Kaf Süresi Meal Ve Tefsiri 1-1
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 45 âyettir. Sûre, adını başındaki “Kâf ” harfindenalmıştır. Sûrede başlıca İslâm inancının temel esasları çerçevesinde, Allah’ın birliğinin delilleri, Peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve geçmişteki inkârcı milletlerin başlarına gelen felaketler, uğradıkları azaplar konu edilmektedir.
Nuzül
Mürselât sûresinden sonra ve Beled’den önce Mekke’de nâzil olmuştur. Allah’ın gökleri ve yeri altı günde yarattığı, yorulduğu için de yedinci gün dinlendiği şeklindeki yahudi inancını reddeden 38. âyetin Medine’de indiğine dair bir rivayet vardır. Bu rivayet, Mekke döneminde halkın böyle bir bilgiye sahip bulunmadıkları için onu reddeden bir âyetin gelmesinin de uzak ihtimal olduğu düşüncesine dayanmaktadır. İbn Âşûr’un da haklı olarak ifade ettiği gibi, bu gerekçe 38. âyetin Medine’de geldiğini göstermez; çünkü Mekkeliler’in çevreyle kültürel ilişkileri vardı, bu bilgiyi Medine civarındaki yahudilerden öğrenmiş olabilirlerdi; ayrıca Allah Teâlâ her şeyi biliyordu ve gerekli gördüğü için bu inancı reddeden bir âyet gönderebilirdi (XVI, 274).Tahrir de İbni Abbas ve katade den38.Ayet Medine de nazil olup Yahudiler hakında dır.
Konusu
Sûre Kur’an-ı Kerîm’in önemine dikkat çektikten sonra, Mekke döneminde iman konularına ağırlık verildiği için öldükten sonra hesap vermek ve dünyada elde edilen sonuca göre muamele görmek üzere dirilme olayını açıklamakta, buna Allah’ın ilim ve kudretinin yeterli olduğuna dair kanıtlar getirmekte, geçmiş zamanlarda peygamberlerine inanmayan toplulukların acı sonlarına ait bilgiler vermekte, Hz. Peygamber’i ve ashabını sabır ve ibadete teşvik etmekte, baş kısmında olduğu gibi yine Kur’an’ın bilgilendirme ve uyarma işlevine dikkat çekerek son bulmaktadır.
Fazileti
Sahâbe döneminden beri Kur’an’ı düzenli ve devamlı okuyan müslümanlar, günlük okunacak bölümleri, sûrelerin uzunluklarını göz önüne alarak ayırmışlar, bu ayırmaya tahzîb, her bölüme de hizb demişlerdir. İlk bölüm üç sûredir: Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ. İkinci bölüm beş sûredir: Mâide, En‘âm, A‘râf, Enfâl, Tevbe (Berâe). Üçüncü bölüm yedi sûredir: Yûnus, Hûd, Yûsuf, Ra‘d, İbrâhim, Hicr, Nahl. Dördüncü bölüm dokuz sûredir: İsrâ, Kehf, Meryem, Tâhâ, Enbiyâ, Hac, Mü’minûn, Nûr, Furkān. Beşinci bölüm on bir sûredir: Şuarâ, Neml, Kasas, Ankebût, Rûm, Lokmân, Secde, Ahzâb, Sebe’, Fâtır, Yâsîn. Altıncı bölüm 13 sûredir: Sâffât, Sâd, Zümer, Mü’min (Gāfir), Fussılet, Şûrâ, Zuhruf, Duhân, Câsiye, Ahkāf, Muhammed, Fetih, Hucurât. Bundan sonraki bölümlerin genel adı “mufassal”dır; bunların uzun olanları (tıvâl) Kāf sûresiyle, orta uzunlukta (evsât) olanları Abese sûresiyle, kısa (kısâr) olanları ise Duhâ sûresiyle başlamaktadır. Mufassal genel bölümünün başında Hucurât mı yoksa Kāf mı bulunduğu konusunda görüş ayrılığı bulunmakla beraber çoğunluk Kāf sûresini mufassal bölümünün ilk sûresi olarak kabul etmişlerdir (İbn Kesîr, VII, 370-371; İbn Âşûr, XXVI, 214).
Kāf sûresini, Hz. Peygamber’in cuma hutbesinde, kurban ve ramazan bayramlarında, sabah namazının farzında sık sık okuduğuna dair sağlam rivayetler vardır (Müslim, “Salât”, 165-171).
بِسْمِ اللَّـهِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيمِ Bismillahirrahmanirrahim/Rahman Ve Rahim Olan Allahın adıyla
قٓ۠ وَالْقُرْاٰنِ الْمَج۪يدِۚ ﴿١﴾
﴾1﴿ Kāf. Şanı yüce Kur’an’a yemin olsun!
Tefsir
El Mecid,Şerefli,çok faydalı demektir..Çok mubarek demektir.
Hz. Peygamber’in Kur’an (vahiy) yoluyla alıp tebliğ ettiği inanç esasları içinde en önemlileri; bir tek Allah’a kulluk (tevhid), peygamberliğe iman (nübüvvet), öldükten sonra dirilmeye ve ondan sonraki ebedî hayata (âhiret) inanmaktadır. Müşriklerin yeniden dirilişi inkâr etmeleri üzerine onları ikna etmek maksadıyla Allah’ın ilmine, kudretine dikkat çekilmekte; insanlar ilk yaratılış ile çevrelerinde olup bitenlere, içinde yüzdükleri nimetlere bakarak yeniden yaratma ve diriltmenin mümkün olduğu konusunda düşünmeye teşvik edilmektedir. Müşriklerin hep tekrarladıkları bir şüpheleri vardır: “Çürüyüp dağılmış, başka maddelere dönüşmüş bedene can vermek nasıl mümkün olabilir?” Kur’an’ın bu şüpheye karşı ileri sürdüğü delilin iki önemli unsuru vardır: 1. Her şeyi yok iken var eden Allah yeniden var etmeye elbette kadirdir. 2. Ölen insanda neyin kaldığını, neyin eksildiğini, nelerin başka maddelere dönüştüğünü Allah eksiksiz olarak bilmektedir; bunların benzerini yaratmak ve ruhu bu bedene iade etmek O’nun için zor değildir.
Sahâbe döneminden beri Kur’an’ı düzenli ve devamlı okuyan müslümanlar, günlük okunacak bölümleri, sûrelerin uzunluklarını göz önüne alarak ayırmışlar, bu ayırmaya tahzîb, her bölüme de hizb demişlerdir. İlk bölüm üç sûredir: Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ. İkinci bölüm beş sûredir: Mâide, En‘âm, A‘râf, Enfâl, Tevbe (Berâe). Üçüncü bölüm yedi sûredir: Yûnus, Hûd, Yûsuf, Ra‘d, İbrâhim, Hicr, Nahl. Dördüncü bölüm dokuz sûredir: İsrâ, Kehf, Meryem, Tâhâ, Enbiyâ, Hac, Mü’minûn, Nûr, Furkån. Beşinci bölüm on bir sûredir: Şuarâ, Neml, Kasas, Ankebût, Rûm, Lokmân, Secde, Ahzâb, Sebe’, Fâtır, Yâsîn. Altıncı bölüm 13 sûredir: Sâffât, Sâd, Zümer, Mü’min (Gåfir), Fussılet, Şûrâ, Zuhruf, Duhân, Câsiye, Ahkåf, Muhammed, Fetih, Hucurât. Bundan sonraki bölümlerin genel adı “mufassal”dır; bunların uzun olanları Kåf, vasat (orta uzunlukta olanları) Abese, kısa (kısâr) olanları ise Duhâ sûreleri ile başlamaktadır. Mufassal genel bölümünün başında Hucurât mı yoksa Kåf mı bulunduğu konusunda görüş ayrılığı bulunmakla beraber çoğunluk Kåf sûresini mufassal bölümünün ilk sûresi olarak kabul etmişlerdir (İbn Kesîr, VII, 370-371; İbn Âşûr, XXVI, 214).
Kåf sûresini, Hz. Peygamber’in cuma hutbesinde, kurban ve ramazan bayramlarında, sabah namazının farzında sık sık okuduğuna dair sağlam rivayetler vardır (Müslim, “Salât”, 165-171).
774 yılında (1372) vefat eden tarihçi ve tefsirci İbn Kesîr 1. âyetin tefsirinde “Kâf”ı açıklarken, gelenekte ilim, tenkit ve aklın ne ölçülerde kullanıldığını gösteren şu önemli tesbit ve görüşleri ortaya koymuştur: “Eskilerden (selef) bazıları –Arap alfabesinden bir harf olan– Kâf’ın bir dağ olduğunu ve bütün dünyayı kuşattığını... ifade etmişlerdir. Sanırım bu da, Ehl-i kitap’tan bazı şeylerin alınıp nakledilebileceği görüşüne dayalı olarak İsrâiloğulları’ndan (İsrâiliyat’tan) alınmıştır. Bana göre bu gibi sözler, onların zındıkları tarafından, insanların din konusundaki bilgi ve inançlarını bozmak için uydurulmuştur. Bizim ümmetimizde bile bu kadar büyük din âlimleri, önderleri, hadis uzmanları bulunduğu ve aradan da fazla zaman geçmediği halde Peygamberimiz adına hadis uydurulduğuna göre –peygamberlerinden sonra bu kadar zamanın gelip geçtiği, âlimlerinin kitabı tahrif ettiği ve fâsıklığa saptığı bilinen– İsrâiloğulları’nda bu gibi hurafelerin uydurulup yayılması tabiidir. İsrâiloğulları’ndan bazı şeylerin nakledilebileceğini söyleyen rivayet, aklın câiz gördüğü haber ve bilgilerle sınırlıdır. Akıl yönünden imkânsız ve asılsız olduğu açık olan, yalan olduğu konusunda kuvvetli kanaat bulunan hurafeler bu cevaz (nakledilmesi câiz görülen haberler ve bilgiler) sınırı içine girmez” (VI, 395).
بَلْ عَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْ فَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا شَيْءٌ عَجٖيبٌ ﴿٢﴾
﴾2﴿ Kâfirler, içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar da, “Bu tuhaf bir şey,
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباًۚ ذٰلِكَ رَجْعٌ بَعٖيدٌ ﴿٣﴾
“Bu tuhaf bir şey, öldükten ve toprak olduktan sonra mı (dirileceğiz)? Bu olmayacak bir dönüş!” dediler.
قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنْقُصُ الْاَرْضُ مِنْهُمْۚ وَعِنْدَنَا كِتَابٌ حَفٖيظٌ ﴿٤﴾
﴾4﴿ Yerin onlardan neyi eksilttiğini (çürüttüğünü) bilmekteyiz; bizde her şeyi saklayan bir kayıt vardır.
Tefsir
Toprağın insan ilişkisi düşünüldüğünde yenidn yaratılışın topraktan olması mecazi anlamda değildir..denilebilir
Bazılarına göre bu diriliş sadece bir teşbihdir..
بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْ فَهُمْ فٖٓي اَمْرٍ مَرٖيجٍ ﴿٥﴾
﴾5﴿ Ayrıca bunlar gerçeği kendilerine geldiğinde hemen yalanladılar; tam bir tutarsızlık içindeler.
Tefsir
Şunu belirtmek gerekir ki, iman bir nasip işidir. Nitekim Kur’an’ın ilk muhatabı olan müşrik Araplar, kendileri gibi bir insanın peygamber olmasını çok tuhaf karşılamışlar, onun haber verdiği ölümden sonra tekrar dirilişi de imkân dışı görmüşlerdir. Halbuki her şeyi yoktan yaratan Allah ölüleri diriltmeye elbette kadirdir. Üstelik Allah Teâlâ ölen insanın toprak içinde nasıl bir değişim geçirdiğini, ondan neyin kaldığını, neyin eksildiğini, nelerin başka maddelere dönüştüğünü çok iyi bilmektedir. Bunlar aynı zamanda Levh-i Mahfuz’da en ince ayrıntılarına kadar kaydedilmiş vaziyettedir. Dolayısıyla insanların bedenlerini yeniden yaratmak ve ruhu oraya iade etmek Allah için zor değildir. Fakat kâfirler, akıllarını çalıştırıp doğru ya da yanlışlığını araştırmadan kendilerine gelen din gerçeğini yalanladılar. Böylece kendilerini çok muzdarip ve perişan bir hal içine soktular. Peygamber (s.a.s.)’e gâh şair, gâh sihirbaz, gâh kahin dediler. İnkâr ve şaşkınlık içinde geleceğe dair tüm umutlarını kaybetmiş bir halde büyük bir ıstırapla kıvranıp durdular. Kâfirlerin ruh halleri daima böyledir. Aslında o ıstıraptan kurtulmanın tek yolu vardır; o da inanmaktır. İnanmak ve imanı tahkike erdirmek için de Allah Teâlâ’nın göklerde ve yerde bulunan kudret tecellilerine ibretle nazar etmek gerekir:Ömer Çelik
اَفَلَمْ يَنْظُرُٓوا اِلَى السَّمَٓاءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِنْ فُرُوجٍ ﴿٦﴾
﴾6﴿ Üstlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Hiçbir kusuru olmaksızın onu nasıl kurduk, nasıl süsledik.
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا فٖيهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا فٖيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهٖيجٍۙ ﴿٧﴾
﴾7﴿ Yeryüzünü de düzledik, üzerine sarsılmaz dağlar yerleştirdik, orada her türden güzel bitkiler yetiştirdik;
تَبْصِرَةً وَذِكْرٰى لِكُلِّ عَبْدٍ مُنٖيبٍ ﴿٨﴾
﴾8﴿ Bize yönelen her kula aydınlatıcı ve hatırlatıcı olsun diye.
Tefsir
Gökle alakalı üç hususa dikkat çekilir: Binâ edilmesi, yıldızlarla süslenmesi, onda hiçbir çatlağın, yarığın, ayıp ve kusurun olmaması. Buna mukâbil yeryüzü ile alakalı da üç husus dile getirilir: Yayılıp döşenmesi, içine sabit sapasağlam dağların yerleştirilmesi, orada gözler, gönüller açan, huzur ve neş’e veren her güzel çiftten sevimli bitki ve canlıların yaratılıp çıkarılması. Buna göre yeryüzü için zikredilen “yayıp döşeme”, gök için zikredilen “binâ edilmenin” mukabilidir. Çünkü اَلْمَدُّ (medd), koymak ve yerleştirmek, اَلْبِنَاءُ (binâ) ise kaldırmak ve dikmek demektir. Dağlar, yerde sabittir. Yıldızlar da gökte yer almış ve göğü süslemişlerdir. Yeryüzünde “bitkileri bitirme”, yeri yarmak mânasına gelir. Nitekim “Biz yağmuru şarıl şarıl akıtıyoruz. Sonra toprağı uygun şekilde yarıyoruz” (Abese 80/25-26) âyeti bunu beyân eder ki, gökleri deliksiz gediksiz yaratmanın zıddı bir durumdur. Gök ve yer için zikredilen bu hususiyetlerin her biri insan için de geçerlidir. Nitekim o gök gibi bina edilmiş ve yer gibi yayılıp döşenmiştir. Onda burun ve kulak gibi sabit, gözbebeği ve dil gibi hareketli, kafatası gibi deliksiz azalar; kılların altında bulunan deri gibi dokunmuş örtüler ve burun delikleri, gözenekler, ağız ve sâire gibi yarılmış, delinmiş uzuvlar vardır. Bütün bunlar, Rabbine gönül verecek, tüm varlığı ile Mevlâsı’na yönelecek her kulun gözüne hakikatleri göstermek, basîretini açmak, fikrini ve zihnini harekete geçirmek, öğüt vermek, ibret verici bir delil ve hatırlatma vesilesi kılmak hikmetine matuftur. Dolayısıyla gökte ve yeryüzünde birbirine zıt şeyler yaratmaya kadir olan Allah, bu bedenleri de öldürdükten sonra diriltmeye ve onlara yeniden ruh üflemeye kadirdir.Ömer Çelik
وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً مُبَارَكاً فَاَنْبَتْنَا بِهٖ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَصٖيدِۙ ﴿٩﴾
﴾9﴿ Gökten bereketli yağmurlar indirdik, onunla nice bahçeler ve hasat edilen tahıllar yetiştirdik.
وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَهَا طَلْعٌ نَضٖيدٌۙ ﴿١٠﴾
﴾10﴿ Bir de salkım salkım meyvesiyle göğe uzanan hurma ağaçları..
رِزْقاً لِلْعِبَادِۙ وَاَحْيَيْنَا بِهٖ بَلْدَةً مَيْتاًؕ كَذٰلِكَ الْخُرُوجُ ﴿١١﴾
﴾11﴿ Hepsi kullara rızık olsun diye. O yağmurla ölü toprağa can verdik. İşte insanların mezardan çıkışları da böyle olacak.
Tefsir
Allah Teâlâ’nın sonsuz kudretinin ve ölüleri tekrar diriltmeye kadir olduğunun bir delili de gökten bereketli yağmurlar indirerek, onunla bağlar, bahçeler, arpa ve buğday gibi biçilen tahıllar, salkımları üst üste istiflenmiş büyük ve ulu hurma ağaçları bitirmesidir. O yağmurla, suyu iyice çekilmiş, canlılık emâresi kalmamış, neşv ü nemâdan kesilmiş kuru toprağa hayat vermesidir. İşte öldükten sonra diriliş ve kabirlerden çıkış da böyle olacaktır.
Burada “hurûc: çıkış” kelimesinin kullanılmasının ifade ettiği bir mâna güzelliği vardır. Şöyle ki: Yerden bitkilerin çıkarılmasına اَلإحْيَاءُ (ihyâ) “diriltme” ve ölülerin dirilmesine اَلْخُرُوجُ (hurûc) “çıkış” denilmesi, ehemmiyetsiz gibi görülen “bitirme”nin şânını büyütmek ve uzak görülen ölümden sonra diriltme işini tabii bir fiil gibi kolay göstermek, böylece bitkileri çıkarma ile ölüleri diriltme arasındaki benzerliği net olarak ortaya koyup anlaşılmasını kolaylaştırmak içindir. Ayrıca burada, ölmüş bir toplumdan hakkın feyiz ve bereketiyle İslâmî bir cemiyetin ortaya çıkacağı, yeni bir hayat ile dirilip canlanacağı ve kâfirlere karşı galip geleceği mânasına da bir işaret bulunmaktadır.Ömer Çelik