Zariyat Süresi Meal Ve Tefsiri 20-40

#1 von Kurban , 20.06.2022 10:24

Zariyat Süresi Meal Ve Tefsiri 20-40

وَفِي الْاَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِن۪ينَۙ ﴿٢٠﴾
20: Kesin olarak inanmak isteyenler için yeryüzünde Allah’ın birliğini ve sonsuz kudretini gösteren nice deliller vardır.

وَف۪ٓي اَنْفُسِكُمْۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ ﴿٢١﴾
21: Bizzat kendi varlığınızda da. Hâla gerçeği görmeyecek mi­siniz?

وَفِي السَّمَٓاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ ﴿٢٢﴾
22: Gökte de hem rızkınız vardır, hem de size va‘dedilen cennet­ler.

فَوَرَبِّ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِنَّهُ لَحَقٌّ مِثْلَ مَٓا اَنَّكُمْ تَنْطِقُونَ۟ ﴿٢٣﴾
23: Göğün ve yerin Rabbine yemin olsun ki, sizin konuşmanız ne kadar gerçekse, Kur’an’ın meydana geleceğini haber verdiği bu olaylar da işte o kadar gerçektir!
Tefsir
Yeryüzünün yaratılışı; güneşten belli bir mesafe uzaklıkta belirli bir eğiklikte konuluşu; ışık ve sıcaklığının düzenli bulunuşu; mevsimlerin birbiri ardınca geliş ve gidişi; üzerindeki hava ve suyun nispet ve özelliklerinin ayarlanması; içerisine çeşit çeşit sayısız hazinelerin konulmuş olması; üzerine topraktan müteşekkil münbit bir örtünün geçirilmesi; kuruduktan sonra yağmurla dirilişi ve üzerinde cins cins sayısız, hesapsız bitkilerin bitirilmesi; içinde kara, deniz, hava canlılarının sayısız cinslerinin yaratılması; orada her cins hayat için uygun gıda ve durumların ayarlanması; orada insanın yaratılmasından önce tarihin her devrinde insanın sadece günlük ihtiyaçlarını değil, ilim ve medeniyet yolunda ilerlerken ihtiyaç duyacağı bütün malzemelerin yaratılması; yine orada ibretle dolaşanların görebilecekleri gibi iyilik yapanlarla yapmayanların, takvâ sahibi olanlarla olmayanların, inananlarla inanmayanların akıbetlerindeki farkı gösterecek çok sayıda delillerin bulunması. Bunlar gibi sayısız işaretler, kalbî hususiyetlerini kaybetmemiş, gözü gören, kulağı duyan ve aklı çalışan herkesin gerçekleri idrakine; yakînî bir bilgi ve imana ulaşmasına yardımcı olacaktır.
İnsanın kendi varlığı ve iç dünyasındaki deliller:
İnsanı ancak mikroskopla görülebilecek derecede küçücük nutfeleri birleştirerek yaratması; sağlam bir karargâh ve karanlık bir köşede besleyerek kademe kademe geliştirmesi; ona emsalsiz güzellikte bir vücut ve hayrete düşüren kabiliyetlerle dolu bir can vermesi; yaratılışını kemale erdirir erdirmez onu anne karnının dar ve karanlık dünyasından çıkararak bu geniş dünyaya ihtişamla getirmesi; çok kuvvetli ve kendi kendine çalışan bir makinayı içine koyması bu delillerden bir kaçıdır. Öyle ki doğduğu günden gençlik ve ihtiyarlığına kadar nefes alma, gıdaları hazmetme, kan yapma ve bütün damarlarda onu dolaştırma, artıkları dışarı çıkarma, vücudun eskimiş parçaları yerine yenilerini hazırlama, içerden veya dışardan gelen yıkımlara karşı koyup verdikleri zararları tamir etme, hatta yorulduktan sonra onu dinlendirmek için uyutmaya varıncaya kadar bütün işleri kendi kendine yapmayı sağlamıştır. Son derece dikkat çekici bir beyin, kafatası içine konulmuş, kıvrım kıvrım derinliklerine de akıl, fikir, düşünce, şuur, mantık, irade, hafıza, istek, arzu ve duygular, eğilimler ve diğer zihni güçlerin paha biçilmez servetleriyle doldurulmuştur. Ona pek çok bilgi edinme vasıtaları verilmiş; göz, kulak, burun ve bütün vücudu kaplayan deri, her çeşit bilgiyi ona ulaştırmaktadır. Yine ona dil ve anlatma gücünü vermiş, bununla insan içinden geçirdiklerini anlatma imkânı bulabilmektedir. İnsanın varlığında saymakla bitmeyecek daha nice deliller vardır. Dikkatlice bakıp düşünenler bunları kolaylıkla görebilecek ve kendilerini yaratan Rabbin kudret ve azametini anlayabileceklerdir. (bk. Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, V, 506)

هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَ الْمُكْرَم۪ينَۢ ﴿٢٤﴾
Rasûlüm! İbrâhim’in o şerefli misâfirlerinin haberi sana geldi mi?
Tefsir
Hz. İbrâhim’e insan şeklinde gelen misafirler, Lût kavmini helak etmek üzere vazifelendirilmiş meleklerdi. Gelip İbrâhim (a.s.)’a selam verdiler. İbrâhim (a.s.) da selamlarına karşılık verdi. Hz. İbrâhim çok misafir ağırlamıştı. Gelene gidene ikram etmişti. Fakat bunlar daha önce hiç tanımadığı cinsten, görülmedik acayip bir topluluk idi. Onların farklı bir maksatla geldiklerini hisseder gibi olmuştu. Misafirlere sezdirmeksizin önce yemek tedariki için ailesine koştu. Çok geçmeden kızartılmış, kebap yapılmış semiz bir buzağı getirdi. (bk. Hud 11/69) Hemen onu yakınlarına koyup: “Buyurmaz mısınız?” dedi. Yemeğe el uzatmadıklarını görünce onlardan işkillendi. (bk. Hud 11/70) Gönlüne derinden bir korku çöktü. Çünkü ikram edilen şeyi almamak, belki bir düşmanlığın ve art niyetin işareti olabilirdi. Onların melek olduklarını sezip, onların azap için gelmiş olmaları ihtimalini hatırına getirerek korkmuş olma ihtimali de vardır. Melekler onun korktuğunu anlayınca, korkmasına gerek olmadığını bildirip teselli ettiler. Onu bülüğ çağına erişince âlim olacak ve kendisine peygamberlik verilecek bir oğlan çocuğuyla müjdelediler. Bu çocuk Hûd sûresi 71. âyette belirtildiği üzere Hz. İshâk’tır. Saffat sûresi 101. âyette müjdelenen akıllı uslu oğul ise Hz. İsmâil’dir.

اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًاۜ قَالَ سَلَامٌۚ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ ﴿٢٥﴾
25: Bunlar insan suretinde onun yanına varmışlar ve selâm vermişlerdi. O da: “Size de selâm olsun! Galiba buralarda yabancı kimselersiniz” demişti.

فَرَاغَ اِلٰٓى اَهْلِه۪ فَجَٓاءَ بِعِجْلٍ سَم۪ينٍۙ ﴿٢٦﴾
26: Hemen sezdirmeden âilesinin yanına geçti, çok geçmeden kızartılmış semiz bir dana kebâbı getirdi.

فَقَرَّبَهُٓ اِلَيْهِمْ قَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۘ ﴿٢٧﴾
27: Onu önlerine koyup: “Buyurmaz mısınız?” dedi.

فَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ قَالُوا لَا تَخَفْۜ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ ﴿٢٨﴾
28: Yemeğe el uzatmadıklarını görünce, onlardan yana yüreğine gizli bir korku çöktü. Ama melekler: “Korkma!” dediler; sonra da ona büyük ilim sahibi olacak bir oğul müjdelediler.
فَاَقْبَلَتِ امْرَاَتُهُ ف۪ي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَق۪يمٌ ﴿٢٩﴾
29: Bunun üzerine konuşmalara kulak misâfiri olan İbrâhim’in hanımı, çığlık atarak geldi. Taaccüpten yüzüne vurup: “Ben şimdiye kadar hiç çocuk doğurmamış bir koca karıyım! Benim nerden çocuğum olacak?” diyordu.

قَالُوا كَذٰلِكِۙ قَالَ رَبُّكِۜ اِنَّهُ هُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ ﴿٣٠﴾
30: Onlar: “Evet, Rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz ki o, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır, her şeyi hakkiyle bilendir” dediler.
Tefsir
Sâre, meleklerin konuşmalarından müjdeyi işitince utandı, odasına gitmek içini yüzünü döndü. “Â...” diye içini çekerek bir çığlık kopardı da elini yüzüne çarptı. “İhtiyarlamış, bununla birlikte gençliğinde bile doğurmamış kısır bir koca karı hiç çocuk mu doğurur?” diyerek hayretini dile getirdi. Nitekim Hûd sûresinde: “Vay başıma gelene! Ben ihtiyar bir kadın, şu kocam da ihtiyar bir adamken, bu halimle çocuk mu doğuracağım? Doğrusu bu, gerçekten şaşılacak bir şey!” (Hûd 11/72) dediği haber verilir. Halbuki melekler bu müjdeyi kendilerinden değil, Allah’ın bir emri olarak vermişlerdi. Hüküm ve hikmet sahibi olan Allah Teâlâ, murad edince neler olmaz ki!
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ ﴿٣١﴾
31: İbrâhim: “Gelişinizin asıl sebebi nedir, ey elçiler?” diye sordu.

قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ ﴿٣٢﴾
32: Şöyle cevap verdiler: “Biz, günahlara batmış inkârcı bir toplu­ma gönderildik.”

لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ ط۪ينٍۙ ﴿٣٣﴾
33: “Üzerlerine pişirilmiş çamurdan taşlar yağdıracağız.”

مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِف۪ينَ ﴿٣٤﴾
34: “Hiçbir sınır tanımayan ve Allah’ın verdiği kabiliyet ve imkânları boşa harcayan her bir kimse için Rabbinin katında özel olarak işaretlenmiş taşlar!”

فَاَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ ﴿٣٥﴾
35: Bunun üzerine, Lût kavmini helâk etmeden önce orada bulunan bütün mü’minleri çıkardık.

فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ ﴿٣٦﴾
36: Zâten orada bir ev halkı dışında başka müslüman da bulama­dık.

وَتَرَكْنَا ف۪يهَٓا اٰيَةً لِلَّذ۪ينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۜ ﴿٣٧﴾
37: Neticede, geride kalan zâlimleri helâk ettik ve o can yakıcı azaptan korkanlar için orada ibret alınacak bir işaret bıraktık!
Tefsir
Azap için gelmiş olan melekler önce Lût kavminin yaşadığı memleketlerin altını üstüne getirecek (bk. Hûd 11/82), sonra da üzerlerine çamurdan iyice sertleştirilmiş taşlar yağdıracaklardı. Taşların hepsi Allah katında damgalanmış, işaretlenmiş, hangisinin, o günah ve fasıklıkta haddini aşmış azgınlardan kime ve ne şekilde isabet edeceği belirlenmişti.
Helak edilen Lût kavminden geriye bırakılan işaret hakkında şu izahlar yapılır:
› Kavmin helâki için indirilmiş birçok istifli taşlar.
› Bulundukları yerin yarılıp oradan çıkmış olan kokuşmuş siyah su; Lût Gölü.
› Bu hadisenin Kur’an’da zikredilmek sûretiyle kıyamete kadar dillere destan olacak bir ibret vesikası haline gelmesi.Ömer Çelik

وَف۪ي مُوسٰٓى اِذْ اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ ﴿٣٨﴾
38: Mûsâ’nın kıssasında da alınacak ibretler vardır. Biz onu apaçık bir delille Firavun’a göndermiştik.

فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ ﴿٣٩﴾
39: Firavun ise var gücüyle ve bütün ordusuyla gerçeğe sırtını dönmüş ve: “Bu Mûsâ ya bir sihirbaz veya delinin biri!” demişti.

فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُل۪يمٌۜ ﴿٤٠﴾
40: Bunun üzerine biz de hem onu hem de ordularını kıskıvrak yakalayıp denizin dibine geçiriverdik. Firavun boğulurken yaptıklarına bin pişman kendini kınıyordu!
Tefsir
Hz. Mûsâ’nın getirdiği “apaçık delil”, asâ ve yed-i beyzâ başta olmak üzere Firavun’a gösterdiği mûcizelerdir. Firavun bu delillerin hiçbirine itibar etmediği, gücüne güvenerek hakikate sırt çevirdiği, üstelik onları getiren peygamberi “sihirbazlık” ve “delilik”le suçladığı için ordusuyla birlikte çok acı bir şekilde denizin dibine geçirilmiştir. Boğulurken de: “İsrâiloğulları’nın inandığından başka ilâh bulunmadığına kesinlikle inandım; artık ben de müslümanlardanım” (Yûnus 10/90) diyerek, Hz. Mûsâ’ya yaptığı düşmanlıklara pişman olmuş, kendini kınayarak büyük bir nedamet içinde helak olmuştur. Arkasından ona matem tutan, iyiliklerini överek ağıtlar yakan, ya da en azından, “Yazık oldu, böyle bir felaketin kurbanı olanlar ne iyi insanlardı” diyecek kimse bulunmadığı gibi, aksine onun ibret veren akıbetine bakarak herkes rahat bir nefes almış, huzur duymuş, her dil ona lanetler yağdırmıştı. Bu hadiseyi duyan herkes, “O zalim böyle bir âkıbete layıktı” diye sevinç çığlığı atmıştı. Bu hal Duhân suresinde “Onlara ne gök ağladı, ne de yer” (Duhan 44/29) ifadeleriyle haber verilmiştir

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 14.01.2024 | Top

   

Zariyat Süresi Meal Ve Tefsiri 41-60
Zariyat Süresi Meal Ve Tefsiri 1-19

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz