Kaf Süresi Meal Ve Tefsiri 12-35
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَاَصْحَابُ الرَّسِّ وَثَمُودُۙ ﴿١٢﴾
﴾12﴿ Bunlardan önce Nûh kavmi, Ress ve Semûd halkı,
وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ وَاِخْوَانُ لُوطٍۙ ﴿١٣﴾
﴾13﴿ Âd, Firavun ve Lût’un kardeşleri,
وَاَصْحَابُ الْاَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍؕ كُلٌّ كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَعٖيدِ ﴿١٤﴾
﴾14﴿ Eykeliler ve Tübba‘ kavmi de yalanlamışlar, hepsi peygamberleri yalancılıkla suçlamıştı; sonunda onları uyardığım şey başlarına geldi.
Tefsiri
Burada adı geçen topluluklar (ümmetler, kavimler, kabileler) tıpkı Mekke müşrikleri gibi peygamberlerini yalanlamış, onlara inanmamış, tevhid inancının yayılmasını engellemek üzere mücadele vermiş, fakat sonunda mağlûp ve perişan olmuşlar, âhiretten önce dünyada cezalarını bulmuşlardır. Bunlar anılarak bir yandan müşrikler uyarılmakta, bir yandan da Peygamberimize moral verilmektedir. Burada anılan topluluklar hakkında aşağıda gösterilen yerlerde bilgi verilmiştir:
Nûh kavmi: Yûnus 10/71-74; Hûd 11/25; Ress (Arabistan’ın orta bölgesinde yaşamış, Semûd kavminin Nabatî koluna bağlı bir topluluktur): Furkan 25/38; Semûd (Âd kavminin bir kolu olup Kur’an’ın atıf yaptığı dönemde Hicaz’ın Suriye sınırına yakın bir yerinde oturuyorlardı): A‘râf 7/73; Lût’un kardeşleri (Lût peygamberin mensup bulunduğu topluluk kastedildiği için bu ifade kullanılmıştır): Hûd 11/70; Hicr 15/61-62; Eyke halkı (Tevrat’ta Midian şeklinde geçen Medyenliler’dir): Şuarâ 26/176-177; Tübba‘: Duhân 44/37; Âd: A‘râf 7/65; Firavun: A‘râf 7/103; Yûnus 10/75-93; Tâhâ 20/25.
اَفَعَيٖينَا بِالْخَلْقِ الْاَوَّلِؕ بَلْ هُمْ فٖي لَبْسٍ مِنْ خَلْقٍ جَدٖيدٍࣖ ﴿١٥﴾
“İlk yaratışta acze düştük mü?” şeklinde çevirdiğimiz cümleyi, “İlk yaratma sebebiyle yorgun mu düştük?” diye çevirmek de mümkündür. Bu takdirde, Allah’ın evreni altı günde yarattığı ve yorulduğu için yedinci gün dinlenmeye çekildiği” şeklindeki yahudi inancı, ileride 38. âyette gelecek olan açık ifadeden önce burada da üstü kapalı olarak reddedilmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 107
Peygamberlerini yalanladıklarından dolayı Allah’ın azabına uğrayan önceki toplumların hazin akıbetleri, ders ve ibret almak için kâfidir. Onların hallerine bakıp küfür, isyan ve günahları terk etmenin gerekliliği anlaşılmalıdır. Yeniden yaratılışın gerçekliğini kavramak için de ilk yaratılışa bakmak yeterli olacaktır. Gökleri, yeri ve onlara bulunan bütün varlıkları yoktan yaratırken Allah Teâlâ hiçbir âcizlik, zafiyet ve becerisizlik göstermemiş, O’na en küçük bir yorgunluk dokunmamıştır. (bk. Kāf 50/38) Bu, O’nun yeniden yaratmaya kadir olduğunun açık bir delilidir.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهٖ نَفْسُهُۚ وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرٖيدِ ﴿١٦﴾
16. İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz, biz ona şah damarından daha yakınız.
اِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمٖينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعٖيدٌ ﴿١٧﴾
17. sağında solunda oturmuş iki alıcı,alıp kaydederken..
مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلَّا لَدَيْهِ رَقٖيبٌ عَتٖيدٌ ﴿١٨﴾
﴾18﴿ O hiçbir söz söylemez ki yanında çok dikkatli bir gözetleyici olmasın!
Tefsir
Cenâb-ı Hakk kullara bu şekilde yakın olmakla birlikte her insan üzerine iki de melek gönderilmiştir. Onlar insanın söylediği her sözü ve yaptığı her işi teker teker kaydederler. Hiçbir söz ve hareket onların kayıtları dışında kalamaz. Bu sebeple Resûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle uyarmaktadır:
“Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de, bu yüzden cehennemin, doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider.” (Buhârî, Rikâk 23; Müslim, Zühd 49-50)
Mü’minde olması gereken ihsân ve murakabe hâlini izah bakımından şu misaller pek mânidârdır:
Bir vâiz kürsüde âhiret ahvâlini anlatmaktaydı. Cemaatin arasında Şeyh Şiblî Hazretleri de vardı. Vâiz, Cenâb-ı Hakk’ın âhirette soracağı suâllerden bahisle:
“–İlmini nerede kullandın, sorulacak! Malını-mülkünü nerede harcadın, sorulacak! Ömrünü nasıl geçirdin, sorulacak! İbâdetlerin ne durumda, sorulacak! Harama-helâle dikkat ettin mi, sorulacak!.. Bunlar sorulacak; şunlar sorulacak!..” diye uzun uzadıya birçok husus saydı. Bu kadar teferruata rağmen meselenin özüne dikkat çekilmemesi üzerine Şiblî Hazretleri, vâize seslendi:
“–Vâiz efendi! Suâllerin en mühimini unuttunuz! Allah Teâlâ kısaca soracak ki: Ey kulum! Ben her an seninleydim, sen kiminleydin?”
وَجَٓاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّؕ ذٰلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَحٖيدُ ﴿١٩﴾
﴾19﴿ Bu durumda iken ölüm sarhoşluğu kaçınılamaz bir gerçek olarak çöküverir. (Ona şöyle denir:) “İşte bu, senin kendisinden kaçıp durduğun şeydir!”
Tefsir.
Hz.Aişe den yapılan Rivayetler de:
“Allah'dan başka tanrı yoktur. Muhakkak ölümün sekeratı vardır." sonra ellerini kaldırıp: "Refiku'l-A'la'da" diyor, ta ki ruhu kabzolunup eli aşağıya düşünceye kadar.(Buhari, Rikak, 42)
"Allah'ım, sekerat-ı mevtte (ölüm zahmeti ve baygınlığında) bana yardım et."(İbn Mace, Cenaiz, 64; Tirmizi, Cenaiz, 8) diye dua ediyordu.
"Ben Hz. Peygamberin, vefatında çektiği ızdırabı gördükten sonra, kolay ölmesinden dolayı kimseye gıpta etmem (imrenmem)"(Tirmizi, Cenaiz, 8)
"Rasulullah (asm), benim midemle boğaz çukurum arasında (göğsümde) olduğu hâlde vefat etti. Rasulullah (asm)'den gördüğüm şeyden sonra, ölümün şiddetini kimse için çirkin saymam." (Nesai, Cenaiz, 6) demiştir.
وَنُفِـخَ فِي الصُّورِؕ ذٰلِكَ يَوْمُ الْوَعٖيدِ ﴿٢٠﴾
﴾20﴿ Derken sûra üfürülür; işte bu, ceza uyarısı yapılmış olan gündür.
وَجَٓاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَٓائِقٌ وَشَهٖيدٌ ﴿٢١﴾
﴾21﴿ Her şahıs, yanında bir sürüp götüren görevli, bir de tanıkla gelir.
لَقَدْ كُنْتَ فٖي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَٓاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدٖيدٌ ﴿٢٢﴾
﴾22﴿ (Ona şöyle seslenilir:) “Sen bu konuda tam bir gaflet içindeydin, artık gözünden perdeni kaldırdık, şimdi gözün keskindir.”
وَقَالَ قَرٖينُهُ هٰذَا مَا لَدَيَّ عَتٖيدٌؕ ﴿٢٣﴾
﴾23﴿ Arkadaşı (melek), “İşte hep beraber olduğum şahıs burada” der.
اَلْقِيَا فٖي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنٖيدٍۙ ﴿٢٤﴾
24.(Ve şu emir gelir:) Atın cehenneme her inatçı kâfiri!
مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ مُرٖيبٍۙ ﴿٢٥﴾
25.İyiliği engelleyen, hak tanımayan, insanları şüpheye düşüren, ..
اَلَّذٖي جَعَلَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَاَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّدٖيدِ ﴿٢٦﴾
26.Allah’ın yanına başka bir tanrı daha koyan kimseyi, atın onu dayanılmaz azaba..
Tefsir
Bahsedilen sûra üflendiği zaman bütün insanlar diriltilecek ve cismânî bir hayatla ayağa kalkacaklardır. Dünyada söz ve amellerini kaydeden iki melek gelip derhal insanı kontrolleri altına alacaklardır. Biri onu Allah’ın mahkemesine doğru çekip götürecek, diğeri de onun amel defterini taşıyacaktır. Ölümle birlikte insanın gözündeki perde kaldırılınca âhiret âleminin gerçeklerini görmeye başlayacak, mahşerde yeniden dirilince bu uhrevî hakîkatleri aynelyakîn görecek ve hakkalyakîn yaşayacaktır. Kur’ân-ı Kerîm’in ve Resûlullah (s.a.s.)’in verdiği tüm haberlerin gerçek olduğunu, hepsinin orada mevcut olduğunu görecektir.
Onu yakalayıp ilâhî mahkemeye doğru sürükleyen melek, huzura gelince, onun hesaba çekilmeye hazır olduğunu söyler. Hesaba çekilir. Burada bahsedilen kişinin kâfir ve günahkâr olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü neticede cehennemlik olduğuna karar verilmiştir. Mezardan kalkar kalkmaz onu yakalayıp ilâhî huzura getiren iki meleğe, o suçluyu tutup cehenneme fırlatmaları emredilir.
Sözün burasında dinleyenlere ibret olması ve bu tür kötü hal ve hareketlerden vazgeçmeleri bakımından o kişinin cehenneme atılmasına sebep teşkil eden vasıfları haber verilir. “Acaba ne yaptı da böyle kötü bir muameleye tâbi tutuldu?” diye düşünenlerin merakları giderilir. Bu kötü vasıflar şunlardır:
İlâhî gerçekleri inkâr etmek, Allah’ın nimetlerine karşı aşırı nankörlük yapmak İnat etmek; gerçeği bildiği halde onu inadına yalanlamak; hakkı ve haklıyı reddetmek.İyiliğe engel olmak, kendi malından muhtaçların hakkını vermediği gibi başkalarının yapacağı iyiliğe de mâni olmak.
Haddi aşmak, doğruluktan sapmak, insanlara zulüm ve eziyet etmek. İtikâdî hususlarda şüphe etmek, bununla kalmayıp başkalarını da şüpheye düşürmek.Allah ile beraber başka tanrılar edinmek.
Kurtubiye ve Alusiye göre:Sizden herkim müslüman olursa,ben yaşadığım müdetce ona bir faydam olmaz..diyerek onları islamdan uzak tutmaya çalışan V.Bin Muğire
hakkında nazil olmuştur.
قَالَ قَرٖينُهُ رَبَّنَا مَٓا اَطْغَيْتُهُ وَلٰكِنْ كَانَ فٖي ضَلَالٍ بَعٖيدٍ ﴿٢٧﴾
﴾27﴿ Yandaşı (şeytan), “Rabbim! Onu ben azdırmadım, o kendisi apaçık bir sapkınlık içinde idi” der.
Tefsir
27. âyette insanın yandaşı ile aralarında geçen tartışma, İbrâhim sûresinde (14/22), yandaşın kim olduğu da açıklanarak şöyle anlatılmıştır: “Allah’ın hükmü yerine getirilince şeytan şöyle der: ‘Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu; ben de size bir söz verdim ama yalancı çıktım. Aslında benim sizi zorlayacak gücüm yoktu; benim yaptığım size çağrıda bulunmaktan ibarettir; siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Ben daha önce de beni Allah’a ortak koşmanızı reddetmiştim.’ Doğrusu zalimler için elem verici bir azap vardır.”
قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ وَقَدْ قَدَّمْتُ اِلَيْكُمْ بِالْوَعٖيدِ ﴿٢٨﴾
﴾28﴿ Allah şöyle buyurur: “Huzurumda tartışmayın, sizi daha önce uyarmıştım.
مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَٓا اَنَا۬ بِظَلَّامٍ لِلْعَبٖيدِࣖ ﴿٢٩﴾
﴾29﴿ Bende söz değişmez ve ben asla kullara zulmetmem.
يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِنْ مَزٖيدٍ ﴿٣٠﴾
﴾30﴿ O gün cehenneme “Doldun mu?” diyeceğiz; cevap verecek: “Daha yok mu?”
وَاُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقٖينَ غَيْرَ بَعٖيدٍ ﴿٣١﴾
﴾31﴿ Allah’a itaatsizlikten sakınanlar için de cennet, iyice yakınlarına getirilecek.
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ اَوَّابٍ حَفٖيظٍۚ ﴿٣٢﴾
مَنْ خَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ وَجَٓاءَ بِقَلْبٍ مُنٖيبٍ ﴿٣٣﴾
﴾32-33﴿ Ve kendilerine şöyle denecektir: “İşte sizlere; daima Allah’a yönelen, O’nu aklından çıkarmayan, görmediği halde Rahmân’dan çekinip korkan ve samimi bir kalp ile gelen kimseye vaad edilen cennet!
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍؕ ذٰلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ ﴿٣٤﴾
﴾34﴿ Oraya esenlikle girin, bu sonsuza kadar sürecek gündür.”
لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ فٖيهَا وَلَدَيْنَا مَزٖيدٌ ﴿٣٥﴾
﴾35﴿ Orada istedikleri her şey onlarındır, üstelik katımızda fazlası da vardır.
Tefsir
35. âyette, “Üstelik katımızda fazlası da vardır” buyuruluyor. İnsanlar dünyada kendilerine verilen bilme ve anlama kabiliyetine göre nimet talebinde bulunuyor, mutluluğa vesile olacak şeyler istiyorlar. Halbuki ebedî âlemde insanları mutlu kılacak mânevî nimetler, dünyada bilinen, düşünülen, hayal edilen ve istenenlerle sınırlı değildir; orada rıdvân (Allah’ın razı olduğunu ilân etmesinden hâsıl olan hal, kemal ve zevk), müşâhede-i cemâl (Allah’ı nasıllık ve niceliğin ötesinde bir idrak ile görmek) gibi saadet vesileleri vardır.
Ölümden sonra diriliş ve âhiret hayatı hakkındaki haberler karşısında tereddüde düşen ve bunları inkâr edenlere önce akıllarını kullanarak düşünmeleri tavsiye edilmiş ve bu düşünceyi sağlıklı bir sonuca ulaştırabilmeleri için de bazı ipuçları verilmişti. Bu gruptaki âyetlerde ise, “bir şeyin fiilen gerçekleşmiş bulunması (vuküu), onun olabilirliğini (imkânını) gösteren en güçlü kanıt” olduğu için insanın ölümünden başlayarak karşılaşacağı olaylar ve oluşlar sıralanmıştır.
Muhammed Esed gibi bazı yorumcular, bu âyetlerde geçen “iki alıcı, arkadaş, sürücü ve tanık” gibi kelimeleri insanın dışındaki şuurlu varlıklar olarak değil, içindeki duygular, içgüdüsel dürtüler ve arzular ile akıl olarak yorumlamışlardır. İfade (lafız) bu yoruma müsait olmadığı için de zorlanmışlardır. Bize göre Kur’an’da, insanın içindeki duygular, içgüdüler, dürtüler ile sağduyu, kendilerine mahsus kelimelerle (nefis, kalp, basar, basiret, hevâ, tefekkür, akıl ...) anlatılmış, bunların işlevleri ve işleyiş biçimleri hakkında yeterli bilgi verilmiştir. Yine Kur’an’da insanı dışarıdan etkileyen insan, cin, şeytan, arkadaş ve meleklerden de söz edilmiştir. Bunların birini diğerine indirgemek, bir kısmıyla diğerlerinin kastedildiğini söylemek için mâkul ve haklı bir sebep yoktur. Melek başka, akıl ve sağ duyu başkadır; şeytan başka, nefis ve hevâ başkadır.
Âyetlerin oluşturduğu tablo şöyledir: İnsanı yok iken yaratan Allah onun içini dışını, bütün gizliliklerini bilmektedir. İnsanların sağ ve sollarında bulunan, yapıp ettiklerini eksiksiz kaydetmekle yükümlü bulunan iki melek bu işi, “hâşâ Allah bilsin veya unutmasın diye değil”, kullar için bir belge olsun diye kaydetmektedir. Onlar bu kayıt işlemini yaparken, insana kendinden daha yakın olan Allah zaten her şeyi bilmektedir. Bir gün ecel gelip insan son anlarını yaşarken dünya ile şuur bağlantısı kesilecek, sekerat (ölüm sarhoşluğu) hali yaşanacaktır. Ölüm vuku bulduktan sonra insanlar, diriliş borusu çalınıncaya kadar kabir (berzah) âleminde kalacaklar, dirilişten sonra mahşerde toplanacaklar, dünyada göremedikleri bir kısım gerçekleri (gayb âlemine ait olayları, melekleri, şeytanları) açıkça görecek, Kur’an’ın söylediklerinin doğru olduğunu gözlemleyerek anlayacaklardır. Sonra yanlarında bir “sürücü” (âdeta zaptiye görevi yapan melek) bir de “tanık” (yazıcı melek veya amel defteri) ile teker teker ilâhî huzura alınacak, suçu başkalarına (meselâ şeytana) atmak suretiyle yapacağı savunmaya cevap verilecek, insanlar neyi hak ettiklerini anladıktan sonra cehenneme veya cennete gireceklerdir. Cehenneme gireceklerin yüzlerine karşı hüküm okunurken hangi suçlardan ve günahlardan dolayı bu cezayı hak ettikleri ibret verici bir üslûpla açıklanmaktadır: Küfür ve inkârda inat ve ısrar etmek, iyiliği engellemek, hak tanımamak, hakka tecavüz etmek, insanların inançlarını sarsmak için faaliyet göstermek, hepsinden ağır olarak da tevhid inancından sapmak, Allah’a ortak koşmak.
Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen |