Yusuf Süresi Meal Ve Tefsiri 51-75

#1 von Kurban , 03.01.2024 06:46

Yusuf Süresi Meal Ve Tefsiri 51-75

قَالَ مَا خَطْبُكُنَّ اِذْ رَاوَدْتُنَّ يُوسُفَ عَنْ نَفْسِه۪ۜ قُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ مِنْ سُٓوءٍۜ قَالَتِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ الْـٰٔنَ حَصْحَصَ الْحَقُّۘ اَنَا۬ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ وَاِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ ﴿٥١﴾
51: Kral, kadınları toplayıp: “Ne idi Yûsuf’la aranızda geçen? O’nun nefsinden murat almak istediğinizde Yûsuf size nasıl davranmıştı?” diye sordu. Onlar da: “Hâşâ! Allah için söylemek gerekirse, ondan herhangi bir kötülük görmüş değiliz” dediler. Bunun üzerine Aziz’in hanımı: “Artık gerçek açık seçik ortaya çıktı: Ben onun nefsinden murat almak istemiştim; o ise şeksiz şüphesiz sadık ve dürüst insanlardandır” itirafında bulundu.
TEFSİR:
Kadınlar, “Hâşâ! Allah için söylemek gerekirse, ondan herhangi bir kötülük görmüş değiliz” (Yûsuf 12/51) diyerek Hz. Yûsuf’un iffetli, namuslu ve tertemiz olduğuna şâhitlik yapınca, Aziz’in hanımı artık gerçeği gizlemenin mümkün olmadığını anladı. Suçunu itiraf etti; günahın tamamen kendinden kaynaklandığını ve Hz. Yûsuf’un son derece doğru ve dürüst bir insan olduğunu söyledi. Gerçekten de bundan daha yüce bir nezâhet mertebesi düşünülemez. Çünkü hasımlar bile bu nezahetin varlığına şâhitlik etmekten başka çare bulamamışlardır. O halde gerçek üstünlük ve fazilet, varlığını hasımların bile kabul ettiği üstünlük ve fazilettir.
Hz. Yûsuf’un, kralın zindandan çıkarma teklifini hemen kabul etmeyip teeniyle hareket etmesinin hikmetine gelince:
ذٰلِكَ لِيَعْلَمَ اَنّ۪ي لَمْ اَخُنْهُ بِالْغَيْبِ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي كَيْدَ الْخَٓائِن۪ينَ ﴿٥٢﴾
52: Yûsuf şunu söyledi: “Benim böyle davranmam, efendimin, evde bulunmadığı sırada kendisine asla ihânette bulunmadığımı bilmesi içindir. Çünkü Allah, hâinlerin tuzağını hiçbir zaman başarılı kılmaz.”
وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٥٣﴾
53: “Buna rağmen yine de kendimi büsbütün temize çıkarmıyorum. Çünkü Rabbimin merhamet edip koruduğu kimseler dışında, nefis insana sürekli kötülüğü emreder. Rabbim, elbette çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.”
TEFSİR:
Müfessirlerin çoğuna göre bu âyetlerde yer alan ifadeler, Yûsuf peygamberin kralın elçisine söylediği sözlerden ibarettir. O bu sözlerle, kralın davetini kabul ederek zindandan neden bir an önce çıkmadığını, kadınların hesaba çekilmesini neden istediğini açıklamaktadır.
Bazı müfessirler ise bu sözleri Aziz’in hanımına nispet etmektedir. Buna göre o hanım sözüne devamla, kendisinin Yûsuf’un gıyâbında ona hıyânet etmediğini, doğruyu söylediğini Yûsuf bilsin diye hakikati itiraf ettiğini, çünkü Allah’ın, hâinlerin hile ve tuzaklarını asla başarıya ulaştırmayacağını artık anladığını belirtmek istemiştir. Bununla beraber kendisini temize çıkarmadığını, her zaman kötülük yapmayı emreden nefse bir kere uymuş olduğunu; ancak çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici olan Allah’ın koruduğu kimselerin nefsin şerrinden kurtulacaklarını; doğruyu söylediği için de Rabbinin mağfiret ve rahmetini ümit ettiğini söylemiştir.
Her iki ihtimale göre de 53. âyette zikredilen “Rabbimin merhamet edip koruduğu kimseler dışında, nefis insana sürekli kötülüğü emreder” beyânı, dikkatleri, terbiye ve tezkiye olmamış nefsin kötülüğü emredici olmakla münâsebeti üzerine çekmektedir. Gerçekten de insan nefsinin, fıtrat olarak daima şehvete, günaha ve fenalık tarafına meyletme; bütün gücüyle kötülüğü telkin etme özelliği vardır. Nefis kendi kuvvetini ve emrindeki vasıtaları hep o cihette kullanmak ister. Bu sebeple insan sırf kendi nefsine kalırsa fenalığa sürüklenir. Dolayısıyla nefsin bu zarar verici yapısını iyi tanımak ve onun fırsat bulduğunda rûhânî melekeleri dumura uğratacağından emin olmamak gerekir.
Resûlullah (s.a.s.), ilâhî bir tezkiye ve terbiye ile en temiz nefse sahip olmakla birlikte, ümmetini nefsin şerrine karşı uyanık olmaya çağırmak üzere şöyle dua ederdi:
اللَّهُمَّ رَحْمَتَكَ أَرْجُو، فَلَا تَكِلْنِي إِلَى نَفْسِي طَرْفَةَ عَيْنٍ، وَأَصْلِحْ لِي شَأْنِي كُلَّهُ، لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ
“Allahım! Senin rahmetini umuyorum, beni göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa nefsime bırakma. Halimi tümüyle düzelt senden başka ilâh yoktur.” (Ebû Dâvûd, Edeb 100-101/5090)
Unutmamak gerekir ki, Hz. Yûsuf ile Aziz’in hanımı hadisesinde, netice itibariyle ilâhî aşk, nefsanî aşka üstün gelerek onu mağlup etmiştir. Hz. Yûsuf’un kin, öfke ve ihtirasla dolmuş düşmanları bile, nefsâniyeti bir yana bırakarak, gerçeği söylemek ve hakikatin şâhitliğini yapmaktan kendilerini alamamışlardır. Burada dikkat çeken husus, Hz. Yûsuf’un sahip olduğu pek yüce temizlik, iffet ve fazilet mertebesidir. İşte böyle bir iffet, fazilet ve bunun celbettiği ilâhî rahmet ve mağfiret tecellisiyle ihtiraslar sönmekte, gayzlar, öfkeler, intikam duyguları silinmekte, bencillikler ortadan kalkmakta ve neticede hak ve hakikat aşkından başka hiçbir şey ayakta kalmamaktadır.Yûsuf (a.s.)’ın söylediği bu hikmetli sözlerden ve sergilediği akıl, iffet ve fazilet dolu davranışlardan haberdar olan kral, onun ne kadar üstün bir kişiliğe sahip olduğunu fark etti:
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ٓ اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْس۪يۚ فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَك۪ينٌ اَم۪ينٌ ﴿٥٤﴾
54: Kral: “Onu bana getirin, onu kendime özel danışman yapayım” diye emretti. Yûsuf’la konuşunca da: “Sen bundan böyle yanımızda önemli bir yere sahip güvenilir biri olacaksın” dedi.
قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ ﴿٥٥﴾
55: Yûsuf da: “Beni bu ülkenin hazinelerinden sorumlu yap. Çünkü ben onları iyi muhafaza eder, maliye yönetimini de çok iyi bilirim” teklifinde bulundu.
TEFSİR:
Hz. Yûsuf, fırsat doğduğu halde zindandan kurtulmak için acele etmemiş, suçsuzluğu kesin olarak ortaya çıkıncaya kadar sabretmişti. Onun bu temkinli ve metanetli hali kralın dikkatini çekti. Yaptığı tahkikat neticesinde Yûsuf’un günahtan uzak, güvenilir, sabırlı, metanetli ve faziletli bir insan olduğu güneş gibi ortaya çıkmıştı. Nezdinde onun değeri daha da büyüdü. Daha önce rüyasını tâbir etmesi üzerine onu sadece görmek için çağırmışken, şimdi onu kendisine yakın özel bir danışman yapmak, devlet idaresinde kendisine mühim bir makam vermek üzere davet etti. Hz. Yûsuf bu kez daveti kabul edip kralın yanına geldi. Kral onunla bazı meseleler üzerine konuştu. Böylece o, hem Yûsuf’u hem de onun konuşmasını görmüş oldu. Hz. Yûsuf’un ne kadar olgun, ileri görüşlü, mümtaz bir şahsiyet olduğu hususunda gıyabında yaptığı tespitler ve edindiği intibalar doğruydu. Hemen ona, bu günden itibaren katında büyük bir mevki sahibi, yetkili, her hususta güvenilir, itimat ve itibar edilir bir kişi olduğunu söyledi.
Kralın bu derece iltifat, itimat ve güvenini kazanan Hz. Yûsuf, devletin idaresinde kendisine olan zaruri ihtiyacı dikkate alarak: “Beni ülkenin hazinelerinden sorumlu yap. Bütün Mısır ülkesinin hazinelerinin idaresini, gelir giderini takip etme vazifesini bana ver. Çünkü ben onları iyi muhafaza eder, hakkı hukuku gözetir, onları hak etmeyenlerin çarçur etmesinden korurum. Maliye idaresini de çok iyi bilirim” dedi. Hz. Yûsuf’un bu davranışından, herhangi bir alanda mütehassıs olan kimsenin, umumun menfaati için, devlet yönetiminden vazife istemesinin yerinde bir hareket olduğu anlaşılır.
Ancak Allah Resûlü (s.a.s.), liyakatli olmayanların idârî bir vazife talep etmelerini muvafık görmediği gibi, liyakatli olsa bile, mecburiyet olmadığı sürece, böyle bir talepte bulunmamayı tavsiye etmektedir. Nitekim kendisinden idârî vazife isteyenlere: “Vallahi biz bu işe ne onu isteyen birini ne de ona hırs gösteren birini tayin ederiz” buyurarak onların isteklerini reddetmiştir. (Buhârî, İcâre 1; Müslim, İmare 15) Yine idârî vazife isteme­mesini tavsiye ettiği bir sahâbîye de: “İstediğin için vazife sana verilirse onunla baş başa kalırsın; istemeden sana verilirse onun uğrunda yardım görürsün!” buyurmuştur. (Buhârî, Eyman 1; Müslim, İmare 13)
İşte Yûsuf (a.s.) ilâhî yardıma nailiyetle uzun yıllar gösterdiği sabır ve sebatın aydınlık neticesine yaklaşıyor:

وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۚ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَٓاءُۜ نُص۪يبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ وَلَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٥٦﴾
56: Böylece Yûsuf’u Mısır’a yerleştirdik ve kendisine imkân ve iktidar verdik. Öyle ki, ülkenin her tarafında onun sözü geçiyordu. Biz rahmetimizi dilediğimize eriştirir, iyilik eden ve işini güzel yapanların mükâfatını asla zâyi etmeyiz.
وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟ ﴿٥٧﴾
57: Bununla birlikte, iman edip Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için âhiret mükâfatı elbette daha hayırlıdır.
TEFSİR:
Allah Teâlâ Hz. Yûsuf’u hapisten kurtardığı gibi, bir de ona Mısır ülkesinde yüksek bir nüfuz ve iktidar lütfetti. Ülke tamamıyla onun idare ve kontrolü altına verildi. İstediği yerde dilediği gibi tasarruf edebiliyordu. Ülkenin her yerinde sözü geçiyor, her dediği yapılıyordu. Sağladığı emniyet ve asayiş, kazandığı sevgi ve itibar, ulaştığı o büyük nüfuz ve iktidar ile bütün ülkeyi tasarrufu altına almıştı. Bir kimse kendi evini nasıl tanır ve nasıl kimseye sormadan istediği gibi kullanabilirse, Yûsuf (a.s.) da Mısır ülkesinin her bir tarafını öyle avucu içi gibi biliyor ve orada istediğini yapabiliyor, yaptırabiliyordu. Bu ifadeler, onun Mısır ülkesi ve devleti üzerindeki tasarruf gücünün kemâlini en güzel şekilde ortaya koymaktadır.
Hz. Yûsuf’a verilen ilim, hikmet, nübüvvet, akıl, sabır, metanet ve dünya saltanatı gibi bahsi geçen nimetler, Allah Teâlâ’nın ona olan rahmetinin bir tezâhürü idi. Allah dilediği kullarına istediği kadar merhamet etmede serbesttir. Kimse O’nun irade ve ihtiyarına karşı gelemez. Bir taraftan da Allah, iyi ve güzel davrananların, ihsan şuuruyla hayırlı ameller peşinde koşanların mükâfatını zayi etmeyeceğini müjdelemektedir. Yani O, herhangi bir kayd ü şart olmaksızın dilediğine rahmet ettiği gibi, iyi olan, iyilik yapan kullarının ecrini ise asla zayi etmez, emeklerini boşa çıkarmaz, tamı tamına öder, hatta fazlasını verir. İşte Hz. Yûsuf’un hali bunun en güzel bir numûnesidir. Yalnız Allah Teâlâ’nın vereceği mükâfatlar dünya hayatıyla sınırlı değildir. O, iman edip takvâ üzere bir hayat süren kullarına âhirette de bol bol mükâfatlar verecektir. Ebedî olan âhiret mükâfatının, pek çok elemlerle karışık ve fani olan dünya mükâfatından daha hayırlı olacağında şüphe yoktur.
Mısır’da devletin idaresini eline alan Hz. Yûsuf, kralın rüyasını tâbir ettiği istikamette hareket etti. Lâzım gelen tedbirleri ala­rak bolluk senelerinde ziraata ehemmiyet verdi. Mümkün olduğu nispette üretimi artırıp ihtiyaç fazlası ürünleri de­poladı. Nihayet rüyanın işaret ettiği kıtlık seneleri gelip çattı. Bu sefer Mısır halkı bir taraftan depolanmış olan ürünlerle kendi ihtiyaçlarını karşılamaya, bir taraftan da bundan çevre ülkelere ihraç etmeye başladılar. Çünkü kıtlık sadece Mısır’da değil, Kuzey Arabistan, Ür­dün, Filistin ve Suriye’de de etkisini göstermiş, bu bölgelerin halkı da yiyecek sı­kıntısı çekmeye başlamıştı. Her taraf­tan insanlar Mısır’dan erzak satın almak için geliyorlardı. Bu sırada Hz. Ya’kub da Yûsuf’un öz kar­deşi Bünyâmin hariç, diğer oğullarını erzak almak için Mısır’a gönderdi:

وَجَٓاءَ اِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ ﴿٥٨﴾
58: Derken Yûsuf’un kardeşleri Mısır’a varıp onun huzuruna çıktılar. Yûsuf onları görür görmez tanımış, fakat onlar Yûsuf’u tanımamışlardı.
TEFSİR:
Hz. Yûsuf, huzuruna gelen kardeşlerini görür görmez hemen tanıdı. Çünkü yanına girmeden önce bunların kimlikleri tespit edilip ona haber verilmişti. Üstelik şekil ve kıyafetlerinde de tanınmayacak fazla bir değişiklik yoktu. Aslında o, kendisine daha önce vahyedilen. “Elbette bir gün gelecek, sen onlara, hiç beklemedikleri bir sırada bu yaptıklarını haber vereceksin” (Yûsuf 12/15) bilgisine dayanarak, kardeşlerinin kesin olarak yanına geleceklerini biliyor ve bu sebeple onların gelecekleri zamanı bekliyordu. Fakat kardeşleri onu tanımıyorlardı. Çünkü onu henüz çocuk yaştayken terk etmişlerdi ve artık onun ölüp gittiğini sanıyorlardı. Allah Teâlâ’nın onu koruyup büyüterek Mısır kralı yapacağını akıllarına bile getirmiyorlardı. Fakat şimdi hiç farkında olmadıkları bir anda, akıllarının ucundan bile geçmeyen o gerçekle karşı karşıya gelmişlerdi:
وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُون۪ي بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَب۪يكُمْۚ اَلَا تَرَوْنَ اَنّ۪ٓي اُو۫فِي الْكَيْلَ وَاَنَا۬ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ ﴿٥٩﴾
59: Yûsuf onların erzak yüklerini hazırlatınca şöyle dedi: “İkinci gelişinizde bana baba bir kardeşinizi de getirin. Görmez misiniz ki, ben ölçeği adam başına tam olarak veriyor ve misafirlerimi mümkün olan en iyi şekilde ağırlıyorum.”
فَاِنْ لَمْ تَأْتُون۪ي بِه۪ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْد۪ي وَلَا تَقْرَبُونِ ﴿٦٠﴾
60: “Eğer onu bana getirmezseniz, artık benden bir ölçek bile olsa erzak beklemeyin, sakın yanıma da yaklaşmayın.”
قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ اَبَاهُ وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ ﴿٦١﴾
61: Kardeşleri de: “Onu bizimle göndermesi için babasını iknâ etmeye çalışacağız; evet, bir yolunu bulup bunu mutlaka başaracağız” dediler.
وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ ف۪ي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَهَٓا اِذَا انْقَلَبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٦٢﴾
62: Yûsuf, hizmetçilerine şöyle dedi: “Onların ödedikleri erzak bedellerini de yüklerinin içine koyun; umulur ki evlerine varıp yüklerini açtıklarında bunun farkına varırlar da belki daha istekli ve güven içinde bize tekrar gelirler.”
TEFSİR:
Yûsuf (a.s.), muhtemel ki, erzak yükleri hazırlanıncaya kadar kardeşlerini kendi hânesinde ağırladı, ziyafetler verdi, ikram ve ihsanda bulundu. Bu sırada onlarla konuştu. Konuşma esnasında durumları, aileleri, baba ve diğer kardeşleri hakkında daha teferruatlı bilgi aldı. Geride yaşlı bir babaları ve ona yardımcı olan bir kardeşleri olduğunu söylediler. Bu sebeple onu getiremediklerini, fakat onun adına da erzak almak için bir deve getirdiklerini belirtip, yiyecek verirken onu da hesaba katmasını talep ettiler. Hz. Yûsuf onların istedikleri şekilde yüklerini hazırlattı. Ancak, çok sevdiği öz kardeşi Bünyamin’i yanına getirtmek için bunu fırsat olarak değerlendirdi.
İkinci gelişlerinde babalarıyla birlikte kalan o kardeşlerini de yanlarında mutlaka getirmelerini istedi. Getirmedikleri takdirde, “geride bir kardeşimiz daha var” sözlerinde yalancı sayılacakları için, Mısır ülkesinin herhangi bir yerinden bir daha erzak almalarının asla mümkün olamayacağını ve bu konuda kendisinin de yapacağı bir şey bulunmadığını kesin bir dille ifade etti. Hedefi, Bünyamin’i getirmeye onları mecbur bırakmaktı. Onlar da mesajı tam olarak aldılar, işin ciddiyetini kavradılar ve bir yolunu bulup babalarını ikna ederek Bünyamin’i mutlaka getirmeye çalışacaklarını söylediler. Bu arada Hz. Yûsuf, hem kerîmliğinin ve cömertliğinin bir tezahürü olarak, hem de kardeşlerinin bir daha ki sefere daha kolay ve istekli gelmelerine yardımcı olacağını hesaba katarak, aldıkları erzak karşılığında ödedikleri sermayelerini de geri yüklerinin içine koydurdu.Yûsuf (a.s.) bütün bunları, Rabbinin kendisine verdiği talimatlar doğrultusunda yapıyordu. Ona kalsa babasına derhal müjdeyi ulaştırır ve ailesini yanına alırdı. Fakat ilâhî hikmet daha bir takım imtihanların olmasını ve bir kısım sırların çözülmesini gerektiriyordu:
فَلَمَّا رَجَعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يهِمْ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَاَرْسِلْ مَعَنَٓا اَخَانَا نَكْتَلْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ ﴿٦٣﴾
63: Yûsuf’un kardeşleri babalarının yanına döner dönmez: “Sevgili babamız! Bir daha erzak almamız bize yasaklandı. Ne olur, kardeşimizi bizimle beraber gönder ki tekrar erzak alabilelim. Merak etme, biz onu elbette gözümüz gibi koruruz” dediler.
قَالَ هَلْ اٰمَنُكُمْ عَلَيْهِ اِلَّا كَمَٓا اَمِنْتُكُمْ عَلٰٓى اَخ۪يهِ مِنْ قَبْلُۜ فَاللّٰهُ خَيْرٌ حَافِظًاۖ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ ﴿٦٤﴾
64: Yâkub dedi ki: “Daha önce kardeşi Yûsuf’u size güvenip nasıl emânet ettiysem, şimdi onu da aynı şekilde size emânet edeyim, öyle mi?! Şunu bilin ki, ben onu size değil, Allah’a emânet ediyorum. Çünkü Allah, koruyup gözetenlerin en hayırlısı ve merhamet edenlerin en yücesidir!”
TEFSİR:
Yûsuf’un kardeşleri, babalarının yanına döner dönmez, henüz yüklerini açmadan, Mısır’da gördükleri alaka, ihsan ve ikramlardan bahsetmeden, “Bir daha erzak almamız bize yasaklandı” (Yûsuf 12/63) tarzında acı bir haberle söze başladılar. Sanki bütün zahmetleri boşa gitmiş ve elleri boş geri dönmüşlerdi. Böyle davranmaları, şüphesiz, babalarını acındırarak kardeşleri Bünyamin’i kendileriyle beraber göndermesini sağlamaktı.
Çünkü daha önce Yûsuf’la ilgili çevirdikleri işler sebebiyle babalarının kendilerine olan güvenini sarstıklarını, dolayısıyla Bünyamin için izin vermeme ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorlardı. Düşündükleri gibi de oldu. Nitekim Bünyamin’le alakalı taleplerine Hz. Yakup, sitemkâr bir ifadeyle menfi karşılık verdi: “Biliyorsunuz ya, daha önce Yûsuf’u size emanet ettim de ne oldu? Onun hakkında da böyle bastıra bastıra, «Biz onu koruruz» (Yûsuf 12/12) demiştiniz de ne yaptınız? Koruyabildiniz mi? Şimdi Bünyamin’le alakalı olarak «biz onu elbette gözümüz gibi koruyacağız» demenize nasıl güvenebilirim? Size değil, ancak Allah’a güveniyorum; çünkü muhafaza edeceklerin en hayırlısı O’dur. Merhametlilerin en merhametlisi de O’dur” dedi. Yalnız son cümleleriyle, az da olsa Bünyamin’i gönderebileceğine dair müspet işaret vermiş oldu.Yûsuf’un kardeşlerini sevindiren bir diğer gelişme de şu oldu:
وَلَمَّا فَتَحُوا مَتَاعَهُمْ وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ اِلَيْهِمْۜ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا نَبْغ۪يۜ هٰذِه۪ بِضَاعَتُنَا رُدَّتْ اِلَيْنَاۚ وَنَم۪يرُ اَهْلَنَا وَنَحْفَظُ اَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَع۪يرٍۜ ذٰلِكَ كَيْلٌ يَس۪يرٌ ﴿٦٥﴾
65: Yüklerini açınca ödedikleri erzak bedellerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Çok sevindiler ve: “Baba, baba!” dediler, “başka ne isteyebiliriz ki? Bak, ödediğimiz erzak bedeli bize geri verilmiş. Bununla yine ailemize erzak getirir, eğer bizimle gönderirsen kardeşimizi korur, hem de bir deve yükü fazla erzak alırız. Öyle cömert bir insandan pek kolay bir alım olacak bu!”
قَالَ لَنْ اُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتّٰى تُؤْتُونِ مَوْثِقًا مِنَ اللّٰهِ لَتَأْتُنَّن۪ي بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يُحَاطَ بِكُمْۚ فَلَمَّٓا اٰتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللّٰهُ عَلٰى مَا نَقُولُ وَك۪يلٌ ﴿٦٦﴾
66: Bunun üzerine babaları: “Kuşatılıp tamâmen çâresiz kalmadıkça, mutlaka onu bana geri getireceğinize dair Allah’a yemin edip kesin söz vermediğiniz takdirde onu sizinle asla göndermem.” Yemin edip söz vermeleri üzerine de: “Bakın, bu söylediklerimize Allah şâhittir ve her şey ancak O’nun izniyle olur” dedi.
TEFSİR:
Hz. Yâkub’un oğulları Mısır’dan getirdikleri yükleri açıp, ödedikleri erzak bedellerinin geri verildiğini görünce sevindiler. Burada, Hz. Yûsuf’un aldığı bu ikinci tedbirin, beklediği gibi ikinci bir teşvik unsuru olduğu görülür. Bu vesileyle oğulları, erzak almak için tekrar gitme ve bunun için de Bünyamin’i yanlarında götürme taleplerini daha bir iştiyakla babalarına yeniden arzettiler. Fakat Yâkub (a.s.), bununla kifâyet etmeyip, her birinden Bünyamin’i kendisine geri getireceklerine dair Allah adına kesin bir söz aldı. Konuştuklarına da Allah’ı şâhit kıldı. Ancak çepeçevre kuşatılmaları, elleri kolları bağlanıp çaresiz kalmaları ve helak edilip yok olmaları durumunu istisnâ etti. Belki bununla da, farkında olarak veya olmayarak, evlatlarının bu gidişte başlarına gelecek sıkıntılara da işaret etmiş oldu. Bütün bu ihtimalleri dikkate alarak yola koyulacakları sırada oğullarına şu öğütte bulundu:
وَقَالَ يَا بَنِيَّ لَا تَدْخُلُوا مِنْ بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُوا مِنْ اَبْوَابٍ مُتَفَرِّقَةٍۜ وَمَٓا اُغْن۪ي عَنْكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۚ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ ﴿٦٧﴾
67: Onlara şunu söyledi: “Oğullarım! Mısır’a hepiniz aynı kapıdan girmeyin; ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi, ne yapsam da, Allah’tan başınıza gelecek hiçbir şeyi sizden savamam. Çünkü mutlak mânada hüküm ve takdir Allah’ındır. Ben yalnızca O’na dayanıp güvenirim. Kendisine dayanıp güvenecek bir güç arayan herkes de sadece O’na dayanıp güvensinler.”
وَلَمَّا دَخَلُوا مِنْ حَيْثُ اَمَرَهُمْ اَبُوهُمْۜ مَا كَانَ يُغْن۪ي عَنْهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا حَاجَةً ف۪ي نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضٰيهَاۜ وَاِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِمَا عَلَّمْنَاهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟ ﴿٦٨﴾
68: Onlar babalarının emrettiği şekilde Mısır’a girdiler. Fakat bu tedbir, Allah’ın onlar için yazdığı hiçbir şeyi kendilerinden uzaklaştıramadı. Ancak Yâkub, evlatlarını korumak maksadıyla içindeki bir dileği yerine getirmiş oldu. Şüphesiz o, kendisine öğrettiğimiz husûsî bir ilim sahibiydi; fakat insanların çoğu bunu bilmez.
Tefsir
Hz. Yâkub’un, oğullarına Mısır’a bir kapı yerine birkaç kapıdan girmelerini tavsiye etmesinin sebep ve hikmetleri hususunda şu izahlar yapılabilir:
› O, evlatlarını kem gözlerin kin ve kıskançlık dolu bakışlarından korumak için böyle yapmıştır.
› Bunun güvenlik açısından bir tavsiye ve tedbir olma ihtimali kuvvetlidir. Çünkü Yâkub (a.s.), şehre toplu halde girecek olan çocuklarının başına bir suikastın gelebileceğinden endişe duyuyordu. Böyle bir ihtimal karşısında hepsinin birlikte zarar görmemesi gerekirdi. Nitekim askerî tatbikatlarda da, muhtemel bir pusu ile düşmana ansızın yakalanmamak için erlerin tek sıra düzeninde hareket etmeleri tavsiye edilir.
› Hepsinin aynı kapıdan birlikte girmeleri şehir halkı üzerinde bir şüphe uyandırabilirdi. Hele oraya girişleri, ülkenin emniyet ve asayişi itibariyle kritik bir zamana denk geldiyse şüphe uyandırma ihtimali daha da kuvvetlenmiş olurdu.
Hz. Yâkub, çocuklarına böyle bir tavsiyede bulunmasına rağmen, bir peygamber olarak, işi Allah’a havale etmeyi ihmal etmedi. Hükmün sadece Allah’a ait olduğunu, O ne murat ederse ancak onun vuku bulacağını ve onu engellemenin mümkün olmadığını; dolayısıyla imkânlar dâhilinde tedbir aldıktan sonra, takdiri Allah’a bırakıp O’na dayanmak gerektiğini bildirdi.
Nitekim çocukların, babalarının tavsiyesini tutarak farklı kapıdan girmeleri, Allah’ın onlar hakkında takdir buyurduğu şeylerin olmasını engelleyemedi. Devam eden âyet-i kerîmelerde haber verildiği üzere olanlar oldu:
وَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَخَاهُ قَالَ اِنّ۪ٓي اَنَا۬ اَخُوكَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٦٩﴾
69: Kardeşleri, Yûsuf’un huzuruna çıktıklarında o öz kardeşi Bünyamin’i yanına aldı, onunla bir süre baş başa kaldı ve ona: “Ben, senin kardeşin Yûsuf’um; onların daha önce yaptıklarına üzülme!” dedi.
TEFSİR:
Rivayete göre kardeşleri Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde: “İşte getirmemizi istediğin kardeşimiz budur, onu getirdik” diye takdim ettiler. O da: “İyi ettiniz, isabet eylediniz” dedi. Hepsine bir ziyafet verdi ve onları ikişer ikişer sofraya oturttu. Bünyamin tek kaldı, kendi kendine: “Şimdi kardeşim Yûsuf sağ olsaydı, o da benimle birlikte otururdu” dedi ve gözlerinden yaş damladı.
Yûsuf da: “Kardeşiniz tek kaldı” diyerek onu kendi yanına aldı. Sonra her iki kişiye birer yatak odası hazırlattı ve: “Bunun ikincisi yok, bu da benim yanımda olsun” diyerek kendi odasına götürdü. Yûsuf onun, ölen kardeşi için çok üzüldüğünü görünce: “O ölen kardeşinin yerine ben senin kardeşin olsam ister misin?” dedi. O da: “Senin gibi kardeşi kim bulabilir? Fakat ne çare ki, seni Yâkub ile Râhil doğurmuş değil” diyerek içini çekti. İşte o vakit Yûsuf ağladı; kalkıp boynuna sarıldı. Kendini tanıtıp: “Ben gerçekten senin kardeşinim. Bunun için onların daha önce yaptıklarına aldırma. Bu sefer de benim adamlarımın sana yapacakları oyundan dolayı sakın telaşlanıp üzülme. Sana anlattığım bu şeyleri kimseye sezdirme, hiç duymamış gibi serinkanlı ol” dedi. (bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XVIII, 41-142)Hz. Yûsuf, kardeşi Bünyamin’i yanında tutabilmesi için, Allah Teâlâ’nın kendine öğrettiği bir planı, en hassas noktalarına dikkat ederek tatbik etti:
فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ ف۪ي رَحْلِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اَذَّنَ مُؤَذِّنٌ اَيَّتُهَا الْع۪يرُ اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ ﴿٧٠﴾
70: Yûsuf onların yüklerini hazırlattığı sırada, su kabını öz kardeşinin yükü içine koydu. Sonra bir dellal onların arkasından: “Ey kâfile! Durun! Siz kesinlikle hırsızsınız” diye bağırdı.
قَالُٓوا وَاَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ مَاذَا تَفْقِدُونَ ﴿٧١﴾
71: Yâkub’un oğulları hemen geriye, gelenlere dönüp: “Neyi kaybettiniz, ne arıyorsunuz?” diye sordular.
قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ ﴿٧٢﴾
72: Dediler ki: “Kralın su kabını kaybettik, onu arıyoruz. Onu bulup getirene bir deve yükü erzak var. Ben buna kefîlim.”
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِق۪ينَ ﴿٧٣﴾
73: Yâkub’un oğulları: “Vallahi, siz de kesinlikle biliyorsunuz ki, biz buraya bozgunculuk çıkarmak için gelmedik. Biz hırsız da değiliz” dediler.
قَالُوا فَمَا جَزَٓاؤُ۬هُٓ اِنْ كُنْتُمْ كَاذِب۪ينَ ﴿٧٤﴾
74: Kralın adamları: “Peki, yalan söylüyorsanız, bu yaptığınızın cezası nedir?” diye sordular.
قَالُوا جَزَٓاؤُ۬هُ مَنْ وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪ فَهُوَ جَزَٓاؤُ۬هُۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ ﴿٧٥﴾
75: Onlar da: “Bizim kanunlarımıza göre bunun cezası, çalınan su kabı kimin yükünde bulunursa, o kişinin köle olarak alıkonmasıdır. İşte hırsızlık yapan zâlimleri biz böyle cezalandırırız” diye cevap verdiler.
Tefsir
Yûsuf (a.s.), kardeşlerinin yüklerini hazırlattığı sırada kimse farkında olmadan su kabını Bünyamin’in yükü içine koydu. Yükler tamamlandı ve kafile yola koyulma hazırlıklarına başladı. Fakat su kabı ortalıkta yoktu. Bunu fark eden bir dellal, muhtemelen Yûsuf’un görevlendirmesiyle, yüksek sesle: “Ey kâfile! Durun, gitmeyin! Sizler hırsızsınız!”diye bağırmaya başladı. Hadisenin iç yüzünden habersiz olan kardeşler, böyle bir ağır itham karşısında şaşkınlıklarını gizleyemediler. Gördükleri bu kadar izzet ve ikramın arkasından, hırsızlık gibi insan onurunu ayaklar altına seren bir suçla teşhir ve itham edilmeleri olacak şey değildi. Dolayısıyla suçu kabullenmediler ve kendilerinden gayet emin bir vaziyette âdeta: “Siz neyinizi kaybettiniz, ne arıyorsunuz? Durun bakalım, telaşa kapılarak her önünüze çıkanı hemen hırsızlıkla suçlamayın. Bize hırsızlık yakışmadığı gibi, size de böyle konuşmak yakışmaz. Biz hırsız olmadığımız gibi, belki sizin de bir şeyiniz çalınmamıştır. Belki de çalındığını düşündüğünüz şeyi bir yerde unutmuş da olabilirsiniz” dediler. Bu kez dellâl ve arkadaşları sözlerine biraz daha çekidüzen vererek, kralın su kabını kaybettiklerini, onu aradıklarını ve onu getirene bir deve yükü erzak vereceklerini söylediler.
Yûsuf’un kardeşleri ise yeminlerle, tekitlerle kendilerinin asla hırsız olmadıklarını, bu yere bozgunculuk yapma gibi bir niyetle gelmediklerini, bu gerçeği onların da bildiğini ifade ettiler. Fakat önceden kurulmuş bir plan tatbik edilmekteydi ve mutlaka bir neticeye ulaşmak gerekiyordu. Bu sebeple görevliler, onların gayet samimi ve doğru konuştuklarını bilmekle beraber, olaya son noktayı koymak üzere, “biz çalmadık, hırsız değiliz” diyorsunuz ama, “diyelim ki, düşük ihtimalde olsa, aradığımız şey sizin yanınızda çıkarsa bu suçun cezası nedir, bunu söyler misiniz?” diye sordular. Onlar da babaları Yâkub’un şeriatine göre lazım gelen cezayı söylediler. O da: “Malı çalan kişinin, çaldığı o mal karşılığında tutuklanması; hizmetçi veya köle edilmesi” idi. Böylece işe yarayacak cevabı bizzat onların ağızlarından almış oldular:

 
Kurban
Beiträge: 1.013
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 04.01.2024 | Top

   

Yusuf Süresi Meal Ve Tefsiri 76-100
Yusuf Süresi Meal Ve Tefsiri 33-50

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz