İbrahim Süresi Meal Ve Tefsiri 34-52

#1 von Kurban , 26.12.2023 07:25

İbrahim Süresi Meal Ve Tefsiri 34-52

وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟ ﴿٣٤﴾
34: Hâsılı O size, kendisinden istediğiniz her şeyi verdi. Öyle ki, eğer Allah’ın nimetlerini tek tek saymaya kalksanız, imkânı yok, onları toplu halde bile sayamazsınız. Gerçekten insan çok zâlimdir, çok nankördür.
TEFSİR:
Cenâb-ı Hak, bize kendisinden istediğimiz ve istemediğimiz her türlü nimeti vermiştir. Belki üzerimizde ismini bilmediğimiz, varlığından haberdar olmadığımız, aciz aklımızla tefekkürüne bile güç yetiremeyeceğimiz nice nimetler vardır. Mesela O’ndan ne bizi yaratmasını istedik; O’ndan ne güneş ne ay istedik; ne de bize baştan beri ihsan etmiş olduğu nimetlerin pek çoğunu istedik. Belki istediklerimiz, istemeyip de verilenlerin yanında çok az kalır. Rabbimiz hepsini bize bol bol lütfetmiştir. Öyle ki, bu nimetleri topluca saymak istesek bile, imkânı yok onu saymaya gücümüz yetmez. Bunları tespit edip kaydetme imkânımız da olmaz. Çünkü bunlar sayılamayacak kadar çoktur. Bütün bu nimetler sadece ve sadece Allah’tandır. Âyet-i kerîmede: “Nimet nâmına sizde ne varsa hepsi Allah’tandır.” (Nahl 16/53) buyrulur. Nimetlere şükür gerekir. Fakat insan, şükür yerine daha ziyade nankörlüğü tercih eder. Çünkü o gafil insanın yapısında zulüm ve nankörlük derin bir iz, siyah bir zift halinde yerleşmiş durmaktadır. Asıl imtihan, bu devamlı haksızlık yapma, yanlış davranma meylimizin oradan kazınması ve bu nankörlük ziftinin oradan temizlenmesidir.
4, nüzûl sırasına göre 72. sûredir.

وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا الْبَلَدَ اٰمِنًا وَاجْنُبْن۪ي وَبَنِيَّ اَنْ نَعْبُدَ الْاَصْنَامَۜ ﴿٣٥﴾
35: İbrâhim şöyle dua etmişti: “Rabbim! Bu şehri emniyetli kıl. Beni de, evlatlarımı da putlara tapmaktan koru!”
رَبِّ اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِۚ فَمَنْ تَبِعَن۪ي فَاِنَّهُ مِنّ۪يۚ وَمَنْ عَصَان۪ي فَاِنَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٣٦﴾
36: “Rabbim! Bu putlar, insanların pek çoğunun yoldan çıkmasına sebep olmaktadır. Bundan böyle kim bana uyarsa şüphesiz o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, elbette ki sen çok bağışlayıcısın, engin merhamet sahibisin!”
TEFSİR:
Allah Teâlâ önceki âyetlerde genel olarak bütün insanlığa lütfettiği nimetleri ha­tırlatmıştı. Burada ise, Hz. İbrâhim’in duasını kabul etmek suretiyle husûsi olarak Mekkelilere vermiş olduğu nimetleri hatırlatır ve bu nimetlere şükretmeleri­ni ister.
İbrâhim (a.s.), şirk inancıyla ve putlarla mücâdelesiyle marûf bir peygamberdir. Bu sebeple duasının başında Mekke’yi emin bir belde kılmasını talepten sonra kendini ve evlatlarını putlara tapmaktan uzak tutmasını istemiştir. O putperestlik anlayışının insanlar arsında çok yaygın olduğunu bildiğinden, bunun çocuklarına bulaşmaması için önceden Allah’a sığınmıştır.
Çeşitli putlar vardır. Bunların hepsi insanı Hak’tan uzaklaştırır. Meselâ nefsin putu dünyadır. Kalbin putu âhirettir. Ruhun putu yüksek derecelerdir. Sırrın putu yakınlığa erişme isteğidir. Hafînin putu ise mükâşefe, müşâhede ve çeşitli kerâmetlere meyletmektir. Şu halde gerçek tevhide erebilmek için bunların hepsinden uzaklaşmak lâzımdır.
Burada dikkat çeken bir husus şudur: İbrâhim (a.s.), kendisine karşı çıkanlardan bahsedince onların helâki ve azâbı için dua etmemiş, bilakis Cenâb-ı Hakk’ın bağışlama ve merhamet sıfatlarını zikrederek, âdetâ onların bağışlanmasını istemiştir. Bu Hz. İbrâhim’in tüm insanlara duyduğu şefkat ve merhametin bir göstergesidir. Nitekim melekler Lut kavmini helak etmek üzere yola çıktıklarında yine İbrâhim (a.s.), onlar için dua etmeye başlamış; hakkında: “...İbrâhim Lût kavmi hakkında elçilerimizle tartışmaya başladı. Gerçekten de İbrâhim olabildiğince yumuşak huylu ve sabırlı, çokça âh edip inleyen ve kendisini tamâmen Allah’a vermiş birisi idi” (bk. Hud 74-75) buyrulmuştur. Aynı şekilde Îsâ (a.s.) da çok yumuşak kalpliydi. Hatta Allah ona, kendisine uyanların doğru yoldan saptıklarını gösterdiğinde yine de onlar için şöyle dua edip yalvaracaktır: “Onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan muhakkak ki sen kudreti dâima üstün gelen, her işi ve hükmü hikmetli ve sağlam olansın.” (Mâide 5/118) Merhamet ummanı olan Allah Resûlü (s.a.s.) Efendimiz de, bütün insanlara olan sevgi ve şefkatinin bir işareti olarak ve onların hidâyet ve bağışlanmalarını dileyerek gece sabaha kadar Hz. İbrâhim’in ve Hz. İsa’nın yukarıda geçen niyazlarını ihtivâ eden ayetleri okumuştur. (Nesâî, İftitâh, 79; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 156)
İşte bütün âlemlere, tüm insanlığa rahmet olan Efendimiz (a.s.)’ın dünyayı teşriflerinin temellerinin atıldığı zaman ve zemine işaret etmek üzere buyruluyor ki:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
رَبَّنَٓا اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي بِوَادٍ غَيْرِ ذ۪ي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِۙ رَبَّنَا لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ فَاجْعَلْ اَفْـِٔدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْو۪ٓي اِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ ﴿٣٧﴾
37: “Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını senin her türlü hürmete lâyık Mukaddes Evin’in yanında ekin bitmeyen bir vâdiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı dosdoğru kılsınlar diye böyle yaptım. Sen de insanlardan bir kısmının gönlünü onlara yönlendir ve onları çeşitli ürünlerle rızıklandır ki sana şükretsinler.”
TEFSİR:
İbrâhim (a.s.), Cenâb-ı Hak’tan aldığı bir işaretle eşi Hâcer’le oğlu İsmâil’i Mekke’ye götürüp Kabe yakınla­rında ziraata elverişli olmayan, çorak bir vadiye yerleştirir. Bu sırada Hz. İbrâhim bu vadinin güzel bir yerleşim merkezi ve emin bir belde haline gelmesi için, oraya her taraftan çeşitli meyvelerin, sebzelerin ulaşması için Allah’a dua eder. (bk. Bakara 2/126) Zürriyetini de oraya sırf “Namazı dosdoğru kılmaları için” getirip yerleştirdiğini söyler. Yâni “Rabbim, ben onları, faydalanılacak ve rızıklanılacak her türlü şeyden mahrum olan bu kurak vâdîye sırf senin Beyt-i Harem’inin yanında namaz kılsınlar diye yerleştirdim” der. Dolayısıyla onun bu faaliyetinde dünyevi bir gâye gütmediği anlaşılmaktadır. Burada, zekât, oruç ve hac gibi öteki ibâdetlerin yanında bilhassa namazın zikredilmesi, onun üstünlüğü ve Beytullâh’ın Sadece namaz ve namaz hükmündeki diğer ameller için olması sebebiyledir. Nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye için lazım gelen en mühim vasıta da yine namazdır.
رَبَّنَٓا اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْف۪ي وَمَا نُعْلِنُۜ وَمَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ ﴿٣٨﴾
38: “Rabbimiz! Hiç şüphesiz sen, bizim gizlediğimizi de bilirsin, açığa vurduğumuzu da. Çünkü yerde olsun, gökte olsun hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz!”

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي وَهَبَ ل۪ي عَلَى الْكِبَرِ اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَسَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ ﴿٣٩﴾
39: “Şu ihtiyarlık çağımda bana İsmâil’i ve İshâk’ı lutfeden Allah’a hamdolsun! Elbette Rabbim, duaları hakkiyle işitendir.”

رَبِّ اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۗ رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَٓاءِ ﴿٤٠﴾
40: “Rabbim! Beni ve zürriyetimi namazı dosdoğru kılanlardan eyle! Rabbimiz dualarımızı kabul buyur!”
رَبَّنَا اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ۟ ﴿٤١﴾
41: “Rabbimiz! Hesapların görüleceği o gün beni, ana-babamı ve bütün mü’minleri bağışla!”
Allah Teâlâ, İbrâhim (a.s.)’ın bu duasını kabul buyurmuştur. Bu surenin nâzil olduğu dönemde Arabistan’ın her tarafından bir çok insanın hac ve umre için Mekke’ye gelmesinin ve bugün de dünyanın her tarafından insanların seller gibi akıp orada toplanmasının sebebi bu duadır. Bununla birlikte o bölge, tamamen kurak olmasına ve hayvanlar için bile hiç bitki yetişmemesine rağmen, senenin her mevsiminde çeşit çeşit meyve ve sebzelerle doludur.
Hz. İbrâhim, eşini ve çocuğunu Beytullah’ın yanında bırakıp onları Allah’a emanet ettiğinde gönlünden kopup gelen içli yakarışlarla Rabbine şöyle yalvardı:
TEFSİR:
Rivayete göre İbrâhim (a.s.), eşi Hâcer’den oğlu İsmâil doğduğu zaman seksen altı yaşında; Sâre’den oğlu İshâk doğduğunda ise doksan dokuz yaşında bulunuyordu. (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân, IV, 14) İbrâhim (a.s.), daha önce yapmış ol­duğu duasının kabul buyurup (bk. Saffât 37/100) ihtiyarlığına rağmen kendisine bu iki evlâdı lütfettiği için Allah’a hamdetmiştir.
İbrâhim (a.s.), namaz ibâdeti üzerinde hassâsiyetle durmakta, hem kendini hem de zürriyetinin namazı dosdoğru kılanlardan yapması için Allah’a yalvarmaktadır. Namaz dini ayakta tutan âdeta çadırın orta direği mesâbesinde olduğu için, onu dosdoğru kılan bütün emir ve yasaklarıyla dini ayakta tutacaktır. Yani İbrâhim (a.s.) bu duasıyla, kendinin ve zürriyetinin dindâr, müslüman, Allah’a teslim olmuş, dini bütün ahkâmiyle yaşayan ve yaşatan kimseler olmasını talep etmiştir. Namazı devamlı kılmanın, namazın mü’minin miracı olması hasebiyle, manevî yükselişi devam ettirmeye de işarette bulunduğu anlaşılmaktadır.
Namaz, kulun bütün içtenlik ve samimiyetiyle Rabbine yöneldiği, ihtiyaçlarını arzettiği, Rabbinin birliğini, kudretini ve kıyamette kendisini hesaba çekeceğini düşündüğü, böylece geçmişini ve geleceğini kapsamlı bir şekilde gözden geçirdiği tefekkür yoğunluklu bir ibâdettir. Hz. Mevlânâ, Hz. İbrahîm ve oğlu Hz. İsmâil’le de bağlantı kurarak kulun namazda ne durumda olması gerektiğini şöyle izah etmeye çalışır:
“Ey imam, namaza başlarken الله اكبر (Allahu ekber) demenin mânası şudur: «Allahım, biz senin huzûrunda kurban olduk.» Kurban keserken Allahu ekber dersin, işte öldürülmeye layık olan nefsi kurban ederken de bu söz söylenir. O esnada beden İsmâil, can da Halîl İbrâhim gibidir. Can, bu semiz bedenin hevâ ve hevesini kesmek için tekbîr getirince beden şehvetlerden, hırslardan kurtulur, namazda «Bismillâhirrahmânirrahîm» demekle kurban olur gider. Namaz kılanlar, kıyâmette olduğu gibi, Allah’ın huzûrunda saflar halinde dururlar, sorguya, hesap vermeye, yalvarmaya koyulurlar. Namazda gözyaşı dökerken ayakta durmak, kıyâmet günü dirilerek, kabirlerden kalkıp mahşer yerinde Allah’ın huzûrunda ayakta durmağa benzer.
Bu sırada Cenâb-ı Hakk: «Sana verdiğim bu kadar ömür içinde ne yaptın? Ne kazandın, ve bana ne getirdin?» diyecek. «Ömrünü ne ile, hangi işlerle, ne gibi ibâdetlerle, ne iyilikler yaparak harcadın, bitirdin? Sana verdiğim rızkı, kuvveti, gücü ne ile yok ettin? Gözünün nûrunu nerede tükettin? Beş duygunu nerelerde kullandın? Gözünü, kulağını, aklını, iradeni, bileğini, arşa ait olan bütün bu kuv­vetlerini, neye, nerelere harcadın da onlara karşılık, bu dünyada neyi satın aldın? Sana kazma gibi, bel gibi el, ayak verdim. Onları sana ben bağışladım; onlar ne oldular?» Allah’ın huzûrunda bunun gibi derde dert katan yüz binlerce haberler, sualler gelir.
Namazda kıyamda iken, kula gelen bu sözlerden kul utanır, utancından iki büklüm olur rükûya varır. Utancından ayakta durmağa gücü kalmaz, rukûda «Subhâne rabbiye’1-azîm” diyerek Allah’ın noksan sıfatlardan berî olduğunu söyler. Sonra o kula Hakk’tan ferman gelir; «Başını kaldır da sorulan sorulara cevap ver» denir. Kul utana utana başını ruküdan kaldırır; fakat dayanamaz; o günahkâr, utancından yine yüz üstü yere kapanır. Ona tekrar; «Secdeden başını kaldır da, yaptıklarından haber ver» diye ferman gelir. O bir kere daha utanarak başını kaldırır ama, dayanamaz yine yılan gibi yüz üstü düşer. Cenâb-ı Hakk; «Tekrar başını kaldır da söyle, yaptıklarını kıldan kıla, birer birer senden soracağım» diye buyurur.
Allah’ın heybetli hitabı, onun rûhuna tesir ettiği için, ayakta duracak gücü kalmamıştır. Bu ağır yük yüzünden kādeye varır, dizleri üstüne çöker. Cenâb-ı Hakk ise; «Haydi söyle, anlat» diye buyurur. «Sana nimet vermiştim, nasıl şükrettiğini söyle; sana sermaye vermiştim, onunla ne kâr elde ettiğini göster.» Kul yüzünü sağ tarafına döndürür, peygamberlerin rûhlarına ve meleklere selam verir. Onlara yalvararak der ki: «Ey mâna pâdişahları, bu kötü kişiye şefaat edin, bu günahkârın ayağı da, örtüsü de çamura battı.» Peygamberler selam veren kula, derler ki: «Çâre ve yardım günü geçti, gitti. Çâre dünyada olabilirdi, orada hayırlı işler yapmadın, ibâdet etme­din, öğünler geçti. Ey bahtsız kişi, sen vakitsiz öten bir horoz gibisin; git, bizi üzme, bi­zim kalbimizi kırma.» Kul yüzünü sola çevirir, bu defa akrabalarından yardım ister, onlar da ona; «Sus!» derler. «Ey efendi, biz kimiz ki sana yardım edelim, elini bizden çek de kendi cevâbını Allah’a kendin ver» derler. Ne bu taraftan, ne o taraftan bir çâre bulamayınca, o çâresiz kulun gönlü, yüz parça olur. O herkesten ümidini kesince, iki elini açar, duaya başlar. «Allahım, herkesten ümidimi kestim. Başta da sonda da kulunun başını vu­racağı, sığınacağı sensin; senin rahmet ve mağfiretine son yoktur.»
Namazdaki bu hoş işaretleri gör de, sonunda, kesin olarak işin böyle olacağını anla... Aklını başına al da namaz yumurtasından civciv çıkar, yâni namazdan mânen yararlan, yoksa dane toplayan bir şey öğrenememiş kuş gibi, Allah’ın büyüklüğünü düşünmeden yere başını koyup kaldırma.” (Mevlânâ, Mesnevî, 2143-2175. beyitler)
Hz. İbrâhim, bir taraftan kendisinin ve zürriyetinin böyle bir ibâdet ve hesap şuuru içinde Allah’a kul olmasını Rabbinden niyaz ederken, diğer taraftan da engin gönlünde herkese karşı taşıdığı sınırsız şefkat ve merhametin bir göstergesi olarak duasını kendisi, zürriyeti, ana-babasıyla birlikte bütün ümmete şâmil kılmıştır. Bu, onun sadece kendini ve yakın akrabasını düşünen bir kişi değil, bütün ümmetin derdiyle dertlenen büyük bir peygamber, seçkin bir insan olduğunu gösterir. Bu yönden de geriden gelen mü’minlere güzel bir numûne olmaktadır. Nitekim Resûlullah (s.a.s.), yapılacak duanın umûmî olmasının önemine işaret ederek: “Bir kişi bir topluluğa imam olur da onları bırakıp Sadece kendisi için dua ederse onlara hıyânet etmiş olur” buyurur. (Ebû Dâvûd, Tahâret 43; Tirmizî, Salât 148)
Esasen tek başına bile olsa evlâ olan, kendisine, ana-babasına, atalarına, çocuklarına, kardeşlerine, sâlih mü’min dostlarına niyet ederek onları da duasına katmak, duasının bereketine onları da nâil etmektir. Böylece duasının keyfiyeti ve kabul olma ihtimâli artacak; ayrıca zikrettiği şahısların himmet ve rûhânî teveccühlerinin bereketi de dua eden kişiye ulaşmış olacaktır.
Bütün gayretler, korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı kıyamet gününün dehşetinden emniyette olabilmek içindir. Çünkü ilâhî buyrukları dinlemeyen zâlimleri pek korkunç bir son beklemektedir:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ غَافِلًا عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَۜ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ ف۪يهِ الْاَبْصَارُۙ ﴿٤٢﴾
42: Rasûlüm! Sakın, Allah’ı zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah onları cezalandırmayı, dehşetten gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne ertelemektedir.
مُهْطِع۪ينَ مُقْنِع۪ي رُؤُ۫سِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْۚ وَاَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌۜ ﴿٤٣﴾
42: Rasûlüm! Sakın, Allah’ı zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah onları cezalandırmayı, dehşetten gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne ertelemektedir.
Karşılaştır 43: O gün onlar başlarını dikmiş, gözleri sabit bir noktaya çakılıp kaldığından kendilerine bakacak halleri kalmamış, kalpleriyse bomboş bir halde çağrıldıkları yere doğru koşuşturup dururlar.
TEFSİR:
Allah Teâlâ her şeyi bilir ve her şeyden hakkiyle haberdardır. Dolayısıyla zâlimlerin yaptıklarından da asla gâfil değildir. Fakat onlara mühlet vermektedir. Ancak onlara mühlet vermesi ve helaklerini ertelemesi, onların yaptıkları zulümlere razı olduğundan veya onları hemen cezalandırmaktan âciz olduğundan dolayı değildir. O’nun hilim üzere cereyân eden ilâhî âdeti, hemen cezalandırmama ve mücrimlere bir süre mühlet verme şeklinde tecelli etmektedir. Böylece onlara tevbe imkânı tanımaktadır. Eğer tevbe etmezlerse zaten âhirette onlara hak ettikleri cezayı vereceğinde şüphe yoktur.
Âhiret, son derece korkulu ve dehşet dolu bir gündür. O gün gözler dehşetten dışarı fırlayacak ve öylece donakalacaktır. Kâfirler, zâlimler ve mücrimler başlarını dikerek münâdinin çağırdığı istikâmette koşacaklardır. Bakışlarını, başka şeyler bir tarafa, kendilerine bile çevirecek halleri olmayacaktır. Göz kapaklarını kapatamaz, hareket ettiremez bir halde, gözleri açık ve donakalmış bir vaziyette, hiçbir şeye dönüp bakmadan öylece koşacaklardır. Kalpleri de bomboş olacaktır. Aşırı korkudan dolayı kalpleri kırık, yıkık, paramparça olacak; orada fayda verecek hiçbir fikir, hiçbir düşünce kalmayacaktır.

وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رَبَّنَٓا اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِعِ الرُّسُلَۜ اَوَلَمْ تَكُونُٓوا اَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍۙ ﴿٤٤﴾
44: İnsanları, başlarına azabın geleceği bir günle korkut. O gün zâlimler: “Rabbimiz! Bize biraz daha süre ver de senin dâvetini kabul edip, peygamberlerine uyalım” derler. Onlara şöyle karşılık verilir: “İyi de, daha önce sizin için bir zevâl, bir son olmadığını iddia edip duran bizzat kendiniz değil miydiniz?”
TEFSİR:
Âhiretin şiddetli azabını gören inkârcılar ve zâlimler, iman edip sâlih ameller işleyerek kendilerini bu azaptan kurtarabilmek için tekrar dünyaya dönmek isteyeceklerdir. Fakat artık böyle bir şey mümkün olmayacaktır. O halde hedef, dünyada iken peygamberlerin davetine icâbet etmek, olan bitenden ibret alıp gerçeği görmek ve âhirete eli boş gitmemektir. Şu âyet-i kerîmeler de bu husus daha açık bir şekilde beyân buyrulur:
“İnkâra saplanmış olanlara gelince, onlar için cehennem ateşi vardır. Ne haklarında ölüm kararı verilir ki ölüp de azaptan kurtulsunlar. Ne de tattıkları azaptan en küçük bir eksiltme ve hafifletme olur. Biz, Allah’ı ve nimetlerini inkâr eden her nankörü işte böyle cezalandırırız. Orada avazlarının çıktığı kadar yüksek sesle feryat edecekler: «Rabbimiz! Ne olur, bizi buradan çıkar ve dünyaya geri gönder de, daha önce yaptıklarımızın yerine sâlih ameller işleyelim!» Allah da onlara: «Size, düşünüp öğüt alacak bir kişinin, düşünüp öğüt alabileceği bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı bir peygamber de gelmişti. O halde tadın azabı! Artık zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur» buyuracak.»” (Fâtır 35/36-37)
Yine kâfirler:
“Rabbimiz! Biz azgınlığımızın ve taşkınlığımızın kurbanı olduk da doğru yoldan sapmış bir topluluk hâline geldik. Rabbimiz! Bizi bu ateşten çıkar. Eğer tekrar küfre dönersek, o takdirde biz gerçekten kendimize zulmetmiş kimseler oluruz” (Mü’minûn 23/106-107) diyecekler. Yüce Allah da onlara:
“O ateş içerisinde aşağılık bir şekilde kalın ve sesinizi kesin. Bana bir tek kelime bile olsun söylemeyin!” (Mü’minûn 23/108) buyuracaktır.

وَسَكَنْتُمْ ف۪ي مَسَاكِنِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْاَمْثَالَ ﴿٤٥﴾
45: “Ad, Semûd gibi sizden önce yaşayıp kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturmuştunuz; onlara nasıl muâmele ettiğimiz size apaçık belli olmuştu; ayrıca her türlü misaller ve temsillerle size gerçekleri açıklamıştık.”
TEFSİR:
Âhiretin şiddetli azabını gören inkârcılar ve zâlimler, iman edip sâlih ameller işleyerek kendilerini bu azaptan kurtarabilmek için tekrar dünyaya dönmek isteyeceklerdir. Fakat artık böyle bir şey mümkün olmayacaktır. O halde hedef, dünyada iken peygamberlerin davetine icâbet etmek, olan bitenden ibret alıp gerçeği görmek ve âhirete eli boş gitmemektir. Şu âyet-i kerîmeler de bu husus daha açık bir şekilde beyân buyrulur:
“İnkâra saplanmış olanlara gelince, onlar için cehennem ateşi vardır. Ne haklarında ölüm kararı verilir ki ölüp de azaptan kurtulsunlar. Ne de tattıkları azaptan en küçük bir eksiltme ve hafifletme olur. Biz, Allah’ı ve nimetlerini inkâr eden her nankörü işte böyle cezalandırırız. Orada avazlarının çıktığı kadar yüksek sesle feryat edecekler: «Rabbimiz! Ne olur, bizi buradan çıkar ve dünyaya geri gönder de, daha önce yaptıklarımızın yerine sâlih ameller işleyelim!» Allah da onlara: «Size, düşünüp öğüt alacak bir kişinin, düşünüp öğüt alabileceği bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı bir peygamber de gelmişti. O halde tadın azabı! Artık zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur» buyuracak.»” (Fâtır 35/36-37)
Yine kâfirler:
“Rabbimiz! Biz azgınlığımızın ve taşkınlığımızın kurbanı olduk da doğru yoldan sapmış bir topluluk hâline geldik. Rabbimiz! Bizi bu ateşten çıkar. Eğer tekrar küfre dönersek, o takdirde biz gerçekten kendimize zulmetmiş kimseler oluruz” (Mü’minûn 23/106-107) diyecekler. Yüce Allah da onlara:
“O ateş içerisinde aşağılık bir şekilde kalın ve sesinizi kesin. Bana bir tek kelime bile olsun söylemeyin!” (Mü’minûn 23/108) buyuracaktır.
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْۜ وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ ﴿٤٦﴾
46: Hal böyleyken, onlar yine de, tuzak kurmaya devam ettiler. Bu tuzakları dağları yerinden oynatacak kadar güçlü kuvvetli bir şekilde tasarlanmış olsa bile, onların tuzaklarının cezası Allah’ın yanındadır; onları bir bir boşa çıkaracak ve asla başarıya eriştirmeyecektir.
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُو انْتِقَامٍۜ ﴿٤٧﴾
47: Rasûlüm! Öyleyse, sakın Allah’ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma! Çünkü Allah, karşı konulamaz kudret sahibidir ve inkârcılardan intikam alandır.
TEFSİR:
Önceden gelip geçen zalimler de, Resûlullah (s.a.s.) zamanındaki zâlimler de hakkı ortadan kaldırmak ve bâtılı yerleştirmek için ellerinden gelen bütün gayreti göstererek ve bilinen tüm meşrû sınırları çiğneyerek büyük entrikalar çevirmişler ve tuzaklar kurmuşlardır. Bundan böylede onların hakikat karşısındaki bu düzenbaz tavırları devam edecektir. Onların bu tuzakları, büyüklük ve şiddet bakımından dağları yerinden sökecek şekilde planlanmış olsa bile, Allah Teâlâ hepsini en ince ayrıntısına varıncaya kadar bildiği için onları bozacak, boşa çıkaracak ve cezalarını verecektir. O halde Allah hakkında sû-i zana düşmeyi gerektirecek bir durum yoktur. O, peygamberlerine verdiği yardım ve zafer sözünü mutlaka yerine getirecektir. (bk. Saffât 37/171-173; Mü’min 40/51) Çünkü O, va‘dettiği her şeyi yerine getirebilecek bir kuvvet sahibi olduğu gibi, intikam almak istediği zaman da onu engelleyecek hiç bir güç yoktur.

يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ ﴿٤٨﴾
48: O gün yer başka bir yerle, gökler de başka göklerle değiştirilir. İnsanlar da kabirlerinden kalkıp bir olan, her şeyi kudret ve hâkimiyeti altına alan Allah’ın huzurunda toplanırlar.
TEFSİR:
Kıyâmet günü birinci sûra üflendiğinde şu an mevcut olan yeryüzü üzerinde ve göklerde büyük bir inkılap, yıkım ve değişim meydana gelecektir. Yeryüzünün ve göklerin bu günkü şekli ve durumu tamâmen değişecek; o âleme mahsus kanunlara dayanan yepyeni bir âlem meydana gelecektir. Kıyâmetle ilgili âyet-i kerîmeler bu hususları tafsilatlı bir şekilde haber verir. Hülâsa etmek gerekirse: Yeryüzünün dağları yerinden sökülüp birbirine çarptırılarak un ufak olacak, denizleri kaynatılacak, taşacak, yeryüzü dümdüz olacak, üzerinde hiçbir eğrilik, girinti ve çıkıntı olmayacaktır. Gökyüzüne gelince, güneş ve ay tortop edilip dürülecek, ışıkları sönecek, yıldızlar dağılacak, erimiş bakır madeni gibi eriyip akacaktır. Neticede yeryüzü hesap yeri olarak tanzim edilecek, mizan kurulacak, bütün insanlar diriltilerek burada hesaba çekileceklerdir.
Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Kıyâmet gününde insanlar beyaz, hiç ayak basılmamış ve âdeta has undan yapılmış çöreğe benzeyen ve henüz kimsenin tanımadığı bir meydanda toplanacaktır.” (Buhârî, Rikâk 44; Müslim, Munafikîn 28)
Peki günah bataklığında ömürlerini heba etmiş inkârcı suçlular o gün ne durumda olacak:
وَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِۚ ﴿٤٩﴾
49: O gün, bütün hayatları günahla kararmış inkârcı suçluların birbirlerine yaklaştırılarak zincirlere vurulduğunu görürsün.
سَرَاب۪يلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ وَتَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُۙ ﴿٥٠﴾
50: Onların elbiseleri katrandan olacak, yüzlerini de ateş bürüyecektir
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ كُلَّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ ﴿٥١﴾
51: Allah, herkese kazandığının karşılığını vermesi için böyle yapacaktır. Şüphesiz ki Allah, hesâbı çok çabuk bitirendir.
TEFSİR:
Kâfirler, günahkârlar dünyada bozuk itikat ve kötü fiillerde birbirlerine yakın ve ortak oldukları gibi, kıyamet günü de birbirlerine yaklaştırılarak zincirlere vurulacaklardır. Veya her bir kâfir, bir şeytanla birlikte aynı zincire vurulacaktır. Yahut kâfirlerin elleri ve ayakları zincirlerle boyunlarına bağlanacaktır. Onların elbiseleri katrandan olacaktır. Bilindiği gibi katran; siyah, çirkin ve pis kokulu, süratle tutuşan, sıcak ve keskin bir sıvıdır. Elbette cehennemdeki katranı dünya katranıyla kıyaslamamak gerekir. Şüphesiz oradakinin sıcaklık derecesi, kokusu ve çirkinliği daha fazladır. İşte bu katran cehennemliklere sürülecek, bu onların âdeta elbisesi, gömleği ve şalvarı olacaktır. Bu yolla onlara çirkin bir renk, pis bir koku, şiddetli bir harâret ârız olacak ve onlara ateşte süratle tutuşma özelliği verilecektir. Hâsılı onların dünyada bulaştıkları yanlış itikatlar, yaptıkları günahlar, zulüm ve haksızlıklar âhirette katran hâlinde tecessüm ederek azaplarının şiddetlenmesine sebep olacaktır. Yüzlerini de ateş kaplayacaktır. “Öyle bir ateş ki, acısı tâ gönüllere işleyip yakar” (Hümeze 104/7) âyetinin haber verdiği gibi, ilk önce kalplerinden tutuşacak olan cehennem ateşi, yalnız içlerini yakmakla kalmayacak, bütün vücutlarını saracak ve en kıymetli uzuvları olan yüzlerini bürüyecektir. İşte insanların yaratılmalarının, dünya hayatında imtihan olmalarının, kıyametin, yeniden dirilişin, hesabın, cennet ve cehennemin varlığının hikmeti: “Allah’ın, her kuluna dünyadaki kazandıklarına göre âhirette bir karşılık verme” irade ve arzusudur.
هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِه۪ وَلِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ ﴿٥٢﴾
Karşılaştır 52: Bu Kur’an, insanların kendilerini bekleyen tehlikelerle uyarılmaları, Allah’ın bir tek ilâh olduğunu bilmeleri ve gerçek akıl sahiplerinin düşünüp öğüt almaları için yapılmış bir duyurudur.
TEFSİR:
Burada Kur’ân-ı Kerîm’in indirilmesinin hikmetlerinden üçüne yer verilir:
İnsanları Allah’ın azabına karşı uyarmak; ondan korunmak için nasıl davranacaklarını telkin etmek,
İnsanlara Allah’ın bir tek ilâh olduğunu, O’ndan başka kulluk yapılacak başka bir ilâhın olmadığını bildirmek,
Selim akıl sahiplerini, âyetleri üzerinde tefekkür etmeye, onlardan öğüt ve ibret almaya davet etmek.
Bu sebepledir ki şimdi ilâhî azapla uyarma, tevhide davet etme ve dinî hususları hatırlatma hikmetleriyle İbrâhim sûresinin bir tamamlayıcısı mâhiyetinde Hicr sûresi başlıyor:

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 26.12.2023 | Top

   

R'ad Süresi Meal Ve Tefsiri 1-15
İbrahim Süresi Meal Ve Tefsiri 21-33

Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz