Yahya b. Şeyban rivayet ediyor, Ebû Hanîfe şöyle demiştir :
«Ben, kelâmda, münazarada kuvvetli olan bir kimseydim. Bir müddet bununla uğraştım. Münakaşalar yapıyor, kelâmı müdafaa ediyordum. Bu münazara ve mübahase erbabının çoğu Basra´da bulunuyordu. Yirmi defadan fazla Basra´ya gidip geldim. Orada bir sene kadar daha az veya daha çok kaldığım olurdu. Haricîlerden Ibaza, Sufriyye vesair fırkalarla münakaşa yaptım. Kelâm ilmini ilimlerin en efdalı sayıyordum. Kelâm dînin aslıdır, derdim.
Ömrümün birazı böyle geçtikten sonra, kendi kendime düşündüm. Dedim ki: Hz. Peygamber´in Ashabı olsun. Tabiîn olsun, bizim erebileceğimiz şeylerin hiçbiri onlardan kaçmış değildi. Onlar bu hususta daha kuvvetli idiler. Bunları daha iyi bilirler, her şeyin hakîkatına vakıftılar. Bununla beraber keîâm mes´elesine dalmadılar, münakaşa ve mücadefc yapmadılar. Kendilerini tuttular, hattâ bunlara dalmaktan nehyettiler. Onlar şeriat mes´delerine, fıkıh bablanna sarıldılar. Onların sözleri hep fıkıh hakkında idi, oturup bunları konuşmuşlar, halka bunları öğretmişler, bunları öğrenmeğe Müslümanları davet etmişler. Fetva veriyorlar, fetva alıyorlar. İlk Müslümanların devri. Sahabe zamanı böyle imiş. Arkalarından Tabiîn aynı izden gittiler. îşte onların ´bu vasfolunan ahvali böylece canlanınca münazaralara, münakaşalara son vererek kelâm ilmini bıraktım. O kadarla iktifa ettim. Selefin[10] bu*lunduğu hallere döndüm. Onların izine koyuldum. Onların yaptıklarını yapmağa başladım. Bu mevzuları iyi bilenlerle beraber bulundum. Zira baktım ki, kelâmla uğraşanların simaları eskilerin siması. gibi değil. Onların yolu sâlihlerin yoluna benzemiyor. Kalb-leri katı, yürekleri taş gibi. Kitaba, Sünnete, sâlihîne karşı gelmeğe hiç aldırış etmiyorlar. Ne takvaları var, ne´de korkuları!»
3- Talebesi İmam Züfer b. Hüzeyl anlatıyor: «Ebû Hanîfe derdi ki, baştan kelâmla meşgul olurdum. Bunda parmakla gösterilir bir dereceye ulaşmıştım. Mescit´te H^mmâd b. Ebî Süleyman´ın ders halkasına yakın bir yerde oturuyordum. Günün birin*de bir kadın gelerek bana: «Bir adamın câriye bir karısı var, onu Sünnet üzere boşamak istiyor, kaç talâk vermeli? diye sordu. Ben de bunu Hammâd´a sormasını ve dönüşte bana da haber vermesini söyledim. Hammâd´a sormuş, o da şu cevabı vermiş:
«Hayızdan temiz olduğu sıra onu bir defa boşar, bekler, iki defa hayız görüp de yıkandıktan sonra kocaya varması helâl olur.» Bundan sonra bana kelâm lâzım değil dedim, ayakkaplarımı alıp Hammâd´ın dersine gelip oturdum. Onu dikkatle dinliyor, söylediği mes´eleleri belliyordum. Ertesi gün müzakere yoluyla yoklama yapılınca ben bellemiş olurdum, diğer talebeler ise yanılırlardı. Bunun üzerine üstadımız Hamtnâd: Benim yanıma, ders halkasının başına Ebû Hanîfe´den başka kimse oturmıyacak, dedi»
Bu Üç Rivayetin Arasını Buluş
İşte üç rivayet böyledir. Bunlar bir kaç yolla naklolunmuş-tur. Rivayetlerin ibareleri, kısalık ve uzunluk bakımından türlü türlü ise de maksat ve mânâ birdir. Birinci rivayetten anlıyoruz ki, Ebû Hanîfe yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bütün ilimlerden nasibini aldıktan sonra fıkhı seçmiştir. Diğer iki rivayet ise ilm-i kelâmda son derece maharet sahibi idi, sonra fıkha döndü, diyor.
Birinci rivayetle ikinci rivayet arasını birleştirmek kolaydır. Çünkü birinci rivayet kelâm öğrenmedi, demiyor, kelâm mes´elele^. rinde münazara ve mübahase yaptığını reddetmiyor. Belki kelâm bildiğine işaret bile ediyor. Diğer iki rivayet, kelâmda münazara ve münakaşa yaptığını, bu işden son derece zevk aldığım sarahaten söylüyor. Hattâ muhtelif fırkalarla münakaşa için Basra´ya bile gidermiş. Demek birincinin işaret ettiğini, diğer iki rivayet açıklıyor. Ve hepsinden çıkan netice sonradan fıkha merak etmiş olduğudur.
İlmî Olgunluğu Ve Münazara Kuvveti
Görülüyor ki, Ebû Hanîfe, asrındaki İslâm ilimlerini ve kültürünü elde etmiş münevver bir kimsedir. Âsim kıraati üzere Kur´ânı Kerîm´i ezberledi, Hadis biliyordu. Edebiyat, şiir, nahiy öğrendi. İtikat mes´elelerine dair türlü fırkalarla mücadele etti. Hattâ münakaşa yapmak için Basra´ya bile gittiği ve orada bir sene kaldığı olurdu. En sonunda fıkha sarıldı.
Hayatının gençlik çağında, akait esasları -hakkında münazara yapmaktaki hevesi onu çok olgun laştırmış, en yüksek mertebeye ulaştırmıştı. Din esaslarım anlama tarzı kuvvetli idi. Hattâ kendini fıkha verdikten sonra bite icabettiği zaman ara sıra usrl ve akait esaslarında münakaşa yaptığı olurdu. Hâriciler Küfe nıescjdini bastıkları zaman Ebû Hanîfe mescidin içinde idi. Onun yanına girdiler, onlarla münazara yaptı.[11]
Gulât-i Ş i adan bazılarıyla münakaşa yaptı ve onları ikna etti. Ve daha böyle nice vak´alan oldu. Bütün bunlar, o kendisini fıkha verdikten sonra oluyordu.
Fakat kendisi ara sıra böyle usul ve. akait hakkında münakaşalar yapmakla beraber talebelerini ve yakınlarını böyle münakaşalardan men ediyordu. Rivayet olunduğuna göre oğlu Hammâd´ı kelâm mes´elesinde münakaşa yaparken gördü ve onu bundan vaz geçirdi. Ona:
Seni münakaşa yaparken görüyoruz, bizi neden menediyor-sun? dediler. Cevabı şu oldu:
Biz münazara yaparken, arkadaşımız kayıp düşecek, yanılacak diye korkudan başımızda kuş varmış gibi dururduk. Sizse münazara yapıyorsunuz ve arkadaşınızın düşmesini istiyorsunuz. Arakdaşmın kayıp düşmesini isteyen, arkadaşını tekfir etmek istiyor, demektir. Arkadaşını tekfir etmek isteyense, arkadaşından önce küfre düşer.»[12]
Münazaraların Onu Olgunlaştırması
Sözün hulâsası: Muhtelif rivayetlerin işaret ettiği ve ekseriyetin de tasrih eylediği veçhile Ebû Hanîfe, itikat mes´elelerinde münakaşa yaparken: hayata atıldı. îlm-i kelâm dediğimiz budur. Muhtelif fırkalarla mücadele yapardı. Sonra bundan vaz geçti, fıkha döndü. Bütün fikir kuvvetini fıkha verdi; yine de ara sıra mecbur kaldıkça veya hakkı meydana çıkarmak için akaide dair münakaşalar yaptığı da olmuştur.
Ebû Hanîfe bidayette muhtelif dinî fırkaların münakaşa mevzuu yaptıkları mes´elelerle boğuştuktan sonra fıkıh okumağa döndü. Devrinin büyük üstadlarından ders aldı. Onlardan birine devam etti. Ondan okudu ve yetişti. Başka fıkıh talebeleri muhtelif üstadlardan ders alırken o bir üstada devam etti. En mümtaz hocayı seçti. Onun muhitine ısındı. En ince mes´eleleri ondan öğrendi. Küfe o zaman Irak fukahâsının yatağı idi, Basra ise muhtelif mezheb fırkaları yatağı idi. Bu çevrelerin onun üzerine büyük tesiri olmuştur. Kendisi bu hususta şöyle demektedir: Ben ilim ve fıkıh oca*ğında yetiştim. Onların erbabiyle bir arada bulundum, o fukahânın arasından bir fakîhe devam ettim.[13]
Üstadı Hammâd´ın Dersine Devamı
Ebû Hanîfe Hammâd b. Ebî Süleyman´ın dersine devam etti. Fıkıh hususunda ondan yetişti. Hammâd ölünceye kadar ondan ayrılmadı. Burada bahsedeceğimiz üç şeyi kurcalamak isteriz:
1- Fıkha döndüğü veya Hammâd´a devama başladığı zaman Ebû Hanîfe acaba kaç yaşında idi?
2- Müstakil ders vermeğe başladığı zaman yaşı kaçtı?
3- Hammâd´a devamı fasılasız mı idi? Yâni başkalariyle ilmî münasebeti hiç mi yoktu? Yalnız Hammâd´a devam edip başka-, smdan hiç fıkıh okumadı mı?
Bu suallerin cevabına başlıyahm : Fıkıh okumağa veya Ham-mâd´dan ders almağa başladığı zaman kaç yaşında olduğunu doğrudan bilmiyoruz. Fakat müstakil ders kürsüsüne çıktığı zamanki yaşından bunu bulabiliriz. Çünkü bu bellidir. Hemen bütün rivayetlerin ittifak ettiği bir nokta vardır ki, o da Ebû Hanîfe´nin Ham-mâd´ın dersine vefatına kadar devam etmiş olduğudur. Ancak üstadı Hammâd´m Ölümünden sonra müstakil ders halkası kurmuştur. Hammâd 120 Hicrî senesinde öldü. Hanîfe o zaman kırk yaşında idi. "Demek Ebû Hanîfe 40 yaşında ders okutmağa başlamıştır. Aklı tam kemâle erip olgunlaştıktan sonra üstadının yerine geçmiştir. Bundan önce de ders vermeği düşünmüştü. Fakat sonra vaz geçti. İmâm Züfer´den rivayet olunuyor: Ebû Hanîfe üstadı Hammâd´a olan bağlılığı hakkında şunu.anlatmış :
«On sene onun dersinde bulundum. Sonra içimde bir ders halkasında baş olma arzusu uyandı. Onun dersinden ayrılıp kendim ders vermek istedim. Bir gün evden çıttım. Niyetim bunu yapmak. Mescide girdim. Üstadı görünce gönlüm ondan ayrılmağa razı olmadı. Gelip yanına oturdum. O gece üstadın Basra´da bulunan akrabasından birinin Ölüm haberi geldi. Mal bırakmıştı. Ondan başka da mirasçısı yoktu. Bana kendi makamına geçip ders vermemi emretti ve Basra´ya gitti. O gittikten sonra ondan hiç duymadığım mes´eleler gelmeğe başlad- Ben onları cevaplandırıyor ve cevapları da yazıyordum. Sonra üstad dönüp gelince bu mes´eleleri ona arzet-tim. Altmış mes´ele dolayında idi. Kırkında bana muvafakat etti, onları uygun buldu, yirmisinde muhalif kaldı. Ben de Ölünceye kadar ondan ayrılmamağa ahdettim ve ölünceye kadar ondan ayrılmadım.[14]
Hammâd´ın dersinde on sekiz sene bulunduğu tarihçe sabittir. Kendisi şöyle diyor: «Bir defa Basra´ya geldim. Her ne sorulursa behemahal cevabını veririm, sanıyordum. Bana öyle şeyler sordular ki, cevabını bulamadım. O zaman üstadım Hammâd´dan ölünceye kadar ayrılmamağa andiçtim. Ve onsekiz sene onun talebesi oldum.»[15]
Ebû Hanîfe onsekiz sene Hammâd´m dersine devam etmiş ve üstadı öldüğü zaman kırk yaşma basmış olunca, ona talebe olduğu zaman yirmi iki yaşında bulunduğu meydana çıkar. Kırk yaşma kadar onsekiz sene talebelik yapmış olur ve ondan sonra da müstakil ders halkası kurmuştur.
Bu devamın nasıl olduğuna gelince, Ebû Hanîfe´nin hayatını inceleyen kimse,, bunun fasılasız olduğunu yâni tamamiyle ona bağlanıp başkalarından hiç ders almadığını söyleyemez. Beytul-lah´ı ziyaret etmek, Hac yapmak maksadiyle sık sık Hicaz´a giderdi. Mekke ve Medine´de ulema ile buluşup görüşürdü. Bunların çoğu tâbiîndendir. Onlarla görüşmesi ilmî olurdu. Onlardan Hadis rivayeti" dinler, onlarla fıkıh müzakere yapar, kendi usulüne göre onlara ders verirdi. Ona ait haberlerde ve önün tarihinde bir £ok üstadları olduğu zikrolunmaktadır. Kendilerinden Hadis rivayet ettiği ve ders aldığı kimselerin arasında muhtelif fırkalardan adamlar var. Zeyd b. Ali Zeyd´el-Âbîdin´den, Ca´fer Sâdık gibi Şia imamlarından ders almıştır. Muhammed Nefs´üz-Zekiyye´nin babası Abdullah b. Hasan´dan da ders almıştır. Ricata kail olan bâzı Keysa-niye ulemasından da ders okumuştur. Üstadlarmdan bahsederken inşallah bunları anlatacağız.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, o üstadı Hammâd´a devamla beraber diğer fukahâ ve muhaddisleri de görmüştür. Nerede bulunursa bulunsun tabiîni arar bulurdu. Bilhassa fıkıh içtihatta seçkin olan Sahabeyle buluşmuş olan tabiîni mutlaka arar bulurdu. Kendisi diyor ki: «Hz. Ömer´in fıkhını, Hz. Ali´nin fıkhını, Abdullah b. Mes´ud´un fıkhını ve îbn-i Abbas´in fıkhını onların ashabından aldım.» Eğer ders alması yalnız Hammâd´a münhasırdır dersek, bunları diğerlerinden almış olmasına yol bulamayız.
Ebü Hanîfe´nîn Hayatı Hakkında Bilmemiz Gerekenler
Ebû Hanîfe kırk yaşına geldiği zaman, tam olgunluk çağında Küfe mescidinde üstadı Hammâd´m ders kürsüsüne oturdu. Kendisine sorulan mes´eleleri çözmek arz olunan hâdiseleri bir hükme bağlayabilmek için bunları talebeleriyle müzakere yoluyla, karşı*lıklı konuşmalarla okutmağa başladı. Benzeri., hâdiseleri birbirine kıyas yapıyor, müşterek illeti olanları ayni hükme bağlıyor, fıtrî zekâsı, kuvvetli aklı ve sağlam mantıki sayesinde bunları ko!ayca yapıyordu. Böylece Hanefiyye mezhebini doğuran parlak fıkıh yolunu açtı.
Burada bu ilmî yapının nasıl teşekkül ettiğini ve doğurduğu neticeleri etrafiyle anlatmağa kalkışacak değiliz. Bunun ileride şerh ve beyân yeri gelecektir.
Biz burada onun hayatının mecrasından, onunla ilgili olan şeylerden söz açıyoruz. Biz burada onun şahsını inceliyoruz. Orada ise millî varlığının teşekkülünü araştıracağız. Sonra bu iki emirden doğan neticeler nedir? Yâni ilmî kudretiyle diktiği ilim fidanları ve ne vakit meyve verdiği ve bir çok ülkelerde fıkıh ve hüküm verme kapılarını nasıl açtığı mes´elesini bahis konusu yapacağız.
Onun hayatiyle ilgili şeyleri beyan için burada îki noktayı açıklayacağız :
1- Yaşayışı, geçinmesi, kazancı nasıldı?
2- Umumî hayat yâni yaşadığı devirde olup biten olaylar karşısında vaziyeti ne idi ve bunun hayatının akışında ne gibi tesiri oldu?
Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen |