Şuara Süresi Meal Ve Tefsiri
اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَةًؕ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنٖينَ ﴿١٧٤﴾
174. Elbet bunda büyük bir ibret vardır; fakat çokları iman etmezler.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزٖيزُ الرَّحٖيمُࣖ ﴿١٧٥﴾
175. Şüphesiz rabbin, işte O, mutlak güç ve engin merhamet sahibidir.
كَذَّبَ اَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِ الْمُرْسَلٖينَۚ ﴿١٧٦﴾
176. Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladı.
اِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ ﴿١٧٧﴾
177. Şuayb onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?
اِنّٖي لَكُمْ رَسُولٌ اَمٖينٌۙ ﴿١٧٨﴾
178. Bakınız ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَطٖيعُونِۚ ﴿١٧٩﴾
179. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَمٖينَؕ ﴿١٨٠﴾
180. Bunun için sizden bir karşılık beklemiyorum. Benim ecrimi vermek yalnız âlemlerin rabbine aittir.
اَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِرٖينَۚ ﴿١٨١﴾
181. Ölçüyü tam tutun, eksik verenlerden olmayın.
وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقٖيمِۚ ﴿١٨٢﴾
182. Doğru terazi ile tartın.
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِدٖينَۚ ﴿١٨٣﴾
183. İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın, bozgunculuk yaparak yeryüzünde karışıklık çıkarmayın.
وَاتَّقُوا الَّذٖي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْاَوَّلٖينَؕ ﴿١٨٤﴾
184. Sizi ve önceki nesilleri yaratana saygılı olun.”
Tefsir
Eyke, “sık ağaçlı yer” anlamına gelir. Bazı müfessirlere göre Eyke ile Medyen aynı yerin adı, halkları da aynı halktır; bazılarına göre ise bunlar iki ayrı yerin adıdır, halkları da aynı ırkın iki koludur. Medyen halkı şehirde, Eyke halkı ise Medyen çevresinde bir vadide yaşıyorlardı (İbn Kesîr, VI, 168; İbn Âşûr, XIV, 71; Eyke hakkında bilgi için bk. Hicr 15/78-79; İbn Âşûr, XIX, 182-184). Medyen, Hicaz bölgesi ile Suriye ticaret yolu üzerinde, Akabe körfezine yakın bir yerleşim merkezidir. Şehir adını Hz. İbrâhim’in oğlu Medyen’den almıştır (bilgi için bk. A‘râf 7/85-87).
Şuayb aleyhisselâm Hz. İbrâhim’in dördüncü kuşaktan torunu olup Medyen ve Eyke halkına gönderilmiş bir peygamberdir. O da diğer peygamberler gibi inkârcı ve putperest halkına önce Allah’tan başka tanrı olmadığını, her şeyi ve herkesi O’nun yarattığını anlattı, halkını yalnızca O’na kulluk etmeye çağırdı. Medyen halkı putperestliğinin yanında toplumsal ahlâk, özellikle ticaret ahlâkı bakımından çok bozulmuştu. Bolluk ve bereket içinde yaşamalarına rağmen ahlâk kurallarını çiğneyerek alışverişlerinde karşı tarafı zarara sokacak hileli işler yapıyorlardı. Hz. Şuayb, ölçüyü tartıyı eksik tutmamaları, adaleti gözetmeleri ve düzgün ölçüp tartmaları, çıkarları uğruna insanların mallarının değerini düşürmemeleri ve yeryüzünde fesat çıkararak ülke düzenini bozmamaları hususunda onlara uyarılarda bulundu; böylece hak dinin tevhid ve adalet ilkelerini toplumda yerleştirmeye çalıştı.
قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّرٖينَۙ ﴿١٨٥﴾
185. Şöyle cevap verdiler: “Sen, gerçekten büyü yapılmış birisin!
وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِبٖينَۚ ﴿١٨٦﴾
186. Sen de sadece bizim gibi bir beşersin. Biz senin kuşkusuz yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz.
فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقٖينَؕ ﴿١٨٧﴾
187. Eğer doğru sözlü isen, haydi üstümüze gökten azap yağdır.”
Tefsir
Şuayb’ın insanları gerçeğe, doğruluk ve dürüstlüğe çağırmasına karşılık onlar peygamberi büyülenmiş biri olarak tanıtıp onun aklî melekelerini yitirdiğini, şuurunun bozulmuş olduğunu, bu sebeple Allah tarafından peygamber olarak gönderilmesinin mümkün olmadığını söyleyerek onu halkın gözünde küçük düşürmeye çalıştılar. Ayrıca beşerden peygamber olamayacağı kanaatini taşıdıkları için onun peygamberlik davasında bulunmasını yalancılık olarak değerlendirdiler. Şayet iddiasında samimi ise Allah tarafından gönderilmiş elçi olduğunu ispatlayacak bir delil getirmesini, meselâ üzerlerine gökten azap yağdırmasını istediler. Ancak Hz. Şuayb onların neye ve hangi azaba lâyık olduklarını Allah Teâlâ’nın daha iyi bildiğini ifade etti.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 171
قَالَ رَبّٖٓي اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿١٨٨﴾
188. Şuayb, “Yaptıklarınızı en iyi bilen rabbimdir” dedi.
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِؕ اِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظٖيمٍ ﴿١٨٩﴾
189. Onu yalancılıkla suçladılar, derken gölge gününün azabı üzerlerine çöküverdi. O gerçekten büyük bir günün azabıydı!
Tefsir
Müfessirlere göre Eyke halkı peygamberi yalancılıkla itham edip inkârlarında ısrar edince Allah Teâlâ onları ya şiddetli bir depremle veya volkanik bir patlama ile cezalandırdı. Nitekim A‘râf sûresinin 91. âyetinde Medyen halkının şiddetli bir depremle cezalandırıldığı bildirilmiştir. Âyette belirtilen “gölge günü”nden maksat bu deprem sebebiyle gökte oluşan toz ve duman tabakasının güneş ışınlarını engellediği gündür. “Gölge gününün azabı” tamlamasının mecazi anlamda “geç kalınmış bir pişmanlıkla birlikte baş gösteren ruhsal bir karanlığa ve kasvete işaret” olarak da yorumlanabileceği söylenmiştir (Esed, II, 757; Şuayb ve Eyke halkı hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/85; Hûd 84-95; İbn Âşûr, VIII, 239 vd.).
Kur’an’da farklı bağlamlarda değişik üslûpla anlatılan bu kıssalar, tarih boyunca insanlığın temel yanlışlarının değişmediğini, hakkı tebliğ eden peygamberlerin ise her çağda insanların akıl ve basîretlerini bağlayan hırs ve tamahkârlıklarına, nüfuz ve iktidar tutkusuna, kendini beğenmişliğe karşı mücadele verdiklerini bildirmektedir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 171
اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَةًؕ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنٖينَ ﴿١٩٠﴾
190. Doğrusu almak isteyenler için bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَزٖيزُ الرَّحٖيمُࣖ ﴿١٩١﴾
191. Şüphesiz rabbin, işte O, mutlak güç ve engin merhamet sahibidir.
وَاِنَّهُ لَتَنْزٖيلُ رَبِّ الْعَالَمٖينَؕ ﴿١٩٢﴾
192. Şüphesiz bu Kur’an âlemlerin rabbi tarafından indirilmiştir.
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَمٖينُۙ ﴿١٩٣﴾
﴾193-195﴿ Onu, senin kalbine uyarıcılardan olasın diye açık bir Arapça ile Rûhulemîn indirmiştir.
Tefsir
Rûhulemîn’den (güvenli ruh) maksat Cebrâil’dir. Yaratılış özellikleri sebebiyle güvenilirliği ihlâl etmediği ve Allah’ın emaneti olan vahyi tam bir emniyet içerisinde peygamberlerine ulaştırdığı için “güvenli” anlamına gelen emîn sıfatı ile nitelendirilmiştir (bk. Taberî, XIX, 111-112; İbn Âşûr, XIX, 189). Ruh teriminin yukarıdaki anlam akışı içerisinde “mutlak güvenilirlik derecesinde vahiy” mânasında kullanılmış olabileceği ifade edilmişse de (Esed, II, 758) kanaatimizce bu yorum dil kuralları bakımından uygun değildir. Zira cümlenin öznesi “ruh” kelimesidir. “Bihî” ifadesindeki “bi” edatı ise “indi” anlamına gelen “nezele” fiilini geçişli kılmaktadır. “Hî” zamiri de vahyi yani Kur’an’ı ifade eder. Buna göre ruh inen değil, vahyi indirendir (bk. Râzî, XXIV, 165). Cümlenin anlamı ise şöyle olur: “Onu senin kalbine Rûhu’l-emîn indirmiştir.” Esed’in verdiği mânadan ruhun indirdiği değil, indiği anlaşılmaktadır ki bize göre bu mâna uygun değildir. Ayrıca vahyin Hz. Peygamber’in kalbine bir melek (Cebrâil) tarafından indirildiğine dair başka deliller de vardır (bk. Bakara 2/97; Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 2).
Yüce Allah mesajını insanlara iletmek üzere peygamberleri hangi kavimden seçmişse kitaplarını da o kavmin diliyle göndermiştir (bk. İbrâhim 14/4). Hz. Peygamber de Araplar arasından seçilerek görevlendirildiği için Kur’an ona Arapça olarak indirilmiştir. Fakat bu, onun sırf Araplar’a hitap ettiği anlamına gelmez. Nitekim Kur’an’ın evrensel olduğunu gösteren birçok âyet vardır (meselâ bk. A‘râf 7/158; Furkan 25/1; Kur’an’ın Arapça olarak indirilmesi ve evrenselliği hakkında bilgi için bk. Yûsuf 12/2; ez-Zümer 39/28; vahyin geliş şekilleri hakkında bilgi için bk. “Tefsire Giriş” bölümü, “I. Kur’an-ı Kerîm A) Tanımı ve özellikleri, 2. Vahiy” başlığı).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 173
عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِرٖينَۙ ﴿١٩٤﴾
﴾193-195﴿ Onu, senin kalbine uyarıcılardan olasın diye açık bir Arapça ile Rûhulemîn indirmiştir.
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُبٖينٍؕ ﴿١٩٥﴾
﴾193-195﴿ Onu, senin kalbine uyarıcılardan olasın diye açık bir Arapça ile Rûhulemîn indirmiştir.
وَاِنَّهُ لَفٖي زُبُرِ الْاَوَّلٖينَ ﴿١٩٦﴾
196. O Kur’an, şüphesiz öncekilerin kitaplarında da vardır.
اَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ اٰيَةً اَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمٰٓؤُ۬ا بَنٖٓي اِسْرَٓائٖلَؕ ﴿١٩٧﴾
197. İsrâiloğulları bilginlerinin bunu bilmesi onlar için bir delil değil midir?
Tefsir
Hz. Muhammed’e vahyedilen mesajın mânası ve özü, temel çizgileri itibariyle önceki peygamberlere gelmiş olan Zebûr, Tevrat, İncil vb. kitaplarda da vardı. Bir görüşe göre de Kur’an’ın indirileceği önceki, peygamberlerin kitaplarında haber verilmişti (Şevkânî, IV, 113; İbn Âşûr, XIX, 191-192; Esed, II, 758). Âyette bu anlamların her ikisi de kastedilmiş olabilir.
Bir kısım müfessirler “İsrâiloğulları bilginleri”nden maksadın Abdullah b. Selâm ve onun gibi müslüman olan bazı yahudi bilginleri olduğunu söylemişlerse de âyeti genel anlamda –müslüman olsun olmasın– yahudi bilginleri olarak değerlendirmek daha uygundur. Rivayete göre Mekkeliler Medine’de bulunan yahudi bilginlerine adam gönderip Hz. Peygamber’in durumu hakkında onlardan bilgi istemişler; onlar da böyle bir peygamberin geleceğini ve niteliklerinin Tevrat’ta mevcut olduğunu söylemişlerdir (Kurtubî, XIII, 138-139; Ebû Hayyân, VII, 39). Özellikle Mekke döneminde, İsrâiloğulları bilginlerinden bazıları Kur’an’da anlatılan bu kıssaların Tevrat’ta anlatılanlara uygun olduğu gerçeğini teslim ediyorlardı. Nitekim Mekke döneminde inmiş olan Ankebût sûresinin 47. âyetinde Ehl-i kitap’tan bazılarının Kur’an’a iman ettikleri haber verilmiştir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 174
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَمٖينَۙ ﴿١٩٨﴾
﴾198-199﴿ Kur’an’ı Arap olmayanlardan birine indirseydik de onu onlara okusaydı, yine iman etmezlerdi.
فَقَرَاَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِهٖ مُؤْمِنٖينَؕ ﴿١٩٩﴾
﴾198-199﴿ Kur’an’ı Arap olmayanlardan birine indirseydik de onu onlara okusaydı, yine iman etmezlerdi.
كَذٰلِكَ سَلَكْنَاهُ فٖي قُلُوبِ الْمُجْرِمٖينَؕ ﴿٢٠٠﴾
200. Onu (inkârı) günahkârların zihinlerine böyle soktuk
لَا يُؤْمِنُونَ بِهٖ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَلٖيمَۙ ﴿٢٠١﴾
201. Onlar, sonunda can yakıcı azabı görünceye kadar ona iman etmezler.
فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ ﴿٢٠٢﴾
202. O azap farkında olmadan kendilerine ansızın geliverir.
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَؕ ﴿٢٠٣﴾
203. Sonra, “Bize yeni bir süre verilir mi acaba?” diyecekler.
Tefsir
Yukarıda 195. âyette, Kur’an’ın tam olarak anlaşılabilmesi için “açık bir Arapça” ile indirilmiş olduğu ifade edilmişti. Ancak Hz. Peygamber Arap, getirdiği mesaj da Arapça olunca müşrikler bunu kendisinin uydurduğunu iddia ettiler (bk. Hûd 11/13). Oysa Allah mesajını Arap olmayan birine Arapça olarak indirse ve onun okumasını sağlasaydı –uydurdu diyemezlerdi ama– yine de iman etmezlerdi (Şevkânî, IV,114) veya Kur’an’ı bir yabancının diliyle vahyetmiş olsaydı inkârcılar bu sefer de mesajı anlayamadıklarını ileri sürerek yine inanmayacaklardı (krş. Fussılet 41/44).
Allah Teâlâ, Kur’an’ın hak olduğuna dair İsrâiloğulları bilginlerinin onun hakkında bilgi sahibi olmalarını delil olarak göstermektedir. Zira onlar bir peygamberin geleceğini, onun bazı niteliklerini ve getireceği mesajı kendi kitaplarında okuyor ve biliyorlardı. Kur’an’ın hak olduğu günahkârların zihinlerine yerleştirilmiş, onu anlamaları da sağlanmış bulunmasına rağmen can yakıcı azabı görmedikçe onların inanmayacakları ifade buyurulmaktadır. Ancak azap geldiği zaman da yaptıklarına pişman olacak ve kaybettiklerini telâfi etmek için mühlet isteyeceklerdir. Bu durum Hz. Peygamber’i teselli ettiği gibi müşrikleri de ikaz etmektedir.
Müfessirler 200-201. âyetlere “(Kendi günahları yüzünden) suçluların kalbine inkârcılığı böyle yerleştirdik; onlar iman etmezler, sonunda can yakıcı azabı görürler” şeklinde de mâna vermişlerdir (Taberî, XIX, 115-116; İbn Kesîr, VI, 173; Şevkânî, IV,114).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 174-175
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ ﴿٢٠٤﴾
204. O halde (şimdi gelsin diyerek) azabımızın çabuklaşmasını mı istiyorlar?
Tefsir
Mukatile göre :Müşrikler "ey muahmmed bizi ne zamana kadar azabla korkutacaksın,senin anllattııgn azab bize ne zaman gelecek diye alay etmeleri ve demeleri üzerine nazil olmuştur.Kurtubi.age.VXIII.94
اَفَرَاَيْتَ اِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِنٖينَۙ ﴿٢٠٥﴾
﴾205-206﴿ Ne dersin? Biz onları yıllarca nimetlerden faydalandırmışsak, sonra da kendilerine vaad edilen azap başlarına gelmişse!
ثُمَّ جَٓاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَۙ ﴿٢٠٦﴾
﴾205-206﴿ Ne dersin? Biz onları yıllarca nimetlerden faydalandırmışsak, sonra da kendilerine vaad edilen azap başlarına gelmişse!
مَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَؕ ﴿٢٠٧﴾
207. Senelerce yararlandırıldıkları nimetler onlara ne fayda sağlamıştır?
Tefsir
Zâhiren 203. âyet ile 204. âyet arasında bir çelişki varmış gibi görünmektedir. Zira ilk bakışta birinden, ansızın gelen azap karşısında inkârcıların mühlet istedikleri, diğerinden ise azabın çabucak gelmesini talep ettikleri anlaşılmaktadır. Gerçekte ise çelişki ifadede değil, inkârcıların bu ifadelerle özetlenen tutumlarındadır. Çünkü 203. âyete göre onlar, beklemedikleri azapla âhirette karşılaşınca azaplarının ertelenerek, yanlışlarını telâfi etmeleri için kendilerine yeni bir hayat, yeni bir fırsat tanınmasını isteyeceklerdir. Oysa 204. âyete göre daha önce onlar, –alay yollu ifadelerle– Hz. Peygamber’in söyledikleri doğru ise hemen şimdi başlarına taş yağdırmasını veya elem verici bir azap göndermesini Allah’tan istemişlerdi (bk. Enfâl 8/32).
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَࣗۛ ﴿٢٠٨﴾
﴾208-209﴿ Kaldı ki biz, öğüt vermek üzere uyarıcılar göndermeden hiçbir ülke halkını yok etmemişizdir. Biz zalim değiliz.
ذِكْرٰىࣞۛ وَمَا كُنَّا ظَالِمٖينَ ﴿٢٠٩﴾
﴾208-209﴿ Kaldı ki biz, öğüt vermek üzere uyarıcılar göndermeden hiçbir ülke halkını yok etmemişizdir. Biz zalim değiliz.
Tefsir
Yüce Allah insanları iyiyi kötüden ayırt edebilecek niteliklerle donatmıştır. Ancak yine de O, –merhametinin bir sonucu olarak– peygamber gönderip onlara doğru yolu gösteren mesajını ulaştırmadıkça sorumlu tutmamaktadır. Helâk edilen toplumlara mutlaka önceden peygamber gönderilerek Allah’ın mesajı kendilerine ulaştırılmış, fakat insanlar onu reddettikleri için cezalandırılmışlardır (bu konuda bilgi için bk. Hicr 15/4; İsrâ 17/15; Tâhâ 20/134).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 175
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاطٖينُ ﴿٢١٠﴾
﴾210-211﴿ Onu (ilâhî öğüdü) şeytanlar indirmedi. Bu onların yapacağı iş değildir, zaten
buna güçleri de yetmez.
وَمَا يَنْبَغٖي لَهُمْ وَمَا يَسْتَطٖيعُونَؕ ﴿٢١١﴾
﴾210-211﴿ Onu (ilâhî öğüdü) şeytanlar indirmedi. Bu onların yapacağı iş değildir, zaten buna güçleri de yetmez.
اِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَؕ ﴿٢١٢﴾
212. Şüphesiz onlar, vahyi işitmekten kesinlikle uzak tutulmuşlardır.
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّبٖينَۚ ﴿٢١٣﴾
213. O halde sakın Allah ile birlikte başka tanrıya kulluk edip yalvarma, sonra cezaya çarptırılanlardan olursun!
Tefsir
Mekkeli bazı müşrikler risâlet görevinin ilk yıllarında Peygamber efendimizin karanlık güçler ve kötü ruhlarla ilişkisi olan bir kâhin olduğunu iddia ediyor, Kur’an’ı ona bir şeytanın getirdiğini söylüyorlardı (krş. Tûr 52/29); zira onların inançlarına göre kâhinlerin söylediklerini onlara şeytanlar telkin ediyordu. Bu sebeple onlara göre Resûlullah’ın getirdiği Kur’an da, olsa olsa, bir şeytan sözü olabilirdi. Söz konusu âyetler bu tür yersiz iddiaları reddetmektedir (Râzî, XXIV, 171; İbn Âşûr, XIX, 198).
Hz. Peygamber’in şahsında genel olarak insanlığa hitap eden 213. âyet, Kur’an’ın Allah kelâmı olduğu delilleriyle ispatlandıktan sonra artık insanın şeytanların vesvese ve telkinlerine aldanıp da Allah’a ortak koşmaması, O’nunla birlikte başka ilâhlara tapmaması gerektiğini, aksi takdirde şiddetli cezaya çarptırılacağını haber vermektedir.
وَاَنْذِرْ عَشٖيرَتَكَ الْاَقْرَبٖينَۙ ﴿٢١٤﴾
214. Yakın akrabanı da uyar.
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّـبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنٖينَۚ ﴿٢١٥﴾
215. Sana uyan müminlere kol kanat ger.
Tefsir
İbni Cureyc den rivayete göre "Yakın akrabalarını uayar..Şuara 214 ayeti inince Hz.Peyğamber a.s uyarmaya ailesi ve ehli beyti ile başladı.Bu durum diğer müslümanlara ağır gelince 215.ayet indi..Müminler den sana tabi olanlar kanadını ser..ayeti indi..Taberi age.XIX 75
فَاِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ اِنّٖي بَرٖٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَۚ ﴿٢١٦﴾
216. Şayet sana karşı gelirlerse de ki: “Ben sizin yaptıklarınızdan kesinlikle uzağım.”
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَزٖيزِ الرَّحٖيمِۙ ﴿٢١٧﴾
217.Haziz ve rahim olana tevekkul et.
اَلَّذٖي يَرٰيكَ حٖينَ تَقُومُۙ ﴿٢١٨﴾
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدٖينَ ﴿٢١٩﴾
﴾217-219﴿ Sen, O, mutlak güçlü ve engin merhamet sahibi olan, huzurunda durduğun ve secde edenler içinde halden hale girdiğin zaman seni gören Allah’a güvenip dayan.
اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُ ﴿٢٢٠﴾
﴾220﴿ Her şeyi işiten, bilen O’dur.
Tefsir
“Akraba” diye tercüme ettiğimiz aşiret kelimesi, terim olarak kabile karşılığı kullanıldığı gibi kabilenin altında daha küçük bir topluluğu da ifade etmektedir (Yûsuf Halaçoğlu, “Aşiret”, DİA, IV, 9). Önceki âyetlerde Hz. Peygamber’in genel anlamda insanlık için uyarıcı olarak görevlendirildiği ifade edilirken bu âyetlerde de özel olarak akrabalarını uyarması emredilmektedir. Bu buyruk Peygamber’in akrabası olmanın kimseye sorumluluğunu yerine getirmeme gibi bir ayrıcalık kazandırmadığını ifade etmesi bakımından önemlidir. Bu âyet inince Hz. Peygamber Kureyş kabilesine mensup inanan inanmayan, yakın uzak akrabasını veya temsilcilerini Safâ tepesinde toplayarak yakınlarından birinin peygamber olmasının Allah katında kimseye bir fayda sağlamayacağını, her şahsı ancak kendi imanının ve sâlih amelinin kurtaracağını haber vermiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 26).
Allah Teâlâ 213-217. âyetlerde Hz. Peygamber’in şahsında bütün müminlere hitap etmekte, dini tebliğ hususunda her müminin kendisine en yakın kimselerden başlamasını emretmekte; özellikle din önderlerinin hakkı tebliğ konusunda başarılı olmaları için kendilerine tâbi olan müminlere kol kanat germelerini yani onlara karşı alçak gönüllü, şefkatli, merhametli olmalarını ve iyi davranmalarını; kendilerine karşı inanç bağlamında düşmanca bir tavır takındıkları takdirde ise onlara sahip çıkmamalarını istemektedir. İsyan eden akrabalardan uzak durmak, gerek Hz. Peygamber’in gerekse diğer din önderlerinin kalplerinde, yakınlarıyla olan münasebetlerinde soğukluk, belki de düşmanlık meydana getirebilir. Bu sebeple Allah önderlerin, karşılaşacakları düşmanca davranışlara aldırış etmemelerini ve Allah’a dayanıp güvenmelerini öğütlemekte, Allah’ın herkesten güçlü olduğuna ve rahmetiyle müminleri düşmanlardan koruyacağına işaret etmektedir.
Bazı müfessirler, “Huzurunda durduğun ve secde edenlerle birlikte yere kapandığın zaman seni gören Allah’a güvenip dayan” meâlindeki 218-219. âyetleri “her nerede olursan ol seni gören” şeklinde yorumlamışlardır (Taberî, XIX, 123-125). Ayrıca “secde edenlerle birlikte yere kapandığın zaman seni gören” ifadesini, “Seni Allah’ın birliğine inanmış olan bir peygamberin sulbünden diğer peygamberin sulbüne nakledip nihayet bu ümmette ortaya çıkaran” şeklinde yorumlayanlar da olmuştur (Şevkânî, IV, 116).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 177-178
هَلْ اُنَبِّئُكُمْ عَلٰى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاطٖينُؕ ﴿٢٢١﴾
221. Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi?
تَنَزَّلُ عَلٰى كُلِّ اَفَّاكٍ اَثٖيمٍۙ ﴿٢٢٢﴾
222. Onlar günaha, iftiraya düşkün olan herkese inerler (onlara kötülüğü telkin ederler).
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَؕ ﴿٢٢٣﴾
223. Bunlar, (şeytanlara) kulak verirler, çoğu da yalancıdır.
Tefsir
Önceki âyetlerde (210-212) Kur’an’ı Hz. Peygamber’e şeytanların getirdiği, dolayısıyla onun bir kâhin olduğu iddiaları reddedilmişti. Burada ise şeytanların Hz. Peygamber’e yaklaşamayacakları belirtilmekte ve kimlere yaklaşabilecekleri açıklanmaktadır. Şeytanlar ancak çok yalan söyleyen, iftira atan, sahtekâr, günah işlemekten çekinmeyen kimselere, yani kendilerine uygun karaktere sahip olanlara yanaşırlar.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 179
وَالشُّعَرَٓاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُ۫نَؕ ﴿٢٢٤﴾
224. Şairlere gelince, onlara da yoldan sapanlar uyar.
اَلَمْ تَرَ اَنَّهُمْ فٖي كُلِّ وَادٍ يَهٖيمُونَۙ ﴿٢٢٥﴾
﴾225-226﴿ Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin?
وَاَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَۙ ﴿٢٢٦﴾
﴾225-226﴿ Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin?
Tefsir-Sebebi Nuzül
İbni Abbas dan rüvayete göre :"Biz de Muhammedin söyledikleri gibisini söyleriz,"deyip Hz.Muhammedi hıcveleri üzerine Abdu
llah ibnu z Zibara,Hubeyra ibni Vehb el Mahzumi ,Musafi ibni Abdi Menaf ,Ebu İzze el Cumahi ve Umeyye ibn Ebis Salt gibi müşrik şairleri hakkında nazil olmuştur.
Alusi age.XIV.146
اِلَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَثٖيراً وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُواؕ وَسَيَعْلَمُ الَّذٖينَ ظَلَمُٓوا اَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ ﴿٢٢٧﴾
227. Ancak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar, Allah’ı çokça ananlar ve haksızlığa uğratıldıktan sonra kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, neye nasıl dönüşeceklerini (başlarına nelerin geleceğini) yakında görecekler.
Tefsir
Temim ed Dari nin kölesi Ebul Hasen Salim el Berraddan rivayetde :"Şairlere gelince onlara nacak azgınlar tabi olurlar"ayeti kerime nazil ounca Hasan ibni Sabit ,Abdullah ibni Ravaha ve kaab ibni Malik ,Hz.Peyğambere ağlıyarak geldiler."Allah bizim şair olduklarımızı biliyordur.diye sızlandılar..Peyğamber a.s onlara ancak iman edenler mustesna..işte bunlar sizsiniz..buyurdular.Taberi XIX 80.,Alusi age.XIX 147