Abese Süresi Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 42 âyettir. Sûre, adını birinci âyetteki “abese” fiilindenalmıştır. “Abese”, “yüzünü ekşitti” demektir. Sûrede başlıca, itikat, peygamberlik,Allah’ın kudreti ve kıyamet hâlleri konu edilmektedir
Nuzül
Mushaftaki sıralamada sekseninci, iniş sırasına göre yirmi dördüncü sûredir. Necm sûresinden sonra, Kadir sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Rivayete göre bir gün Hz. Peygamber müşriklerin ileri gelenlerinden birine dini anlatırken yanlarına müminlerden görme engelli Abdullah İbn Ümmü Mektûm gelmiş ve Hz. Peygamber’e yaklaşarak Kur’an âyetlerinden bir kısmını kendisine tekrarlamasını veya onları açıklamasını istemişti. Etkisi azalacağı için konuşmasının kesilmesinden huzursuz olan Hz. Peygamber Abdullah’a ilgi göstermemiş, bunun üzerine bu sûrenin Resûlullah’ı uyaran ilk on âyeti inmiştir (Tirmizî, “Tefsîr”, 73; Taberî, XXX, 32-33).
Konusu
Abdullah İbn Ümmü Mektûm olayını hatırlatan ve bu konuda Hz. Peygamber’in uyarıldığı âyetlerle başlayan sûrede daha sonra kıyamet, öldükten sonra dirilme, vahiy ve peygamberlik konuları üzerinde durulmuştur.
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
Bismillahirrahmanirrahim/Rahman Ve Rahim Olan Allahın Adıyla..
عَبَسَ وَتَوَلّٰىۙ ﴿١﴾ Abese ve tevalla)﴾1﴿ Yüzünü ekşitip başını çevirdi.
Tefsiri
اَنْ جَٓاءَهُ الْاَعْمٰىؕ ﴿٢﴾ (En ca ehul A'ma.﴾2﴿ Görme engelli o kişi geldi diye.
(وَمَا يُدْرٖيكَ لَعَلَّهُ يَزَّكّٰىۙ ﴿﴾٣﴾(Ve ma Yudrike leallehu yezzekka)
اَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنْفَعَهُ الذِّ كْرٰىؕ ﴿٤﴾﴾3﴿ Ama (ey Peygamber!) Sen nereden bileceksin, belki o kendini arındıracaktı.
اَمَّا مَنِ اسْتَغْنٰىۙ ﴿٥﴾(Emma menisteğna)
فَاَنْتَ لَهُ تَصَدّٰىؕ ﴿٦﴾(fe ente lehu tesadda)﴾5,6﴿ Ama (ey Peygamber!) Sen nereden bileceksin, belki o kendini arındıracaktı.
وَمَا عَلَيْكَ اَلَّا يَزَّكّٰىؕ ﴿٧﴾(﴾7﴿(Ve ma aleyke ella yezzekka) Onun arınmamasından sen sorumlu tutulmayacaksın ki!
وَاَمَّا مَنْ جَٓاءَكَ يَسْعٰىۙ ﴿٨﴾(Ve emma men caeke yesa)Sana koşarak geleni,
وَهُوَ يَخْشٰىۙ ﴿٩﴾Ve huve yahşa)(o korkuyor)saygı duyurken,
فَاَنْتَ عَنْهُ تَلَهّٰىۚ ﴿١٠﴾Fe ente anhu telehha)Gönlünde Allah korkusu taşıyarak koşup sana geleni umursamıyorsun!
Hz. Peygamber putperest önderlerin ikna edilmesi halinde onları izleyen halkın İslâm’ı daha kolay benimseyecekleri düşüncesiyle onlarla da meşgul oluyordu. Böyle biriyle yaptığı görüşmenin ortasında yanlarına gelen görme engelli sahâbî Abdullah İbn Ümmü Mektûm’un kendisine yönelttiği sorudan rahatsız olarak yüzünü ekşitmiş, ona cevap vermemişti. Bunun üzerine Allah Teâlâ, resulünü âyetlerdeki sitemli ifadelerle uyardı. Bundan etkilenen Hz. Peygamber’in, daha sonra zaman zaman Abdullah’ı gördüğünde, “Kendisinden dolayı rabbimin beni azarladığı şahsa merhaba!” diyerek ona iltifatta bulunduğu rivayet edilir (Hattâbî, Me‘âlimü’s-Sünen, III, 3; Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, X, 131; Begavî, Tefsîru’l-Beğavî, V, 210). Bu vb. bazı iltifatlarının yanında, sefere çıktığında iki defa yerine Medine’de kalanlara namaz kıldırmak üzere Abdullah’ı görevlendirdiği de rivayet edilmiştir (Zemahşerî, IV, 217).
Birkaç âyette Hz. Peygamber’in “zelle” denilen bazı hataları hatırlatılmış ve düzeltilmiştir (meselâ buna yakın bir uyarı örneği için bk. Tevbe 9/43). Ancak bunlar içinde nisbeten sert bir üslûp taşıyan tek öğüt ve uyarı konumuz olan âyetlerdedir. Bu âyetler, vahyin objektifliğini ve peygamberin insanlığa kendi istek ve düşüncelerini değil, ilâhî vahyi tebliğ ettiğini, ayrıca onun bir ilâh gibi yanılgısız sayılmaması gerektiğini göstermesi bakımından son derece anlamlıdır. Bunun kadar önemli bir husus da Resûlullah’ın, kendi tutumunu eleştiren bu âyetleri, en ufak bir kaygı ve komplekse kapılmadan halka okuması, duyurmasıdır. Bu da onun dâvetindeki samimiyetini, hakikat sevgisini ve üstün ahlâkını gösterir.
“Kendini her bakımdan ihtiyaçsız gören” diye çevirdiğimiz 5. âyet Mekke’nin ileri gelen zenginlerinin ve kabile reislerinin hâkim karakterini ifade eder. Bunlar mal ve adamlarının çokluğu sebebiyle büyüklük taslayarak inkârcılıkta devam ediyor, Allah ve peygamberinin kendilerine doğru yolu göstermelerine ihtiyaçlarının olmadığını söylüyor veya böyle bir tutum sergiliyorlardı. Allah korkusu ile huzuruna gelen görme engelli kişi ise Kur’an’ın nuruyla aydınlanarak cehaletten kurtulmak ve günahlardan arınmak istiyordu.
كَلَّٓا اِنَّهَا تَذْكِرَةٌۚ ﴿١١﴾(kella inneha tezkireh)﴾11﴿ Hayır! Şüphesiz bu âyetler birer öğüttür.
فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۘ ١٢﴾(﴾12﴿ (Femen şa e zekereh)Dileyen ondan öğüt alır.
Şevkânî, 11. âyetin başındaki “hayır!” uyarısının açılımını şöyle ifade eder: Artık bundan sonra böyle hatalar yapma; zengine dönüp onunla ilgilenirken fakire ilgisiz kalma (V, 443). Aynı âyette birer öğüt olduğu bildirilen “bu âyetler” ifadesiyle sûrenin başındaki uyarıcı ve eğitici on âyetin veya sûrenin tamamının kastedildiği anlaşılmaktadır. “Dileyen ondan öğüt alır” meâlindeki 12. âyette ise şu iki noktaya dikkat çekilmiştir: a) Bu uyarı, yalnız Resûlullah’a değil, onun şahsında bütün ümmetine ve insanlığa yöneliktir. b) Uyarıyı dikkate alıp yanlışını düzeltmek de hiçe sayıp hatalarında ısrar etmek de insanın kendi iradesine bağlıdır, sonucunu da buna göre alacaktır.
فٖي صُحُفٍ مُكَرَّمَةٍۙ ﴿١٣﴾(Fi suhufimmutahereh)﴾13﴿ O, mukaddes sayfalardadır;
مَرْفُوعَةٍ مُطَهَّرَةٍۙ ﴿١٤﴾Merfuatimutahereh)﴾14﴿ Yüce makamlara kaldırılmış, tertemiz sayfalarda.
بِاَيْدٖي سَفَرَةٍۙ ﴿١٥﴾Bi eydi sefereh)
كِرَامٍ بَرَرَةٍؕ ﴿١٦﴾Kiramimberereh)﴾15-16﴿ Seçkin ve erdemli elçilerin ellerinde.
“Mukaddes sayfalar”dan maksat Kur’an’ı içeren sayfalardır; Kur’an ilim ve hikmet ihtiva eden ilâhî bir kelâm olduğu için Allah katında şanı yüce ve değerlidir. Mukaddes sayfalardan maksadın “levh-i mahfûz” veya “önceki peygamberlerin kitapları” olduğunu söyleyenler de vardır (bk. Şevkânî, V, 444; ayrıca krş. A‘lâ 87/18-19).
“Seçkin ve erdemli elçiler” diye tercüme ettiğimiz sefere (tekili: sefîr) kelimesini müfessirler, “yüce Allah’tan Hz. Peygamber’e vahiy getiren melekler, kulların amellerini yazan melekler (kirâmen kâtibîn), kitapları okuyanlar (kurrâ), Kur’an’ı yazan sahâbîler” gibi farklı anlamlarda yorumlamışlardır (Şevkânî, V, 444). Kelimeyi, “peygamberler, Kur’an’ı melekût âleminde kaydeden ve koruyan melekler” olarak anlamak da mümkündür.
“Mukaddes sayfalar”dan maksat Kur’an’ı içeren sayfalardır; Kur’an ilim ve hikmet ihtiva eden ilâhî bir kelâm olduğu için Allah katında şanı yüce ve değerlidir. Mukaddes sayfalardan maksadın “levh-i mahfûz” veya “önceki peygamberlerin kitapları” olduğunu söyleyenler de vardır (bk. Şevkânî, V, 444; ayrıca krş. A‘lâ 87/18-19).
“Seçkin ve erdemli elçiler” diye tercüme ettiğimiz sefere (tekili: sefîr) kelimesini müfessirler, “yüce Allah’tan Hz. Peygamber’e vahiy getiren melekler, kulların amellerini yazan melekler (kirâmen kâtibîn), kitapları okuyanlar (kurrâ), Kur’an’ı yazan sahâbîler” gibi farklı anlamlarda yorumlamışlardır (Şevkânî, V, 444). Kelimeyi, “peygamberler, Kur’an’ı melekût âleminde kaydeden ve koruyan melekler” olarak anlamak da mümkündür.
قُتِلَ الْاِنْسَانُ مَٓا اَكْفَرَهُؕ ﴿١٧﴾(Gutilel insanu ma ekfereh)﴾17﴿ Kahrolası o insan! Ne kadar da inkârcı!
مِنْ اَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُؕ ﴿١٨﴾(Min eyyi şeyin halakah)﴾18﴿ (Bir düşünse) Allah onu neden yarattı?
مِنْ نُطْفَةٍؕ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُۙ ﴿١٩﴾Min nutfetin halakahu fe kaddereh)﴾19﴿ Bir spermden yarattı da ona şekil verdi.
ثُمَّ السَّبٖيلَ يَسَّرَهُۙ ﴿٢٠﴾(Sümmessebile yesserah)﴾20﴿ Sonra ona yolu kolaylaştırdı.
ثُمَّ اَمَاتَهُ فَاَقْبَرَهُۙ ﴿٢١﴾(Sümme ematehu fe ekberah)﴾21﴿ Nihayet onun canını aldı ve kabre koydu.
ثُمَّ اِذَا شَٓاءَ اَنْشَرَهُؕ ﴿٢٢﴾(Sümme iza şae enşerah)﴾22﴿ Sonra dilediği bir vakitte onu yeniden diriltecek.
كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَٓا اَمَرَهُؕ ﴿٢٣﴾(Kella lemma yakzı ma emereh)﴾23﴿ Hayır! İnsan, Allah’ın emrettiğini yapmadı.
Burada “Kahrolası o insan!” şeklindeki yergi ifadesiyle genel olarak insanlığın değil, Hz. Peygamber’le yaptıkları tartışmalarda yeniden dirilmeyi inkâr eden putperestlerin, bir rivayete göre özellikle Ebû Leheb’in oğlu Utbe’nin kastedildiği belirtilmektedir. Âyetlerde gerek söz konusu kişiye gerekse yeniden dirilme konusunda tereddüdü olan herkese, insanın hiç yokken varlık alanına nasıl çıkarıldığı hatırlatılmakta, böylece insanlar düşünme ve inanmaya teşvik edilmektedir. “Sonra ona yolu kolaylaştırdı” meâlindeki âyeti müfessirler “Ana rahminden çıkmayı kolaylaştırdı” veya “Hayır yahut şer yolunu seçme imkânı verdi” şeklinde yorumlamışlardır. Taberî âyetin bağlamını dikkate alarak birinci yorumu tercih etmiştir (bk. XXIX, 35). Ancak bize göre ikinci anlam, yani insanın iyilik-kötülük, iman-inkâr, doğru-yanlış şeklindeki alternatifler arasında seçim yapma gücüne sahip varlık olarak yaratılması daha çok hatırlatılmaya değer bir lütuftur; dolayısıyla âyetin bağlamına da daha uygundur. Çünkü bu özelliğiyle insan dünyadaki diğer bütün yaratılmışlardan üstün ve seçkin kılınmıştır. Bu gerçek yanında, insanın bir gün ölüp kabre konduktan sonra Allah’ın dilediği bir vakitte tekrar diriltileceğini hatırlatan 21-22. âyetler ile Allah’ın buyruklarına uymayanları kınayan 23. âyetten şu sonuç ortaya çıkmaktadır: Allah insana iyilik ve kötülük yolları arasında seçim yapma imkânlarını bahşetmiş, dolayısıyla ona ihtiyacı olduğu kadar özgürlük alanı açmıştır. Bu özgürlüğe sahip olması ona Allah’ın buyruklarını yerine getirme sorumluluğu yüklemektedir. Nihayet insan, bir gün bu hayatı terkedecek ve özgürlüğünü doğru kullanarak sorumluluklarını yerine getirip getirmediği konusunda hesap verecek, karşılık görecektir.
فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ اِلٰى طَعَامِهٖۙ ﴿٢٤﴾(Fel yenzurul insanu ila taamih)﴾24﴿ İnsan yediğine bir bakıp düşünsün!
اَنَّا صَبَبْنَا الْمَٓاءَ صَباًّۙ ﴿٢٥﴾(İnna sabebnal mae sabban)﴾25﴿ Biz bolca su indirdik.
Yukarıda 18-20. âyetlerde insanın var oluşu ve mahiyetine ilişkin ilâhî lütuflar özetlenmişti; burada ise onu çevreleyen ve varlığını sürdürmesi için gerekli ve faydalı olan haricî nimetlerin başlıcaları hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatmanın amacı da hem muhatabı Allah’ın kudretinin büyüklüğü hakkında bilgilendirip iman etmesini veya inancını güçlendirmesini sağlamak hem de onu bu lütuflarından dolayı Allah’a minnet ve şükran hisleriyle ibadet etmeye, buyruklarına göre yaşamaya yöneltmektir.
ثُمَّ شَقَقْنَا الْاَرْضَ شَقاًّۙ ﴿٢٦﴾Sümme şagagnal erda şagga)﴾26﴿ Sonra toprağı uygun şekilde yardık.
فَاَنْبَتْنَا فٖيهَا حَباًّۙ ﴿٢٧﴾(Fe enbetna fiha habben)﴾27﴿ Oradan ekinler bitirdik.
وَعِنَباً وَقَضْباًۙ ﴿٢٨﴾(Ev ınaben ve gadban)﴾28﴿ Üzüm bağları, sebzeler;
وَزَيْتُوناً وَنَخْلاًۙ ﴿٢٩﴾(Ev zaytunen ve nahlan)﴾29﴿ Zeytin ve hurma ağaçları;
وَحَدَٓائِقَ غُلْباًۙ ﴿٣٠﴾Ev hadika ğulban)﴾30﴿ Gür ağaçlı bahçeler;
وَفَاكِهَةً وَاَباًّۙ ﴿٣١﴾(Ve fakiheten ve ebban)﴾31﴿ Meyveler ve çayırlar;
مَتَاعاً لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْؕ ﴿٣٢﴾(Metal lekum ve li enamikum)﴾32﴿ Sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için.
فَاِذَا جَٓاءَتِ الصَّٓاخَّةُۘ ﴿٣٣﴾( Fe iza ca etissahah)﴾33﴿ Kulakları sağır eden o ses geldiğinde,
يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخٖيهِۙ ﴿٣٤﴾8Yevme yefirrul meru min ehihi)
وَاُمِّهٖ وَاَبٖيهِۙ ﴿٣٥﴾(Ve ümmihi ve Ebihi)
وَصَاحِبَتِهٖ وَبَنٖيهِؕ ﴿٣٦﴾(Ev sahibetihi Ve benihi)﴾34-36﴿ İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.
لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنٖيهِؕ ﴿٣٧﴾(li küllimrin minhum yevme izin şe'nun yuğnihi)﴾37﴿ O gün onlardan her birinin işi başından aşkındır.
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُسْفِرَةٌۙ ﴿٣٨﴾(Vücuhun yevme izin müsfireh)﴾38﴿ O gün birtakım yüzler parıldar;
ضَاحِكَةٌ مُسْتَبْشِرَةٌۚ ﴿٣٩﴾Dahikatun müstebşireh)﴾39﴿ Güleçtir, müjde almıştır.
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌۙ ﴿٤٠﴾(ve vücuhun yevme izin anha ğabereh)﴾40﴿ Birtakım yüzler de o gün toza toprağa bürünmüş;
تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌؕ ﴿٤١﴾(Terheguha gatereh)﴾41﴿ Kapkara kesilmiştir.
اُو۬لٰٓئِكَ هُـمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ ﴿٤٢﴾(Ülaike hüm keferetul fecereh)﴾42﴿ İşte bunlar inkârcılardır, günahkârlardır.
Kıyamet ve âhiretten bir kesitin son derece canlı bir tasvirini veren sûrenin bu son âyetleri, dünya hayatının geçici zevk ve tasalarını aşıp varlığının anlamı, değeri, amacı ve âkıbeti üzerine düşünebilme seviyesine ulaşmış her insanı sarsıcı gerçeklerle yüzyüze getirmektedir. Kıyamet gününde evrende meydana gelecek olan olaylar korkunç sesler çıkaracağı için ona 33. âyette “sâhha” adı verilmiştir. O gün geldiğinde aralarında akrabalık bağı bulunanların birbirinden kaçışının sebebi çeşitli şekillerde izah edilmiştir: a) Kıyamet olayları herkesi dehşete düşüreceği için o ortamda insanların birbirini düşünmeleri mümkün değildir; herkes kendi başının derdine düşer; b) Akrabalıktan doğan haklarını isteyecekleri endişesiyle insanlar birbirinden kaçarlar; c) Kişi, akrabaları onun içinde bulunduğu sıkıntılı durumu görmesin diye onlardan kaçar; d) İnsan, akrabasının içinde bulunduğu kötü durumu görmesine rağmen onlara yardım edemeyeceğini ve başlarına gelenlere engel olamayacağını bildiği için kaçar (Şevkânî, V, 446).
Bir önceki sûrede (Nâziât 79/8-9) kıyamet ve mahşerin dehşetinden dolayı bütün kalplerin korkudan neredeyse yerinden oynayacağı, gözleri korku bürüyeceği bildirilmişti. Abese sûresinin bu son âyetlerinden anlıyoruz ki inkârcı ve isyankârların korku, kaygı ve perişanlıkları devam ederken, müminlerin durumları aydınlanınca kalplerindeki korku ve kaygının yerini ferahlık ve sevinç alacak, bu sevinç yüzlerine yansıyacaktır.