Furkan Süresi meal Ve Tefsiri 1-23

#1 von Kurban , 03.12.2022 08:00

Furkan Süresi Meal Ve Tefsiri

Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 68-70. âyetlerin Medine döneminde indiği konusunda bir rivayet de vardır. 77 âyettir. Sûre, adını ilk âyette geçen “elFurkân” kelimesinden almaktadır. Furkân, “hak ile batılı birbirinden ayıran”demek olup Kur’an’ın isimlerinden biridir. Sûre de temel konular olarak Hz.Peygamber’in tüm insanlığa gönderildiği, onun tebliğ sırasında karşılaştığı zorluklar ve şirkin kökünün kazınacağı, geçmiş ümmetlerin hayatlarından bazı örnekler de verilerek ele alınmaktadır.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada yirmi beşinci, iniş sırasına göre kırk ikinci sûredir. Yâsîn sûresinden sonra, Fâtır sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Abdullah b. Abbas’tan nakledilen bir rivayette 68-70. âyetlerin Medine’de indiği belirtilirse de Buhârî’nin kaydettiği bir rivayette (“Tefsîr”, 25), 68. âyetin Mekke’de indiğini belirten bir bilginin yer alması, bu üç âyetin de Mekke’de indiği ihtimalini güçlendirmektedir. Sûrenin ilk üç âyetinin Medine’de indiği yolunda da bir rivayet vardır (İbn Âşûr, XVIII, 313).
Konusu
Furkan sûresi, Allah Teâlâ’nın yüceliğini, evrendeki hüküm­ranlığının mutlaklığını vurgulayan ve O’nu ulûhiyyetine yakışmayan niteliklerden tenzih eden âyetlerle başlar; Kur’an’ın ilâhî kaynaklı ve Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğu hususundaki kuşkuları reddeden açıklamalarla devam eder. Ortaya konan delillere rağmen bu gerçekleri inkâr edenlerin, inat ve inkârları yüzünden âhirette uğrayacakları âkıbet hakkında bilgi verilerek uyarılarda bulunulur. Özellikle Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr edenlerin, onun beşerî sıfatlara sahip olduğunu ileri sürerek bu durumu kendisi için bir kusurmuş gibi değerlendirmeleri eleştirilir. Daha sonra Hz. Peygamber için bir teselli olması maksadıyla geçmiş peygamberlerin de bu tür düşmanca davranışlara mâruz kaldıklarına dair örnekler verilir. Allah’ın yaratıcılığı ve evren üzerindeki hükümranlığını konu alan âyetlerin ardından Allah’ın has kullarının iman, ibadet ve ahlâka dair güzel hasletlerinden örnekler verilir ve bunların âhirette elde edecekleri mutluluktan söz edilir.

بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ /Bismillahirrahmanirrahim/Rahman Ve Rahim Olan Allahın Adıyla..

تَبَارَكَ الَّذٖي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلٰى عَبْدِهٖ لِيَكُونَ لِلْعَالَمٖينَ نَذٖيراًۙ ﴿١﴾
1. Âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna Furkān’ı indiren Allah aşkındır, cömerttir.
Tefsir
“Aşkındır, cömerttir” diye çevirdiğimiz tebâreke fiili, Türkçe’de bir kelimeyle karşılanması mümkün olmayan anlamlar içermektedir. Nitekim tefsirlerde bu kelimenin, “yücelik, aşkınlık, kutsallık, süreklilik, değişmezlik; zâtı, nitelikleri ve fiilleri bakımından eşsizlik ve benzersizlik, başka hiçbir varlıkla mukayese edilemeyecek derecede geniş çaplı cömertlik” gibi sadece Allah hakkında düşünülmesi mümkün olan bütün üstünlükleri kapsadığını gösteren açıklamalar yapılmıştır (meselâ bk. Râzî, XXIV, 44-45; Kurtubî, XIII, 5-6; Elmalılı, V, 3559-3561). Tebâreke fiili, bu kapsamı dolayısıyla Kur’an-ı Kerîm’de sadece Allah için kullanılmıştır.
“Kul”dan maksat Hz. Peygamber’dir. Furkan kelimesi ise burada özellikle Kur’an için kullanılmış olup “hakkı bâtıldan, doğru yolu yanlış yoldan, helâli haramdan ayırıcı bir ölçü” anlamına gelmektedir (Taberî, XVIII, 179; İbn Kesîr, VI, 100; ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/4). Kelime bu özel anlamı dolayısıyla da sûreye isim olarak verilmiştir.
Âlemîn, âlem kelimesinin çoğulu olup Allah’ın yarattığı ve yönettiği maddî ve mânevî, görülen ve görülmeyen bütün varlık türlerini, oluşları ve bütünüyle evreni ifade eden bir kavramdır (bilgi için bk. Fâtiha 1/2). Ancak burada özellikle Hz. Muhammed’in kendilerine peygamber olarak gönderildiği, akıl sahibi olan, yükümlü ve sorumlu tutulabilen varlıkları ifade ettiği anlaşılmaktadır.
“Uyarıcı” diye çevirdiğimiz nezîr kelimesi, Hz. Muhammed’in peygamberlik özelliklerinden biri olup onun kurtarıcılık misyonunu; insanların göz alıcı, gönül çelici, fâni ve aldatıcı dünya zevklerine kendilerini kaptırıp yoldan çıkmalarını önlemek gibi ulvî bir amaçla gönderildiğini ifade eder. Uyarıcı nitelemesinin burada Kur’an için kullanıldığı da söylenmiştir ki buna göre yukarıda Hz. Peygamber’le ilgili olarak kaydettiğimiz açıklamalar bu yoruma göre de geçerlidir. Nitekim İsrâ sûresinin 9-10. âyetlerinde de Kur’an’ın bu uyarıcı ve kurtarıcı özelliği vurgulanmıştı.
En mühim indiriliş gayesi hakla bâtılı ayırıp gerçeği göstermek olan Kur’ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ’nın en seçkin kulu Hz. Muhammed (s.a.s.)’e, bütün âlemlere, hususiyle kıyamete kadar gelecek akıl sahibi mükellef kişilere uyarıcı olması için indirilmiştir. “Uyarıcı” olma vasfı, hem Resûlullah (s.a.s.), hem de Kur’an için geçerlidir. Her ikisi de bir bütünün eşit iki parçası gibi birbirini tamamlamakta ve her ikisi de akıl sahibi varlıkları, nefsânî temâyüllerinden vazgeçip Allah’ın emrine tâbi olmadıkları takdirde kahr-ı ilâhî ve ebedî azap ile korkutmaktadırlar.
Bu âyet Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.)’in risâletinin cihânşumûl olduğunu beyân eden âyetlerden biridir. Nitekim bu hususa yer veren başka âyetler de vardır:
“Rasûlüm! Bütün insanlara şunu ilan et: «Ey insanlar! Şüphesiz ki ben Allah’ın, sizin hepinize gönderilmiş peygamberiyim.»” (A‘râf 7/158)
“…Bu Kur’an, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi ebedî azaba karşı uyarmam için bana vahyedildi.” (En‘âm 6/19)
“Rasûlüm! Biz seni ancak bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Sebe’ 34/28)
İbadete layık gerçek ve tek ilâh, Furkân’ı indiren Allah Teâlâ’dır:

اَلَّذٖي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرٖيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدٖيراً ﴿٢﴾
2. O, göklerin ve yerin egemenliği kendisine ait olan, çocuk edinmeyen, egemenliğinde ortağı bulunmayan, her şeyi yaratan, yarattığına belli bir ölçüye göre düzen veren Allah’tır.

وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِهٖٓ اٰلِهَةً لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَ وَلَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً وَلَا يَمْلِكُونَ مَوْتاً وَلَا حَيٰوةً وَلَا نُشُوراً ﴿٣﴾
﴾3﴿ Oysa onlar, Allah’ı bırakıp hiçbir şey yaratamayan, aksine kendileri yaratılmış bulunan, bizzat kendilerine bile bir zarar ya da faydaları dokunmayan, ölüm, hayat ve ölümden sonra yeniden diriliş de ellerinde olmayan (sahte) tanrılar edindiler.
Tefsir
Özel olarak, Allah’a ortak koşan ve O’nun şanına yakışmayacak şekilde iddialar ileri süren Mekkeli putperestlere cevap olan bu âyetler, daha genel olarak tevhid ilkesini zedeleyici veya büsbütün dışlayıcı, yok sayıcı inanç, fikir ve eylemleri reddeden bir içerik taşımaktadır. 2. âyetin son cümlesine göre evrendeki her şey Allah tarafından yaratıldığı gibi, bu yaratmada bir kaos olmayıp kozmik bir sisteme ve düzene göre gerçekleşmiştir ve gerçekleşmektedir. Canlı cansız her varlık hiçbir sapma göstermeden Allah’ın kendileri için takdir ettiği işlevi icra etmekte; bütün oluşlar sürekli olarak Allah’ın belirlediği yasalara göre işlemektedir; hiçbir gücün ve iradenin bu yasaları aşması, ihlâl etmesi mümkün değildir. 3. âyette, hiçbir yaratma işlevi taşımayan nesnelere tapanlara şu husus hatırlatılmaktadır: Gerçek tanrı, öncelikle yaratıcı güce sahiptir; fayda ve zararın asıl kaynağıdır; gerektiği durumlarda fayda da zarar da O’ndan gelir. Nihayet gerçek Tanrı; ölümü, hayatı ve yeryüzünde hayatın son bulmasından sonra insanların yeniden diriltilerek mahşerde toplanmalarını sağlayacak gücü elinde bulundurandır.

وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌۨ افْتَرٰيهُ وَاَعَانَهُ عَلَيْهِ قَوْمٌ اٰخَرُونَۚۛ فَقَدْ جَٓاؤُ۫ ظُلْماً وَزُوراًۚۛ ﴿٤﴾
4. İnkâr edenler, “Bu Kur’an, onun uydurduğu, birilerinin de bu konuda kendisine yardım ettiği bir düzmeceden ibarettir” dediler; böylece onlar açık bir haksızlık ve iftirada bulunmuş oldular.
وَقَالُٓوا اَسَاطٖيرُ الْاَوَّلٖينَ اكْتَتَبَهَا فَهِيَ تُمْلٰى عَلَيْهِ بُكْرَةً وَاَصٖيلاً ﴿٥﴾
5. Yine dediler ki: “Bunlar, onun başkalarına yazdırdığı, sabah akşam kendisine okunan eskilerin masallarıdır!”

قُلْ اَنْزَلَهُ الَّذٖي يَعْلَمُ السِّرَّ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ اِنَّهُ كَانَ غَفُوراً رَحٖيماً ﴿٦﴾
6. De ki: “Onu, göklerin ve yerin sırlarını bilen Allah indirdi. Doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”
Tefsir
Mekkeli putperestler, aslında Kur’an-ı Kerîm’in hükümlerini kendi bâtıl inançları, zulme dayanan mevcut düzenleri için zararlı gördüklerinden, onun etkisini değişik yollardan önlemeye çalışıyorlardı. Bu yollardan biri de Resûlullah’ın “birilerinden”, yani o dönemde Mekke’de bulunan birkaç Ehl-i kitap mensubundan da yardım alarak Kur’an’ı kendisinin uydurduğu iddiasıydı. Gerçi Resûlullah’ın genellikle köle sınıfından olan birkaç hıristiyanla görüştüğü söylenmektedir. Bunun da sebebi, onların inançlarının putperestlerinkine göre doğruya daha yakın oluşuydu. Ancak Kur’an-ı Kerîm gibi mükemmel bir kitabı böyle rastgele kişilerden aldığı bilgilerle oluşturması saçma bir iddia olmaktan öte gidemezdi (bu hususta ayrıntılı bilgi ve eleştiriler için bk. Ateş, VI, 244-246; ayrıca bk. Nahl 16/103). 6. âyette putperestlerin iddiaları reddedilirken “Onu, göklerin ve yerin sırlarını bilen Allah indirdi” buyurulması şu gerçeğe işaret etmektedir: Kur’an, Allah’ın yardımı olmadan hiçbir insanın, kendi beşerî yetenekle iyle ulaşamayacağı zenginlikte sırlar, gayb âlemine ilişkin bilgiler, kurallar ve gerçekler içermektedir; dolayısıyla Kur’an’ın insan değil Allah’ın sözü olduğunu kanıtlayan delil yine Kur’an’ın kendisidir, onun içeriğidir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 109-110

وَقَالُوا مَا لِ‌هٰذَا الرَّسُولِ يَأْكُلُ الطَّعَامَ وَيَمْش۪ي فِي الْاَسْوَاقِۜ لَوْلَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَلَكٌ فَيَكُونَ مَعَهُ نَذ۪يرًاۙ ﴿٧﴾
7. Bir de şöyle dediler: “Bu nasıl Peygamber böyle? Bizim gibi yiyip içiyor, çarşı pazarda dolaşıyor. Bari, yanısıra bir melek indirilmiş olsaydı da, kendisiyle birlikte gezip hem onun peygamberliğini doğrulasa hem de bizi Allah’ın azabına karşı uyarsaydı ya?”

اَوْ يُلْقٰٓى اِلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَاۜ وَقَالَ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا ﴿٨﴾
8. “Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya kendisinin zahmetsizce yiyip içeceği, geçimini temin edeceği bir bahçesi olsaydı.” Bu zâlimler mü’minlere de: “Siz, başka değil, gerçekten büyülenmiş bir adamın peşine düşmüşsünüz!” dediler.

اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلًا۟ ﴿٩﴾
9. Rasûlüm! Bak, senin hakkında nasıl da böyle tuhaf tuhaf ve tutarsız yakıştırmalarda bulunuyorlar. Onlar işte bu yüzden sapıp gittiler; bu gidişle bir daha da doğru yolu bulamazlar.
تَبَارَكَ الَّذ۪ٓي اِنْ شَٓاءَ جَعَلَ لَكَ خَيْرًا مِنْ ذٰلِكَ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ وَيَجْعَلْ لَكَ قُصُورًا ﴿١٠﴾
10. O şânı öyle yüce, öyle feyiz ve bereket kaynağı bir Allah’tır ki, eğer dilese, senin için bundan daha hayırlısını verir, sana altlarından ırmaklar akan cennetler lutfeder ve senin için köşkler, saraylar yapar.
Tefsir
Bu âyet-i kerîmelerin iniş sebebiyle ilgili olarak şöyle bir hâdise nakledilir:
Mekke’de bir grup müşrik toplanıp: “Muhammed’e haber gönderelim, gelsin de kendisiyle konuşalım ki, sonra ona yapacaklarımızda mazur olalım” dediler ve gelmesi için Efendimiz (s.a.s.)’e haber gönderdiler. Peygamberimiz (s.a.s.) yanlarına geldi. Ona:
“- Ey Muhammed! Seni çağırdık ki konuşalım da sonra sana yapacaklarımızda mazur olalım! Eğer bu getirdiğin dâvâ ile mal peşinde isen, toplayıp biriktirdiğimiz malları sana verelim. Eğer şan şeref peşinde isen seni başımıza geçirelim. Eğer kral olmak istiyorsan gel seni kral yapalım” diye tekliflerde bulundular. Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle cevap verdi:
“- Söylediklerinizin hiçbirine ihtiyacım yok. Bunları ne malınızı istemek, ne aranızda şan ve şeref sahibi olmak, ne de kral olmak için getirdim. Bilakis Allah beni size peygamber gönderdi, bana kitap indirdi ve sizi müjdeleyip uyarmamı emretti. Ben size O’nun dinini tebliğ ettim, size öğüt verdim, nasihatte bulundum. Eğer benim getirdiklerimi kabul edecek olursanız bu, dünya ve âhirette size fayda verecek pek kıymetli bir nasiptir. Reddedecek olursanız, Allah benimle sizin aranızı ayırıncaya kadar Allah’ın takdirine sabredeceğim” buyurdu. Onlar:
“Ey Muhammed! Bu tekliflerimizin hiçbirini kabul etmeyeceksen o takdirde Rabbinden bazı isteklerde bulun. Meselâ melek göndersin de o senin peygamberliğinin gerçek olduğunu bize söylesin. Rabbinden dile, sana bağlar bahçeler, saraylar versin. Çünkü biz senin, tıpkı bizim gibi, geçim derdine düşmüş çarşı pazarda dolaşıp durduğunu görüyoruz. Bunları sana versin ki çarşı pazar dolaşıp çalışmaktan kurtulasın, biz de iddia ettiğin gibi senin gerçekten Rabbinin katında üstün bir merteben olduğunu bilelim” dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s.):
“- Bu söylediklerinizi yapacak değilim; bu söylediklerinizi Rabbimden isteyecek değilim. Zaten ben bunun için de gönderilmedim. Şunu bilin ki, Allah beni, sizi müjdelemem ve uyarmam için peygamber gönderdi” buyurdu. Bunun üzerine bu âyet-i kerîmeler nâzil oldu. (Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, XVIII, 237)

بَلْ كَذَّبُوا بِالسَّاعَةِ وَاَعْتَدْنَا لِمَنْ كَذَّبَ بِالسَّاعَةِ سَع۪يرًاۚ ﴿١١﴾
11. Aslında onlar kıyâmeti yalanladılar. Biz ise kıyâmeti yalanlayanlar için alevli bir ateş hazırlamışızdır.

اِذَا رَاَتْهُمْ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ سَمِعُوا لَهَا تَغَيُّظًا وَزَف۪يرًا ﴿١٢﴾
12. Cehennem onları uzak bir mekândan gördüğü zaman, onun öfkeyle nasıl gürlediğini ve nasıl korkunç homurtular çıkardığını duyacaklar.

وَاِذَٓا اُلْقُوا مِنْهَا مَكَانًا ضَيِّقًا مُقَرَّن۪ينَ دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُورًاۜ ﴿١٣﴾
13. Zincirlerle elleri boyunlarına kelepçelenmiş, ayakları bukağılı olarak cehennemin dar bir yerine tıkıldıkları vakit, hemen orada ölsek de kurtulsak diye helâk olmak için can atacaklar.
لَا تَدْعُوا الْيَوْمَ ثُبُورًا وَاحِدًا وَادْعُوا ثُبُورًا كَث۪يرًا ﴿١٤﴾
14. Kendilerine: “Bugün bir defa helâk olmayı istemeyin. İster­seniz birçok defa helâk olmayı isteyin; bunun size bir faydası olmaz!” denilecek.
Tefsir
قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ كَانَتْ لَهُمْ جَزَٓاءً وَمَص۪يرًا ﴿١٥﴾
15. Rasûlüm! De ki: “Böyle bir sonuç mu daha hayırlı, yoksa kalpleri Allah’a saygıyla dopdolu olup O’na karşı gelmekten sakınanlara va‘dedilen ebedî cennet mi? O cennet onlar için bir mükâfat ve nihâî bir varış yeri olacaktır.

لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَ خَالِد۪ينَۜ كَانَ عَلٰى رَبِّكَ وَعْدًا مَسْؤُ۫لًا ﴿١٦﴾
16. Orada arzu ettikleri her şey vardır ve onlar orada ebedî kalacaklardır. Bu, Rabbinin yerine getirmeyi üstlendiği ve gerçekten istenmeye değer bir va‘didir.
Tefsir
Cennetin cehennemden hayırlı olduğunda şüphe yoktur. Fakat kâfirler, cehenneme girmelerine sebep olacak günahlar işlemek suretiyle, âdeta “ateşte bir hayır vardır” demek istiyorlar. Bu yüzden, bir mânada zihinleri kurcalayacak ters bir soru ile yanlış yolda gidenler intibâha davet edilmektedir. “Hayır, bu yoldan dönün. Çünkü cehennemde hiçbir hayır yoktur” denmek istenmektedir.
Cennet ebedî kalma yeridir. Oraya giren bir daha çıkmayacak, bir an olsun çıkmak da istemeyecektir. (bk. Kehf 18/108) Cennetliklere istedikleri her nimet ikram edilecektir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“…Cennette canınızın çektiği her şey vardır; orada istediğiniz her şey sizindir. Çok bağışlayıcı, sonsuz merhamet sahibi Allah’tan bir ikram olarak!” (Fussılet 41/31-32)
“Allah müttakilere şöyle buyurur: «Ey mü’min kullarım! Bugün artık size ne bir korku vardır, ne de bir keder.» O kullarım ki, dünyada iken bizim âyetlerimize inanmış ve bütün varlıklarıyla bize teslim olmuşlardı. «Haydi siz ve eşleriniz muhteşem bir şekilde karşılanıp ağırlanmak üzere, sevinç ve saadet içinde girin cennete!» Etraflarında altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Orada canların çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şey vardır: «Artık siz orada ebediyen kalacaksınız! Yaptığınız güzel ameller sayesinde vâris kılındığınız cennet işte burasıdır. Burada sizin için bol bol meyveler, yiyecekler vardır; onlardan âfiyetle yersiniz.»” (Zuhruf 43/68-73)
Âyet-i kerîmelerden anlaşıldığı üzere ömrünü takvâ ölçüleri içinde geçiren kullar, kalpleri Allah korkusu ve saygısı ile dopdolu olup O’na karşı gelmekten sakınan bahtiyarlar, cennetlerde ebedî ve çok değerli nimetler içinde saadet ve huzur dolu bir hayat süreceklerdir. Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şeriflerde beyân edildiği üzere cennet nimetlerini şöyle hülâsa etmek mümkündür: “Hûriler, koltuk ve yataklar, neş’e ve sevinçler, rahatlıklar, güzel nasipler, güzel kokular, başka güzellikler ve ihsanlar, yepyeni lutuflar, ziyâdesiyle ikramlar, en lezzetli içecekler, muhabbetle tokuşturulan şarap dolu kadehler, gönül genişliği, hal güzelliği, ünsiyetin kemâli, neş’enin devamı, huzur ve mutluluğun tamâmı, elbiseler harîr denen ipekten, yataklar ve döşekler sündüs denen ince ipek ve istebrak denen kalın ipektendir. Nimetlerin isimleri dünyadaki isimler gibi, fakat kendileri dünyada alışılmış olandan bambaşka mâhiyet ve güzelliktedir.”

وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَقُولُ ءَاَنْتُمْ اَضْلَلْتُمْ عِبَاد۪ي هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَمْ هُمْ ضَلُّوا السَّب۪يلَۜ ﴿١٧﴾
17. O gün Rabbin müşriklerle onların Allah’tan başka taptıklarını huzurunda toplayacak, sonra da o tapılanlara: “Şu kullarımı siz mi sapıklığa düşürdünüz, yoksa onlar kendi kendilerine mi yoldan çıktılar?” diye soracak.
قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنْبَغ۪ي لَنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنْ مَتَّعْتَهُمْ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى نَسُوا الذِّكْرَۚ وَكَانُوا قَوْمًا بُورًا ﴿١٨﴾
18. Onlar da şöyle cevap verecek: “Seni her türlü noksanlıklardan ve şirkten pak ve uzak tutarız! Seni bırakıp başka dostlar edinmek bize yakışmaz. Ne var ki sen bunlara ve atalarına fazl u kereminden bol bol nimetler verdin; nihâyet onlar seni anmayı unutup kitabına uymadılar, sonunda helâk olmaya müstahak bir gürûh hâline geldiler.”
فَقَدْ كَذَّبُوكُمْ بِمَا تَقُولُونَۙ فَمَا تَسْتَط۪يعُونَ صَرْفًا وَلَا نَصْرًاۚ وَمَنْ يَظْلِمْ مِنْكُمْ نُذِقْهُ عَذَابًا كَب۪يرًا ﴿١٩﴾
19. Bunun üzerine Allah putperestlere şöyle buyuracak: “İşte taptığınız bu varlıklar sizi söylediklerinizde yalancı çıkardılar. Şimdi siz ne azabı geri çevirmeye ne de kendinize yardım etmeye güç yetirebilirsiniz. Şunu bilin ki, içinizden kim zulmetmişse, ona büyük bir azap tattıracağız.”
Tefsir
Cenâb-ı Hak mahşer günü insanlarla birlikte müşriklerin taptıkları putları da diriltecek; insanları doğru yoldan saptıranların kendileri olup olmadığını soracak, onlar da bu hususta kesinlikle hiçbir mesuliyet kabul etmeyeceklerdir. Bilakis müşriklerin, bizzat kendi yanlış inanç ve düşüncelerinden hareketle böyle bir yolu tuttuklarını, Allah’ın verdiği nimetlerle şımarıp O’nu zikretmeyi ve gönderdiği ilâhî mesajlara kulak vermeyi terk ederek neticede helâke müstahak olan bir toplum hâline geldiklerini söyleyeceklerdir. Bu konuda kendine tapanlara karşı şeytanın itirafı pek dikkat çekicidir:
“Hesaplar görülüp iş bitirilince şeytan şöyle der: «Allah size gerçekleşmesi kesin olan bir va’dde bulundu; ben de size öylesine va’dde bulundum fakat sözümde durmadım. Aslında benim size istediğimi yaptıracak bir gücüm de yoktu. Sadece ben sizi inkâra çağırdım, siz de bana uydunuz. Öyleyse beni kınamayın da kendinizi kınayın. Bugün, ne ben sizin feryadınıza yetişebilirim, ne de siz benim feryadıma yetişebilirsiniz. Dünyada iken beni Allah’a ortak tanımış olmanızı da reddediyorum. Elbette zâlimlere can yakıcı bir azap vardır.»” (İbrâhim 14/22)
Yine Cenâb-ı Hak, kıyamet günü müşrikleri göstererek meleklere: “Şunlar size mi tapıyordu?” diye soracak, melekler de: “Seni noksan sıfatlardan ve herhangi bir ortağının bulunmasından pak ve temiz tutarız. Bizim dostumuz, sahibimiz ve koruyucumuz ancak sensin! Bizim onlarla bu mânada hiçbir münâsebetimiz olmamıştır, olamaz da! Hayır, onlar, bize değil cinlere tapıyordu ve çoğu onlara inanıyordu” diyeceklerdir. (Sebe’ 34/40-41)
Âyetlerde haber verildiği üzere kendilerinden yardım ve şefaat umdukları putları tarafından söyledikleri yalanlanan, iddiaları çürütülen ve umutları boşa çıkarılan putperestler, o dehşetli mahşer gününde ne kendilerinden azabı savmaya, ne de kendileri için bir yardım sağlamaya güç yetirebileceklerdir. Dünyada Allah’a şirk koşarak ve O’na isyan ederek en büyük zulmü işlemiş kimseler, tevbe etmeden bu halleriyle âhirete intikal ettikleri takdirde cehennemde büyük bir azabı tatmaya mecbur bırakılacaklardır. Dolayısıyla Allah’ın buyruklarını tebliğ eden peygamberin insan mı, cin mi, melek mi olması gerektiğiyle, yiyip içmesiyle uğraşmayı bırakıp onun getirdiği mesajları can kulağıyla dinlemek gerekir.

وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّٓا اِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْاَسْوَاقِۜ وَجَعَلْنَا بَعْضَكُمْ لِبَعْضٍ فِتْنَةًۜ اَتَصْبِرُونَۚ وَكَانَ رَبُّكَ بَص۪يرًا۟ ﴿٢٠﴾
20. Rasûlüm! Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de mutlaka yemek yer, çarşı pazarda dolaşırlardı. Ey insanlar! Biz, sizi birbirinizle imtihan ediyoruz; bakalım sabredebilecek misiniz? Rabbin zâten her şeyi hakkiyle görmektedir.
Tefsir
Sadece son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) değil, önceki tüm peygamberler de insanlar arasından gönderilmiş birer beşer idiler. Yer içer ve çarşı pazarda dolaşırlardı. Ticaret yapar, meslek icrâ ederlerdi. İnsanlara hayatın her alanında örnek olmaları için bu gerekli idi. Onların esas üstünlükleri Allah’tan aldıkları vahiy ve ona tâbi oluşları, diğer insanları da o ilâhî hakîkatlere uymaya davet edişleri idi. Buradan esas faziletin şekilde değil mânada olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Allah Teâlâ insanların bir kısmını diğeri için bir imtihan vesilesi kılmıştır. Peygamberler ümmetleriyle, ümmetler peygamberleriyle imtihan edilirler. Peygamberlerin, dâvalarına karşı duran insanların çıkardıkları engeller karşısında dayanıp dayanamadıkları sınanır. İnsanlar da peygamberlere uyup uymamakla sınanırlar. İnsanların kimi zengin kimi fakir, kimi sağlıklı kimi hasta, kimi güçlü kimi zayıftır. Bunlar hep birbirleriyle denenirler. Zenginlerin fakirlere yardım edip etmedikleri, fakirlerin hallerine sabredip etmedikleri, kuvvetlilerin zayıflara yardım elini uzatıp uzatmadıkları denenir. Bu konuda ne kadar sabırlı oldukları test edilir. O halde insan umutsuzluğa düşmeden halini düzeltmeye çalışmalıdır. Her şeyi hakkiyle gören Allah’ın kendisini de çok iyi gördüğünü anlayıp, ona göre hatalarını düzelterek güzel bir kul olmaya gayret göstermelidir.

وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ نَرٰى رَبَّنَاۜ لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ وَعَتَوْ عُتُوًّا كَب۪يرًا ﴿٢١﴾
21. Öldükten sonra dirilip bizimle karşılaşacaklarını bekleme­yenler: “Elçi olarak bize gökten melekler indirilmeli veya Rabbimizi görmeli değil miydik?” dediler. Gerçekten onlar kendilerini çok büyük gördüler ve büyük bir taşkınlıkla azdıkça azdılar.

يَوْمَ يَرَوْنَ الْمَلٰٓئِكَةَ لَا بُشْرٰى يَوْمَئِذٍ لِلْمُجْرِم۪ينَ وَيَقُولُونَ حِجْرًا مَحْجُورًا ﴿٢٢﴾
22. Acele etmesinler; kıyâmet günü melekleri görecekler, fakat o günde inkârcı suçlulara hiçbir sevindirici haber verilmeyecek. Melekler onlara: “Size her şey yasak! Siz her türlü rahmet ve nimetten mahrumsunuz!” diyecekler.

وَقَدِمْنَٓا اِلٰى مَا عَمِلُوا مِنْ عَمَلٍ فَجَعَلْنَاهُ هَبَٓاءً مَنْثُورًا ﴿٢٣﴾
23. Çünkü biz o gün onların yaptıkları bütün amellerin üzerine varıp, hepsini toz duman edeceğiz.
Tefsir
Âhiretin varlığını kabul etmeyenler, Peygamber’e inanmak ve O’na uymak istemiyor, bunun için de akla hayâle gelmez bahaneler uyduruyor ve gerçekleşmesi zor gözüken taleplerde bulunuyorlardı. Bunlardan biri de meleklerin gelip Hz. Muhammed (s.a.s.)’in doğru söylediğine şâhitlik yapmalarını veya Allah’ı dünya gözleriyle görüp bizzat O’nun kendilerine Hz. Muhammed (s.a.s.)’in peygamber olduğunu söylemesini istemeleri idi. İsrâ sûresinde geçtiği üzere müşrikler Resûlullah (s.a.s.)’den bir takım mûcizeler talep etmişlerdi. Son olarak da: “Yahut Allah ve meleklerini karşımıza getirmelisin, onlar da senin doğruluğuna şâhitlik etmelidir” (bk. İsrâ 17/90-92) demişlerdi. Bu, onların kendilerini büyük görmelerinin ve azgınlıkta çok ileri gitmelerinin açık bir göstergesi idi. Çünkü dünya gözüyle ne melekleri ne de Allah’ı görmek mümkündür. Melekler ancak ya ölüm anında veya azabın indirilmesi sırasında görülebilirler. İşte kâfirler, talep ettikleri doğrultuda melekleri görecekler fakat bu görme onlar için hiç de hayırlı olmayacaktır. Ya ölürken görecekler veya kıyamet günü ilâhî azabın her taraftan kendilerini kuşattığı zaman görecekler; fakat o gün onlar için hiç de müjdeli bir haber olmayacaktır. Melekler mü’minleri cennetle müjdelerlerken (bk. Fussılet 41/30; Hadîd 57/12), ölüm ânında kâfir ve müşrikleri canları çıkıncaya kadar demirden tokmaklarla dövecekler (bk. Enfâl 8/50; Muhammed 47/27); mahşer günü de onları yetmiş arşın uzunluğunda zincirlere vurup ellerini boyunlarına bağlayarak kızgın cehennem ateşine doğru sürükleyeceklerdir. (bk. İbrâhim 14/49; Hâkka 69/30-32) Bu esnâda melekler onlara: “Allah’ın rahmeti size haram, haram!” diyecekler; onlar ise bir taraftan “N’olur yapmayın, acıyın bize!” diye yalvaracaklar, bir taraftan da artık bütün ümit kapılarının kapandığını anlayarak, eyvahlar edecek, “Vah bize! Demek, dönüşü olmayacak şekilde ilâhî rahmetten kovulmuşuz” diyerek pişmanlık ateşiyle yanacaklardır. Çünkü Allah Teâlâ, onların yaptıkları bütün amellerin üzerine gelip onları toz duman haline getirecek, onlardan hiçbir fayda göremeyeceklerdir. Böylece emekleri zâyi olmuş, gayretleri boşa gitmiş, ömürleri hebâ olmuş, ticaretleri zarar etmiş ve bütün umutları kesilmiş olacaktır. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“O gün daha önce hiç hesaba katmadıkları kötü şeyler Allah tarafından karşılarına çıkarılacaktır.” (Zümer 39/47)

“Rasûlüm! De ki: «Yaptıkları ameller yüzünden en çok zarara uğrayacakları haber verelim mi? Onlar, güzel şeyler yaptıklarını zannetmelerine rağmen, dünya hayatında yaptıkları çalışmalar boşa giden kimselerdir.»” (Kehf 18/103-104)
“Kâfirlere gelince, onların bütün amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susuz kalan onu su zanneder. Fakat yanına varınca onun bir hiç olduğunu görür. Üstelik yanı başında da inanmadığı, kendisinden sakınmadığı Allah’ı bulur; Allah da onun hesabını eksiksiz görür. Allah, hesapları pek çabuk görendir.” (Nûr 24/39)
Kâfirlerin âhiretteki hazin durumları tasvir edildikten sonra hemen bunun karşısında mü’minlerin güzel halleri sahneleniyor:Ömer Çelik Tefsiri

 
Kurban
Beiträge: 1.013
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 05.12.2022 | Top

   

Furkan Süresiri Meal Ve Tefsiri 24-39
Şuara Süresi Meal Ve Tefsiri 174-227

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz