Enam Süresi Meal Ve Tefsirib 126-142

#1 von Kurban , 16.04.2024 06:26

Enam Süresi Meal Ve Tefsirib 126-142

وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يمًاۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ ﴿١٢٦﴾
Meal:126: Rabbinin dosdoğru yolu işte budur. Düşünüp öğüt alacak bir toplum için biz, âyetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.
لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٢٧﴾
Meal 127: Onlar için Rableri yanında emniyet ve selâmet yurdu olan cennet vardır. Yaptıkları sâlih ameller sebebiyle Allah onların dostu ve yardımcısıdır.
Tefsir:Peygamber’in ve mü’minlerin üzerinde bulunduğu İslâm yolu, Allah’ın, kendisinde hiçbir eğrilik bulunmayan dosdoğru dinidir. Göğsünün genişlemesini, kalbinin açılmasını, ruhunun ferahlanmasını isteyen; dünyada huzur ve mutluluğu, âhirette kurtuluşu talep eden bu dine girmelidir. Cenâb-ı Hak, düşünüp anlayacak ve öğüt alacak kişiler için bu yolun bütün kanunlarını, emir ve yasaklarını, nişan ve alametlerini Kur’an’da detaylı bir şekilde açıklamıştır. Bu yolda yürüyenler selâmet yurduna yani her türlü nimetin bulunduğu fakat hiçbir kötülüğün bulunmadığı esenlikler diyarı olan cennete gireceklerdir. Selâmet yurdu dünyada dilini gıybetten, gönlünü gafletten, azalarını her türlü günahtan, aklını bidatten, muamelelerini haram ve şüpheden, amellerini riya ve yapmacıklıktan, hallerini ucup ve kibirden koruyanlara ihsan edilecektir. Dünyada yaptıkları sâlih ameller sebebiyle de onların dostu ve yardımcısı Allah olacaktır.
Gerek insanlardan, gerek cinlerden kalplerine iman yerine küfrü yerleştirmek suretiyle zâlim olanlara gelince:
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًاۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ ﴿١٢٨﴾
Meal 128: Allah bütün insanları ve cinleri huzurunda toplayacağı kıyâmet günü: “Ey cinler topluluğu! Siz insanlardan pek çoğunu yoldan çıkardınız” buyuracak. İnsanlardan cinlere uymuş ve onlarla iyice yakınlık peyda etmiş olanlar da: “Rabbimiz! Doğrusu biz, birbirimizden faydalandık ve böylece bizim için takdir ettiğin sürenin sonuna geldik” diyecekler. Bunun üzerine Allah şöyle buyuracak: “Sizin varacağınız yer ateştir. Allah aksini dilemedikçe, hepiniz orada sonsuza kadar kalacaksıznız.” Şüphesiz senin Rabbin, her işi ve hükmü hikmetli ve sağlam olan, her şeyi hakkiyle bilendir.
Tefsir:“Cin topluluğu”ndan maksat, onların şeytanlarıdır. Mahşer günü Cenâb-ı Hak, cinleri ve insanları huzurunda toplayıp hesaba çekecektir. Şeytanlar dünyada devamlı olarak insanları aldatmaya, onları saptırıp yoldan çıkarmaya çalıştıkları için, ilâhî hitap öncelikle onlara yöneltilecek; insanları niçin aldattıkları sorulacaktır. İşin dikkat çeken yönü şudur: Bu sorguya henüz cinler cevap vermeden, onların insanlardan dostları olan, müşrikler ve kâfirler, bu dostluğun bir gereği olarak ve bir mânada da şeytanları savunur mâhiyette: “Rabbimiz! Doğrusu biz, birbirimizden faydalandık, onlar bizden biz de onlardan istifade ettik, neticede ölüm şerbetini içerek mahşerde huzuruna geldik” diyecekler. Bu hususta mesuliyetin yalnız şeytan dostlarına ait olmadığını, kendilerinin de buna ortak olduklarını itiraf edecekler. Yaptıklarına pişman olacaklar. Allah da onlara, bundan böyle barınaklarının ve yatacak yerlerinin ebedî ateş olacağını haber verecek.
İnsanların cinlerden faydalanması, cinlerin onlara şehvet yollarını ve vasıtalarını göstermeleri; hile, tuzak, yalan söyleme, sihir ve büyü usullerini, eğri yollardan gidip yalan dolanla iş yapmanın, etrafa fesat saçıp gizlenmenin çarelerini öğretmeleri sebebiyle gerçekleşir. Cinlerin insanlardan faydalanması ise insanların, onların telkinlerini gönül hoşluğuyla kabul etmeleri ve kolaylık göstererek yardımda bulunmaları yoluyla gerçekleşir. Bu yolla cinler hedef ve maksatlarına ererler. Bunun tabii bir neticesi olarak:
وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي بَعْضَ الظَّالِم۪ينَ بَعْضًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ۟ ﴿١٢٩﴾
Meal 129: İşte biz, kazandıkları günahlar yüzünden zâlimleri kötülük işlemede birbirine böylece dost ve yardımcı yaparız.
Tefsir:Şeytanlar ve onların aldattıkları insanlar, işledikleri günahlar bakımından birbirlerinin dostu olurlar. Zira karakterleri, sıfatları ve yaptıkları işleri birbirine benzeyenler, ortak yanları bulunanlar birbirleriyle kaynaşır, ülfet ederler. Mü’minler, güzel insanlar birbirlerinin dostu olduğu gibi, kâfirler, zalimler ve günahkârlar da birbirlerinin dostu olurlar. Mü’minler iyi ruhlarla ünsiyet tesis ederken, günahkârlar da kötü ruhlarla, şeytanlarla ülfet ederler. Zalimlerin bu dostluğu, dünyada olduğu gibi, önceki âyette de belirtildiği üzere mahşerde de cehennemde devam eder. Dünyada zulüm, haksızlık ve cinâyetlerde suç ortaklığı yapan bu zalimler, âhirette de cezalarını ortaklaşa çekerler.Allah Teâlâ, o zâlimlere mahşer günü şöyle hitap edecek:
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ ﴿١٣٠﴾
Meal 130: Allah onlara: “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden âyetlerimi size okuyup açıklayan ve hesap vereceğiniz bu günle karşılaşacağınızı söyleyerek sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” diye soracak. Onlar da: “Kendi aleyhimize de olsa şâhitlik ederiz ki, evet geldi” diyecekler. Önceden dünya hayatı onları aldatmış, böylece inkâr yolunu tutmuşlardı; şimdi de kendi aleyhlerinde şâhitlik yapıp kâfir olduklarını itiraf edecekler.
Tefsir:Cenâb-ı Hakk’ın, kendilerine uyarıcı peygamberlerin gelip gelmediği sorusuna kâfirlerin vereceği bir cevap da şöyle olacaktır: “Evet, bize bir uyarıcı geldi. Fakat biz onu yalanladık ve onlara: «Allah’ın bir şey indirdiği falan yok; siz ancak büyük bir sapıklık ve şaşkınlık içindesiniz» dedik” (Mülk 67/9) diyeceklerdir. Bunun sebebi, dünya hayatının onları aldatması, onun devam edip duracağını sanmaları ve iman ettikleri takdirde dünyalıkların ellerinden gideceğinden korkmalarıdır. Şimdi bunun da bir hayalden, kuruntudan başka bir şey olmadığını görecekler ve kâfir olduklarını itiraf edeceklerdir.
ذٰلِكَ اَنْ لَمْ يَكُنْ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ ﴿١٣١﴾
Meal 131: Şu bir gerçek ki Rabbin, halkı dinî gerçeklerden habersiz herhangi bir memleketi, kendilerine doğru yolu gösteren uyarıcılar göndermeden haksız yere helâk edecek değildir.
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ ﴿١٣٢﴾
Meai 132: Herkesin iyi veya kötü yaptığı işlere göre derecesi farklı olacaktır. Çünkü Rabbin, onların yaptıklarından habersiz değildir.
Tefsir:
Allah Teâlâ, her bir topluma peygamber göndermiş, onlara emir ve yasaklarını bildirmiştir. Mesuliyetin, hesap ve cezanın adâletle olabilmesi için bu bir ilâhî kanun olarak uygulanmaktadır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Ey Peygamber! Elbette biz seni hem insanları müjdelemen hem de uyarman için hak din ile gönderdik. Zaten içlerinden kendilerini uyaran bir peygamber gelmiş olmayan hiçbir toplum yoktur.” (Fâtır 35/24)
Bir diğer âyette ise peygamber gönderilmeyen toplumları Allah’ın cezalandırmayacağı şöyle haber verilir:
“Artık kim doğru yolu seçerse ancak kendi iyiliği için seçmiş olur. Kim doğru yoldan saparsa, o da ancak kendi zararına sapmış olur. Hiç kimse bir başkasının günah yükünü çekmez ve onunla yargılanmaz. Ayrıca biz, peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.” (İsrâ 17/15)
Dolayısıyla Cenâb-ı Hak, peygamber gönderip uyarmadan hiç kimseyi emirlerini yapıp yapmadığından sorumlu tutmaz ve cezalandırmaz. Önce peygamberler gönderir, insanları uyarır, doğru yolu bulmaları için onlara mühlet verir, ıslah olup olmayacaklarına bakar. Buna rağmen gerçekleri kabule yanaşmazlarsa o zaman cezayı hak ederler. Çünkü Allah zulümden pak ve uzaktır. O, herkese iyi veya kötü yaptığı amellerine göre bir derece takdir eder. İyileri sâlih amellerine karşılık cennette derecelerle yükseltirken, kötüleri de günahlarına karşılık cehennemde derece derece aşağı indirir. Çünkü O, hiç kimsenin yaptığından habersiz değildir.
Sadi Şirâzî’nin anlattığı şu hikâye, insanın ancak amellerine göre bir netice elde edeceğini ne güzel ortaya koyar:
Arap hükümdarlardan biri yakınlarından birine şöyle der:
“- Falan adamın aylığını iki kat artırın. Çünkü saraya düzenli geliyor ve emirlere son derece dikkat ediyor. Öteki hizmet görenler ise eğlenceyle meşgul olup hizmette kusur ediyorlar; tembel davranıp işlerini gevşek tutuyorlar.”
Bir ârif zât bunu işitince vecde gelerek şöyle der:
“- Bir kimse iki sabah padişaha hizmete devam ederse, üçüncü gün hükümdar ona lutufkâr gözle bakar. O halde ihlasla ibâdet edenler, hiç Hak Teâlâ’nın dergahından ümitlerini kaybetmiş olarak dönerler mi?” (Sadi Şirâzî, Gülistan, s. 57-58)
وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُو الرَّحْمَةِۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَٓاءُ كَمَٓا اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اٰخَر۪ينَۜ ﴿١٣٣﴾
Meal 133: Rabbin hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir, aynı zamanda sonsuz rahmet sahibidir. Nasıl sizi bir başka topluluğun soyundan getirip onların yerine ikâme etmişse, aynı şekilde, dilerse sizi de ortadan kaldırır ve peşinizden dilediği bir topluluğu yerinize yerleştirir.
اِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَاٰتٍۙ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ ﴿١٣٤﴾
Meal 134: Geleceğe ve âhirete dair size olacağı bildirilen şeyler elbette gerçekleşecektir; bunun önüne asla geçemezsiniz.
Tefsir:Allah ganîdir; zengindir, hiçbir şeye muhtaç değildir. O, her şeyden müstağnîdir. Kullarının ibâdetlerine de ihtiyacı yoktur. Bilakis herkes O’na muhtaçtır. O, sonsuz merhamet sahibidir. İnsanlara emrettiği hususlar da O’nun rahmetinin bir tecellisidir. Zira insan, insanlık haysiyet ve şerefine, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve ihsanına ancak bu ilâhî emirlere uygun hareket ederek ulaşma imkânı bulacaktır. Bu sebeple Yüce Rabbimiz, kullarından gönderdiği peygamberlere ve indirdiği kitaplara iman ve ittiba etmelerini istemektedir. Zira onların yaratılış maksatları kulluktur. Bundan yüz çevirdikleri takdirde, Allah’ın, kendilerini helak edip yerlerine başkalarını getirmeye kadir olduğunu bilmeleri hatırlatılmaktadır. Nitekim insanlık tarihi buna canlı şâhittir. Nice toplumlar helak edilerek, yerlerine başkaları geçirilmiştir. Bu konuya temas eden âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Ey insanlar! Allah dilerse sizi yok eder, yerinize başkalarını getirir. Bunu yapmaya Allah’ın kudreti elbette yeter.” (Nisâ 4/133)
“Eğer din yolunda fedakârlıktan yüz çevirirseniz, Allah sizin yerinize başka bir toplum getirir de, sonra onlar sizin gibi hayırsız ve itaatsiz olmazlar!” (Muhammed 47/38)
Dolayısıyla Allah’ın rahmetini umarak ve azabından korkarak O’nun emrine imtisalden ve O’na ihlasla kulluktan başka çıkar yol yoktur. Çünkü Allah’ın Kur’an’da va‘dettiği her şey; ölüm, kabir, kıyamet, mahşer, hesap, cennet ve cehennemle ilgili bütün haberler bir bir gerçekleşecek, söylendiği gibi hepsi gelip çatacaktır. Hiç kimsenin buna mâni olma güç ve yetkisi de yoktur. Tek çare teslim olup kurtulmaktır.
قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ ﴿١٣٥﴾
Meal 135: Onlara şöyle de: “Ey kavmim, elinizden gelen ne varsa yapın, şüphesiz ben de vazîfemi yapmaya devam edeceğim. Şu dünya yurdu kime kalacak ve bu hayat sona erince kim sevinip mutlu olacak elbette bileceksiniz. Gerçek şu ki zâlimler kurtuluşa eremezler.
Tefsir:Bu âyet, Peygamber’e inanmayan, karşı gelen, kibir ve inatlarında direnen müşriklere son derece kesin bir uyarıdır. Peygamber (s.a.s.)’in, kâfirlere açıktan meydan okumasıdır: “Eğer ilâhî ikazlara kulak vermez ve gittiğiniz yanlış yolları bırakmazsanız, o zaman istediğiniz şekilde davranabilir, küfür ve günah yolunda yürüyebilirsiniz. Siz kendi yolunuza gidin. Bırakın ben de kendi yoluma gideyim. Tebliğ vazifemi yapmaya, bu yolda sabır ve sebat göstermeye devam edeyim. Sonunda siz de ben de gittiğimiz yolun nereye varacağını birlikte seyredeceğiz. Dünyada kimin galip kimin mağlup olacağını, âhirette kimin kâr kimin zarar edeceğini göreceğiz. Fakat şu kesin bir hakikat ki, Allah zalimleri başarıya eriştirmeyecektir.”
Gelen âyetler, inkârcıların zirâî ürünler ve hayvanlarla ilgili yanlış düşünce ve uygulamalarına yer vererek, bu hususta yapılan haksızlıkların önüne set çeker:
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يبًا فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ ﴿١٣٦﴾
Meal 136: Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan Allah’a da bir pay ayırıp kendi bâtıl iddialarınca: “Bu Allah’ın, bu da O’na ortak koştuğumuz tanrılarımızın” dediler. Tanrıları için ayırdıklarından Allah adına bir şey harcamazlar, fakat Allah için ayırdıklarından tanrıları adına harcarlar. Verdikleri hüküm ne kötüdür!
Tefsir:Müşrikler, kendilerine ait olan malın bir bölümünü kendi zanlarına göre Allah’a, bir bölümünü de putlara ayırırlardı. Putlarına ayırdıkları şey, putlara ve onların bakıcılarına harcanmak suretiyle tükendiğinde, bu sefer eksik kalan kısımları Allah’a ayırdıklarından tamamlarlardı. Ancak, misafirlere ve yoksullara harcayarak Allah’a ayırdıkları şeyler bittiğinde, onun yerine putlara ayırdıklarından koymazlar ve: “Allah’ın buna ihtiyacı yoktur, bizim O’na koştuğumuz ortaklar ise fakirdir” derlerdi. Bu da onların cehaletlerinden kaynaklanan bir durumdu.
Âyet-i kerîme, bu örnekle aynı zamanda hayatın önemli bir gerçeğini bize hatırlatmaktadır: Allah’a ortak koşulan yerde, hükümler Allah adına değil, dâima ortaklar adına verilir. Allah’ın zenginliği ise sadece Allah adına fedakârlık yapılacağı zaman hatırlanır. Bütün imkânlar, Allah’a ortak kabul edilen şeyler için seferber edilir; gerçek hayatta da onların sözü geçer. Allah’a ise, kendisine saygı duyulan, ama her işe de karıştırılmayan bir ilâh rolü biçilir. (Kandemir ve diğerleri, I, 489) Böyle bir anlayışın, İslâm’ın öğrettiği tevhid ve uluhiyet inancıyla bağdaşması mümkün değildir. Aksine bu, Allah’a koşulan en büyük şirktir.
Kur’ân-ı Kerîm, çocukların öldürülmesiyle ilgili son derece çirkin ve bâtıl adetleri de kökünden söküp atar:
وَكَذٰلِكَ زَيَّنَ لِكَث۪يرٍ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ قَتْلَ اَوْلَادِهِمْ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ د۪ينَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ ﴿١٣٧﴾
Meal 137: İşte böylece Allah’a ortak tuttukları o sahte tanrılar, gittikleri bu yolda müşriklerden pek çoğuna çocuklarını öldürmeyi bile iyi bir iş göstermekte, neticede bizzat kendilerini helâke sürüklediği gibi, dinlerini de karmakarışık hâle getirmektedir. Eğer Allah dileseydi böyle yapamazlardı. Şu halde sen onları, uydurdukları yalanlarla baş başa bırak!
Tefsir:Burada kastedilen “ortaklar”, putlara hizmetkârlık edenler veya azgın cin ve insan şeytanlarıdır. Bunlar, esir düşerler, muhtaç olurlar korkusuyla ve savaşta yardım edemeyecekleri gerekçesiyle özellikle kız çocuklarının öldürülmesini iyi bir iş gibi gösterirlerdi. Yine rivayete göre câhiliye döneminde insanlar: “Şayet şu kadar erkek çocuğum olursa onlardan birini kesip kurban edeceğim” diye yemin ederdi. Nitekim Efendimiz’in dedesi Abülmuttalip de oğlu Abdullah’ı bu şekilde kurban etmeye yemin etmişti. Şeytanların bunu yaparken hedefleri, o insanları helak etmek ve dinleri hususunda onları şüpheye düşürmekti. Çünkü Hz. İbrâhim’den gelen hanif dininde, hangi gerekçe ile olursa olsun evlatları öldürmek diye bir adet söz konusu değildi.Şu âyetlerde de yine müşriklerin câhilce uygulamalarına yer verilir:
وَقَالُوا هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌۘ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿١٣٨﴾
Meal 138: Yine bâtıl zanlarıyla: “Şu hayvanlar ve ekinler haramdır; bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Şu hayvanlara binilmesi ve sırtlarına yük vurulması yasaktır” dediler. Bir kısım hayvanlar da var ki, onları keserken üzerlerine Allah’ın adını anmazlar. Bütün bunlar, onların Allah adına uydurdukları yalanlardır. Allah da onları, uydurup durdukları bu yalanlar yüzünden cezalandıracaktır.
وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ ﴿١٣٩﴾
Meal 139: Bir de şöyle dediler: “Şu hayvanların karınlarında bulunanlar erkeklerimize helâl, kadınlarımıza haramdır. Şayet yavru ölü doğarsa erkek kadın herkes ondan yiyebilir.” Allah onları, bu kâbil iddia ve yakıştırmalarından dolayı cezalandıracaktır. Şüphesiz O, her işi ve hükmü hikmetli ve sağlam olan, her şeyi hakkiyle bilendir.
Tefsir:Müşrikler, kendi bâtıl zanlarınca bir takım hayvanları ve ekinleri dokunulmaz kabul ederek putlarına ayırırlar ve bunları, kendi dilediklerinden başka kimsenin yiyemeyeceğini söylerlerdi. Bunlardan yiyebilecekler, sadece putların hizmetkârları idi. Deve gibi bir kısım binek hayvanlarının da sırtını haram sayar ve onlara binmezlerdi. Bundan maksadın En‘âm sûresi 103. âyette bahsedilen “bahîra”, “vasîle”, “hâm” diye vasıflandırdıkları develer olduğu söylenmiştir. İşin tuhafı, böyle yaparlar ve bunu da kendilerine Allah’ın emrettiğini söylerlerdi. Bu sebeple buradaki âyetlerde “Allah adına iftirâ ederek” kaydının sıkça tekrar edildiği görülür.
Allah onları bu yalanları sebebiyle cezalandıracaktır. Bu cezalandırma, âhirette olacağı gibi, âyette yakın geleceği ifade eden kipin kullanılmasın da işaret ettiği üzere, her zaman için dünyada da olur. Bu şekilde Allah’a iftira ile meşgul bulunanlar, bulundukları yerde hâkimiyetlerini kaybederler; makam, mevki, mal ve hayatlarından olurlar; bir takım tabiî gibi görünen âfetlere maruz kalırlar. Kurdukları sistemin yerini başka bir sistem ve kanunlarının yerini başka kanunlar alır. Aynı cezalandırma, İslâm’a, onun ahkâmına gereken saygı ve bağlılığı göstermeyen müslümanların başına da gelir ve gelmiştir de. Bugün İslâm dünyasının pek çok yerinde İslâmî hükümlerin yerini başka hükümlerin alması, dinimizin hükümlerine gereken saygının ve bağlılığın gösterilmemesine Cenâb-ı Hakk’ın bir cezasıdır. İslâm ahkâmına gereken saygı ve bağlılığı göstermeyenler, ondan mahrum bırakılarak cezalandırılmışlardır ve ona tekrar kavuşma o büyük emâneti taşaıyabilecek bir liyâkati gerektirmektedir. (Ünal, s. 327)
Müşriklerin bu bâtı adetlerine göre bahîre, sâibe diye isimlendirdikleri adak hayvanların sağ olarak doğan yavrularını sadece erkekler yiyebilir; ölü doğan veya doğum esnasında ölen yavruyu ise hem erkekler hem de kadınlar yiyebilirdi. Buradan cahiliye Araplarının kadınları bazı haklardan mahrum bıraktıkları ve ölü hayvanın etini yedikleri anlaşılır.
قَدْ خَسِرَ الَّذٖينَ قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهاً بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِؕ قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَدٖينَࣖ ﴿١٤٠﴾
Meal :﴾140﴿ Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine verdiği rızkı, Allah adına yalan söyleyerek (kadınlara) yasaklayanlar muhakkak ki ziyana uğramışlardır; bunlar yoldan sapmışlardır, doğruyu bulacak durumda değillerdir.
Tefsir:Müşrik Araplar’ın, ailenin geçimi hususunda bir yük saydıkları veya ileride savaşlarda esir düşerek ailenin onurunun zedelenmesine sebep olacaklarından kaygılandıkları için kız çocuklarını öldürmeleri, Allah’ın rızık olarak verdiği ve helâl kıldığı hayvanların etlerinden yemeyi kendilerine yasaklamaları ve üstelik Allah’ın hükmünün böyle olduğunu ileri sürerek Allah hakkında hükümler uydurmaları kendilerini hüsrana ve sapkınlığa götüren bir beyinsizlik ve bilgisizlik şeklinde değerlendirilmektedir.
وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهاً وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍؕ كُلُوا مِنْ ثَمَرِهٖٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِهٖؗ وَلَا تُسْرِفُواؕ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِفٖينَۙ ﴿١٤١﴾
Meal ﴾141﴿ Çardaklı ve çardaksız bağları, değişik ürünleriyle hurmaları, ekinleri, birbirine benzeyen ve benzemeyen biçimlerde zeytin ve narları meydana getiren O’dur. Her biri ürün verdiğinde ürününden yiyin; hasat günü de hakkını verin; fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.
وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشاًؕ كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِؕ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبٖينٌۙ ﴿١٤٢﴾
﴾142﴿ Hayvanlardan yük taşıyanları ve tüyünden sergi yapılanları da (yaratan O’dur). Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden yiyin; şeytanın ardına düşmeyin; şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır.
Tefsir:Arapça’da cennet (çoğulu cennât) kelimesi “bahçe” anlamına gelirse de, âyetin devamındaki “ma‘rûşe” (çardaklı) kelimesi dikkate alındığında cennât kelimesini “bağlar” şeklinde tercüme etmek daha isabetli olur. Zemahşerî, “muhtelifen ükülühû” ifadesini “rengi, tadı, hacmi ve kokusu değişik” şeklinde açıklamıştır (II, 44). Yukarıdaki âyetlerde bazı Câhiliye uygulamalarının hükümsüz olduğu belirtildikten sonra burada tekrar sûrenin asıl konusu olan itikadî meselelere dönülerek yeryüzünü türlü nimetlerle bezeyen yüce Allah’ın kudretinin sınırsızlığına ve buna işaret eden delillerin zenginliğine dikkat çekilmesi yanında; müşriklerin, yukarıda değinilen telakkilerinin aksine, sahiplerinin bu tür meyve, ekin ve hayvanların ürünlerinden ve genel olarak Allah’ın insanlar için yarattığı rızıklardan istifade etmenin temelde mubah olduğu, bu sebeple onlardan öncelikle kendilerinin yemeleri veya kullanmalarında bir sakınca bulunmadığı; bunun yanında, başkalarının da bu ürünlerde zekât, sadaka, nafaka, komşu hakkı gibi hakları olduğu belirtilmekte ve bu hakkın ödenmesi emredilmektedir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 479

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 17.04.2024 | Top

   

Enam Süresi Meal Ve Tefsiri 143-160
Enam Süresi Meal Ve Tefsirib 112-125

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz