Enam Süresi Meal Ve Tefsiri 143-160

#1 von Kurban , 17.04.2024 07:11

Enam Süresi Meal Ve Tefsiri 143-160

مَانِيَةَ اَزْوَاجٍۚ مِنَ الضَّأْنِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْمَعْزِ اثْنَيْنِؕ قُلْ آٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِؕ نَبِّـؤُ۫نٖي بِعِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَۙ ﴿١٤٣﴾
Meal :﴾143﴿ Koyundan iki, keçiden iki olmak üzere sekiz eş ... De ki: “O, bunlardan iki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerindeki yavrularını mı haram kıldı? Eğer doğruysanız bana bilerek söyleyin.”
وَمِنَ الْاِبِلِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْبَقَرِ اثْنَيْنِؕ قُلْ آٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِؕ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ وَصّٰيكُمُ اللّٰهُ بِهٰذَاۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً لِيُضِلَّ النَّاسَ بِغَيْرِ عِلْمٍؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمٖينَࣖ ﴿١٤٤﴾
Meal:﴾144﴿ Ve deveden iki, sığırdan iki ... De ki: “O, bunlardan iki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerindeki yavruları mı haram kıldı? Yoksa Allah’ın size böyle buyurduğuna şahit mi oldunuz?” Bilgisizce insanları saptırmak için Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi kimdir! Allah o zalimler topluluğunu asla doğru yola iletmez.
Tefsir:Tefsircilerin ittifakla belirttiklerine göre, müşrik Araplar, bazı hayvanların etlerinin yenilmesini haram saymışlar ve haksız olarak bunun Allah’ın bir hükmü olduğunu ileri sürmüşlerdi. Âyette eti yenilen hayvanlardan koyun, keçi, deve ve sığır türleri özellikle zikredilerek onların bu hayvanların etlerinin yenilmesiyle ilgili iddiaları çürütülmüş, Allah’ın böyle bir hükmünün bulunmadığı açıklanmış; ayrıca bunların dişi ve erkek cinsleri arasında etlerinin yenilmesi bakımından fark bulunmadığını bildirmek için bunlar eşler halinde anılmıştır. Âyette şu hususa da işaret edildiği görülmektedir: Eğer belirtilen hayvanların erkeklerinden veya dişilerinden ya da yavrularından biri haram kılınsaydı bütün erkekleri, dişileri ya da yavruları haram kılınmış olurdu; aynı şekilde, Allah bir hayvan türünün dişisini haram kılsaydı erkeğini de haram kılardı, kezâ erkeğini haram kılsaydı dişisini de haram kılardı. Sonuç olarak bu âyetlerde cedel metotlarından biri olan “sebr ve taksim” (ihtimalleri sıralayıp teker teker çürüterek doğruyu bulma) yöntemiyle müşriklerin iddiaları çürütülmüş, böylece onların söz konusu hayvanlar hakkındaki görüşleri reddedilmiş bulunmaktadır (Râzî, XIII, 217; İbn Âşûr, VIII, 131-133).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 480-481
قُلْ لَٓا اَجِدُ ف۪ي مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيَّ مُحَرَّمًا عَلٰى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُٓ اِلَّٓا اَنْ يَكُونَ مَيْتَةً اَوْ دَمًا مَسْفُوحًا اَوْ لَحْمَ خِنْز۪يرٍ فَاِنَّهُ رِجْسٌ اَوْ فِسْقًا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٤٥﴾
Meal145: Onlara şöyle de: “Bana vahyedilenler içinde, bir kimseye haram kılınmış yiyecekler olarak sadece ölmüş hayvan etini, akıtılmış kanı, bir pislikten ibaret olan domuz etini, bir de yoldan çıkma mânasında bir günah olarak Allah’tan başkası adına kesilmiş hayvanı buluyorum. Fakat kim yasaklanan bu şeylerden yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek şartıyla yiyebilir. Çünkü senin Rabbin çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
Tefsir:Aynı konuya Bakara 173, Mâide 3 ve Nahl 115. âyetlerde de yer verilmiştir. Bu âyetlerde de yine bu dört cins etin dışında bir şeyin haram kılınmadığı görülür. Çünkü Mâide 3. ayette zikredilen “boğulan, düşerek, sopa gibi bir şeyle vurularak, toslanarak veya canavar tarafından parçalanarak ölen hayvanlar” hep “meyte” yani leş hükmündedir. “Dikili taşlar üzerine boğazlananlar” da “Allah’tan başkası adına kesilen hayvanlar”a dâhildir. Ancak Resûlullah (s.a.s.) Efendimiz’in, aynen evlenilmesi haram olan kadınların tayininde olduğu gibi, bunun dışında bir kısım hayvanların etlerini haram kılması mümkündür. Cenâb-ı Hak peygamberine bu yetkiyi vermiştir.
Burada sayılanların dışında, daha önce yahudilere haram kılınan etlere gelince, bunun herkesi bağlayan genel bir hüküm olmayıp, onların azgınlıkları sebebiyle gerçekleşen özel bir durum olduğu şöyle haber verilir:
وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا كُلَّ ذ۪ي ظُفُرٍۚ وَمِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ شُحُومَهُمَٓا اِلَّا مَا حَمَلَتْ ظُهُورُهُمَٓا اَوِ الْحَوَايَٓا اَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍۜ ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِبَغْيِهِمْۘ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ ﴿١٤٦﴾
Meal 146: Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kılmıştık. Sığır ve koyunların sırt ve bağırsaklarına yapışmış yahut kemiğe karışmış yağları dışındaki tüm iç yağlarını da onlara haram kılmıştır. Azgınlıkları yüzünden biz onları böyle cezalandırdık. Gerçekten biz gerçeği söyleriz.
Tefsir:Allah Teâlâ, 145. âyette de belirtildiği gibi sadece dört çeşit hayvan etinin yenilmesini haram kılmışken, yahudiler için bu yasağın çerçevesini biraz daha genişletmiştir. Azgınlıkları sebebiyle, bu sayılan dört çeşidin dışında, onlara bütün tırnaklı hayvanların etlerini haram kılmıştır. ذ۪ي ظُفُرٍ (zî zufur) ifadesi, genel bir değerlendirmeyle koyun, keçi ve sığır hariç olmak üzere, gerek beygir gibi tek tırnaklı olsun, gerek parmak ve parmak belirtileri bulunsun, tırnağı bulunan hayvanların hepsini içine almaktadır. Bu izah, yahudiler hakkında gerçekleşen haram kılmanın kapsamının genişliğini ve onlara uygulanan baskının şiddetini ortaya koymaktadır. Demek ki onlara domuz ve yırtıcı hayvanlarla birlikte, deve ve bütün kuşlar haram kılınmıştır. Bununla birlikte sığır ve koyunun iç yağları da onlara haram kılınmıştır. Ancak her ikisinin sırtlarının ve bağırsaklarının taşıdığı yağlar veya kemiğe karışmış yağlar, ki kuyruk yağı buna dâhildir, haram kılınmamıştır.
Yahudilerin, zulüm, haksızlık ve azgınlıkları sebebiyle böyle bir yasağa maruz kaldıklarını şu âyet-i kerîme daha açık bir şekilde haber verir:
“Yaptıkları zulümleri ve pek çok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri sebebiyle yahudilere, daha önce kendilerine helâl kılınmış olan bir kısım temiz ve hoş yiyecekleri onlara haram kıldık.” (Nisâ 4/160)Bunlar, Allah’ın bildirdiği ilâhî hükümlerdir. Bunları yalanlayanlara verilecek cevap şudur:
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُو رَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ ﴿١٤٧﴾
Meal 147: Eğer senin yalan söylediğini iddia edecek olurlarsa onlara şöyle de: “Evet, Rabbiniz çok geniş merhamet sahibidir. Bununla birlikte O’nun, suç işleyenlere vereceğini va‘dettiği cezanın kaldırılması da sözkonusu değildir.”
Tefsir:Cenâb-ı Hak nihâyetsiz merhamet sahibidir. Yalanlayan, inkâra saplanan ve günah işleyen kullarını, tevbe edip itaat yolunu tuttukları takdirde hemen bağışlayabilir. Fakat O, aynı zamanda yakalaması, azabı ve cezası da şiddetli olandır. İnsanlar isyankâr ve günah tutumlarında devam ve ısrar ettikleri takdirde Allah’ın azabına uğrarlar. Kimse de O’nun azabını, o günahkâr toplumlardan uzaklaştırmaya, geri çevirmeye güç yetiremez. Burada dinî hususlarda kendi kendilerine yasaklar koyan kimselere ağır bir tehdit yer almakta; böyle davrananların, Allah’ın azabına uğrayacakları haber verilmektedir.
Yaptıkları kötülük ve yanlışların ezelden belirlenmiş ilâhî bir yazgı olduğunu ileri sürerek sorumluluktan kurtulmaya çalışanlara gelince:
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ ﴿١٤٨﴾
Meal 148: Müşrikler: “Eğer Allah dileseydi ne biz O’na ortak koşabilirdik ne de babalarımız; ne de herhangi bir şeyi haram kılabilirdik!” diyecekler. Onlardan öncekiler de, azabımızı tadıncaya kadar peygamberlerini böyle yalanlamışlardı. Şöyle de: “Sizin yanınızda, çıkarıp bize göstereceğiniz kesin bir bilgi ve belgeniz var mı? Varsa gösterin! Siz sadece kuru bir zanna uyuyorsunuz ve siz ancak asılsız tahminlerle yalan söylüyorsunuz.”
Tefsir:Burada müşrik psikolojisinin önemli bir yönü açıklığa kavuşturulur. Bu özelliği, aynı durumdaki insanlardan her çağda görmek mümkündür. Onlar yanlış inanç ve davranışlarını haklı göstermek için şöyle ilginç bir özür ileri sürerler: “Bizim Allah’a ortak koşmamız ve bazı helâlleri haram saymamız Allah’ın dilemesi sonucudur. Eğer Allah dilemese biz hiçbir zaman bu tür şeyleri yapamayız. Bunları yaptığımıza göre, Allah buna müsaade ediyor demektir. Allah müsaade ettiğine göre demek ki yaptıklarımız doğrudur ve bunda kınanacak bir şey yoktur. Eğer yaptığımız işler doğru değilse, bu durumda suçlanması gereken biz değiliz, -hâşâ- Allah’tır.” Halbuki, cüzi irade ve seçme yetkisine sahip olan insan, bir şeyin kötü olduğunu bile bile, “Allah böyle istediği için böyle yapıyorum” diyerek kendini sorumluluktan kurtaramaz. Çünkü onun, Allah’ın ne dilediğini bilmesi mümkün değildir. Ancak peygamberlere gönderdiği vahiylerle murad-ı ilâhîyi bilmek mümkün olabilir. Bu sebeple Cenâb-ı Hak, bu tür iddiada bulunan kimselerden, iddialarını doğrulayacak kesin bir bilgi ve sağlam bir belge getirmelerini istemektedir. Eğer böyle bir bilgi ve belge yoksa, ileri sürülen iddialar bir yalan, kuruntu ve saçmalıktan başka bir şey değildir. Müşriklerin elinde böyle bir delilin bulunması da sözkonusu olamaz. Çünkü:
قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ فَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ ﴿١٤٩﴾
Meal 149: De ki: “En üstün ve en mükemmel delil Allah’ındır. Eğer Allah dileseydi, sizin hepinizi doğru yola erdirirdi.”
Tefsir:
اَلْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ (el-hücetü’l-bâliğa), “son derece açık, üstün, sağlam, ispatlayıcı, sahibinin doğruluğunu ortaya koyucu, mükemmel, değişmez, bozulması ve geçersiz kalması mümkün olmayan delil” demektir. Bundan da maksat Kur’ân-ı Kerîm, Resûlullah (s.av)’in beyânları ve Allah’ın ilim, hikmet, azamet ve kudretine delâlet eden kevnî âyetlerdir.Bir davanın doğruluğunu ispatlamaya yardımcı olacak bir diğer unsur da “şâhit”tir. Bu sebeple buyruluyor ki:
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ۟ ﴿١٥٠﴾
Meal 150: De ki: “Haydi, şu haram dediklerinizi gerçekte Allah’ın haram kıldığına dair şâhitlik edecek şâhitlerinizi getirin bakalım!” Ancak onlar şâhitlik etse bile, sakın sen onlarla beraber şâhitlik etme. Âyetlerimizi yalanlayan ve âhirete inanmadıkları gibi başka varlıkları Rablerine denk tutan kimselerin hevâ ve heveslerine uyma!
Tefsir:Şâhit, bir davanın ispatı için bilgisine baş vurulan kimsedir. Bu âyette getirilmesi istenen şâhitler, müşrikleri bu bâtıl yollara sevkeden liderleri ve ileri gelenleridir. Bunlar da daha ziyade putların bakıcıları, Kâbe’nin bekçileri veya Araplar yanında dini bir kimliği bulunan kimselerdir. Müşrikler, yasak sayılan şeyleri, atadan dededen süregelen gelenekler olarak yine bu kişilerden öğrenmişlerdi. Bu sebeple Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’e, onlar bu şeyleri Allah’ın yasakladığını söyleseler bile, onların sözlerine itibar etmemesini, bilakis onları şu ilâhî gerçekleri kabule çağırmasını istemektedir:
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـًٔاۜ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًاۚ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۚ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ﴿١٥١﴾
Meal 151: Onlara şöyle de: “Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri bildireyim: O’na hiçbir şeyi ortak koşma­yın. Ana-babaya iyilik edin. Fakirlik korkusuyla ço­cuk­la­rınızı öldürmeyin; çünkü sizi de onları da biz rızıklan­dırıyoruz. Açık olsun, gizli olsun hiçbir günaha ve kötülüğe yaklaşmayın. Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. İşte bunlar, akıl erdirmeniz için Allah’ın size emrettiği hususlardır."
Tefsir:Bu âyet-i kerîmelerde, önceki bütün şeriatlerde de yer alan ve hiç neshedilmeyen on mühim hususa yer verilir. Bunlar, toplumların ve asırların değişmesiyle değişmeyen ilâhî esaslardır. Bu esaslar sırasıyla şöyledir:
Birincisi; Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın. İslâm’ın en mühim esası tevhiddir. Bu sebeple ilk olarak şirk yasaklanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de, ne kadar büyük olursa olsun Allah Teâlâ’nın diğer günahları affedilebileceği fakat şirk günahını asla affetmeyeceği tekitle beyân buyrulur. (bk. Nisâ 4/48, 116)
İnsan:
› Allah’tan başka bir ilâh, kulluk edilecek bir mabud kabul ettiğinde,
› Kâmil mânada ve her yönüyle yalnızca Allah’a ait olan sıfatları bir başka varlığa daha verdiğinde,
› Kuvvet ve kudretinde Allah’a bir ortak daha tanıdığında,
› Sahip olduğu haklar ve bunların ifâsı hususunda Allah’a bir başka ortak daha tanıdığında şirke düşmüş olur.Ömer Çelik Tefsiri
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ ﴿١٥٢﴾
Meal 152: “Yetişkinlik çağına erinceye kadar, muhafaza ve yardım maksadıyla en güzel şekilde olanı dışında, yetimin malına yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı adâletle tam yapın. Biz hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmayız. Konuştuğunuz zaman, en yakınlarınızın aleyhinde bile olsa adâleti gözetip doğruyu söyleyin. Allah’a ve Allah için verdiğiniz sözleri yerine getirin. İşte bunlar, düşünüp ders almanız için Allah’ın size emrettiği hususlardır.”
وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يمًا فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿١٥٣﴾
Meal 152: “Yetişkinlik çağına erinceye kadar, muhafaza ve yardım maksadıyla en güzel şekilde olanı dışında, yetimin malına yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı adâletle tam yapın. Biz hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmayız. Konuştuğunuz zaman, en yakınlarınızın aleyhinde bile olsa adâleti gözetip doğruyu söyleyin. Allah’a ve Allah için verdiğiniz sözleri yerine getirin. İşte bunlar, düşünüp ders almanız için Allah’ın size emrettiği hususlardır.”
Tefsir153: Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur, öyleyse ona uyun. Başka yollara uymayın ki, o yollar sizi grup grup parçalayarak Allah’a giden yoldan ayırmasın. İşte bunlar, kendisine karşı gelmekten sakınmanız için Allah’ın size emrettiği hususlardır.
Tefsir:Bu âyet-i kerîmelerde, önceki bütün şeriatlerde de yer alan ve hiç neshedilmeyen on mühim hususa yer verilir. Bunlar, toplumların ve asırların değişmesiyle değişmeyen ilâhî esaslardır. Bu esaslar sırasıyla şöyledir:
Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayın. İslâm’ın en mühim esası tevhiddir. Bu sebeple ilk olarak şirk yasaklanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de, ne kadar büyük olursa olsun Allah Teâlâ’nın diğer günahları affedilebileceği fakat şirk günahını asla affetmeyeceği tekitle beyân buyrulur. (bk. Nisâ 4/48, 116)
Şşüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur, öyleyse ona uyun; başka yollara uymayın. Bu esas, önce sayılan bütün emir ve yasakları içine almaktadır. Allah’ın dosdoğru yolu olan İslâm’a uygun yaşamayı ve İslâm dışındaki yolardan uzak durmayı talep etmektedir. Çünkü İslâm dışındaki düşünce ve hayat tarzları, insanı Allah’ın yolundan ayırıp uzaklaştıracaktır. Resûlullah (s.a.s.), bu âyeti okuyunca önüne düzgün bir çizgi çekti ve “İşte bu Allah’ın dosdoğru yoludur” buyurdu. Sonra o düz çizginin sağından ve solundan çeşitli çizgiler çekti ve “Bunlar da şeytanın insanları çağırdığı yollardır” buyurdu ve bu âyeti okudu. (İbn Mâce, Mukaddime 1) Bu sebeple biz, kıldığımız namazların her rekâtında Rabbimize “Bizi dosdoğru yola eriştir” (Fâtiha 1/5) diye dua ediyoruz.
Allah Teâlâ, bu âyetlerde sayılan emirleri bir zamanlar İsrâiloğulları’na da bildirmişti:
[1] Zimmî: İslâm devletinin müslüman olmayan uyruğu
ثُمَّ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَامًا عَلَى الَّذ۪ٓي اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ۟ ﴿١٥٤﴾
Meal 154: Nitekim bir zaman da Mûsâ’ya, iyilik edenlere nimetimizi tamamlamak, her şeyi iyice açıklamak üzere bir hidâyet rehberi ve rahmet olarak Tevrat’ı vermiştik ki, bir gün Rablerine kavuşacaklarına gerçekten iman etsinler.
Tefsir:Bütün ilâhî kitaplar hep aynı kaynaktan gelmiştir. Hz. Mûsâ’ya verilen Tevrat da, Peygamberimiz’e indirilen Kur’an da böyledir. Allah Teâlâ Tevrât’ı Mûsâ (a.s.)’a, ilâhî emirlere en güzel şekilde uyan, iyilik sahibi sâlih kullara nimet ve ikramını tamamlamak; dinî hususlarda onların ihtiyaç duyduğu her türlü meseleyi açıklayıp vuzuha kavuşturmak; bir hidâyet rehberi ve bir rahmet kaynağı olarak indirmiştir. Hedef, hitap ettiği insanlara Allah’ı, âhireti, hesabı, cennet ve cehennemi öğretmek ve onların bir gün yeniden dirilip Rablerinin huzuruna varacaklarına inanmalarını sağlamaktır. Bunlar aynı zamanda bütün ilâhî kitapların ortak özellikleridir.
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ ﴿١٥٥﴾
Meal 155: Aynı şekilde bu Kur’an da bizim indirdiğimiz pek yüce ve bereketli bir kitaptır; ona uyun ve ona karşı gelmekten sakının ki Allah’ın rahmetine nâil olasınız.Tefsir:Kur’an mübârek bir kitaptır. İnsanlara dinî ve dünyevî bakımdan pek çok faydaları vardır. Mânaları çok bereketlidir. Kur’an, Resûl-i Ekrem (s.a.s.) için bereketli bir kitaptır; çünkü onun kalbine indirilmiş ve onun ahlâkı Kur’an kılınmıştır. Ümmeti için bereketli bir kitaptır; çünkü Kur’an onlarla Rableri arasında kuvvetli bir iptir. Ona sımsıkı sarılan Allah’a ulaşır. Onun emirlerine uygun amel işleyen ve ona karşı gelmektensakınan ilâhî rahmete nâil olur
اَنْ تَقُولُٓوا اِنَّمَٓا اُنْزِلَ الْكِتَابُ عَلٰى طَٓائِفَتَيْنِ مِنْ قَبْلِنَاۖ وَاِنْ كُنَّا عَنْ دِرَاسَتِهِمْ لَغَافِل۪ينَۙ ﴿١٥٦﴾
Meal 156: Ayrıca: “Bizden önceki iki toplum olan yahudi ve Hristiyanlara kitap indirildi, biz ise onların okuyup üzerinde çalıştıkları gerçeklerden habersizdik” demeyesiniz.
اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ ﴿١٥٧﴾
Meal 157: Veya: “Eğer bize de kitap indirilseydi, onlardan daha çok doğru yol üzere olurduk” diye itirazda bulunmayasınız. İşte size Rabbinizden apaçık bir delil, doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmet geldi. Artık Allah’ın âyetlerini yalanlayan ve onlardan yüz çevirenden daha zâlim kim olabilir? Biz, âyetlerimizden yüz çeviren ve halkı onlardan alıkoyanları, bu tutumları yüzünden, azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.
Tefsir:Bu âyetlerde Kur’ân-ı Kerîm’in indirilişinin iki mühim hikmeti üzerinde durulur. Birincisi, onun ilk muhatapları olan Arapların, önceki iki topluma yani yahudi ve hıristiyanlara kendi dillerinde kitabın indirildiğini, onların bunu rahatlıkla okuyup anladıklarını, fakat yabancı bir dil olması sebebiyle kendilerinin bu kitaplardan, taşıdıkları ilâhî buyruklardan bir şey anlamadıklarını, bu sebeple iyi bir kul olma imkânı bulamadıklarını söyleyerek dünya veya âhirette mazeret beyân etmelerine fırsat vermemektir. Nitekim bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Biz o Kur’an’ı yabancı bir dilde indirseydik, onlar elbette: «Onun âyetleri anlayacağımız bir dille iyice açıklanmalı değil miydi? Arap olmayana yabancı dilde bir kitap olur mu?» diyeceklerdi.” (Fussilet 41/44)
Bu sebeple Allah, buyruklarını onlara kolaylıkla açıklayabilmesi için, her millete kendi dilini konuşan bir peygamber göndermiştir. (bk. İbrâhim 14/4)
Netice olarak kendine inanıp bağlanan fert ve toplumlara saadet, selamet ve mutluluk bahşeden ilâhî bir rahmettir.Aklını kullananlar bu ilâhî hidâyet ve rahmet kaynağından en iyi şekilde istifade etmeye çalışırlar. Fakat bu nimetin kıymetini idrak edemeyen, Allah’ın âyetlerini yalanlayan, kendileri ondan yüz çevirdikleri gibi insanları da vazgeçirmeye çalışanlardan daha zalim bir kimse düşünülemez. Onlar büyük bir haksızlık ve zulüm içindedirler. Dolayısıyla bu zulümleri karşılıksız kalmayacak ve yakında Allah onları azabın en kötüsüyle cezalandıracaktır. Şu âyet-i kerîme ne kadar dehşet vericidir:
“Rasûlüm! Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah onları cezalandırmayı, dehşetten gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne ertelemektedir.” (İbrâhim 14/42)Buna göre iman edip gerçeğe teslim olmak için beklenecek bir zaman yoktur:
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ اَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَۜ يَوْمَ يَأْت۪ي بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْسًا ا۪يمَانُهَا لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ ف۪ٓي ا۪يمَانِهَا خَيْرًاۜ قُلِ انْتَظِرُٓوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ ﴿١٥٨﴾
Meal 158: Onlar iman etmek için neyi beliyorlar? Ölüm veya azap meleklerinin gelmesini mi? Haklarında Rabbinin azap hükmünü verip bunu icraya koymasını mı? Yahut Rabbinin kıyâmetle ilgili bazı alâmetlerinin ortaya çıkmasını mı? Fakat Rabbinin bunlar türünde bir âyetinin geldiği gün, eğer kişi daha önce iman etmemiş veya imanı bir iddiadan ibaret kalıp onunla hayırlı bir iş yapmamış ise, artık o gün inanması kendisine bir fayda sağlamaz. Onlara: “Bekleyin bakalım, şüphesiz biz de bekliyoruz” de!
Tefsir:Müşrikler, kendilerine gerçekleri açıklayan Kur’an gelmesine ve bütün delillerin gösterilmesine rağmen iman etmemişlerdi. Bu sebeple onlara ve onların durumunda olan herkese, iman etmeleri için artık neyi bekledikleri sorulmaktadır:
› “Melekler onlara pençelerini uzatarak: «Haydi çıkarın canlarınızı!» derler” (En‘âm 6/93) buyruğunca, ellerini uzatıp, gırtlaklarına binip, sırtlarına vura vura canlarını çıkaracak ölüm veya azap meleklerinin gelmesini mi bekliyorlar?
› Veya Rabbin gelmesini, azabının vuku bulmasını, yahut “Rabbinin emri gelip melekler sıra sıra dizildiği zaman! O gün cehennem de bütün dehşetiyle getirilir. İnsan o gün, bütün yaptıklarını birer birer hatırlar; ama bu hatırlamanın ona ne faydası olur ki?” (Fecr 89/22-23) âyetlerinin haber verdiği gibi, haklarında en son ilâhî hükmün ortaya çıkmasını mı bekliyorlar?
› Yoksa başlarına taş yağması, göğün parçalanıp üzerlerine düşmesi veya kıyâmet alametlerinin ortaya çıkması gibi fiilen yok olmalarına delâlet eden ve kendilerini inanmaya mecbur bırakacak olan Rabbinin bazı alâmetlerinin gelmesini mi bekliyorlar?
Bekledikleri bu alâmetler geldiği zaman belki iman edebilirler, fakat bunlar gerçekleştikten ve perdeler kalkıp âhiretten manzaralar görülmeye başladıktan sonra hâsıl olacak iman ve amel, sahibine hiçbir fayda sağlamayacaktır. Çünkü o an teklifin vakti sona ermiş, hesap zamanı başlamış ve iman ile kazanılacak bütün hayırların kapısı kapanmış olur.
اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ اِنَّمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ ﴿١٥٩﴾
Karşılaştır 159: Dinlerini parça parça edip fırka fırka olanlar yok mu, senin onlarla hiçbir alâkan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah, yaptıklarını kendilerine bir bir haber verecektir.
Tefsir::“Dinlerini parçalayıp fırka fırka olanlar” ifadesi yahudiler ve hıristiyanları içine aldığı gibi müşrikleri ve kâfirleri, hatta bu duruma düşen müslümanları da içine almaktadır. Çünkü kurtuluşları için Yüce Allah’ın gönderdiği dine tabi olmayan, yanlış tevil ve yorumlarla onu bozmaya çalışan, Allah’ın emretmemiş olduğu şeyleri uydurup bidat olarak ortaya çıkaran kimseler dinlerini parçalamış olurlar. Nitekim Kur’an’ın ilk muhatapları olan Araplar da böyleydi. Onlar dini birliklerini bozmuşlar, çeşitli inançlar ortaya çıkarmışlardı. Her kabilenin, her sülâlenin ayrı putu ve tapınağı vardı. Âyet-i kerîmede aynı zamanda, ileride İslâm’ın ruhuna aykırı bir tarzda ortaya çıkacak çeşitli İslâm fırkalarına da işaret bulunmaktadır. Nitekim Resûlullah (s.a.s.):
“Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Onlardan bir tanesi hariç, diğerlerinin tamamı cehennemdedir. Hıristiyanlar da yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Onlardan bir fırka hariç diğerlerinin tamamı cehennemdedir. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan biri hariç diğerleri cehennemdedir” buyurur. “O bir tane kurtulan grup kimlerdir ya Resûlallah?” süaline cevap olarak da: “Onlar, benim ve ashâbımın üzerinde gittiğimiz yolda gidenlerdir” buyurur. (Ebû Dâvûd,Sünnet1; Tirmizî, İman 18)
Tevhidi bozan, İslâm dininin saf, temiz ve kolay aslını çeşitli tevillerle yozlaştırıp ayrılığa sebep olanlarla ne Allah Resûlü (s.a.s.)’in ne de O’nun izinden giden gerçek mü’minlerin bir ilgileri vardır. Sorumlulukları tamamen kendilerine aittir. Onların ayrılıklarından ve başlarına gelecek felâketlerden ne Peygamber’e ne de gerçek mü’minlere bir vebâl söz konusudur.
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿١٦٠﴾
Meal 160: Kim bir iyilik yaparsa, yaptığının on katıyla mükâfat­landırı­lacaktır. Kim de bir kötülük yaparsa ancak o kötülüğe denk bir ceza görecektir. Kimseye en küçük bir haksızlık yapılmayacaktır.
Tefsir:İyilikler en az bire on mükâfatlandırılır. Bu, asgari sınırdır. Üst sınırı ise belirlenmemiştir. Nitekim: “Mallarını Allah yolunda harcayanların misâli, yedi başak bitiren ve her başakta yüz dâne bulunan bir tek tohumun hâli gibidir. Allah, dilediğine kat kat fazlasını da verir. Çünkü Allah, lütfu pek geniş olan ve her şeyi hakkıyla bilendir” (Bakara 2/261) âyetinde bire yedi yüz ve duruma göre onun katları, yani bire bin dörtyüz, iki bin sekizyüz… va‘dedilmektedir. Demek ki iyilik güzel bir şeydir ve ilâhî rahmet de nihâyetsiz bir şekilde geniştir. Herkes ihlas, niyet ve şartlarına uygun yerine getirebilme nispetinde yaptığı iyiliğin mutlaka birkaç mislini ve en az on katını alacaktır. Şu misâl ne kadar ibrete şâyandır:
Güney Arnavutluk’ta fakir bir kadın vardı. Bir kış günü gariban bir çocuğun perişan hâline dayanamayarak ona bir çift eski partal ayakkabı verdi. Zaman geldi bu çocuk devşirme usûlüyle Osmanlı sarayına girdi. Orada yükseldi ve Ayaz Paşa ismiyle meşhur oldu. Ancak Ayaz Paşa eski günlerini unutmamış, o eski pabuçlarını da bir yere saklamıştı. Paşa olunca bu pabuçların içini altınla doldurdu ve bir şükran ifadesi olarak o fakir kadına gönderdi. (İlber Ortaylı, Osmanlıyı Yeniden Keşfetmek, s. 30)
Bu misâl, muhtâca yardım etmenin dünyevî bir faydasını göstermektedir. Kim bilir âhiretteki faydası nasıl olacaktır?!.
Günahlar ve kötülüklere gelince, bunlar affedilmeyip cezalandırılması gerektiği zaman, fazla değil yapılan kötülüğün tam dengi bir ceza ile cezalandırılır. Hiç kimseye zerre kadar zulmedilmez, haksızlık yapılmaz. Ne iyilik sahiplerine, yaptıkları iyilikten eksik mükâfat verilir; ne de kötülük sahiplerine, kötülüklerinden fazla ceza verilir. İşte Allah’ın dini böyle dosdoğru bir dindir:

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 18.04.2024 | Top

   

Enbiya Süresi Meal Ve Tefsirib 161-165
Enam Süresi Meal Ve Tefsirib 126-142

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz