İbrahim Süresi Meal Ve Tefsiri 21-33
وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَمٖيعاً فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذٖينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍؕ قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْؕ سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَحٖيصٍࣖ ﴿٢١﴾
Meal (Kur'an Yolu)
﴾21﴿ Hepsi Allah’ın huzuruna çıkacaklar; zayıflar, büyüklük taslamış olanlara diyecekler ki: “Biz size uymuştuk, şimdi siz Allah’ın azabından küçücük bir şeyi bizden savabilir misiniz?” Ötekiler şöyle cevap verecekler: “Allah bizi doğru yola iletmiş olsaydı biz de sizi iletirdik. Şimdi sızlansak da katlansak da farketmez. Bizim için artık sığınacak bir yer yok!”
Tefsir
Dünyada Allah’ın çağrısına kulak vermeyip O’nun emir ve yasaklarını dinlemeyenler, bu toplantı gerçekleştiğinde cezalandırılacaklarını anlayınca birbirlerini suçlamaya başlayacaklar. Özellikle dünyada iradelerini liderlerinin istekleri doğrultusunda kullanmış olan güçsüz kimseler, âhirette gerçeklerle karşılaştıklarında aldatılmış olduklarını anlayacaklar ve dünyada kendilerine uydukları için bu duruma düştüklerini söyleyerek önderlerini kınayacaklar. “...Şimdi siz Allah’ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?” şeklindeki soru, önderlerin bunu yapıp yapamayacaklarını öğrenmek için değil, onları kınamak için sorulacaktır (krş. Gāfir 40/47-48). Çünkü tâbi olanlar önderlerin artık Allah’ın azabından kendilerini dahi kurtaramayacaklarını anlamışlardır.
Âhirette tâbilerin kınamasına mâruz kalan liderler, dünyada iken hem kendilerini hem de tâbilerini aldatmış olduklarını anlayınca, “Allah bizi doğru yola iletmiş olsaydı biz de sizi iletirdik” diyerek tâbilerden özür dilemeye çalışacaklardır. Taberî bu cümleyi şöyle yorumlamıştır: Bugün Allah’ın azabını savacak bir şeyi Allah bize açıklamış olsaydı biz de onu size açıklardık, siz de onunla Allah’ın azabından korunurdunuz. Şimdi sızlansak da katlansak da fayda vermez (XIII, 199).
Âyet bilgi, sosyal statü, ekonomik imkân gibi yönlerden güçlü ve etkin durumda bulunanların, bu özelliklerine paralel sorumlulukları da bulunduğunu hatırlatması yanında şartları ve konumları itibariyle zayıf olanların da önder ve rehberlerini seçmekte, onlara uymakta akıllı ve dikkatli hareket etmeleri gerektiği hususunda herkesi uyarmaktadır.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 313-314
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْؕ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّٓا اَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لٖيۚ فَلَا تَلُومُونٖي وَلُومُٓوا اَنْفُسَكُمْؕ مَٓا اَنَا۬ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّؕ اِنّٖي كَفَرْتُ بِمَٓا اَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُؕ اِنَّ الظَّالِمٖينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ ﴿٢٢﴾
Meal
﴾22﴿ Allah’ın hükmü yerine getirilince şeytan şöyle der: “Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu; ben de size bir söz verdim ama yalancı çıktım. Aslında benim sizi zorlayacak gücüm yoktu; benim yaptığım size çağrıda bulunmaktan ibaretti; siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Ben daha önce, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim.” Doğrusu zalimler için elem verici bir azap vardır.
Tefsir
Şeytan da insanlara yalan vaadlerde bulunup onları aldattığını itiraf edecektir. Bununla birlikte şeytan, doğru yolda gitmek isteyenleri zorla yoldan çıkaracak gücünün bulunmadığını, insanlara sadece çeşitli yollardan telkinde bulunduğunu, onların da bunu kabullendiğini ifade ederek şeytanı değil, kendilerini kınamaları gerektiğini söyleyecektir. Çünkü şeytan dünyada insanlara ancak vesvese ve ayartma yoluyla ulaşabilmekte, onların işlediği günahları kendilerine sadece güzel göstermeye, kendi hevâ ve heveslerine uymada ahlâken bir sakınca olmadığına onları inandırmaya çalışmaktadır. Râzî’nin de ifade ettiği gibi asıl şeytan insanın kendi nefsi, arzu ve hevesleridir. İnsan nefsinde şehvete, boş ve bâtıl inançlara önceden bir eğilim ve yatkınlık olmasaydı bu şeytanî vesvese ve ayartmalar etkili olamazdı. İşte şeytan “Beni kınamayın, kendinizi kınayın” diyerek bu gerçeğe işaret etmek istemiştir (XIX, 111).
“Ben daha önce de beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim” cümlesiyle şeytan insanları yoldan çıkarmaya çalışmış olmakla birlikte kendisini Allah’a eşit bir yere koymadığını ve kendisinin O’na ortak koşulmasını kabullenmediğini ifade etmektedir. Nitekim Kur’an’da birden fazla yerde kendisinin Allah tarafından yaratıldığını söylediği (A‘râf 7/12; Sâd 38/76), Allah’a “rabbim” diye hitap ettiği görülmektedir (Sâd 38/79). Ancak vesvese verip yoldan çıkardığı kimseler, onun aldatmalarına uymak suretiyle dolaylı olarak onu tanrılaştırmış ve Allah’a ortak koşmuş oluyorlardı. Bu sebeple âyetin son cümlesinde ona uyanların zalimler olduğuna, onlar için elem verici bir azabın hazır bulunduğuna işaret edilmektedir (şeytan ve etkileri hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/117-121).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 314-315
وَاُدْخِلَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدٖينَ فٖيهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْؕ تَحِيَّتُهُمْ فٖيهَا سَلَامٌ ﴿٢٣﴾
Meal
﴾23﴿ İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar, rablerinin izniyle içinde ebedî kalacakları ve altından ırmaklar akan cennetlere konulacaklar ve orada selâmla karşılanacaklardır.
Tefsir
Selâm, “selâmet, barış ve esenlik, kurtuluş; maddî ve mânevî her türlü zararlardan, kötülüklerden uzak kalma; dünyevî musibetlerden ve âhiret azabından kurtulma” anlamlarını topluca ifade eden bir terim olup birbiriyle karşılaşan müslümanların sevgi, dostluk, iyi niyet ve dileklerini ifade etmek üzere söyledikleri veya yazdıkları “selâmün aleyküm” veya “es-selâmü aleyküm” şeklindeki dua cümlesi için kullanılır ki her ikisi de “selâm size!” anlamına gelir (Mustafa Çağrıcı, “Selâm”, İFAV Ans., IV, 100). Âyette işaret edildiği üzere müminler cennete girerken melekler tarafından bu şekilde bir selâm ile karşılanacakları gibi (krş. Ra‘d 13/23-24; Furkan 25/75), birbirleriyle karşılaştıklarında da aynı şekilde selâmlaşırlar.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 315
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِۙ ﴿٢٤﴾
﴾24﴿ Allah’ın nasıl bir misal getirdiğini görmedin mi? Güzel sözü, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti.
تُؤْتٖٓي اُكُلَهَا كُلَّ حٖينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَاؕ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ ﴿٢٥﴾
﴾25﴿ O ağaç, rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller getirmektedir.
Tefsir
“Güzel söz” diye tercüme ettiğimiz kelime tayyibe tamlaması “doğru söz, sağlam inanç, kelime-i tevhid” (Şevkânî, III, 120), peygamberlik, vahiy, âhiret” gibi anlamlarla açıklanmıştır (Esed, II, 506).
Allah Teâlâ’nın varlığına ve birliğine imanı yani kelime-i tevhidi ifade eden “güzel söz”, kökü yerin derinliklerine sağlam bir şekilde yerleşmiş, gövdesi ve dalları gök yüzüne doğru yükselmiş, her zaman meyve veren bir ağaca benzetilmektedir. Bu ağaç nasıl Allah’ın izniyle her zaman meyve verip faydalı oluyorsa “kelime-i tevhid” de o şekilde faydalıdır. O da müminlerin kalplerine yerleşip kökleşince onların davranışlarını etkilemekte ve imanın ürünleri, meyveleri onların üzerinde görülmektedir. Onlar Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirmeye çalıştıkları gibi, ilim, irfan ve güzel işleriyle de insanlık için daima faydalı olmaya gayret ederler. Öte yandan ağacın diri kalması için nasıl sulama ve budama gibi bakıma ihtiyacı varsa kalpteki iman da böyledir. Eğer mümin faydalı ilim, güzel amel, zikir ve tefekkürle onu beslemezse o da zayıflayıp yok olabilir.
وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَبٖيثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَبٖيثَةٍۨ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ ﴿٢٦﴾
﴾26﴿ Kötü sözün misali de kökü yerden sökülmüş, ayakta duramayan kötü bir ağaçtır.
Tefsir
“Kötü söz” diye çevirdiğimiz kelime habîse tamlaması, “asılsız söz, çirkin söz”, “Allah’ı inkâr etme sonucunu doğuran her türlü söz, şirk ve benzeri İslâm dışı inançlar” anlamına gelir. Bu kötü söz âyette, kökleri kesilip gövdesi yerden koparılmış bir ağaca benzetilmektedir. Böyle bir ağaç nasıl meyve vermezse ve kuruyup yok olmaya mahkûmsa kötü söz de o şekilde sonuçsuz kalmaya mahkûmdur; ayrıca insanın hem dünyada, hem de âhirette felâketlere sürüklenmesine sebep olur.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 315-316
يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَيُضِلُّ اللّٰهُ الظَّالِمٖينَ وَيَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُࣖ ﴿٢٧﴾
﴾27﴿ Allah sağlam söze iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sağlam tutar; Allah zalimleri de şaşırtır ve Allah dilediğini yapar.
Tefsir
“Sağlam söz” diye çevirdiğimiz el-kavlü’s-sâbit tamlaması 24. âyette geçen “güzel söz” ile eş anlamlı olarak “kelime-i tevhid” veya “kelime-i şehâdet” mânasında kullanılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber de bu sözü “kelime-i şehâdet” olarak açıklamıştır (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 14/2). Allah Teâlâ, iman edenlerin kalbine bu sağlam sözü sarsılmaz bir biçimde yerleştirir ve onları hem bu dünya hayatında hem de âhirette iman üzerinde kararlı ve sabit kılar. Müminler imanın verdiği şuurla dünyada dengeli ve mutlu bir hayat yaşarlar, fitne, fesat ve kötülüklerden kendilerini korurlar; âhirette ise kurtuluşa erip bahtiyar olurlar. Bir görüşe göre âyette bildirilen dünya hayatından maksat, kabir hayatıdır; çünkü ölüler yeniden dirilinceye kadar dünyadadırlar.
Âhiretten maksat ise hesap zamanıdır. Bir başka görüşe göre ise dünya hayatından maksat kişinin kabirde sorguya çekildiği andır; nitekim Hz. Peygamber de buna işaret buyurmuştur (Buhârî, “Tefsîr”, 14/2). Âhiret hayatından maksat da kıyamet gününde sorguya çekildiği zamandır (Şevkânî, III, 122). Allah Teâlâ inananları hem dünyada hem de âhirette iman üzere sabit kılarak mutlu ederken, zalimleri de inkârcılıktaki ısrarları sebebiyle kendi hallerine bırakır; doğru yolu bulamazlar. Böylece onlar hem dünyada hem de âhirette bedbaht olurlar. Allah hidayete ermek isteyenleri hidayete erdirir, sapkınlıkta ısrar edenleri de kendi hallerine bırakır.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 316
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذٖينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْراً وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِۙ ﴿٢٨﴾
28.Allah’ın lütfettiği nimete nankörlükle karşılık verip sonunda toplumlarını helâke uğrayacakları yere, cehenneme sürükleyenleri görmedin mi?
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاؕ وَبِئْسَ الْقَرَارُ ﴿٢٩﴾
Meal
﴾28-29﴿ Allah’ın lütfettiği nimete nankörlükle karşılık verip sonunda toplumlarını helâke uğrayacakları yere, cehenneme sürükleyenleri görmedin mi? Oraya girecekler; orası ne kötü karargâh!
Tefsir
İbrâhim sûresi Mekke döneminde indiği halde bu iki âyetin Medine döneminde hicretin 2. yılında meydana gelen Bedir Savaşı’na katılan müşrikler hakkında indiğine dair rivayetler vardır (Taberî, XIII, 219-223). Burada insanları cehenneme sürükleyenlerden maksat da Kureyş’in ileri gelenleridir. Allah Teâlâ insanlara doğru yolu göstermek ve insanca yaşamalarını sağlamak için başta Peygamber ve onun vasıtasıyla gönderdiği kitap olmak üzere sayılamayacak kadar nimet lutfetmiştir. Bu nimetler karşısında insanların Allah’a şükretmeleri gerekirken birçok kimse O’na ortak koşmak, peygamberi yalancılıkla itham etmek ve Kur’an’ı kabul etmemekle nankörlük etmişlerdir (Bedir ve Bedir Savaşı hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/123; Enfâl 8/5-19).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 318
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَاداً لِيُضِلُّوا عَنْ سَبٖيلِهٖؕ قُلْ تَمَتَّعُوا فَاِنَّ مَصٖيرَكُمْ اِلَى النَّارِ ﴿٣٠﴾
﴾30﴿ Allah’a ortaklar koştular ki halkı O’nun yolundan saptırsınlar. De ki: “Biraz daha oyalanın; sonunda döneceğiniz yer ateştir!”
Tefsir
Müşrikler, Allah’ın kendilerine lutfetmiş olduğu nimetlere karşı nankörlük etmekle kalmadılar; aynı zamanda Allah’a ortak koşmak suretiyle hem kendilerini hem de başkalarını Allah yolundan saptırdılar. Bu sebeple müşrikler âyetin son cümlesinde “Biraz daha oyalanınız; sonunda döneceğiniz yer ateştir!” buyurularak kınanmış ve tehdit edilmişlerdir.
“Halkı O’nun yolundan saptırsınlar” şeklinde çevirdiğimiz cümleye farklı okunuşlara göre şöyle de mâna verilebilir: “Sonuç olarak kendileri Allah’ın yolundan saptılar.” Buna göre müşriklerin Allah’a ortaklar koşmaları sonuçta kendilerinin Allah yolundan sapmalarına sebep olmaktadır (Râzî, XIX, 123-124; Şevkânî, III, 124).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 318
Bu âyetlerde şu üç hususa dikkat çekilir:
› Şükür nimetlerin artmasına sebep olduğu gibi nankörlük de nimetlerin tamâmen yok olmasına sebeptir.
› Kötü arkadaş insanı cehenneme sürükleyip o helâk yurduna girmesine yol açar. Bu sebeple ihlâslı, sünnet-i seniyyeye göre yaşayan mü’min kullar, küfür, nifak ve bid‘at ehli olan kimselerle sohbet ve beraberlikten sakınmalıdır.
› Cehennem şerli kimselerin yerleştiği pek fenâ bir karargâhtır. Onun azabının şiddetini, harâretinin derecesini anlatmaya kelimeler yetmez.
Bu sebeple Yüce Rabbimiz “kullarım” hitabıyla mü’minlere şu uyarı da bulunmaktadır:Ömer Çelik Tefsiri
قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ ﴿٣١﴾
31: Rasûlüm! İman eden kullarıma söyle: İçinde hiçbir alışverişin bulunmadığı, dostluğun fayda vermediği o dehşetli kıyâmet günü gelip çatmadan namazlarını dosdoğru kılsınlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda gizlice ve açıktan harcasınlar!
TEFSİR:
Cenâb-ı Hak mü’minlere “kullarım” buyurarak onları şereflendirmiştir. Gerçekten bu hitap, onlar için dünyadan ve dünyada olan her şeyden daha hayırlıdır. Çünkü bu hitapta onları kendisine izâfe etmektedir. Böyle bir izâfede bulunmasında, inşallah onları ateşten âzâd edeceğine dair bir müjde ve işaret vardır. Nitekim arifler sultanı Bâyezid Bistamî (k.s.) şöyle derdi: “Halk hesaba çekilmekten kaçıyor, ben ise hesaba çekilmek istiyorum. Çünkü, Allah Teâlâ hesaba çekerken bana «kulum» diyecek olsa bu bana şeref olarak yeter.”
Âyet-i kerîme şu üç hususun üzerinde ehemmiyetle durur: İman etmek, namazı dosdoğru kılmak ve Allah yolunda cömertçe harcamak. Bunlar dinin üç temel rüknünü teşkil eder. İnsan dünyada iken bunları gerektiği şekilde yerine getirmeye çalışmalıdır. Öldükten sonra iman ve ibâdet etme imkânı kalmayacağı gibi, dünyada bıraktığı malın da ona bir faydası olmayacaktır. Dolayısıyla malının ölümünden sonra kendisine fayda sağlayabilmesi için onu dünyada Allah yolunda harcamalıdır. Bu hususta Hz. Selmân-i Fârisî’nin hâli ne güzel misâldir:
Selmân-i Fârisî (r.a.), hurma yaprağından zenbil yapardı. Bu işini şöyle anlatırdı:
“- Bunun hammaddesini bir dirheme satın alıyorum. Yaptıktan sonra üç dirheme satıyorum. Satınca bir dirhemini borcuma veriyor, birini âilemin nafakasına ayırıyorum. Kalanı da sadaka olarak dağıtıyorum.” (Velîler Ansiklopedisi, I, 72)
Şu bir gerçek ki, kulun tüm varlığını Allah yoluna adaması için Allah’ı tanıması, Allah’ı tanıması için de O’nun kâinattaki kudret ve azamet tecellilerine derin bir ibret nazarıyla bakması zaruridir:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْاَنْهَارَۚ ﴿٣٢﴾
32: Allah ki, gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip onunla size rızık olmak üzere çeşit çeşit meyveler, ürünler çıkaran O’dur. Koyduğu kanunlara uyarak denizde yüzüp giden gemileri size boyun eğdiren ve ırmakları hizmetinize veren de O’dur.
وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَٓائِبَيْنِۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۚ ﴿٣٣﴾
33: Bir düzen içinde kendi yörüngelerinde dönüp durmakta olan güneşi ve ayı hizmetinize veren ve gece ile gündüzü de faydanıza sunan yine O’dur.
TEFSİR:
Cenâb-ı Hak, burada saydığı tüm nimetleri insanlara faydalı olacak şekilde belirli kanunlara bağlamıştır. Eğer geminin su üzerinde yüzmesi belli fizikî kanunlara bağlı olmasaydı denizcilik mümkün olmazdı. Akan nehirler belli kanunlara bağlı olmasaydı, ondan kanallar açmak ve başka şekillerde onlardan faydalanmak imkânsız olurdu. Aynı şekilde güneş, ay, gece ve gündüz belirli sâbit kaidelere uygun hareket etmeseydi, bunlardan faydalanmak bir yana hayatın idâmesi bile mümkün olmazdı. Nihâyetsiz rahmetinin, kerem ve ihsânının bir tezâhürü olarak bütün bu nimetleri emrimize âmâde kılan Allah Teâlâ’dır. Yani Cenab-ı Hak, rabliğinin gereği olan her şeyi fazlasıyla yerine getirmektedir. Peki insan: