Yusuf Süresi Meal Ve Tefsiri 101-111

#1 von Kurban , 06.01.2024 01:43

Yusuf Süresi Meal Ve Tefsiri 101-


رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِمًا وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ ﴿١٠١﴾
Karşılaştır 101: “Rabbim! Bana iktidar ve saltanattan büyük bir nasip verdin; bana rüyâların tâbirini, eşya ve hâdiselerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yoktan yaratan Allahım! Dünyada da, âhirette de benim sahibim ve gerçek koruyucum sensin. Müslüman olarak canımı al ve beni sâlih kullarının arasına kat!”
Tefsir:
Kendisine ihsan ettiği bunca nimetler karşısında Yûsuf (a.s.), nihâyetsiz şükür hissiyâtı içinde Rabbine yöneldi, O’na yalvardı. Tekrar, sahip olduğu mülk ve saltanat gibi, rüyaların tâbirini, hâdiselerin iç yüzünü ve neticelerini bilmek gibi nimetlerini andı. “Ey gökleri ve yeri yoktan yaratan Allahım!” diyerek Rabbini medhetti. Dünya ve âhirette tek dostunun ve yardımcısının Allah olduğunu söyledi. Kemâlden sonra artık zevâlin yaklaştığını anladı. Sonra da mübârek dillerinden, Kur’an’da yer alıp çağlar boyu kulaklarda çınlayacak, gönüllerde makes bulacak ve Rabbine kavuşmayı özleyen ruhlara bir diriliş ve yükseliş iksiri sunacak şu dua döküldü:
“Allahım! Müslüman olarak canımı al ve beni sâlih kullarının arasına kat!” (Yûsuf 12/101)
Bu onun, İslâm üzere ve Allah’a teslim olmuş bir vaziyette vefât etme talebidir. Zira Cenâb-ı Hak, “Ancak Allah’a gönülden boyun eğmiş müslümanlar olarak can verin” (Âl-i İmrân 3/102) buyurarak kullarından da bunu istemektedir. Çünkü bir insan için en büyük ikram, tevhid ehli bir mü’min olarak ruhunu Rabbine teslim etmesidir.
Âfiyet içinde bulunulduğu zamanlarda ölümü gönülden temennî etmek, Allah’a duyulan iştiyakın bir emâresidir. Bunun da en güzel misâli Yûsuf (a.s.)’dır. Nitekim o kuyuya atıldığı halde üzülüp kederlenip de “müslüman olarak canımı al” demedi. Köle olarak satıldığı, belli bir müddet o şekilde yaşadığı halde yine “müslüman olarak canımı al” demedi. Sonra senelerce hapiste kaldı, yine “müslüman olarak canımı al” demedi. Ne zaman ki mülk ve saltanat nimetlerine erişti, işler düzeldi, kardeşleri geldi huzurunda yerlere kapandı, ana-babasını tahtına oturttu, işte o zaman “müslüman olarak canımı al” diye dua etti. Bu durum onun, çektiği bir sıkıntıdan dolayı değil de gerçekten Allah Teâlâ’ya kavuşma arzusuyla böyle bir talepte bulunduğunu gösterir. (Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, II, 95)
Unutmamak gerekir ki, dünyanın en lezzetli saadetinden çok daha büyük ve cezbedici bir saadet ve mutluluk dolu bir vaziyet kabrin arkasında saklanmıştır. Ölüm işte bu saadete açılan kapıdır. Bu sebeple ölümden korkmamak ve ondan ötesi için çalışmak lazımdır. Bunun için de, bizi çepeçevre kuşatan gayb âleminde neler olup bittiğine kulak asmak, Kur’an ve sünnetin bu konuda verdiği bilgilere tam mânasıyla inanıp ona göre davranmak, Allah’ın birliği ve âhiretin varlığı konusunda kalpteki her türlü küfür ve şirk tortularını temizlemek zarureti ortaya çıkmaktadır:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ ﴿١٠٢﴾
102: Rasûlüm! Sana bildirdiğimiz bu kıssa gayb haberlerindendir. Yoksa, Yûsuf’un kardeşleri sinsice planlar kurup bunu gerçekleştirmek için bir araya geldiklerinde sen onların yanında değildin.
وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ ﴿١٠٣﴾
103: Herkesin mü’min olmasını ne kadar çok istesen de, insanların çoğu iman etmeyecektir.
وَمَا تَسْـَٔلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ۟ ﴿١٠٤﴾
104: Oysa sen tebliğ vazîfene karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun. Bu Kur’an, bütün akıllı ve şuurlu varlıklar için sadece bir öğüttür.
Tefsir:
Kureyş müşrikleri ve bir kısım yahudiler, Resûlullah (s.a.s.)’i zor durumda bırakmak için Yûsuf kıssasını sordular. İsrâiloğulları’nın Mısır’a niçin gittiklerini anlatmasını istediler. Fakat Peygamberimiz’in bu konuda hiçbir bilgisi yoktu. (bk. Yûsuf 12/3) Çünkü o (s.a.s.), ne Yûsuf’u kuyuya atmak için dolap çeviren kardeşlerinin yanında bulunmuştu. Ne de sırf oyun olsun diye ona bunu sormak için gizlice konuşup karar veren müşriklerle yahudi bilginlerinin meclisine katılmıştı. Allah Teâlâ, vahiyle Efendimiz (s.a.s.)’e kıssayı en güzel ve en doğru bir şekilde haber verdi. Resûl-i Ekrem (s.a.s.), bunu kendilerine anlatınca hepsinin hemen müslüman olacaklarını ümit ediyordu. Fakat pek çoğu iman etmediler. Cenâb-ı Hak, ne kadar şiddetle istese ve bu uğurda kendini helak edercesine gayret gösterse de insanların çoğunun iman etmeyeceğini haber vererek, fıtratı insanlığa ve tüm varlığa merhametle yoğrulmuş Efendimiz (s.a.s.)’i teselli buyurdu. Ona düşen vazifenin, insanlardan
maddi en küçük bir menfaat beklemeksizin, sadece Allah rızâsını kastederek tebliğe devam etmek olduğunu bildirdi. Çünkü Kur’an, ancak akıllı varlıklar için bir öğüt ve hatırlatmadır. Dolayısıyla ancak aklını kullanabilenler onun ayetleri üzerinde düşünebilir, anlayabilir, ondan gerekli dersi alarak iman edebilir. Aklı olmayanların veya akılları nefsâniyetlerinin esaretine girenlerin ise Kur’an’ın öğütlerinden ders alıp imana gelmeleri zordur:
وَكَاَيِّنْ مِنْ اٰيَةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ ﴿١٠٥﴾
105: Göklerde ve yerde Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren öyle deliller var ki! Onlar, bu delillerle sürekli iç içe, yan yana bulunurlar, fakat üzerinde hiç düşünmeden tam bir aldırmazlık içinde onlardan yüz çevirirler!
وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ ﴿١٠٦﴾
106: Onların çoğu, Allah’a ancak şirk koşarak inanırlar.
اَفَاَمِنُٓوا اَنْ تَأْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ اَوْ تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿١٠٧﴾
107: Yoksa onlar, farkında olmadıkları bir sırada Allah’ın azabından kendilerini kuşatacak bir felâketin gelip çatmasından veya kıyâmetin ansızın başlarında kopmasından emin mi oldular?
Tefsir
“Âyet”, bir şeyin varlığını gösteren işarettir. Bunun sözlü olanları bulunduğu gibi, fiilî olanları da vardır. İnzal buyrulan ilâhî kitaplar ve son olarak inen Kur’an, Allah’ın varlığını ve birliğini haber veren sözlü âyetlerle doludur. Bütün genişliği ve büyüklüğü ile kâinat ise baştan başa yine Allah’ın varlığını, birliğini, kudret ve azametini gösteren fiilî âyetlerle dolu bir sergidir. Gözle görülmeyecek kadar küçük bir nutfeden şu mükemmel insanın yaratılması, denizlerden suyu buharlaştırıp toprağa yağmur indiren tabiat kanunları, akla ve hayale gelmeyecek kadar çeşitli renk ve vasıftaki hayvanlar, kuşlar, balıklar ve bitkiler hep Allah’ın birliğinin, bütün bunların bir tek Yaratıcı tarafından yaratıldığının, düzenlenip yönetildiğinin açık işaretleridir. Bunların hepsi düşünme ve anlama kabiliyeti olan insanın dikkat nazarlarına sunulmuştur.
İnsanoğlu ilmî, fikrî ve amelî hayatında bu hadiselerle daima iç içedir. Bunları düşünüp, bunlara hâkim olan ilâhî kanunları keşfederek Yaratanını tanıması gerekirken, tam aksine bunları gereği gibi tefekkürden yüz çevirir; lazım gelen dersi ve ibreti alamaz. Neticede Allah Teâlâ’ya, O’nun istediği ve razı olduğu şekilde iman edemez. İmanına şirk karıştırır. Halbuki kişinin iman ve hidâyeti bu hayatta en ciddi bir konudur. Bu noktada meydana gelecek en küçük bir ihmal ve yanlışlık, insanın ebedi hayatını felakete sürükler. Dolayısıyla Allah’ın azabı inmeden ve son nefesi verip mahşerde hesap vermek üzere ilâhî huzura dikilmeden önce, Allah’a nasıl iman ve kulluk etmek gerekiyorsa öylece iman ve kulluk etme zarureti vardır. Bunun için de fıtratımıza ilâhî bir cevher olarak yerleştirilmiş bulunan “basîret”imizi harekete geçirmek yeterli olacaktır:
قُلْ هٰذِه۪ سَب۪يل۪ٓي اَدْعُٓوا اِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَص۪يرَةٍ اَنَا۬ وَمَنِ اتَّبَعَن۪يۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿١٠٨﴾
Karşılaştır 108: Rasûlüm! Şöyle de: “İşte benim yolum budur: Ben ve bana tâbi olanlar, insanları Allah’a körü körüne değil, basîret üzere, delillere dayanarak ve ne yaptığımızı bilerek dâvet ediyoruz. Allah’ı her türlü noksanlıktan tenzih ederim ve ben, O’na ortak koşanlardan değilim!”
Tefsir:
Allah Resûlü (s.a.s.)’in yolu, iman ve tevhidle kulu Rabbine ulaştıran İslâm yoludur. Sırat-ı müstakîmdir. Âyette geçen اَلْبَص۪يرَةُ (basiret) kelimesi, “açık ve kesin delil, inanç, bilgi, ibret alınacak şey, kalp gözü, sezmek, idrak etmek, anlama ve kavrama istidadı” gibi mânalara gelir. Basîret, içinde şek olmayan bir yakîn ve içinde şüphe bulunmayan bir beyândır. Basîret sahibi olanlar dış âlemde başarıyla taltif olunurlar; iç âlemlerinde de tahkîke erişirler. İşte Peygamberimiz (s.a.s.) ve dinin tebliğinde onun izinden gidenler, insanları basîret üzere Allah’a davet ederler. Yani müşrikler gibi körü körüne, birtakım bâtıl ve bozuk maksatlar uğruna veya kendi nefsâni arzuları istikâmetinde değil;
› Hedefe ulaştıran apaçık bir beyân ve delil ile,
› Ne dediğini, kime ve neye davet ettiğini net bir şekilde bilerek,
› İhlâs ve samimiyetle,
› Lazım gelen tüm edep, nezahet ve hikmet çerçevesinde ve
› Sadece Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını gözeterek insanları Allah’a çağırırlar.
Görüldüğü üzere mûcizevî bir belâğat ve fesâhate sahip olan Kur’an, kullandığı bir tek “basîret” kelimesiyle, İslâm’ı tebliğin bütün şartlarını en güzel bir şekilde beyân etmektedir. Ancak bu şekilde yapılan tebliğ, faydalı bir netice verecektir. Bunun dışındaki bir din ve dindarlık anlayışı kuru bir iddiadan öteye geçmeyecektir.
Nitekim önceki peygamberlerin de dini aynı yolla tebliğ etmiş ve benzer sıkıntılar yaşamışlardır:
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالًا نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰىۜ اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿١٠٩﴾
109: Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de, başka değil, ancak senin gibi şehirlerin halkı arasından kendilerine vahyettiğimiz bir kısım erkeklerdi. İnsanlar yeryüzünde gezip de, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bakıp ibret almazlar mı? İyi bilin ki âhiret yurdu, Allah’a karşı gelmekten sakınan ve gönlü O’nun korkusu ve saygısıla dopdolu olanlar için şüphesiz daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
Tefsir:
Ehl-i Sünnet’in anlayışına göre bütün peygamberler erkeklerden ve şehirlerde oturan medenî insanlar arasından gönderilmiştir. Çünkü kadınlar, fizikî ve ruhî yapıları itibariyle peygamberlik yükünü kaldırabilecek kuvvet ve iktidara sahip değillerdir. Bedevîler ise peygamberliğin ifası için gerekli olan hikmet, nezâhet ve incelikten mahrumdurlar. Medenî insanların ahlâkî olgunluklarında bedevîlere göre daha fazla gelişmişlik ve çekicilik vardır. Onlarda bilgi, görgü, yumuşak başlılık, uysallık ve ünsiyet öndedir. Bedevîlerde ise bilgisizlik, görgüsüzlük, kabalık, sertlik, acımasızlık ve karamsarlık önde gelir. (bk. Tevbe 9/97) Buna göre bedevilik, bir peygamberde bulunması hikmet gereği olan incelik ve çekiciliğe, olgunluk ve güzelliğe uygun değildir. Bu sebeple, ilâhî sünnetin bir gereği olarak peygamberler, hep şehir ve kasaba ahâlisinden, yani medenî kesimin erkekleri arasından gelmiştir. Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) de, “şehirlerin anası” mânasına gelen “Ümmü’l-kurâ” adındaki Mekke şehrinde doğmuş ve orada kendisine peygamberlik verilmiştir. Dolayısıyla ona inanmamak için, kasdî inkâr ve inattan başka hiçbir haklı gerekçe kalmamaktadır.

حَتّٰٓى اِذَا اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ ﴿١١٠﴾
Karşılaştır 110: O müşrikler kendilerine mühlet verilmesine aldanmasınlar. Daha öncekilere de böyle fırsat verilmişti. Fakat, ne zaman ki peygamberler, toplumlarının imana gelmelerinden ümitlerini kesecek raddeye geldi ve kendilerinin yalana çıkarıldığını yani kâfirlere karşı kendilerine yapılacağı sözü verilen ilâhî yardımın yapılmayacağını zannettiler, işte o zaman onlara yardımımız geldi ve dilediğimiz kimseler kurtarıldı. Çünkü uzun vâdede cezamız, günaha dalmış inkârcı suçlulardan hiçbir surette geri çevrilmez.
TEFSİR:
Hz. Aişe (r.a.) validemiz bu âyet-i kerîmenin tefsirini şöyle yapar:
“Sıkıntılar uzayıp da ilâhî yardım gecikince peygamberler, kavimlerinden kendilerini yalancılıkla itham edenlerin artık iman edeceklerinden ümitlerini kesmişler, inanmış olanların da kendilerini yalanlayacaklarını zannetmişlerdir. İşte o zaman Allah’ın yardımı gelmiştir.” (Buhârî, Tefsir 12/6)
Burada, tebliğ mücadelesi müddetince insan olmaları hasebiyle önceki peygamberlerin de çok sıkıntılar çektikleri, darlandıkları, zorlandıkları, Allah’ın yardımını bekledikleri ve nihâyetinde ilâhî yardımın geldiği, mü’minlerin kurtulup günahkârların helak edildiği dikkatlere sunulmaktadır. Ayrıca, Allah’ın yardımına nâil olmanın hemen gerçekleşmediği; bunun için kul planında lazım gelen tüm gayretlerin son sınırına kadar sarfedilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Böylece, müşriklerin inkâr ve eziyetleri karşısında Peygamberimiz ve ona inananlar teselli edilmektedir.
Nitekim bir diğer âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Yoksa ey mü’minler! Sizden önceki mü’minlerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden, onların yaşadıkları sıkıntıları çekmeden cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlara öyle ezici fakirlikler, öyle kımıldatmayan sıkıntılar dokundu ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda peygamber ve yanındaki mü’minler: «Allah’ın yardımı ne zaman?» diyecek hale geldiler. Şunu bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır. (Bakara 2/214)
لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ مَا كَانَ حَد۪يثًا يُفْتَرٰى وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿١١١﴾
111: Yemin olsun ki, önceki peygamberlerin, özellikle Yûsuf ve kardeşlerinin kıssalarında selîm akıl sahiplerinin çıkaracağı nice dersler ve ibretler vardır. Bu Kur’an, uydurulabilecek bir söz değildir. O, kendinden önceki kitapları doğrulayan, açıklanması gerekli her şeyi açıklayan, iman eden kimseler için doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmet olan bir kitaptır.
TEFSİR:
Hem önceki peygamberlerin kıssalarında, hem de bu sûrede bütün tafsilatıyla anlatılmış olan Yûsuf ve kardeşlerinin kıssasında gerçekten çok ibretler ve alınacak dersler vardır. Ancak bunları selim akıl sahipleri düşünür, anlar ve gereğince amel ederler. Kur’ân-ı Kerîm bu kıssaları eğlence olsun diye değil, onlara kolayca anlayabilecekleri bir dille hitap ederek kulların problemlerini çözmek ve onlara istikamet göstermek için anlatmaktadır. Kur’an’a gelince o, münkirlerin iddia ettikleri gibi uydurulmuş bir söz değil, Allah katından gelen, önceki ilâhî kitapları doğrulayan, kulların ihtiyaç duyduğu dinî ve ahlâkî hususları açıklayan, hidâyet ve rahmet kaynağı bir kitaptır.Yûsuf (a.s.) ile kardeşleri arasında vuku bulan olaylar ve bunların neticelerine bakıldığında insanın aklına, İbrâhim Hakkı hazretlerinin şu mısraları gelmektedir:
Yûsuf suresinin sonunda zikredildiği üzere gök­ler­de ve yer­de Al­lah’ın var­lı­ğı­nı, bir­li­ği­ni, kud­re­ti­ni gös­te­ren ni­ce de­lil­ler var­dır. Şimdi söze aynı noktadan başlayıp böyle delillerle Allah’ın sonsuz kudretini ispat ve izah sadedinde Ra‘d sûresi başlıyor:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

 
Kurban
Beiträge: 1.014
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 06.01.2024 | Top

   

Hud 1-Süresi Meal Ve Tefsiri1-17
Yusuf Süresi Meal Ve Tefsiri 76-100

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz