Zariyat Süresi Meal Ve Tefsiri 41-60
وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ ﴿٤١﴾
41: Âd kavminin helâkinde de ibretler vardır. Onların üzerine biz her şeyi kasıp kavuran ve köklerini kurutan o kasırgayı göndermiştik.
مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ اَتَتْ عَلَيْهِ اِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّم۪يمِۜ ﴿٤٢﴾
42: Öyle bir kasırga ki, uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kavurup kül gibi savuruyordu.
Tefsir
Âd kavmini helak eden kasırga burada, çocuğu olmayan kısır kadınlar için söylenen “akîm” kelimesiyle sıfatlanmıştır. Aslında bunun kelime mânası “kuru” demektir. Buna göre “değdiği şeyi kavuran, kurutup bırakan sert ve kuru rüzgar” anlamındadır. Ancak burada kullanıldığı mâna göz önüne alınırsa, “kısır kadın gibi hiçbir fayda sağlamayan, geçip gittikten sonra hiçbir faydalı iz bırakmayan rüzgâr” anlamını taşır. Böyle bir rüzgâr ne yumuşak olur, ne yağmur getirir, ne ağaçların meyvelerine faydalıdır, ne de havanın esmesi ile beklenilen faydalardan birini sağlar. Hem burada, hem de konuya yer veren diğer âyetlerde bildirildiğine göre bu rüzgâr sadece hayırsız ve kuru bir rüzgâr olmayıp, son derece şiddetli kasırga şeklinde insanları kaldırıp kaldırıp yerlere çalan, uğradığı her şeyi kül gibi yapıp savuran bir afet şeklinde idi. Sekiz gün, yedi gece boyunca sürekli esmiş, Ad kavminin bütün yurdunun altını üstüne getirmişti. (bk. Fussılet 41/15-16; Ahkâf 45/24-25; Hâkka 69/6-8)
وَف۪ي ثَمُودَ اِذْ ق۪يلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ ﴿٤٣﴾
43: Semûd kavminde de ibretler vardır. Onlara: “Bir müddet daha dünya nimetlerinden faydalanın, bakalım” denmişti.
فَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ ﴿٤٤﴾
44: Ama Rablerinin emrine karşı geldiler. Bunun üzerine dehşet içinde bakınıp dururlarken korkunç bir yıldırım onları çarpıverdi.
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَۙ ﴿٤٥﴾
45: Artık bir daha ne ayağa kalkabildiler, ne de kimseden yardım alabildiler!
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ۟ ﴿٤٦﴾
46: Daha önce de Nûh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar Allah’ın yolundan iyice çıkmış bir toplum hâline gelmişlerdi.
Tefsir
Semûd kavmine bir süre mühlet tanınmış, fakat onlar bu müddet içinde tevbe edip doğru yola gelecek yerde, Rablerinin emrine isyanı sürdürmüşlerdi. Bu yüzden korkunç bir yıldırımla helak edildiler. (bk. A‘râf 7/73-79; Hûd 11/61-68)ûd Allah’a isyan ve peygamberine düşmanlıkta iyice yoldan çıkmış olan Nûh kavmi de böyle acı bir şekilde helak edilmişti. (bk. A‘râf 7/59-64; Yûnus 10/71-74; Hûd 11/25-49) O halde bunlardan ibret alıp Cenâb-ı Hakk’ın verdiği mühleti, ona isyan yolunda değil, küfür ve günahlardan kurtulma yolunda değerlendirmek gerekir. Değilse azap indiği zaman yapılacak bir şey kalmaz.Ömer Çelik
وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ ﴿٤47:
47.Biz göğü kudret elimizle sapasağlam binâ ettik. Gerçekten biz, çok büyük bir kudret ve hâkimiyet sahibiyiz.٧﴾
Tefsir
Allah Teâlâ’nın sonsuz kudretinin tecellilerini gösteren tarihî misallerden sonra burada aynı hususa delâlet eden ve Cenâb-ı Hakk’ın ölüleri diriltmeye de elbette kâdir olduğunu gösteren üç kevnî delile yer verilir.Galaksilerin ve bir Galakside bulunanların devamlı birbirinden uzaklaşmasını ifade eden,genişleme teorisine işaret edilmektedir.
Bu delillerin beyân edilmesinden maksat şudur: Bunları yaratan Allah Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.s.)’i peygamber olarak göndermiş ve onun vasıtasıyla insanları tevhide ve yalnızca kendine kulluğa davet etmektedir. O halde şirki terk edip tevhide, putlara kulluğu bırakıp Allah’a kulluğa, küfrü bırakıp imana, sapıklığı bırakıp hidâyete, şeytana itaatten Rahman’a itaate, cehaletten ilme, günahlardan tevbeye, nefislerin tasallutundan kurtulup Allah’a koşmak; Allah Teâlâ’nın kulluğu ve zikrinde müstağrak olmak gerekir
وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ ﴿٤٨﴾
48: Yeryüzünü de biz yayıp döşedik. Doğrusu biz ne güzel döşeyicileriz!
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٤٩﴾
49: Her şeyi çift yarattık; umulur ki düşünüp öğüt alırsınız.
فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ ﴿٥٠﴾
50: De ki: “O halde Allah’a koşun! Şüphesiz ben, O’nun tarafından size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.”
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ﴿٥١﴾
51: “Allah’tan başka bir ilâh daha edinmeyin. Ben, O’nun tarafından size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.”
كَذٰلِكَ مَٓا اَتَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ ﴿٥٢﴾
52: Şimdi olduğu gibi, bunlardan öncekilere de ne zaman bir peygamber geldiyse, mutlaka onun için: “Bu, ya bir sihirbaz veya delinin biri” demişlerdi.
اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ ﴿٥٣﴾
53: Yoksa onlar peygamberleri yalanlamayı nesilden nesile birbirlerine tavsiye mi ettiler? Hayır! Onların hepsi haddi aşan azgınlar topluluğuydu da onun için böyle yapıyorlardı.
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَٓا اَنْتَ بِمَلُومٍۘ ﴿٥٤﴾
54: Sen onlarla tartışmaktan vazgeç; bu yüzden kınanacak da değilsin.
وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٥٥﴾
55: Bununla beraber yine de gerçekleri hatırlatıp öğüt vermeye devam et. Çünkü öğüt mü’minlere ve iman edecek olanlara fayda verir.
Tefsir
Peygamberlerine “sihirbaz” veya “deli” diyen toplumlar, her ne kadar böyle demeyi nesilden nesle birbirine tavsiye etmemişlerse de, hepsi aynı şeyi söylemişlerdir. Çünkü hepsinin ortak bir özelliği vardır: O da, gerçekten haddi aşan azgın bir topluluk olmalarıdır. Cenâb-ı Hak onlara nimetler vermiş, zengin olmuşlar, böylece Allah’ı unutup azmışlar ve peygamberlerini yalanlamışlardı. Hakk’a karşı azgınlık etmekte görüş ve davranış birliği içinde oldukları için, onun gereği olan sözleri de birbirlerine benzemektedir.
Bunların bu azgın tavırları karşısında Resûlullah (s.a.s.) teselli edilmekte; söz dinlemeyecek olanlardan yüz çevirmesi istenip, bu yüzden kınanmayacağı bildirilmektedir. Bununla birlikte söz anlayacak olanlara da tebliğ ve davetine, öğüt ve irşadına devam etmesi emredilmektedir. Çünkü öğütler mü’minlere ve inanmaya gönlü olanlara fayda verir. Bu öğütler:
İman etmiş olanların imanlarının kuvvetlenmesine,Vazifelerini unutmamalarına, gaflete düşmemelerine,
Bilmediklerini öğrenmelerine,İmânî halavet ve neşelerinin artmasına,Hatta iman etme meyli taşıyanların imana gelmesine sebep olur.
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ ﴿٥٦﴾
56: Ben cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp bana kulluk etsinler diye yarattım.
Tefsir
Bişir kanalıyla Katade den yapılan rivayete göre bazı uyarıcı ayetler sahabeye ağır gelmiş bunun üzerine "Sen öğüt ver,çünkü öğüt müminlere fayda verir"ayeti gelmiştir.Taberi age.XXVII.396
مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ يُطْعِمُونِ ﴿٥٧﴾
57: Ben onlardan herhangi bir rızık istemiyorum; beni doyurmalarını da istemiyorum.
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ ﴿٥٨﴾
58: Muhakkak ki Allah, evet O, bütün rızıkları veren, sonsuz kudret ve sarsılmaz kuvvet sahibi olandır.
Cin ve insan cinsinin yaratılmasının hikmeti, Cenâb-ı Hakk’ı tanıyıp ona kulluk etmektir. Onlar, kendilerini yarattığı için Allah’a kulluk etmelidirler. Çünkü tek yaratıcı olması sebebiyle ibâdet edilme hakkı da yalnızca Allah’a aittir. Bunun dışında başka şeylerle tüketilen ömürler ve yapılan ameller zayi edilmiş olur. Bunun bir de vebâli ve azabı olacaktır. “Bana ibâdet etsinler” ifadesi “beni tanısınlar” şeklinde de tefsir edilmiştir. Bunun mânası ise “Beni ma’bud bilsinler; beni kalpte tanıyarak mârifetullâha ersinler” demektir. Gerçek şu ki, Allah’ı tanıyıp bilmeden O’na gerçek bir kulluk yapılamaz. Nitekim ashâb-ı kirâm, Resûlullah (s.a.s.)’e:
“−Yâ Rasûlallah! Amellerin hangisi daha faziletlidir?” diye sordular. O da:
“−Allah’ı bilmektir!” buyurdu.
“−Hangi amel mertebeyi artırır?” diye sordular. Yine:
“−Allah’ı bilmek!” buyurdu. Bunun üzerine:
“−Yâ Rasûlallah! Biz amelden soruyoruz, Siz ilimden cevap veriyorsunuz!” dediklerinde Resûlullah (s.a.s):
“−Allah’ı bilerek yapılan az amel bile fayda verir. Fakat cehâletle yapılan çok amel bile fayda sağlamaz!” buyurdular. (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, IV, 688)
Mezheb imamı Ahmed b. Hanbel (r.h.)’ın sergilediği şu nezâketli davranış, Allah Teâlâ’yı tanımanın zahirî ilmin ötesinde daha derin bir mâna taşıdığını ifade eder:
Anlatıldığına göre Hazret, sık sık büyük velî Bişr-i Hafî (k.s.)’un yanına gider, onunla sohbet ederdi. Tam mânasıyla ona bağlanmıştı. Bir defasında talebeleri dediler ki:
“–Ey İmâm! Sen, Kur’ân ve sünnet ilimlerinde müctehid bir âlimsin. Buna rağmen böyle sıradan bir insanın yanına gidip gelmen sana yakışır mı?” Büyük İmâm şu cevâbı verdi:
“–Evet, saymış olduğunuz hususları ben ondan daha iyi bilirim. Ama o, Cenâb-ı Hakk’ı benden daha iyi bilmekte ve tanımaktadır.”
Şunu belirtmek gerekir ki, Allah’ın, kulların ibâdetine ihtiyacı yoktur. Onlardan bir rızık veya kendisini doyurmalarını istemediği gibi, onları rızıklandıran da Allah’tır. Dolayısıyla O’na ibâdet edip etmemeleri O’nun Ulûhiyetini ve Rubûbiyetini etkilemez. Fakat Allah’a ibâdet etmek, insanın fıtratının gereğidir. Çünkü insan Rabbine ibâdet etmek için yaratılmıştır ve fıtratının aksine davranması kendi zararınadır. Âyette geçen “ibâdet” kelimesi sadece namaz, oruç, hac vs. gibi belli bir niyet, şekil ve şartlar içinde yapılan ibâdetler mânasında değildir. Bu ifadenin tam anlamı, cin ve insanların Allah’tan başkasına tapmamaları, itaat etmemeleri, hiç kimseye boyun eğmeyip sadece Allah’ın huzurunda eğilmeleri, O’nun emirlerine itaat edip O’ndan korkmaları, sadece Allah’ın dininin kanunlarına uymaları, O’nun dışında hiç kimseden bir şey beklememeleri ve hiç kimsenin önünde dua etmek için el açmamaları demektir. Diğer bildiğimiz ibâdetler zaten bu tarifin içinde yer
almaktadır. Ayrıca belirtmeye lüzum yoktur.Ömer Çelik
56.Ayet de anlatılan ibadet için yaratılmış olmak,kendi yararlarına iradeyi cüziye ile yapılması istenen farzlar kasdedildiği anlaşılmıştır.Bazı diğer tefsirler de ise Allahı tanımak ve emirlerini yerine getirmek şeklinde tefsir etmişler.Şevkani.V,106
فَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذَنُوبًا مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ ﴿٥٩﴾
59: Hiç şüphesiz, bugünkü zâlimler de, geçmişte helâk edilmiş yoldaşları gibi, zamanı gelince azaptan paylarına düşeni alacaklardır. O bakımdan azabın bir an önce gelmesini benden istemelerine hiç gerek yok!
Tefsir
Bu ayet:
Mekkeliler gibi inkara sapanlar ve Hz.Peyğamberi yalanlayanlar önceden yokedilen kavimlerin başına gelen azap onların da başına gelebilir,uyarısıdır.
فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ ﴿٦٠﴾
60: Madem öyle, tepelerine çökeceği bildirilen o acı günden dolayı kâfirlerin vay hâline!
Tefsir
Sürenin başında ki aeyetler de ilahi vaadin ve yargılama gününün gerçek olduğuna değinildiği gibi son ayetinde yine inkarcıların "başlarına geleceği güne"dikkat çekilmesi sürenin başı ile sonu arasındaki uyum açısından manidardır.Razi.193,238 Bazı tefsirlerde Veyil deresi diye mana verilmesi İbni Atiyeye göre zorlama bir yorumdur.