Maide Süresi Meal Ve Tefsiri 67-79
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُۜ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ ﴿٦٧﴾
Meal 67: Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer böyle yapmazsan elçilik vazîfeni yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu doğru yola erdirmez.
Tefsir:
“Bize düşen Allah’ın mesajını tam olarak, açık ve anlaşılır bir şekilde size ulaştırmaktır” (bk. Yâsîn 36/17) diyen peygamberlerin, Allah’tan gelen buyrukları gizlemeden ve hiçbir değişikliğe tabi tutmadan insanlara ulaştırma sorumlulukları vardır. Dolayısıyla bu âyet-i kerîme hem Peygamber’i, hem de ondan sonra tebliğ vazifesini ifa edecek âlimleri, dinle alakalı hiçbir bilgiyi gizlememeleri, en zor şartlarda bile tebliğe devam etmeleri hususunda ciddi bir şekilde uyarmaktadır. Hz. Aişe (r.a.) şöyle der: “Her kim Hz. Muhammed (s.a.s.)’in vahiyden herhangi bir şey gizlediğini söyleyecek olursa, şunu bil ki o kimse yalan söylemiştir. Çünkü Yüce Allah: « Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer böyle yapmazsan elçilik vazifeni yerine getirmemiş olursun»” (Mâide 5/67) buyurmaktadır.” (Buhârî, Tevhid 46; Müslim, İman 287)
Tebliğ vazîfesinin ihmâli, kişiyi hem bu dünyada hem de âhirette pek çok sıkıntılara dûçâr eder. Bu hususta Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle buyurur:
“Ashâb-ı kirâm arasında şu gerçeği hep duyardık:
Kıyâmet gününde bir kişinin yakasına, hiç tanımadığı biri gelip yapışır. Adam şaşırarak:
«–Benden ne istiyorsun? Ben seni hiç tanımıyorum ki!» der.
Yakasına yapışan kişi ise:
«–Dünyada iken beni hatâ ve çirkin işler üzerinde görürdün de, îkaz etmez, beni o kötülüklerden alıkoymazdın.» diyerek ondan dâvâcı olur.” (Münzirî, et-Terğîb ve’t-terhîb, Beyrut 1417, III, 164/3506)
Fudayl b. Iyâz (r.h.) der ki:
“Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup mânasını anlayan kimse; peygamberlerin tebliğ etmekle sorumlu olduğu şeylerden o da sorumlu olacaktır. Çünkü onlar, peygamberlerin vârisi sayılırlar.” (Velîler Ansiklopedisi, I, 226)
Âyette yer alan “Allah seni insanlardan koruyacaktır” (Mâide 5/67) ifadesi, Peygamber Efendimiz’in hayatının Allah tarafından emniyet altına alındığını haber verir. Artık bundan böyle Allah onu, insanlardan, özellikle din düşmanlarından gelecek zararlara karşı koruyacaktır. O halde korkmasını ve çekinmesini gerektirecek bir durum yoktur. Nitekim şu rivayet bu mevzuu daha kolay anlamayı sağlar:
Resûlullah (s.a.s.) Medine’ye gelişinden sonra bir gece uyuyamadı ve: “Keşke ashâbımdan liyakatli bir adam bu gece gelip beni korusa” buyurdu. Hz. Aişe der ki: “Biz bu durumda iken, birbirine değen silahların seslerini işittik.” Peygamber (s.a.s.): “Kim o?” deyince, O, “Sa‘d b. Ebi Vakkâs” dedi. Efendimiz: “Niçin geldin?” diye sorunca da, “İçime Allah Resûlü (s.a.s.) adına bir korku düştü. Onu korumaya geldim” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) ona dua etti, sonra da uyudu. (Buhârî, Cihad 70; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe 39-40) Hz. Aişe der ki: “Allah seni insanlardan koruyacaktır” (Mâide 5/67) âyet-i kerîmesi nâzil oluncaya kadar Allah Resûlü, muhafızlar tarafından işte böylece korunurdu. Bu âyet inince Peygamber (s.a.s.) başını çadırdan çıkarıp: “Ey insanlar yanımdan ayrılıp gidebilirsiniz. Çünkü beni Allah korumuştur” buyurmuştur. (Tirmizî, Tefsir 5/4)
Şimdi hitap tekrar Ehl-i kitaba yöneltiliyor:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلٰى شَيْءٍ حَتّٰى تُق۪يمُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًاۚ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ ﴿٦٨﴾
Meal 68: De ki: “Ey Ehl-i kitap! Tevrat’ın, İncil’in ve son olarak Rabbinizden size indirilmiş olan Kur’an’ın hükümlerini tam olarak uygulayıncaya kadar din adına herhangi bir sağlam esasa dayanmış olmazsınız.” Rabbinden sana indirilen âyetler, elbette onların pek çoğunun azgınlığını ve küfrünü daha da artıracaktır. Artık o kâfirler topluluğu için üzülme!
Tefsir:Ayetin nüzûl sebebiyle alakâlı şöyle bir rivayet nakledilir: Yahudilerden bir grup Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.)’e geldiler ve: “Ey Muhammed! Sen, İbrâhim milleti ve dini üzere olduğunu, bizim yanımızdaki Tevrat’a iman ettiğini söyleyip onun Allah’tan gelen bir hak olduğuna şehâdet etmiyor musun?” dediler. Efendimiz: “Evet öyledir. Fakat sizler sonradan birçok şeyler uydurdunuz, onda sizden alınmış olan kesin ve bağlayıcı sözü inkâr ettiniz, onda benim peygamberliğim ve vasıflarım gibi insanlara açıklamakla emrolunduğunuz şeyleri gizlediniz. Ben, sizin bu sonradan uydurduklarınızdan berîyim” buyurdu. Onlar yine: “Biz, elbette yanımızda mevcut olanı alacağız. Hiç şüphesiz biz hak ve hidâyet üzereyiz; sana iman edecek ve sana tabi olacak da değiliz” dediler de bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, VI, 417-418)
Buna göre kitap ehli, yaşadıkları dönem itibariyle Allah’ın kendilerini sorumlu tuttuğu ilâhî hükümler, emir ve yasaklar istikâmetinde hareket etmedikçe, din nâmına makbul herhangi bir şeye sahip olamayacaklardır. Kur’an’a inanmadıklarından dolayı da, inen her bir ayet, onların küfrüne küfür katacak, inkârlarını artıracaktır. “Artık o kâfirler topluluğu için üzülme!” (Mâide 5/68) emri, Efendimiz’in üzülmesini yasaklamak için değil, onu teselli etmek içindir.
Netice itibariyle:
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالصَّابِؤُ۫نَ وَالنَّصَارٰى مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٦٩﴾
Meal 69: Sözde iman edenlerden, yahudilerden, sabiîlerden ve Hristiyanlardan kim Allah’a ve âhiret gününe inanıp sâlih ameller işlerse, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar asla üzülmeyeceklerdir.
Tefsir:Burada bahsedilen yahudi, hıristiyan ve sabiîlerden maksadın kimler olduğu hakkında açıklama Bakara suresi 62. âyette yapılmıştır. Bu âyetten hareketle bir kısım müfessirler, âhirette mü’minler için hiçbir korku ve üzüntünün olmayacağını söylemişlerdir. Nitekim “«Rabbimiz Allah’tır!» diye ikrarda bulunup, sonra da özde ve sözde dosdoğru olarak inanç, amel ve ahlâkta sapmadan doğru yolu takip edenlerin üzerine melekler iner ve şöyle derler: «Korkmayın ve üzülmeyin! Size va’dolunan cennetle sevinin!»” (Fussılet 41/30) âyeti bu gerçeği haber verir.
Bazı müfessirler ise;
“Kıyâmeti göreceğiniz gün, dehşetten her emzikli anne emzirdiği yavrusunu unutup terk eder, her hâmile dişi de karnındakini düşürür....” (Hacc 2/2)
“O gün insan kaçar kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından!” (Abese 80/34-36) gibi âyetlerden hareketle mü’minlerin kıyâmet günü hem üzüleceklerini hem de korkacaklarını ifade etmişlerdir. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.s.) bir defasında: “Kıyâmet günü insanlar yalın ayak ve çıplak olarak haşrolunur” buyurdu. Hz. Âişe (r.a.) “Kadınlar ve erkekler birlikte olunca onlar birbirlerine bakmazlar mı?” deyince, Efendimiz: “Ya Âişe! O gün işler, onların birbirine bakmasını engelleyecek kadar şiddetli olacaktır” buyurdu. (Müslim, Cennet 56) Bu hususta, “O gün onlardan her birinin başından aşkın bir işi, kendine yetecek bir derdi ve belâsı vardır” (Abese 80/37) âyetini hatırlamak yeterli olacaktır.
Bu ikinci görüşü kabul edenler, kıyâmet günü mü’minlerin yaşayacakları korku ve hüznün geçici olduğunu, devamlı olmadığını, bu sebeple Allah Teâlâ’nın bu âyette hüznü mü’minlerden tamamen kaldırdığını söylemişlerdir.
Bahsedildiği şekilde kıyâmet günü korku ve hüzünden emin olmak için, sağlam bir tevhid inancıyla birlikte nefsânî arzuları bırakıp, peygamberlerin diriltici davetine uymanın zarureti âşikârdır:
لَقَدْ اَخَذْنَا م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ وَاَرْسَلْنَٓا اِلَيْهِمْ رُسُلًاۜ كُلَّمَا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ فَر۪يقًا كَذَّبُوا وَفَر۪يقًا يَقْتُلُونَ ﴿٧٠﴾
Meal 70: Andolsun biz, İsrâiloğulları’ndan kesin ve bağlayıcı söz aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Fakat ne zaman bir peygamber onlara nefislerinin hoşlanmayacağı ilâhî buyruklar getirdiyse, o peygamberlerden bir kısmını yalanlıyor, bir kısmını da öldürüyorlardı.
Tefsir:Yüce Allah, İsrâiloğullarından kendine kulluk etme, şirk koşmama, ana babaya iyilik etme, günahlardan uzak durma, özetle ilâhî emir ve yasaklara itaat etme hususunda kesin ve bağlayıcı söz almıştır. Onlara buyruklarını tebliğ eden pek çok peygamber göndermiştir. Fakat onlar bu peygamberlerin bir kısmını yalanlamışlar, davetlerini kabul etmemişler; bir kısmını da öldürmüşlerdir. Bu, onların adet ve alışkanlık hâline getirdikleri bir durumdur. Meselâ Hz. İsa’yı yalanlamışlar, öldürmeye teşebbüs ettikleri halde buna muvaffak olmamışlar, fakat Hz. Zekeriya ve Hz. Yahyâ’yı sadece yalanlamakla kalmayıp aynı zamanda öldürmüşlerdir.
Onlar bir taraftan bu büyük cürümleri işlerken, bir taraftan da “Biz Allah’ın oğullarıyız ve sevgilileriyiz” gibi kuruntularla avunup, kendilerine verilen mühlete kanarak bir fitnenin kopmayacağını; başlarına herhangi bir musibet ve belânın gelmeyeceğini sandılar. Peygamberlerin çağırdığı hakikate karşı kör ve sağır kesildiler; ne gördüklerinden ne de duyduklarından istifade edebildiler. Sonra başlarına belâlar geldi, akıllanıp tevbe ettiler, Allah da tevbelerini kabul etti. Yahut iman ettikleri takdirde tevbelerini kabul edeceğine dair son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) ile haber gönderdi. Fakat Hz. Muhammed (s.a.s.)’in kendilerine ilâhî hakikatleri beyân etmesinden sonra yine onların pek çoğu gerçeği görmez oldular, işitmez oldular.
71. âyette İsrâiloğullarının iki kez kör ve sağır olmalarından bahsedilmiştir. Müfessirler bu konuda birkaç tevcihte bulunmuşlardır. Bir görüşe göre birincisiyle yahudilerin Hz. Zekeriyyâ, Yahyâ ve İsâ zamanındaki tutumları, ikincisiyle Hz. Peygamber (s.a.s.)’in tebliğine karşı sergiledikleri tavır kastedilmiştir. Başka bir görüşe göre her ikisi Hz. Mûsâ zamanında olmuştur: Birinci kör ve sağır kesilmelerinden maksat buzağıya tapmaları, ikincisinden maksat ise Allah’ı açıkça görme talebinde bulunmalarıdır. Üçüncü görüşe göre ise burada onların İsrâ sûresinin 4-7. âyetlerinde bahsedilen kötülüklerine ve bu sebeple başlarına gelen iki büyük felâkete işaret edilmektedir.
Önceki âyetlerde yahudilerden bahsedildikten sonra, şimdi gelen âyetlerde hıristiyanlardan bahsedilmekte ve onların bir kısım bâtıl inançları dile getirilmektedir.
Ömer Çelik Tefsiri
وَحَسِبُٓوا اَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَث۪يرٌ مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ ﴿٧١﴾
Meal 71: İşledikleri bu kötülüklerin başlarına belâ olmayacağını sanıp, hakikate karşı kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah onların tevbesini kabul etti. Fakat ardından pek çoğu yine kör ve sağır kesildiler. Oysa Allah, onların bütün yaptıklarını görmektedir.
Tefsir:Yüce Allah, İsrâiloğullarından kendine kulluk etme, şirk koşmama, ana babaya iyilik etme, günahlardan uzak durma, özetle ilâhî emir ve yasaklara itaat etme hususunda kesin ve bağlayıcı söz almıştır. Onlara buyruklarını tebliğ eden pek çok peygamber göndermiştir. Fakat onlar bu peygamberlerin bir kısmını yalanlamışlar, davetlerini kabul etmemişler; bir kısmını da öldürmüşlerdir. Bu, onların adet ve alışkanlık hâline getirdikleri bir durumdur. Meselâ Hz. İsa’yı yalanlamışlar, öldürmeye teşebbüs ettikleri halde buna muvaffak olmamışlar, fakat Hz. Zekeriya ve Hz. Yahyâ’yı sadece yalanlamakla kalmayıp aynı zamanda öldürmüşlerdir.
Onlar bir taraftan bu büyük cürümleri işlerken, bir taraftan da “Biz Allah’ın oğullarıyız ve sevgilileriyiz” gibi kuruntularla avunup, kendilerine verilen mühlete kanarak bir fitnenin kopmayacağını; başlarına herhangi bir musibet ve belânın gelmeyeceğini sandılar. Peygamberlerin çağırdığı hakikate karşı kör ve sağır kesildiler; ne gördüklerinden ne de duyduklarından istifade edebildiler. Sonra başlarına belâlar geldi, akıllanıp tevbe ettiler, Allah da tevbelerini kabul etti. Yahut iman ettikleri takdirde tevbelerini kabul edeceğine dair son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) ile haber gönderdi. Fakat Hz. Muhammed (s.a.s.)’in kendilerine ilâhî hakikatleri beyân etmesinden sonra yine onların pek çoğu gerçeği görmez oldular, işitmez oldular.
71. âyette İsrâiloğullarının iki kez kör ve sağır olmalarından bahsedilmiştir. Müfessirler bu konuda birkaç tevcihte bulunmuşlardır. Bir görüşe göre birincisiyle yahudilerin Hz. Zekeriyyâ, Yahyâ ve İsâ zamanındaki tutumları, ikincisiyle Hz. Peygamber (s.a.s.)’in tebliğine karşı sergiledikleri tavır kastedilmiştir. Başka bir görüşe göre her ikisi Hz. Mûsâ zamanında olmuştur: Birinci kör ve sağır kesilmelerinden maksat buzağıya tapmaları, ikincisinden maksat ise Allah’ı açıkça görme talebinde bulunmalarıdır. Üçüncü görüşe göre ise burada onların İsrâ sûresinin 4-7. âyetlerinde bahsedilen kötülüklerine ve bu sebeple başlarına gelen iki büyük felâkete işaret edilmektedir.
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ وَقَالَ الْمَس۪يحُ يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبَّكُمْۜ اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ ﴿٧٢﴾
Meal 72: “Allah, ancak Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesih onlara şöyle demişti: “Ey İsrâiloğulları! Benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Şunu bilin ki, kim Allah’a şirk koşarsa, Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun varacağı yer ateştir. O gün zâlimler için hiçbir yardımcı da yoktur.
Tefsir:Onlardan bir grup, “Allah, Meryem oğlu İsa Mesih’in ta kendisidir” demekte idiler. Bunlar, “Meryem bir ilâh doğurdu” diyorlar, Allah Teâlâ’nın, Hz. İsa’ya hulul ettiğini ve onun zatı ile birleştiğini söylüyorlardı. Hz. İsa, onların bu düşüncelerinin yanlış olduğunu belirtmiş, kendisinin de diğer insanlar gibi sonradan meydana geldiğini dolayısıyla ilâh olamayacağını açıkça ifade etmiş ve onları tek olan Allah’a kulluğa çağırmıştır. Cenâb-ı Hak da şirkten vazgeçirmek için onları cehennem azabıyla uyarmış, Allah’a ortak koşanların cennete giremeyeceğini, aksine ateşe atılacaklarını ve onları bundan kurtaracak hiçbir yardımcının olmayacağı şeklinde üç büyük tehditte bulunmuştur.
Hıristiyanların bir diğer yanlış inançları da şudur:Önceki âyetlerde yahudilerden bahsedildikten sonra, şimdi gelen âyetlerde hıristiyanlardan bahsedilmekte ve onların bir kısım bâtıl inançları dile getirilmektedir.
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٧٣﴾
Meal 73: “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyenler de hiç şüphesiz kâfir olmuşlardır. Halbuki tek olan ilâhtan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer söyleyegeldikleri bu iddiadan vazgeçmezlerse, onlardan inkâra saplananlara pek acıklı bir azap dokunacaktır.
اَفَلَا يَتُوبُونَ اِلَى اللّٰهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٧٤﴾
Meal 74: Öyleyse, hâla samimi bir tevbe ile Allah’a dönüp, O’ndan kendilerini bağışlamasını istemeyecekler mi? Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
Tefsir:Hıristiyanlardan bir kısmı da Allah’ın üçün üçüncüsü, yani üç ilâhtan biri olduğunu söyleyerek küfre girmişlerdir. Bir görüşe göre onlar bu sözleriyle “Allah, Meryem ve İsa’nın üç ayrı ilâh olduğunu” kastetmişlerdir. Nitekim Cenâb-ı Allah’ın, Hz. İsa’ya: “Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara: «Allah’ın yanı sıra beni ve annemi de iki tanrı kabul edin» diye sen mi söyledin?” (Mâide 5/116) buyurması bu görüşü destekler. Diğer bir görüşe göre ise bir kısım hıristiyanlar “Cevher tek, uknumları (unsurları) ise üçtür: Baba, Oğul ve Ruhu’l-Kudüs. Bu üçü, bir tek ilâhtır” demişlerdir. Buna göre hıristiyanlar, “Baba” kelimesiyle, Allah’ın zâtını; “Oğul” ile, kelimesini; “Ruh” ile de onun hayatını kastetmişlerdir. Yine onlar, “Baba”nın bir ilâh, “Oğul”un bir ilâh ve “Ruh”un bir ilâh ve hepsinin birlikte tek bir ilâh olduğunu iddia etmişlerdir. Halbuki bir tek ilâh olan Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde âhirette can yakıcı azaptan kurtulmak için şirki terk edip Kur’an’ın davet ettiği tevhid inancını kabullenmek zarureti vardır. Son nefese kadar bunun kapısı da açıktır. Allah’a tevbe ve istiğfar edildiği takdirde, mutlaka Allah bunu kabul buyuracak ve günahları bağışlayacaktır. Rabbimiz, çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olduğunu vurgulamak suretiyle kullarını buna teşvik etmektedir. Bunun peşinden de Hz. İsa ve Hz. Meryem’in ilah olmalarının imkansızlığını şu açık aklî delillerle zihinlere yerleştirmektedir:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
مَا الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُۜ وَاُمُّهُ صِدّ۪يقَةٌۜ كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ انْظُرْ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ ﴿٧٥﴾
Meal 75: Meryem oğlu Mesih ancak bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçti. Annesi de doğru sözlü, iffetli ve dürüst bir kadındı. İkisi de diğer insanlar gibi yemek yerlerdi. Bak, biz onlara gerçekleri delilleriyle nasıl açıklıyoruz, ama gel gör ki onlar, belli tesirler altında nasıl da akılları çelinip, bâtıl sevdalar peşinde koşturup duruyorlar.
قُلْ اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًاۜ وَاللّٰهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ﴿٧٦﴾
Meal 76: Onlara şöyle de: “Allah’ı bırakıp da size ne bir zarar ne de bir fayda vermeye gücü yetmeyen şeylere mi kulluk ediyorsunuz?” Allah, her şeyi hakkıyla işiten ve kemâliyle bilendir.
Tefsir:
Hıristiyanların Hz. İsa’yı bahane ederek yanlış bir yola sapmalarını haklı gösterecek hiçbir gerekçeleri yoktur. Çünkü Hz. İsa ancak, kendisinden önce gelip geçmiş peygamberler gibi bir peygamberdir. O da, diğer peygamberlerin getirdiği gibi, Allah katından bir takım mûcizeler getirmiştir. Eğer Allah, O’nun eliyle anadan kör doğanı ve alacalı olanı iyileştirmiş ve ölüleri diriltmiş ise, aynı şekilde Hz. Mûsâ’nın eliyle de bir asaya can vermiş, onu hızla giden bir yılan haline getirmiş ve Kızıldeniz’i yarmıştır. Allah onu babasız yarattığı gibi, daha önce de Hz. Âdem’i hem babasız hem annesiz yaratmıştır. Önceki peygamberler yaşayıp öldükleri gibi İsa da fânîdir, bir gün ölecektir. Ölümlü bir varlık ise nasıl ilâh olabilir?
Îsâ (a.s.)’ın annesi Hz. Meryem de doğruluk ve sadakattan ayrılmayan, Allah’ı, peygamberlerini, kitaplarını tasdik eden; özünde, sözünde ve işinde gayet doğru ve dürüst olan bir kadındı. (bk. Tahrim 66/12) O, günahlardan tamamen uzak duran, kulluk vazifelerini yerine getirmede son derece gayretli ve dikkatli olan biri idi. Çünkü, ancak bu vasıfların kendisinde mükemmel olarak bulunduğu kimseye, “sıddîk” denilir. Demek Hz. Meryem de bir annedir, tek olan Allah’ı tasdik eden ve O’nun emirlerine uyan bir kuldur. Bu haliyle onun ilâh olması düşünülemez. Diğer taraftan annesi olan herkes, yok iken meydana gelmiş demektir. Böyle olan kimseler ise, ilâh değil, mahlûk olur. Dolayısıyla Hz. İsa da bir anneden doğduğuna göre ilâh değil mahluktur. Üstelik ikisi de diğer insanlar gibi yemek yerlerdi. Bu da onların ilâh olamayacaklarının çok açık bir delilidir.Çünkü bunlar, muhtaç varlıklardır. Diğer canlılar, insanlar ve hayvanlar gibi nefes alıp vermeye, dolup boşalmaya, yiyip içmeye ve bunları çıkarmaya ihtiyaçları vardır. Gerçek ilâhın, bütün bu noksanlıklardan uzak ve temiz olması lazımdır. Bu yüzden herhangi bir ihtiyaçla muhtaç olana ilâh demek, “o muhtaç değildir” demek olup, bu da apaçık çelişki ve yalandır. O halde, Hz. İsa’nın ilâh olması mümkün değildir. Bu açık delilleri görmemek, bunları bir tarafa bırakarak hakikati terk etmek ve aslı olmayan boş sevdalar peşinde koşmak gerçekten şaşılacak bir durumdur. Bu sebeple Cenab-ı Hak Peygamber (s.a.s.)’e, hususiyle Hıristiyanlara hitap ederek âdeta şöyle demesini emreder:
“Ey hıristiyanlar siz de diğer puta tapanlar gibi, Allah’ı bırakıp da O’na rağmen size ne bir zarar, ne de bir fayda hiçbir şey yapamayacak olan acizlere mi ma‘bûd diyor, ibâdet ediyorsunuz? Halbuki Allah size her türlü iyiliği ve zararı ulaştırmaya gücü yettiği gibi, O işiten ve bilendir. Gizli, açık her sözü işitir. Açıktan yapılan fiiller şöyle dursun, kalplerdeki inanç, niyet ve hisleri bile bilir. Bu yüksek kudret karşısında Allah’a ortak koşmanın, o acizlere mabud demenin, ibâdet etmenin ne büyük inkâr, ne kadar tehlikeli olduğunu düşünmez misiniz? İşte sizin Meryem oğlu Mesih’e ilâh ve mabud demenizin bundan hiçbir farkı yoktur. Çünkü Mesih, her ne zarar, her ne menfaat yapabilirse bizzat kendiliğinden değil, ancak Allah’ın ona ihsan etmesi ve vermesiyle yapabilir. Sonra o, ne Allah’ın verebileceği belalar ve musibetler kadar zarara, ne de Allah’ın ihsan edeceği sıhhat, genişlik, hayır ve saadet kadar menfaate hiçbir zaman sahip olamaz. Çünkü Allah bizzat zengin, bizzat güçlüdür. Mesih ise bizzat fakir, bizzat güçsüzdür. Her neye sahip ise hepsi Allah’tandır ve Allah’a aittir. Bu böyle iken Allah’ın kemâlini Mesih’e, Mesih’in aczini Allah’a isnat edip de Allah yerine Mesih’e ibâdet etmek ne büyük bir cüret, cehalet ve anlayışsızlıktır. Ne büyük bir iftira ve beyinsizliktir!”
Bu sebeple Yüce Allah, tüm insanlığı aynı tehlikelere karşı uyarmak üzere Ehl-i kitaba olan ikazlarını şöyle devam ettirir:Kaynak Prf.Ömer Çelik
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَاَضَلُّوا كَث۪يرًا وَضَلُّوا عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ۟ ﴿٧٧﴾
Meal 77: De ki: “Ey Ehl-i kitap! Dininizde gerçeğin sınırlarından taşarak aşırılıklara düşmeyin. Daha önce kendileri saptığı gibi, pek çoklarını da saptırmış ve hâlâ da düz yoldan sapmaya devam eden bir topluluğun arzularına uymayın.
Tefsir: اَلْغُلُوُّ (ğuluvv); aşırıya gitmek, haddi aşmak, sınırı çiğneyip geçmek gibi mânalara gelir. Burada Allah Teâlâ, Peygamberimiz (s.a.s.) döneminde yaşayan ve sonra gelecek olan kitap ehline hitap ederek, yahudi ve hıristiyanların daha önce Hz. İsa hakkında aşırıya gittikleri gibi, aşırıya gitmemelerini öğütlemektedir. Yahudiler, Hz. İsa’nın meşrû bir evlilik sonucu meydana gelmiş bir çocuk olmadığını, Hıristiyanlar ise onun ilâh olduğunu söyleyerek aşırıya gitmişlerdir. Böylece hem kendileri sapmış, hem de pek çok kimsenin sapıklığa düşmesine sebep olmuşlardır.
اَلْهَوٰي (hevâ) kelimesinin çoğulu olan اَلْأهْوَاءُ (ehvâ) ise nefsin, Allah rızâsına uygun düşmeyen arzularını ifade eder. Sahibini ateşe kadar götürüp oraya yuvarlaması sebebiyle ona bu isim verilmiştir.
لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ ﴿٧٨﴾
Meal 78: İsrâiloğulları’ndan kâfir olanlar hem Dâvûd hem de Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlendiler. Bunun sebebi, onların Allah’a isyan etmeleri ve haddi aşıp durmalarıydı.
كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ ﴿٧٩﴾
Meal 79: Onlar, yapmakta oldukları kötülüklerden birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yaptıkları işler, gerçekten ne kadar kötü idi.
Tefsir:Dâvud (a.s.)’ın diliyle lânetlenenler cumartesi yasağına riâyet etmeyen Eyle ahâlîsidir. Dâvud (a.s.) onlar hakkında “Allahım onlara lânet et, onları sonradan geleceklere ibret yap!” diye beddua etti. Bunun üzerine maymuna çevrildiler. (bk. A‘râf 7/163-166) Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlenenler ise, ondan gökten bir sofra indirilmesini talep eden, istekleri yerine getirildikten sonra yine îman etmeyenlerdir. Hz. İsa onlar için: “Allahım cumartesi gününün hürmetine riâyet etmeyenlere lânet ettiğin gibi bunlara da lânet et! Onları kıyâmete kadar anılacak bir ibret yap!” diye beddua etti. Bunun üzerine domuza çevrildiler. (bk. Mâide 5/112-115) Bunların ilâhî lânete uğramalarının ve neticede maymun ve domuzlara çevrilmelerinin sebebi, isyan etmeleri ve haram kılınan sınırları çiğnemeleridir. Onlar hem günah işlemeye devam ediyor, hem de birbirini bundan alıkoymaya çalışmıyorlar, böylelikle kahr-ı ilâhîyi çekecek çok kötü bir iş yapıyorlardı. Bu konuda Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“İsrâiloğulları arasında zulüm yaygınlaştığı dönemlerde, bir kimse diğerini günah işlerken görünce evvelâ onu bu yaptığından sakındırırdı. Fakat ertesi gün onunla oturup kalkabilmek ve yiyip içebilmek için kötülükten sakındırmazdı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak kalplerini birbirine benzetti ve haklarında: «İsrâiloğulları’ndan kâfir olanlar hem Davut hem de Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlendiler... (Mâide 5/78-79) âyetlerini indirdi. Evet, siz de ya zâlime engel olup onu hakka çekersiniz ya da bu durum sizin başınıza da gelir.” (Tirmizî, Tefsir 5/7; İbn Mâce, Fiten 20)Aslında dinde aşırılıkları sebebiyle Allah’ın lanetine uğrayan şu kimseler, hem Ehl-i kitaba hem de tüm insanlara ibret olmalıdır:
Bu gibi âyet-i kerîme ve hadis-i şeriflerden hareketle gücü yeten, kendisine ve müslümanlara zarar gelmeyeceğinden emin olan kişilerin kötülükten sakındırmalarının gerekliliği hususunda görüş birliği vardır. Şayet ciddi bir zarar gelmesinden korkacak olursa, hiç değilse kalbiyle ona karşı çıkar, o kötülüğü işleyen kimselerden uzak kalır ve onunla birlikte oturup kalkmaz. Zira burada, günahkârlarla oturup kalkmanın yasaklandığı ve onlardan uzaklaşmanın emredildiği görülmektedir. Şu bilinmelidir ki Allah’a, Peygamber’e ve Kur’an’a imanla kâfirleri dost edinmenin bir arada düşünülmesi bile mümkün değildir:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri