Enam Süresi Meal Ve Tefsiri 80-97

#1 von Kurban , 11.04.2024 08:24

Enam Süresi Meal Ve Tefsiri 80-97

وَحَٓاجَّهُ قَوْمُهُؕ قَالَ اَتُحَٓاجُّٓونّٖي فِي اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينِؕ وَلَٓا اَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِهٖٓ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ رَبّٖي شَيْـٔاًؕ وَسِعَ رَبّٖي كُلَّ شَيْءٍ عِلْماًؕ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ ﴿٨٠﴾
Meal:﴾80﴿ Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: “Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O’na ortak koştuklarınızdan korkmam. Ancak rabbimin (beni korkutacak) bir şey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz?
Tefsir:Hz. İbrâhim’in, Allah’ın birer âyeti olan tabii varlıklardan istidlâlle O’nun birliğine dair ortaya koyduğu bu açık ve kesin delillere karşı kavmi de kendi inançlarının doğruluğunu kanıtlamak için onunla tartışmaya, deliller ileri sürmeye kalkışmışlardır. Âyette bu delillerin zikredilmemesi, onların anılmaya bile değmeyecek kadar temelsiz olduğunu göstermektedir. Nitekim Hz. İbrâhim’in “Allah hakkında (O’nun eşi, benzeri ve ortağı olduğunu kanıtlamak için) benimle tartışıyor musunuz?” şeklindeki ifadesi de onların iddialarının saçmalığına işaret etmektedir.
Burada açıkça bildirilmemekle beraber Hz. İbrâhim’in “Ben sizin Allah’a ortak koştuklarınızdan korkmam” demesinden, kavminin onu, tanrılarının öfkelenerek kendisini cezalandırmasıyla tehdit ettikleri anlaşılmaktadır. İbrâhim aleyhisselâm bu tehdide aldırış etmemekle birlikte, iyi bir mümin olarak, ilmi her şeyi kuşatan ve bu suretle bütün olup bitenler gibi kendisinin hal ve hareketlerini de eksiksiz bilen Allah’tan korktuğunu ifade etmiş; böylece fayda ve zararın da Allah’tan geldiğine, O’nun ilim ve iradesine bağlı bulunduğuna olan inancını ortaya koy­muştur.
Âyetin sonundaki “Hâlâ ibret almıyor musunuz?” şeklindeki uyarıyla Hz. İbrâhim, kavmini, putperestlikle kendisinin kesin delillerle kanıtladığı tevhid inancı arasında doğru öncüllere dayalı aklî değerlendirme ve mukayese yapmaya, bu suretle hakikati bulup tanımaya çağırmıştır.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 432-433
وَكَيْفَ اَخَافُ مَٓا اَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهٖ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناًؕ فَاَيُّ الْفَرٖيقَيْنِ اَحَقُّ بِالْاَمْنِۚ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۘ ﴿٨١﴾
Meal:﴾81﴿ Siz, Allah’ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım? Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?”
Tefsir:Benzer mantıkî değerlendirme ve uyarılar bu âyette de devam etmekte ve sonuç olarak, mutlaka taraflardan biri inancı sayesinde güvenliğe kavuşacağına göre hangi tarafın, ilmi her şeyi kuşatan, fayda ve zararın yaratıcısı olan Allah’a ortak koşup isyan edenlerin mi, yoksa O’nun birliğine ve hükümranlığına inanıp yolundan gidenlerin mi güvence içinde oldukları sorulmaktadır. “Eğer biliyorsanız” kaydıyla da bu soruya yalnız bilgi sahibi olanların doğru cevap verebileceklerine, dolayısıyla bâtıl inançlardan kurtulma hususunda bilginin önemine işaret edilmektedir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 433
اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا اٖيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَࣖ ﴿٨٢﴾
Meal:﴾82﴿ İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.
Tefsir:Ağırlıklı görüşe göre bu âyetteki ifade de Hz. İbrâhim’e aittir ve onun “İki taraftan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?” şeklindeki sorusuna yine kendisi tarafından verilen cevaptır. Sorunun soran tarafından cevaplandırılması, başka bir cevabın bulunmamasından dolayıdır. “(Allah’a) inanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar” ifadesi, söz konusu kavmin Allah’a inanmakla birlikte, Tanrı saydıkları başka şeyleri O’na ortak koştuklarını göstermektedir. Âyetteki zulümden maksat, Allah’a şirk koşmaktır. Çünkü zulmün asıl anlamı, “hak sahibinin hakkını tanımamak, vermemektir.” Ulûhiyyet ve rubûbiyyet yalnızca Allah’a ait olduğu halde, başka varlık ve nesneleri de Tanrı yerine koymak, Allah’ın mahlûkatı üzerindeki hakkını tanımamaktır. Nitekim Hz. Peygamber de “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı O’na kulluk edip hiçbir şeyi kendisine ortak koşmamaktır” (Buhârî, “Tevhîd”, 1; Müslim, “Îmân”, 48-51) buyurmuştur. Sahih kaynaklarda nakledilen bir rivayete göre bu âyet geldiğinde müslümanlar, hayat boyunca zulümden uzak durmanın kendileri için mümkün olmadığını düşünerek telâşa kapılmışlar; bunun üzerine Resûlullah âyete şu şekilde açıklık getirmiştir: “Bu sizin düşündüğünüz zulüm değildir. Burada Lokmân’ın oğluna hitaben söylediği “Sevgili oğlum! Allah’a ortak koşma; çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır” (Lokmân 31/13) meâlindeki âyette geçen zulüm kastedilmiştir” (Buhârî, “Enbiyâ”, 41).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 433-434
وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰهٖيمَ عَلٰى قَوْمِهٖؕ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُؕ اِنَّ رَبَّكَ حَكٖيمٌ عَلٖيمٌ ﴿٨٣﴾
Meal:﴾83﴿ İşte bunlar, kavmine karşı İbrâhim’e verdiğimiz delillerimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki senin rabbin hikmet sahibidir, her şeyi bilmektedir.
Tefsir:Âyet metnindeki “hüccet”ten maksat, Hz. İbrâhim’in gözlemleri ve aklî istidlâlleriyle ulaştığı kesin sonuçlarla ortaya koyduğu delillerdir. Âyetteki “alâ” edatı bu delillerin hasmı susturacak doğruluk ve sağlamlıkta olduğuna işaret eder. Bu delillerin ilâhî bir lutuf olarak gösterilmesinden sonra “Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz” buyurulması, bu tür gözlemler yapmanın sadece İbrâhim’e mahsus olmadığını, başkalarının da buna benzer metotlarla doğru sonuçlara ulaşabileceklerini; ayrıca, eşya ve olaylar üzerinde düşünerek bunlardan aklî ve ilmî bakımdan doğru sonuçlar çıkaran insanların Allah nezdindeki derece ve itibarlarını gösterir. Nitekim âyetin sonunda Allah Teâlâ kendi zatının ululuğunu da ilim ve hikmetteki kemaline işaret ederek ifade buyurmuştur.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 434
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَؕ كُلاًّ هَدَيْنَاۚ وَنُوحاً هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهٖ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَؕ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنٖينَۙ ﴿٨٤﴾
Meal﴾84﴿ Biz ona İshak ve Ya‘kūb’u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nûh’u ve onun soyundan Dâvûd’u, Süleyman’ı, Eyyûb’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u doğru yola iletmiştik. Biz, iyileri böyle ödüllendiririz.

وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَعٖيسٰى وَاِلْيَاسَؕ كُلٌّ مِنَ الصَّالِحٖينَۙ ﴿٨٥﴾
Meal:﴾85﴿ Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ ve İlyâs’ı da (doğru yola iletmiştik). Hepsi de iyilerden idi.

وَاِسْمٰعٖيلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطاًؕ وَكُلاًّ فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَمٖينَۙ ﴿٨٦﴾
Meal:﴾86﴿ İsmâil, Elyesa‘, Yûnus ve Lût’u da (hidayete erdirdik). Hepsini âlemlere üstün kıldık.
Tefsir:وَمِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ ﴿٨٧﴾
Meal:﴾87﴿ Onların atalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarını, evet onları da seçkin kıldık ve dosdoğru yola yönelttik.
ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْدٖي بِهٖ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِهٖؕ وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٨٨﴾
Meal:﴾88﴿ İşte bu, Allah’ın hidayetidir; O, bununla kullarından dilediğini doğru yola ulaştırır. Eğer onlar Allah’a ortak koşsalardı yapageldikleri iyi şeyler elbette boşa giderdi.
Tefsir:Araplar’ın ataları olarak bildikleri (Hac 22/78) ve saygı duydukları İbrâhim’le birlikte on sekiz peygamberin ismi zikredilerek hepsinin de hidayet üzere yaşadıkları, iyi ve sâlih kimselerden oldukları, bunların atalarından ve zürriyetlerinden de, Allah’ın fazlu keremiyle, âlemlere üstün kılınmış kimselerin bulunduğu; bütün bu sayılanların doğru yoldan giderek hidayete kavuşturulmuş seçkin insanlar olduğu ifade edildikten sonra “İşte bu, Allah’ın hidayetidir; O, bununla kullarından dilediğini doğru yola ulaştırır. Eğer onlar (siz Kureyş müşrikleri gibi) Allah’a ortak koşsalardı, yapageldikleri iyi şeyler elbette boşa giderdi” buyurularak, Câhiliye Arapları’nın, ataları İbrâhim’in de içinde bulunduğu bu üstün insanların gittikleri doğru yoldan saptıklarına zımnen işaret edilmektedir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 436-437
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذٖينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْماً لَيْسُوا بِهَا بِكَافِرٖينَ ﴿٨٩﴾
Meal:﴾89﴿ Onlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer şimdi onlar bu söylenenleri inkâr ederlerse muhakkak ki yerlerine, bunları inkâr etmeyecek bir topluluk getiririz.
Tefsir:Yüce Allah’ın, anılan peygamberlere verdiği kitaptan maksat, peygamberlere gönderilen ilâhî mesajlar bütünü veya genel olarak ilim ve mârifettir. Âyet metnindeki hüküm, bizim tercih ettiğimiz şekilde hikmet, yani doğrular ve yanlışlar, iyilik ve kötülükler hakkındaki gerçek ve kuşatıcı bilgi şeklinde yorumlandığı gibi hükümdarlık olarak da anlaşılmıştır. “Nübüvvet”ten maksat ise peygamberliktir. Bu yüce şahsiyetlerden bazılarına bu lutufların tamamı, bazılarına da biri veya ikisi ­verilmiştir.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذٖينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْؕ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًؕ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَمٖينَࣖ ﴿٩٠﴾
Meal:﴾90﴿ İşte o peygamberler, Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. Şu halde onların rehberliğine uy. De ki: “Ben, bu görevimden dolayı hiçbir karşılık istemiyorum; bilinsin ki bu, bütün insanlığa bir öğütten ibarettir.”
Tefsir:Allah’ın bu kişileri hidayete erdirdiği, tarihî bir hakikati kesin olarak ortaya koymak bakımından, bir defa daha vurgulandıktan sonra Hz. Muhammed’e, son peygamber olarak onların hidayetine uyup aynı evrensel hakikati devam ettirmesi emredilmiştir. Burada Araplar’a ve Kur’an’ın muhatabı olan herkese, Hz. Muhammed’in görülmemiş duyulmamış bir din icat etmediğine, aksine, geçmiş peygamberlerin sünnetini devam ettirdiğine ilişkin dolaylı bir hatırlatma da vardır. Ayrıca Resûlullah’a, seleflerinden birini veya bir kısmını örnek almak yerine, hepsinin hidayetine uyması, meziyetlerini kendisinde toplaması emredilmiştir. Bu buyruk hangi devir, ülke, millet ve kültüre ait olursa olsun, evrensel gerçekliğin, doğruluk ve iyiliğin benimsenmesi ve yaşatılması gerektiğine işaret etmekte; Hz. Peygamber’den de bu değerlere sahip çıkmasını istemektedir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 437
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِهٖٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍؕ قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذٖي جَٓاءَ بِهٖ مُوسٰى نُوراً وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاطٖيسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَثٖيراًۚ وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْؕ قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ فٖي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ ﴿٩١﴾
Meal:﴾91﴿ Onlar Allah’ı gereği gibi takdir edip tanımadılar. Nitekim “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” dediler. De ki: “Öyleyse Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi?” Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de, atalarınızın da bilemediğiniz şeyler (Kur’an’da) size öğretilmiştir. (Resulüm!) Sen “Allah” de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oyalanadursunlar!
Tefsir:Bu âyet, peygamberler ve onların gösterdikleri hidayet yolu, getirdikleri dinler ve kitaplarla ilgili önceki âyetlerin bir sonucu olarak görünmektedir.
“Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” diyerek bütün peygamberleri ve ilâhî kitapları inkâr edenlerin kim veya kimler olduğu hususunda tefsirlerde değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre bu sözü söyleyen kişi bir yahudi hahamıdır. İbn Abbas’a isnad edilen bir rivayete göre Hz. Peygamber kendisiyle tartışmaya kalkışan bu hahama “Tevrat’ı Mûsâ’ya indiren Allah için doğru söyle, Tevrat’ta Allah’ın şişman hahamı sevmeyeceği yazılmış mıdır?” diye sormuş; kendisi de şişman olan haham, bu söze öfkelenerek “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” demiştir (Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, s. 164). Bu rivayetin doğruluğunu kabul eden müfessirlere göre En‘âm sûresi Mekkî olmakla beraber 91. âyet Medine’de inmiştir. Çünkü Mekke’de yahudi cemaati bulunmadığından böyle bir tartışmadan da söz edilemez.
Ancak söz konusu rivayetin sıhhati tartışmalıdır. Öncelikle Resûlullah’ın bir insanı şişmanlığından dolayı küçük düşürmesi onun üstün ahlâkıyla bağdaşmaz. Çünkü o, insanların dinî ve ahlâkî kusurlarını bile yüzlerine vurmaz; “İçinizde şöyle şöyle yapanları görüyorum” gibi sözlerle uyarılarını isim vermeden yapardı. Ayrıca, bir yahudi din adamının bütün peygamberleri ve kitapları inkâr etmesi inanılır gibi görünmüyor. Söz konusu rivayette hahamın bu inkârı üzerine, yahudilerin kendisini görevinden uzaklaştırarak yerine Kâ‘b b. Eşref’i getirdikleri belirtiliyor. Ancak Kâ‘b’ın Arap asıllı ve bir Arap kabilesinin lideri olması göz önüne alınırsa, bu rivayetin asılsız olma ihtimali daha da artar.
Bu durum karşısında, âyette peygamberleri ve kitapları inkâr ettikleri bildirilenlerin müşrik Araplar olduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır. Onlar bu gibi inkârcı ifadeleriyle, önceki âyetlerde bir kısmı isimleriyle anılan peygamberleri, aynı âyetlerde üzerinde durulan Allah’ın hidayetini, tebliğlerini ve dolayısıyla insanlara yönelik rahmetini inkâr etmiş; bu suretle Allah’ı gerektiği şekilde tanımadıklarını, hakkıyla takdir etmediklerini göstermişlerdir.
Onların bu tutumlarına karşı yüce Allah, peygamberine şu soruyu sormasını öğütlemiştir: “Öyleyse Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı (Tevrat’ı) kim indirdi?” Çünkü Araplar yahudi olmamakla birlikte, daha çok ticarî seyahatler esnasında az çok bilgi edindikleri Yahudiliğe, onun peygamberlerine ve kutsal kitabına bir ölçüde saygı duyuyorlardı. Âyette bu duruma da işaret edilerek, buna rağmen “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmedi” demelerinin bir çelişki olduğu ortaya konmuştur.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 438-439
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذٖي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاؕ وَالَّذٖينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِهٖ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ ﴿٩٢﴾
Meal:﴾92﴿ Bu (Kur’an), Ümmülkurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz, kendisinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır. Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını kılmaya hakkıyla devam ederler.
Tefsir:“Allah hiçbir insana (peygambere) hiçbir şey indirmedi” diyenlere âyet şu cevabı veriyor: “İşte bu Kur’an, Ümmülkurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz, kendisinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır.” Böylece âyette Kur’an, vahyin ve nübüvvetin gerçek olduğunu belgeleyen canlı ve güncel bir kanıt olarak göste­rilmiştir.
Kur’an-ı Kerîm’in mübarek diye nitelendirilmesi, ona inanıp gereğince yaşayanların dünya ve âhiret hayatları için feyiz, bereket, mutluluk ve huzur kaynağı olmasından dolayıdır.
Kur’an’ın kendisinden önceki kitapları tasdik etmesi iki noktada toplanır: Öncelikle bazı eski kitaplarda yer alan Hz. Muhammed’in risâletine ilişkin müjde, Kur’an’ın inzâli ile fiilen gerçekleşmiş; bu suretle Kur’an eski kitaplardaki müjdeyi tasdik etmiş, yani doğruluğunu kanıtlamıştır. İkinci olarak Kur’an başta Allah’ın birliği, nübüvvet ve âhiret gibi itikadî konular olmak üzere birçok esasta ve hükümde eski kitaplarla tam bir uyum içinde olmuştur. Bu da Kur’an’ın onlar hakkındaki bir tasdikidir. Kur’an’ın, geçmiş dinlerdeki bazı amelî hükümleri değiştirmesi veya kaldırması ve onlarda bulunmayan yeni hükümler getirmesi tamamen değişen ve gelişen şartlarla ilgili olup o dinlerin kutsal kitaplarını tasdik edici özelliğini bozmaz.
Mekke’nin “Ümmülkurâ” diye anılması bölgenin din ve ticaret merkezi, bilhassa hac mahalli olması, ayrıca Arabistan’ın en eski mâbedi sayılan Kâbe’nin orada bulunmasından (Âl-i İmrân 3/96-97) dolayıdır.
Kur’an evrensel bir kitap olmakla birlikte vahyin ilk muhatapları Mekke ve çevresinde yaşayan Araplar olduğu için Mekke’de inen En‘âm sûresinin bu âyetinde de, tabii olarak, öncelikle buralardaki insanların uyarılması üzerinde durulmuştur.
93. “Allah’a karşı yalan uyduran”dan maksat, Allah’ın hiçbir insana hiçbir şey indirmediğini ileri sürenlerdir veya bu âyet, müşriklerin “Kur’an Muhammed’in uydurmasıdır” şeklindeki iftiralarına (bk. Furkan 25/4; Hâkka 69/44-46) karşı bir cevaptır. Zira Allah’a ait olmayan sözleri O’na isnat etmek, Allah’a karşı bir iftira ve büyük bir haksızlık olup Hz. Muhammed böyle bir davranışta bulunmaktan münezzehtir.
Bazı müfessirlere göre bu âyetteki, bir kısım inkârcıların, kendilerine de vahiy geldiğini yahut kendilerinin de Kur’an’dakine benzer âyetler ortaya koyabileceklerini ileri sürdüklerini belirten açıklamalar bu âyetin Medine’de indiğini göstermektedir. Çünkü Medine döneminde Müseylemetülkezzâb ve Esved el-Ansî isimli yalancı peygamberler bu tür iddialarda bulunmuşlar; ayrıca söylendiğine göre yine Medine’de, eski bir vahiy kâtibi iken irtidad eden Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh, Allah’ın indirdiklerine benzer âyetleri kendisinin de ortaya koyabileceğini söylemeye kalkışmıştır. Ancak bu gerekçeler âyetin Medine’de indiğini kanıtlamak için yeterli görülmemiştir. Zira Mekke müşrikleri arasında da istihza maksadıyla benzer iddialarda bulunanlar olmuştur. Ayrıca 93. âyetle, Mekke’de indiği kesin olan 94. âyet arasındaki güçlü alâka da 93. âyetin Mekkî olduğunu göstermektedir (İbn Âşûr, VII, 375-376; Ateş, III, 201-202).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 440
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُؕ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ فٖي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْدٖيهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْؕ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِهٖ تَسْتَكْبِرُونَ ﴿٩٣﴾
Meal:﴾93﴿ Allah’a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken “Bana da vahiy geldi” diyenden ve “Ben de Allah’ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim” diyenlerden daha zalim kim vardır? O zalimler, ölümün boğucu dalgaları içinde, melekler de ellerini uzatmış, onlara “Haydi, canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan ötürü bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız!” derken onların halini bir görsen!
Tefsir:“Allah’a karşı yalan uyduran”dan maksat, Allah’ın hiçbir insana hiçbir şey indirmediğini ileri sürenlerdir veya bu âyet, müşriklerin “Kur’an Muhammed’in uydurmasıdır” şeklindeki iftiralarına (bk. Furkan 25/4; Hâkka 69/44-46) karşı bir cevaptır. Zira Allah’a ait olmayan sözleri O’na isnat etmek, Allah’a karşı bir iftira ve büyük bir haksızlık olup Hz. Muhammed böyle bir davranışta bulunmaktan münezzehtir.
Bazı müfessirlere göre bu âyetteki, bir kısım inkârcıların, kendilerine de vahiy geldiğini yahut kendilerinin de Kur’an’dakine benzer âyetler ortaya koyabileceklerini ileri sürdüklerini belirten açıklamalar bu âyetin Medine’de indiğini göstermektedir. Çünkü Medine döneminde Müseylemetülkezzâb ve Esved el-Ansî isimli yalancı peygamberler bu tür iddialarda bulunmuşlar; ayrıca söylendiğine göre yine Medine’de, eski bir vahiy kâtibi iken irtidad eden Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh, Allah’ın indirdiklerine benzer âyetleri kendisinin de ortaya koyabileceğini söylemeye kalkışmıştır. Ancak bu gerekçeler âyetin Medine’de indiğini kanıtlamak için yeterli görülmemiştir. Zira Mekke müşrikleri arasında da istihza maksadıyla benzer iddialarda bulunanlar olmuştur. Ayrıca 93. âyetle, Mekke’de indiği kesin olan 94. âyet arasındaki güçlü alâka da 93. âyetin Mekkî olduğunu göstermektedir (İbn Âşûr, VII, 375-376; Ateş, III, 201-202).
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟ ﴿٩٤﴾
Meal 94: Andolsun ki, sizi başta nasıl tek tek yaratmışsak, şimdi de tek tek yapayalnız huzurumuza geldiniz ve dünyada size verip hayaline daldırdığımız her şeyi arkanızda bıraktınız. Hani işlerinizi tanzimde Allah’ın ortakları olduğunu ileri sürdüğünüz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz! Onlarla aranızdaki bütün bağlar kopmuş ve sizi kurtaracaklarını sandığınız sahte tanrılar yanınızdan kaybolup gitmiştir.
Tefsir:
Herkes, dünyada başlangıçta tek olarak yaratıldığı gibi kıyamet günü Allah’ın huzuruna teker teker gelecek. Her bir insan tek başına, ailesiz, malsız, çocuksuz ve yardımcısız olarak, dünyada gönül verdiği, ümit bağladığı kimseleri terk etmiş olarak gelecek. Herkes annesinin karnından çıktığı gibi çıplak, ayakkabısız ve sünnetsiz gelecek. Dünyada kendine bahşedilen nimetleri, malları, mülkleri, evlatları arkasında bırakarak gelecek. Allah’ı bırakıp kendilerine taptıkları, Allah’a ortak koştukları putlar, haklarında şefaat edeceğini sandıkları varlıklar da orada yanlarında olmayacak. Zira müşrikler, putların Allah’ın ortakları ve O’nun nezdinde kendi şefaatçileri olduklarını zannediyorlardı. (bk. Yûnus 10/18; Zümer 39/3) Fakat kıyamet günü aralarındaki bütün ilişkileri kopacak, kesilecek, tarumar olacak. Allah’a ortak sandıkları varlıklar onları terk edecek ve kaybolup gidecekler. Herkes kendi ameliyle ve Rabbiyle baş başa kalacaktır.
İşte istikbalimizi yakından alakadar eden bu gerçekleri göz önüne getirip, üzerinde düşünerek iman ve ihlasla Allah’a yönelmek; O’na karşı bir haksızlık, yanlışlık, nankörlükte bulunmamak ve O’nu fiil ve sıfatlarıyla en güzel şekilde tanımaya çalışmak icab eder. Şöyle ki:
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ ﴿٩٥﴾
Meal 95: Şüphesiz Allah, daneyi ve çekirdeği çatlatıp yarandır. Ölüden diriyi O çıkarır; diriden ölüyü çıkaran da O’dur. İşte Allah budur. Bu gerçekler karşısında nasıl oluyor da bâtıl sevdâlar peşine düşüp O’na kulluk etmekten yüz çeviriyorsunuz?
Tefsir:Ekinler, otlar ve ağaçlar, tohumları olan dâne ve çekirdeklerin yarılıp çatlaması ve filiz vermesiyle meydana gelir. İşte o dâneleri ve çekirdekleri çatlatıp yaran, ondan bitkileri, meyve ve sebzeleri yaratan kudret, Allah’ın kudretidir. Allah ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarır. Bize göre ölü durumunda olan dâne ve çekirdekten diri olan ekinler ve ağaçları çıkarır. Mânen ölü olan kâfirin neslinden de mânen diri olan mü’minleri çıkarır. Diriden ölü çıkarma da bunun aksi olarak izah edilebilir. Canlılar ölü maddeleri yiyerek beslenir. Bebeğin bedeni ölü sütü, canlı ete dönüştürür. Canlı bedenden ölü süt çıkar. Yumurtadan tavuk, tavuktan yumurta çıkar. Görüldüğü üzere hayat ve ölüm deveranı, hayatın sırrı ve kâinatın ihtiva ettiği büyük bir mûcizedir. Yüce Yaratıcı akıp giden zamanın her anında ölüden hayat, hayattan ölü çıkarmakta, bu ilâhî kanun mütemâdiyen devam etmektedir. Bunların kendi kendine ve bir tesadüf eseri olması mümkün değildir. Bunların yüce bir kudretin ve ince bir kanunun eseri olduğunda şüphe yoktur. Kâinatta her an yenilenen bu kudret tecellilerini görüp durdukları halde, insanlar nasıl olur da Allah’a kulluktan yüz çevirip, O’ndan başkasına yalvarırlar? Bunu akılla telif etmek zordur.
ar edilmiştir.
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ ﴿٩٦﴾
Meal 96: Gece karanlığını yarıp sabahı ortaya çıkaran O’dur. O, geceyi bir dinlenme zamanı, güneş ve ayı da vakitlerin tespiti için birer hesap ölçüsü olarak yaratmıştır. Bütün bunlar, kudreti dâimâ üstün gelen, her şeyi hakkiyle bilen Allah’ın takdiridir.
Tefsir:Gece karanlığını çatlatıp yararak fecri söktüren, sabah aydınlığını çıkaran da Allah’tır. Geceyi bir dinlenme zamanı yapmıştır. Güneş ve ayı ince ve şaşmaz bir hesaba göre yaratmıştır. Bunlar, kendileri için belirlenen o ince hesaplara göre hareket ederler. Ayın hem dünya etrafında hem güneş etrafındaki dönüşü; güneşin de uydusu olan bütün gezegenlerle birlikte başka bir merkez etrafında dönüşü belli bir hesaba göre şaşmadan sürer gider. Bunların dönüşleri ve hareketleri bir hesaba göre olduğu gibi, insanlar da zamanlarını bunların düzenli hareketlerine göre hesap ederler. Dünyanın kendi etrafında dönmesi bir günün, güneş etrafında tam bir dönüş yapması bir yılın, ayın dünya etrafında dönmesi bazan otuz bazan yirmi dokuz günden oluşan ayların meydana gelmesini sağlar. Bunlar şüphesiz, karşı konulmaz bir kuvvet ve sınırsız bir ilim sahibi olan Allah’ın koyduğu kanunlara göre olmaktadır.
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿٩٧﴾
Meal 97: O, karanın ve denizin karanlıklarında gideceğiniz yolu bulasınız diye yıldızları sizin için var edendir. Biz hikmetlerini bilecek bir topluluk için, gerçeğin işaret ve delillerini işte bu şekilde detaylarıyla açıklıyoruz.
Tefsir:Allah, yıldızları da kara ve denizin karanlıklarında yönlerini, gidecekleri istikameti bulmalarına yardımcı olmak üzere insanlar için yaratmıştır. Dolayısıyla bunlar, insan üzerinde hâkimiyeti olan ve mabud sayılabilecek varlıklar değil, aksine insana hizmet eden birer lamba ve rahmet alâmetleridir. Şüphesiz ilim sahibi olanlar Allah’ın varlığının delilleri olan bu ibretli hâdiseler üzerinde derinlemesine tefekkür ederek daha çok istifade edebileceklerdir. Ayetlerin haber verdiği bu varlıkların ve hâdiselerin kâinat kitabında, toprak ve denizde, yer ve gökte, bitkilerde ve hayvanlarda, uzayda ve astronomide o kadar fazla tafsilatı vardır ki, bunlardan tam olarak faydalanabilmek de yine ilmî kabiliyeti olup, bu sahalarda sistemli bir şekilde ve derinlemesine araştırma yapabilecek kişilere mahsus durumdur. Bu sebeple müslümanların âyetlerin işaret buyurduğu bu ilmî sahalarda araştırma yapma ve bunları öğrenmeye çalışma vazifeleri vardır.
Sıra insanın yaratılmasında:

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 13.04.2024 | Top

   

Enam Süresi Meal Ve Tefsiri 98-111
Enam Süresi Meal Ve Tefsiri 67-79

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz