R'ad Süresi Meal Ve Tefsiri 1-15
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 43 âyettir. Sûre, adını 13. âyette geçen “Ra’d” kelimesinde nalmıştır. “Ra’d” gök gürültüsü demektir. Sûrede başlıca Allah’ın birliği, peygamberlik, öldükten sonra dirilmek ve hesap ile müşriklerin İslâm hakkında ortaya attıkları şüpheler konu edilmektedir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada on üçüncü, iniş sırasına göre doksan altıncı sûredir. Muhammed sûresinden sonra, Rahmân sûresinden önce nâzil olmuştur; Mekke’de mi Medine’de mi indiği hakkında farklı rivayet ve tesbitler vardır. Mushaftaki tertibe göre sûrenin Mekke’de inmiş olan ve hurûf-i mukattaa ile başlayan sûrelerin arasına yerleştirilmiş olması, üslûbunun Mekkî sûrelere benzemesi, muhtevasında tevhid ilkeleri, müşriklerin kınanması ve yerilmesi gibi konuların yer alması sebebiyle Mekke’de inmiş olduğu rivayeti tercih edilmiştir; 31-32. âyetlerinin Mekke’de, diğerlerinin ise Medine’de indiğini, ayrıca tamamının Medine döneminde geldiğini söyleyenler de vardır.
Konusu
Ra‘d sûresinde Allah’ın varlığı, birliği, ilmi ve kudretinin aklî delillerle ispatı; evrenin sahibi ve ondaki tasarruf hususunda tek yetkili oluşu, bu sebeple ibadete lâyık ve müstahak tek mâbud oluşu, peygamberlik ve peygamberlerin doğrulukları, evlenme, çocuk sahibi olma gibi bazı nitelikleri, vahiy ve Kur’an-ı Kerîm’in hak oluşu, Kur’an’ın özellikleri, öldükten sonra dirilme, hesap verme, cennet ve cehennem, samimi müminlerin özellikleri, müşriklerin ortaya attığı şüpheler ve bunlara verilen cevaplar, Ehl-i kitabın Kur’an karşısındaki tutumu ile toplumların kaderini etkileyecek derecede önemli birçok ahlâkî konu, tabiat olayları ve gök cisimleri arasındaki ilâhî nizam vb. konular ele alınmıştır.
Fazileti
Rad suresi depresyon hastalığının iyileşmesinde etkilidir. Sureyi okuyanların içi ferahlar. Panik atak sorunu yaşayanlar kötü etkilerin hafiflediğini görür. Rad suresinin faziletleri arasında Allah ile arada var olan bağın güçleneceği yer alır.
Rad suresi 11 ayet ne icin okunur?
Kişinin önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır. Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir.
Rad suresi 13 ayet ne için okunur?
Yağmurdan fayda görenler onun gelmesine sevinirken, zarar görenler üzülürler. Bulutların elektrik yüklerinin çatışmasından gök gürültüsü doğar. 13. âyette gök gürültüsünün Allah'ı överek tesbih ettiği yani Allah'ın ortaklardan, noksan sıfatlardan uzak ve şanının yüce olduğunu ifade ettiği haber verilmektedir.
14.Ayet okunur;Evrendeki her şeyin yaratıcısı olan Allah, kullarına şah damarından daha yakındır, kalplerinden geçenleri dahi bilir; onların açıktan ve gizli yakarışlarını işitir, ihtiyaçlarını karşılar, istedikleri şey mevcut değilse yaratır.
Nitekim yüce Allah 27. âyetin son cümlesinde doğruyu arayıp ona yönelenleri yani tercihlerini bu yönde kullananları hidayete erdireceğini haber vermekte, 28. âyette ise doğru yolu arayanların vasıflarını bildirmektedir. Âyetin bağlamı dikkate alındığı takdirde Allah'ı zikretmekten maksadın Kur'an olduğu düşünülebilir.
Rad suresi 31 ayet ne için okunur?
Onunla insanları doğru yola erdirmek, onlara hakkı hak bâtılı bâtıl olarak göstermek, kalpleri Allah'ın zikriyle tatmin ve tenvir etmektir.
سْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم" Bismillahirrahmanirrahim(Rahman Ve Rahim oOlan Allahın Adıyla.)
الٓمٓرٰ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِؕ وَالَّـذٖٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١﴾
Meal
﴾1﴿ Elif-lâm-mîm-râ. İşte kitabın âyetleri. Rabbinden sana indirilen, gerçeğin ta kendisidir; fakat insanların çoğu inanmaz.
Tefsir
Başında hurûf-i mukattaanın bulunduğu sûrelerde (Bakara 2/1) bu harflerden sonra genellikle kitaptan, âyetlerden veya vahiyden söz edilir. Nitekim burada da aynı üslûp kullanılarak “İşte kitabın âyetleri” buyurulmaktadır. “Kitap”tan maksadın hangi kitap olduğu konusunda farklı görüşler olmakla birlikte müfessirlerin çoğunluğu bunun Kur’an olduğu, âyetlerin de Kur’an âyetleri veya sadece bu sûredeki âyetler olduğu kanaatindedir (İbn Kesîr, IV, 350; İbn Âşûr, XIII, 78; Elmalılı, IV, 2942). Bazı müfessirlere göre buradaki kitap bu sûreyi, âyetler de bu sûrenin âyetlerini ifade eder (Zemahşerî, II, 348). “Kitaptan maksat Kur’an’dan önceki kitaplardır” veya “Tevrat ve İncil’dir” diyenler de vardır (bk. Taberî, XIII, 91-92). Âyetleri okuyup anlayarak kitabın hak olduğu sonucuna varmayı teşvik amacıyla önce âyetlere dikkat çekilmiş, sonra kitabın hak olduğu söylenmiştir.
اَللّٰهُ الَّذٖي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَؕ كُلٌّ يَجْرٖي لِاَجَلٍ مُسَمًّىؕ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ ﴿٢﴾
Meal
﴾2﴿ Gökleri görebileceğiniz bir direk olmaksızın yükselten, sonra arşa istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah’tır; her biri belirlenmiş bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşleri Allah düzenliyor; âyetleri de açıklıyor ki rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.
Tefsir
“Gökler” anlamına gelen semâvât kelimesi yıldızların, güneş sistemlerinin ve galaksilerin kendi yörüngelerinde seyrettikleri uzayı ifade eder. Yüce Allah burada bir tabiat kanununa işaret etmekte, gökyüzündeki bu cisimleri bizim görebileceğimiz bir direk olmaksızın kudretiyle yükseltip yönettiğini haber vermektedir. O, bu büyük kütleleri uzay boşluğunda hareket eden bir sisteme bağlamış, bunları birbirinden uzak tutmak ve birbirine çarpmamalarını sağlamak için bu kütlelere merkezkaç kuvveti ve kütlesel çekim gücü yerleştirmiş, böylece bir denge sağlamak suretiyle bunların sonsuz olarak birbirlerinden uzaklaşmalarını veya birbiri üzerine düşmelerini önlemiştir. Nitekim Hac sûresinin (22) 65. âyetinde Allah Teâlâ “Kendi izni olmadıkça yer kürenin üzerine düşmemesi için göğü tutan da O’dur” buyurarak bu cisimler arasındaki ilâhî nizama işaret etmiştir (bu konuda bk. Bakara 2/22, 29, 164; Allah’ın arşa istivâ etmesi konusunda bilgi için bk. A‘râf 7/54)
Âyette Allah’ın güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdiği, bunları kullarının hizmeti için yarattığı, her birinin belirlenmiş bir vakte yani kıyamete kadar akıp gideceği bildirilmektedir (güneş ve ayın hareketleri hakkında bilgi için bk. Yâsîn 36/38-40). Yukarıda da belirtildiği üzere bu cisimler durağan değil hareket halinde bir sisteme bağlı bulunmaktadır. Ay dünya çevresinde, dünya güneş çevresinde, güneş ise uydularıyla birlikte bir sistem olarak kendi yörüngesinde belirli bir süreye kadar akıp gidecektir. Bu ifade dünyanın hatta yaratılmış âlemin sonlu olduğuna işaret eder. Ayrıca âyet bütün olarak evrendeki oluşum ve değişimlerin, bunlarla ilgili “tabiat kanunları” denilen yasaların tabiatın özünden kaynaklanmayıp Allah’ın sonsuz ilim, irade, kudret ve hikmetinin eserleri olduğunu da gösterir. “İşleri Allah düzenliyor” meâlindeki cümle bunu açıkça ifade etmektedir. Bütün bunlar Allah’ın kudretini gösteren alâmetlerdir. Allah bunları açıklıyor ki insanlar onun kudretini tanısın ve evreni yaratıp yöneten Allah’ın insanları öldükten sonra diriltip huzurunda toplayabileceğine ve dünyada yaptıklarından hesaba çekebileceğine kesin olarak iman etsinler.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 271
وَهُوَ الَّذٖي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ فٖيهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًؕ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فٖيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَؕ اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٣﴾
Meal
﴾3﴿ Yeryüzünü enine boyuna uzatan, onda sabit dağlar ve ırmaklar meydana getiren, orada meyvelerin her birinden çifter çifter yaratan O’dur. Geceyi de gündüzün üzerine O bürüyüp örtüyor. Düşünen insanlar için şüphesiz bütün bunlarda ibretler vardır.
Tefsir
Bir önceki âyette Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren gökyüzündeki delillere değinilmişti. Burada da aynı konularla ilgili olarak yer küresindeki deliller ele alınmaktadır.
Yeryüzünün enine boyuna uzatılmasından maksat, yer küresinin çeşitli jeolojik oluşumlar neticesinde bugünkü halini alması ve arazi yapısı itibariyle üzerinde dolaşmaya, barınmaya, korunmaya, ziraat yapmaya ve beşerî ihtiyaçların gereği olan başkaca faaliyetlerde bulunmaya, uygarlık kurmaya elverişli kılınması, kısaca gerek insan gerekse diğer canlıların hayatlarını sürdürmeleri için lüzumlu olan özellikleri taşır hale getirilmesidir.
Allah Teâlâ’nın yeryüzünü yaşamaya elverişli olarak yaratmış olması, bunun için yer küresinin dengesini sağlayacak dağlar, tarım ve hayvancılığa elverişli ovalar, vadiler, yaylalar, nehirler, çeşit çeşit meyveler meydana getirmiş olması, O’nun büyüklüğünü ve kudretini gösteren delillerdir. Allah canlı varlıkları erkekli dişili yarattığı gibi bitkileri de erkekli dişili yaratmıştır. Bitkiler de erkek ve dişi tohumların birleşmesiyle ürün verir. Bazı türlerde erkek ve dişi organlar ayrı bitkilerde olduğu halde çoğunda aynı çiçekte olur. Bunlar Allah’ın kudretini gösteren delillerdir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 272
وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخٖيلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍࣞ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِؕ اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿٤﴾
Meal
﴾4﴿ Yeryüzünde birbirine komşu parçalar, üzüm bağları, ekinler; sürgünlü-çatallı ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır; hepsi bir tek su ile sulanır. Böyle iken üründe bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan insanlar için ibretler vardır.
Tefsir
Bunlar yeryüzündeki birbirine komşu, bitişik veya birbirinden uzak kıtalar ve bölgeler olup her birinin kendine özgü özellikleri vardır. Şekilleri, renkleri, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, verimlilikleri farklı olduğu gibi üzerinde yaşayan canlılar ve bitkiler de farklıdır. Bir tek kökten bazan bir tek gövdeli (çatalsız) ağaç meydana gelirken bazan da çatallanarak veya ayrı sürgünler vererek çatallı veya birden fazla ağaç meydana gelmekte, dal budak salarak büyümekte ve ürün vermektedir. Her bir ağaç aynı suyu gövdesine aldığı halde ondan kendisine yüklenen programa uygun olarak farklı yararlanmakta ve şekli, rengi, tadı farklı meyveler vermektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 272
وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً ءَاِنَّا لَفٖي خَلْقٍ جَدٖيدٍؕ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذٖينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ فٖٓي اَعْنَاقِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ ﴿٥﴾
Meal
﴾5﴿ Eğer şaşacağın bir şey varsa o da onların, “Biz toprak olduğumuz zaman gerçekten yeniden mi yaratılacakmışız?” demeleridir. Onlar, rablerini inkâr edenlerdir; onlar boyunlarında demir halkalar bulunanlardır; onlar cehennemliklerdir; orada ebedî kalacaklardır!
Tefsir
Bunca deliller bu evreni yaratan bir gücün varlığını göstermesine rağmen, Allah’ın inkâr edilmesi nasıl şaşırtıcı ise öldükten sonra dirilmeye inanmamak da o kadar şaşırtıcıdır. Şüphe yok ki evreni ve hayatı yaratan Allah, ölümden sonra hayatı yeniden yaratacak güce sahiptir. Âyet-i kerîme Allah’ın kudret ve hikmetini inkâr eden o kâfirlerin mantıkî tutarsızlığına işaret ve âhiretteki durumlarını tasvir etmekte, boyunlarına takılan halkalarla güdüleceklerini ve cehenneme sürüleceklerini haber vermektedir. Âyet mecaz olarak alındığı takdirde inkârcıların, tabuların ve şartlanmışlıkların tutsağı olduklarını ifade eder. Bu anlamı destekleyen başka âyetler de vardır (meselâ bk. Yâsîn 36/8).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 273-274
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ ﴿٦﴾
6: Kâfirler senden, iyilikten önce kötülüğün bir an önce gelmesini istiyorlar. Halbuki kendilerinden öncekilerin başına da nice ibret verici olaylar gelip geçti. Elbette senin Rabbin, zulüm ve haksızlıklarına rağmen insanlara karşı çok bağışlayıcıdır. Bununla birlikte senin Rabbinin cezalandırması da çok şiddetlidir.
TEFSİR:
Kâfirler, Peygamber (s.a.s.)’in müjdelediği iyi şeyleri; iman ve amel, hidâyet, afiyet, ilâhî yardım, sevap, rahmet ve ihsan gibi güzellikleri bir kenara bırakırlar. Bunu talep etmez ve bu güzelliklere erişmek için gayret göstermezler. Aksine Peygamber (s.a.s.)’in kendilerini uyardığı azabın, musibet ve felaketlerin bir an önce başlarına gelmesini isteyip dururlar. Halbuki geçmişte kendileri gibi nankör ve münkirlerin başlarına âleme ibret olacak ne çetin azaplar inmiştir. Onlardan ibret almazlar da bir an önce kötülüğün gelmesini isterler. Zulümlerine devam ederler. Buna rağmen sonsuz sabır ve hilim sahibi Rabbimiz, hemen onları cezalandırmaz; tevbe etmeleri için onlara mühlet verir. Halbuki, “Eğer Allah insanları zulümleri sebebiyle hemen cezalandırsaydı, yerin üzerinde kıpırdayan hiçbir canlı varlık bırakmaz hepsini yok ederdi; fakat onları belli bir süreye kadar ertelemektedir. Süreleri dolduğu zaman artık onu ne bir an geciktirebilirler, ne de bir an öne alabilirler” (Nahl 16/61) Şunu da unutmamak lazım ki, Rabbimizin azabı da çok şiddetlidir. Sabreder, hilim gösterir, mühlet verir; fakat bütün bunlara rağmen fırsatları değerlendirmeyip zulümden vazgeçmeyenleri çok şiddetli bir şekilde cezalandırır.
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟ ﴿٧﴾
7: Kâfirler: “Ona Rabbinden bir mûcize indirilmeli değil mi” diyorlar. Rasûlüm! Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavmin de bir yol göstereni vardır.
TEFSİR:
Kâfirler, Resûlullah (s.a.s.)’in tebliğ ettiği o yüce hakikatleri aklî delillerle bir türlü anlayamıyorlardı. Onun yüksek karakterinden, eşsiz ahlâk-ı hamîdesinden ve cahiliye toplumu içerisinde kısa zamanda gerçekleştirdiği muazzam inkılaptan bir ders çıkaramıyorlardı. Yine Kur’an’da, câhiliye hurafelerinin ve bir türlü vazgeçemedikleri şirk dininin ne nispette bâtıl olduğunu göstermek üzere ortaya konan aklî delilleri de anlamak istemiyorlardı. Kendilerine düşeni yapmaktan imtina ediyor, iki de bir Efendimiz’den muşahhas mûcizeler göstermesini istiyorlardı. Halbuki Peygamberimizin asıl vazifesi, her istendiği zaman mûcize göstermek değil, insanları Allah’ın azabına karşı uyarmak; onları her türlü haksızlık, sapıklık ve eğrilikten sakındırmaktır. Aynı şekilde Allah Teâlâ her kavme, onları doğru yola davet edecek bir rehber göndermiştir. (bk. Fâtır 35/24)
اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ ﴿٨﴾
8: Allah, her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin neyi eksiltip neyi artıracağını bilir. O’nun katında her şey bir ölçü iledir.
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ ﴿٩﴾
9: O, duyular ötesini de, duyuların algı sahasına gireni de hakkiyle bilendir. O, ululardan ulu, yücelerden yücedir.
سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ ﴿١٠﴾
10: Allah’ın ilmine göre sizden birinin niyet ve sözlerini gizlemesiyle onu açığa vurması, yine içinizden birinin gecenin karanlıkları içinde saklanmasıyla güpegündüz ortalıkta gezip dolaşması arasında hiçbir fark yoktur.
TEFSİR:
Gerek insan, gerek hayvan, gerekse bitkilerden olsun, Allah Teâlâ, hangi dişinin neye hâmile kaldığını, hangi tohumdan döllendiğini, helâlden mi yoksa haramdan mı olduğunu bilir. Onun erkek mi dişi mi, yaşayacak mı yaşamayacak mı, saîd mi şakî mi olacağını da bilir. O, hâmile kaldıktan sonra rahimlerin tüm faaliyetlerinden haberdardır. Rahimlerin nasıl çalıştığını, hangi maddeleri üretip hangi toksinleri attığını, hangilerini salgılayıp ceninin gelişmesine yardımcı olduğunu bilir. Yine O, doğacak çocuğun erken mi, geç mi, yoksa tam vaktinde mi doğacağını; bir tane mi, ikiz mi veya daha fazla mı olacağını bilir. Çünkü Allah Teâlâ görüneni ve görünmeyeni, duyular alanına gireni ve girmeyeni aynı şekilde bilmektedir. O’nun ilmine göre bir şeyi gizlemek veya açıklamak, yine bir işi geceleyin gizlice yahut gündüzün açıktan yapmak arasında hiçbir fark yoktur. Cenâb-ı Hak hepsini aynı seviyede ve en iyi şekilde bilir.
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ ﴿١١﴾
11: Her bir insanın önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçi melekler vardır. Bir toplum, içinde bulundukları iyi hâli değiştirmedikçe, Allah, onlara olan nimetini değiştirmez. Fakat Allah, bir topluma kendi günahları yüzünden bir kötülük dilediği zaman, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onları, Allah’tan başka koruyacak kimse de bulunmaz.
TEFSİR:
Cenâb-ı Hak, her bir insana, onu önünden ve arkasından takip eden bekçi melekler tayin etmiştir. Bunların, Allah’ın emriyle yerine getirdikleri iki mühim vazifeleri vardır: Birincisi, insanın tüm yaptıklarını, konuştuklarını, hal ve hareketlerini kaydetmek. İkincisi, görevli oldukları insanı koruyup muhafaza etmek. Bu hususta Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Sizi gece gözetleyen, gündüz gözetleyen melekler vardır. Bunlar sabah namazında ve ikindi namazında buluşurlar. Geceleyin aranızda kalmış olanlar Allah’ın huzuruna çıkarlar. Allah Teâlâ, kullarının halini çok iyi bildiği halde, meleklere:
«–Kullarımı ne halde bıraktınız?» diye sorar. Melekler:
«–Yanlarına vardığımızda namaz kılıyorlardı, yanlarından ayrıldığımızda da yine namaz kılıyorlardı, onları hep namaz kılarken gördük» derler.” (Buhârî, Mevâkît 16; Müslim, Mesâcid 210)
Rivayete göre bir adam Hz. Ali’ye gelip: “Seni öldürmek isteyenler var, güvenlik tedbiri alsan herhalde iyi olur” der. Hz. Ali ona şu cevabı verir: “Her insanla birlikte onu kaderinde olmayan şeylerden koruyan iki melek vardır. Fakat kader geldiğinde melekler kişi ile kaderin arasından çekilirler. Şüphesiz ki ecel sağlam bir kalkandır; eceli gelmeyen ölmez.” (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XIII, 156)
Âyet-i kerîmede temas edilen diğer bir husus da, toplumların iyi hallerinin kötüleşmesinde geçerli olan ilâhî kanundur. Buna göre bir millet, kendilerinde bulunan iyi ahlâk ve meziyetleri değiştirip isyana dalmadıkça, Allah onların elindeki nimetleri değiştirmez. Fakat bir millet ahlâkını bozar, kötülük ve şerlere dalar, isyan yolunu tutarsa Allah da onlara lütfettiği nimetleri ellerinden alır, perişan olurlar. Çünkü Allah, şartlar oluşup bir milleti cezalandırmak istediği zaman onu durduracak hiçbir kuvvet yoktur. (bk. Enfâl 8/53)Şunlar da son derece ibret ve dehşet verici hâdiseler olarak gözlerimizin önünde arz-ı endâm ederler:
Ömer Çelik Tefsiri
هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَۚ ﴿١٢﴾
12: Size şimşeği hem korku verecek hem de bereketli yağmurların müjdecisi olarak ümide sevk edecek şekilde gösteren ve yağmur yüklü ağır bulutları meydana getiren O’dur.
TEFSİR:
Bu âyet-i kerîmelerde Cenâb-ı Hak ibret için bir kısım tabiat hâdiselerine temas etmekte ve bunların hepsinin Allah’ın emrine imtisal ile gerçekleştiğini haber vermektedir. Bu hâdiselerden biri şimşeğin çakmasıdır. Şimşek, bulutların sürtüşmesinden doğan elektrik şeraresi olup, genellikle yağmurdan önce gözükür. O, hem yağmurun müjdecisi hem de yıldırımın habercisidir. Onu görenler bir taraftan yıldırıma çarpılmaktan korkarlar, bir taraftan da yağmura kavuşacaklarına sevinirler. Yahut korku ve ümit ayrı ayrı kimselerde olur. Mesela tarlada ekini olanlar ve yağmurun yağmasını bekleyenler sevinirler. Fakat açıkta kerpici veya çimentosu olanlar, yağacak yağmurun yaptıklarını harap etmesinden korkarlar.
Söz konusu edilen bir diğer tabiat hâdisesi bulutların oluşumudur. Allah Teâlâ yağmur yüklü ağır bulutları birbiri üzerine yığar. Bunların sürtüşmesinden gök gürültüsü meydana gelir. Bu da Allah’ı överek tesbih eder; kendisinin bir tesadüf neticesi değil, nihayetsiz ilim, hikmet ve kudret sahibi Allah’ın ince kanunlarıyla meydana geldiğini söyler. İbret kulağıyla dinleyenler, haykırışından onun ne demek istediğini anlarlar. Kâinatta vuku bulan her türlü hâdise de bunun gibidir. Nitekim âyet-i kerîmede: “Allah’ı hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız. Şüphesiz ki O, ceza vermekte hiç acele etmeyen ve çok bağışlayandır” (İsrâ 17/44) buyrulur. Peygamberimiz (s.a.s.) gök gürlediği zaman: “Gök gürültüsünün hamd ile tesbih ettiği Allah’ı tenzih ederim” (Muvatta, Kelam 26) derdi. Gök gürültüsü iyice şiddetlendiği zaman ise: “Allahım! Bizi gazabınla öldürme, azabınla helak etme. Bize bundan önce âfiyet ver” (Buhârî, Edeb 76; Müslim, Birr 107-108) diye dua ederdi.
Hak Teâlâ, kullarını ikaz sadedinde, yıldırımları dilediği kimselere isabet ettirip onları helak edebileceğini, dolayısıyla bu muazzam olayları yaratan sonsuz kudret karşısında itirazı bırakıp teslimiyet göstermelerini ister. Zira O’nun çok şiddetli kuvvet ve kudretine, benzersiz azap ve yakalamasına, son derece ince plan ve proğramını tatbikine kimsenin karşı durabilmesi mümkün değildir.
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪ وَالْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ خ۪يفَتِه۪ۚ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُص۪يبُ بِهَا مَنْ يَشَٓاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّٰهِۚ وَهُوَ شَد۪يدُ الْمِحَالِۜ ﴿١٣﴾
13: Gök gürültüsü Allah’ı överek O’nun yüceliğini haykırır. Melekler de O’nu korku ve saygıyla tesbih ederler. O, yıldırımları gönderip, bunlarla dilediğini çarpar öldürür. Hal böyleyken hâlâ kâfirler, Allah’ın birliği hakkında tartışıp durmaktadırlar. Oysa Allah, zâlimlerin hilelerini başlarına geçirip onları cezalandırmada şiddetli bir kudrete ve kuvvete sahiptir.
TEFSİR:
Bu âyet-i kerîmelerde Cenâb-ı Hak ibret için bir kısım tabiat hâdiselerine temas etmekte ve bunların hepsinin Allah’ın emrine imtisal ile gerçekleştiğini haber vermektedir. Bu hâdiselerden biri şimşeğin çakmasıdır. Şimşek, bulutların sürtüşmesinden doğan elektrik şeraresi olup, genellikle yağmurdan önce gözükür. O, hem yağmurun müjdecisi hem de yıldırımın habercisidir. Onu görenler bir taraftan yıldırıma çarpılmaktan korkarlar, bir taraftan da yağmura kavuşacaklarına sevinirler. Yahut korku ve ümit ayrı ayrı kimselerde olur. Mesela tarlada ekini olanlar ve yağmurun yağmasını bekleyenler sevinirler. Fakat açıkta kerpici veya çimentosu olanlar, yağacak yağmurun yaptıklarını harap etmesinden korkarlar.
Söz konusu edilen bir diğer tabiat hâdisesi bulutların oluşumudur. Allah Teâlâ yağmur yüklü ağır bulutları birbiri üzerine yığar. Bunların sürtüşmesinden gök gürültüsü meydana gelir. Bu da Allah’ı överek tesbih eder; kendisinin bir tesadüf neticesi değil, nihayetsiz ilim, hikmet ve kudret sahibi Allah’ın ince kanunlarıyla meydana geldiğini söyler. İbret kulağıyla dinleyenler, haykırışından onun ne demek istediğini anlarlar. Kâinatta vuku bulan her türlü hâdise de bunun gibidir. Nitekim âyet-i kerîmede: “Allah’ı hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız. Şüphesiz ki O, ceza vermekte hiç acele etmeyen ve çok bağışlayandır” (İsrâ 17/44) buyrulur. Peygamberimiz (s.a.s.) gök gürlediği zaman: “Gök gürültüsünün hamd ile tesbih ettiği Allah’ı tenzih ederim” (Muvatta, Kelam 26) derdi. Gök gürültüsü iyice şiddetlendiği zaman ise: “Allahım! Bizi gazabınla öldürme, azabınla helak etme. Bize bundan önce âfiyet ver” (Buhârî, Edeb 76; Müslim, Birr 107-108) diye dua ederdi.
Hak Teâlâ, kullarını ikaz sadedinde, yıldırımları dilediği kimselere isabet ettirip onları helak edebileceğini, dolayısıyla bu muazzam olayları yaratan sonsuz kudret karşısında itirazı bırakıp teslimiyet göstermelerini ister. Zira O’nun çok şiddetli kuvvet ve kudretine, benzersiz azap ve yakalamasına, son derece ince plan ve proğramını tatbikine kimsenin karşı durabilmesi mümkün değildir.
لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَج۪يبُونَ لَهُمْ بِشَيْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِه۪ۜ وَمَا دُعَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ ﴿١٤﴾
14: Gerçek dua ve ibâdet, ancak Allah’a yapılan dua ve ibâdettir. Müşriklerin, O’ndan başka yalvardıkları putlar, kendilerine hiçbir şekilde karşılık veremez. Onların durumu, tıpkı ağzına su gelsin diye iki avucunu açık bir şekilde suya doğru uzatıp öylece bekleyen kimse gibidir. Oysa bu şekilde onun ağzına su hiçbir zaman gelmeyecektir. İşte kâfirlerin duası da hep böyle boşa gider.
TEFSİR:
Gerçek davet Hakk’ın davetidir. Ona doğru koşmak ve ona icâbet etmek gerekir. Gerçek dua da, Allah’a yapılan duadır. Onun dışındakiler, yapılan dualara hiçbir şeyle ve hiçbir şekilde karşılık veremezler. Sonra Allah Teâlâ, kendisinden gayrisine tapan ve dua edenlerin durumlarını şöyle canlı bir tablo ile canlandırmaktadır:
Sahnede bir insan bulunmaktadır. Bu kişi, oldukça susamış ve neredeyse susuzluktan nefesi kesilmiştir. Yine oracıkta yüksek bir gözeden şırıl şırıl tertemiz bir su akmaktadır. Adam ağzını açmış, susuzluktan bitap düşmüş bir halde suyun yanına varıyor. Ağzını uzatıp suyu içecek yerde öyle yapmıyor. Tersine, ağzına ulaşsın diye iki kolunu suya doğru uzatıyor. Daha ilginci elleri ve parmaklarının aralıkları da açık bir şekilde bunu yapıyor. Bu yolla ağzına suyun ulaşıp susuzluktan kurtulması mümkün değildir. Çünkü parmakları birbirinden iyice ayrılmış açık bir elde su asla durmaz. Adam öyle susuzluktan ağzı kurumuş, kolları da suya doğru uzanmış, elleri suyun altında açık bir tarzda sahnede bekliyor, biz de onu bu haliyle izliyoruz. İşte Allah’ı inkâr eden kâfirlerin, O’nun dışındaki varlıklara tapınmaları ve yalvarmaları da böyledir.
Temsilden şöyle bir mâna çıkarmak da mümkündür: Şimdi su cansızdır. Ellerini kendine uzatan kimseyi, onun susuzluğunu ve ihtiyacını hissetmez, görmez. O kimseye karşılık vermeye ve onun ağzına kendiliğinden ulaşmaya güç yetiremez. Aynı şekilde kâfirlerin dua ettikleri putlar da cansızdır, onların dualarını duyamaz, onlara karşılık veremezler. Onlara bir fayda vermeye de güçleri yetmez. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XIX, 29) Bu haliyle suya kavuşup susuzluğunu gidermek isteyen ve bu uğurda çırpınan kişinin uğraşıları boşuna olduğu gibi, Allah’tan başkalarına dua edenlerin duaları da boşunadır.
وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ ۩ ﴿١٥﴾
15: Göklerde ve yerde her kim ve her ne varsa, isteyerek veya zorunlu olarak, hem kendileri hem de gölgeleri sabah akşam dâimâ yalnızca Allah’a secde ederler.
TEFSİR:
Göklerde ve yerde bulunan herkes ve her şey, zorunlu olarak Allah Teâlâ’nın koymuş olduğu kanunlara uymak ve ona itaat etmek mecburiyetindedir. Mü’mini de kâfiri de bu kaideye tâbidir. Ancak mü’minle kâfirin secdesi, itaat ve teslimiyeti arasındaki fark, mü’minin imandan neş’et eden kalbî bir şevk ve heyecan içinde, zevkine ve şuuruna vararak itaat etmesi, kâfirin ise bunu arzusu hilafına zorla yapmasıdır. Her ne kadar gönülden istemese de kâfirin, kendisini kuşatan bu ilâhî kanunlara karşı gelmesi takatinin sınırlarını aşmaktadır. Diğer taraftan, varlıkların sadece kendileri değil aynı zamanda gölgeleri de, sahiplerinin kalbî durumlarına bağlı olarak, isteyerek veya istemeyerek Allah’ın kanunlarına teslim olur, O’nun emrine itaat ederler. “Gölgelerin secde etmesi”, Allah’ın emriyle onların sabahları batıya doğru, akşamları ise doğuya doğru mütemâdiyen düşüyor olmalarıdır. Bu da onların belli bir kanuna tâbi olduklarını gösterir. Ayrıca burada akıl ve ruhlara göre, beden ve cesetlerin birer gölge durumunda olduklarına işaret vardır. Çünkü ruhlar nûrânî, cisimler zulmanîdir.
Tüm varlığın kendi kudret kabzasında olduğunu bildirdikten sonra Cenab-ı Hak, rabliğinin ve ilahlığının daha net anlaşılabilmesi için müşriklere peşpeşe şu susturucu soruların sorulmasını ister: