûl insanların hiçbir şeyle, hiçbir
kimseyle tatmin olamayacağını da bilmektedirler. Kalb, Rasulullah (sav)
Efendimiz’in bildirdiğine göre Allah’ın elindedir. Allah, kalbi dilediği
yöne çevirendir. Bundan dolayı Efendimiz (s.a.s.) Allah’a yakınlaşmak için
çaba göstermemizi ve şöyle dua etmemizi tavsiye ediyor: “Ey kalb- leri
evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!” (Tirmizi).
Ailenin temelini, yani karı ile kocayı bir arada tutan hamur sevgidir.
Sevgi ise kalptedir. Sevgi de, kalp de manevidir ve insan gücü kullanılarak
müdahale edilemez. İşte mü’minler, sevginin de kalbin de sahibi olan Yüce
Allah’a samimi yönelirse, Allah onların kalplerini birbirine sevdirir.
Kalpler ne ölçüde Allah’a teveccüh ediyorsa o ölçüde istikamet kazanır. Ne
kadar istikametli oluyorsa aile hayatı da o kadar huzur ve dengeli olur.
Bir ailenin mutluluk içinde hayatını sürdürmesi eşler arasındaki karşılıklı
emniyet, güven, samimi hürmet ve sevgiye bağlıdır.
Kalpleri, gönülleri kudreti altında tutan Allah, bu yönelişin ve neticede
huzura kavuşmanın yolunu da tarif ediyor: “Dikkat ediniz! Kalbler sadece
Allah’ı anmakla huzur bulur” (Ra’d:28). Allah’ı anmaktan murad ondan gafil
olmamaktır. Aile hayatında da, hayatın diğer bütün alanla rında da huzura
kavuşmanın başka yolu yoktur.
Aile saadeti için sevgiyi pekiştirici davranışlar çok önemlidir. Nitekim
Hz. Peygamber Efendimiz’in aile hayatında bunun çok canlı örnekleri
bulunmaktadır:
Hz. Peygamber, hanımlarıyla aralarındaki sevgi bağlarını pekiştirecek,
yakınlığı artıracak tarzda senli-benli olurdu. Bunun en güzel örnek
lerinden biri, Hz. Âişe ile evliklerinin ilk yıllarında yaptıkları koşudur.
Validemizin anlattığına göre, Resûl-i Ekrem (sav), bir sefere giderken,
yanına Hz. Âişe’yi almıştı. Yolda yürüyorlardı. Hz. Peygamber yanındaki
sahabilere, siz yürüye durun, buyurdu. Sahabiler, bir hayli gittikten sonra
Hz. Aişe’ye ‘Yarışalım mı?’ diye sordu. Hz. Âişe de bu teklifi severek
kabul etti. Yarıştılar; genç ve enerjik Hz. Âişe yarışı kazandı.
Aradan yıllar, geçtikten sonra, yine bir seferde beraberdiler. Hz. Peygam
beryine; ‘Yarışalım mı?’ diye sordu. Hz. Âişe, bir zamanlar yaptıkları
yarışı hatırlayarak teklifi memnuniyetle kabul etti. Yarıştılar, bu defa da
Hz. Âişe kaybetti. Çünkü kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, kilo almış ve
biraz şişmanlamıştı. Hz. Peygamber gülerek, ‘Bu, vaktiyle kazandığın
müsabakanın rövanşıdır.’ buyurdu” (Müsned,Ebû Davud)
Sonuç olarak söylemek gerekirse, günümüzde aile kavramına verilen değerin
ve duyulan saygının yerini, batılılarda olduğu gibi ailesiz, bir hayat
anlayışı almaya başlamıştır. Kadın-erkek birlikteliğinin yalnızca cismani
tatmin aracı olduğu düşüncesi topluma empoze edilmeye çalışılıyor. Her gün
TV’lerin magazin programlarında sahte birliktelikler ve suni aşklara dair
haberler sunuluyor. Adeta bu sahte sevgiye ve gayri meşru ilişkilere toplum
özendirilmeye çalışılmaktadır. Aile ocağı gibi, sevgi de kutsal ve ciddiyet
ister. Bakınız “Kerem ile Aslının sevgisine”, “Ferhat ile Şirininkine” ilk
günkü gibi saf ve temizler. Aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen,
sevgilerindeki o samimiyet sebebiyle Allah, isimlerini hâlâ yaşatmaktadır
onların ve yaşatacaktır da.
Yaygınlaştırılmaya çalışılan yeni anlayışta evlenip aile kurmak, sorumluluk
almak, gelecek temiz nesillerin devamına katkıda bulunmak gereksiz bir yük
olarak kabul ediliyor. Nikâhsız beraberliklerden çocuk sahibi olmak adeta
özendiriliyor. Aile külfetine girmeksizin çocuk edinmenin sonuçları ile o
çok özendiğimiz veya özendirilmeye yönlendirildiğimiz Batı’nın başı ciddi
anlamda dertteyken, bizim magazin dünyamız bunu çözüm olarak sunuyor.
Neticede kültürel bozulma ve çözülme o düzeye vardı ki, tamamen Batı hayat
tarzının bir ürünü olan flört, kendilerini çok dindar diye vasıflandıran
gençlerimizi bile etkisi altına almış durumda. Oysa bizim inancımız, hayat
tarzımız, kültürümüz, geleneğimiz, ne nikâhsız beraberliği kabul ediyor, ne
de geçici nikâha izin veriyor.
Uzunca bir zamandır Müslümanların çok dikkatli olması gereken bir dönemi
yaşıyoruz. Savaş meydanlarında mağlup olanlar, huzur ve mutluluk
vaatleriyle bugün aramızda kuzu postunda dolaşıyorlar. Tekno- lojinin bütün
imkânlarını kullanarak kültürümüzün can damarlarını, bizi biz yapan her
şeyi tahrip etmeye çalışıyorlar.
Bilmeliyiz ki, Müslüman aile Müslüman toplumun temel direğidir. Bu direk
yıkılırsa toplumumuzun ayakta kalması mümkün değildir. Televizyonuyla,
sinemasıyla, müziğiyle, edebiyatıyla, içimize sızıp bizi yok etmeye
çalışanlara karşı bütün gayretimizle bu nezih aile kurumu muzu korumak ve
yaşatmak zorundayız. Bu yolda asla yıkılmadan dimdik ayakta kalarak,
insanlığın huzur ve mutluluk ümitlerini kendi huzur ve mutluluğumuzla
yeşertmek zorundayız.

Zafer Hoca

   

Zekat Ve Zekat Düşen Nisab Mitarları
397. HUTBE: ANNE-BABANIN ÜZERİNDE EVLAD HAKKI

Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz