Saffat Süresi Meal Ve Tefsiri 2

#1 von Kurban , 27.09.2022 07:29

Saffat Süresi Meal Ve Tefsiri 2

ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ ﴿١٦﴾
16: “Biz ölüp de toprak ve çürümüş kemik yığını hâline geldikten sonra, yani biz o zaman mı yeniden diriltileceğiz?”

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ ﴿١٧﴾
17: “Önceden ölüp gitmiş atalarımız da, öyle mi?”

قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ ﴿١٨﴾
18: De ki: “Evet, hem de zelil ve perişan bir halde diriltileceksiniz.”

فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ ﴿١٩﴾
19: Yeniden diriltiliş için yalnızca bir çığlık yeter! Bir de bakarsın ki hepsi kabirlerinden kalkmış etraflarına bakıyorlar.

وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ ﴿٢٠﴾
20: “Yazıklar olsun bize!” diye feryat edecekler, “İşte bize haber verilen hesap günü!”

هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟ ﴿٢١﴾
21: Melekler de: “Evet, evet! Sizin dünyada iken yalan saydığınız hüküm günü, işte bu gündür!” diye cevap verecekler.
Tefsir
Göklerin, yerin, bunlardaki büyük ve komplex varlıkların yaratılması, elbette insanın yaratılışına göre daha büyük bir kuvvet ve kudreti gerektirir. Yani insanın yaratılışı bunlar karşısında daha basit kalır. Gerçi insanı da yapışkan bir çamurdan yaratan Allah’tır. Buradan çıkarılacak netice şudur: Bu kadar muazzam varlıkları yaratan ve idâre eden Allah’ın, ölüleri diriltmeye gücü yeter. Yalnız bunu anlayabilmek için selim bir akılla düşünmeye, derin bir tefekkür ve tedebbüre ihtiyaç vardır. Bunun en güzel misâli Resûlullah (s.a.s.)’dir. O, kâinattaki ilâhî kudret akışları ve azamet tecellileri karşısında hayran kalır; bunlar üzerinde derin derin tefekkür edip Yüce Allah’ı tesbih ve tenzih ederdi. Ona tâbi olan mü’minler de böyledir. Onların bu güzel hallerini şu âyet-i kerîmeler daha açık haber verir:
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akl-ı selim sahipleri için pek çok delil ve ibretler vardır. O akıl sahipleri, ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken dâimâ Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler ve: «Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen bütün eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. Bizi cehennem azabından koru!» derler.” (Âl-i İmrân 3/190-191)
Peygamber ve mü’minler karşısında başka bir grup var ki, bunlar kâfirlerdir. Bunlar, mü’minlerin hayran kaldıkları şeyleri alaya alıyorlar. Kur’an’ı, Peygamber’i ve bunların haber verdiği âhireti yalanlıyorlar. Gördükleri mûcizelerle alay edip, onları büyü olarak niteliyorlar. Ölüp toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra yeniden dirilişi reddediyor, kendilerinden asırlarca önce ölmüş dedelerinin nasıl dirilebileceğini şirkle bulanmış akıllarına sığdıramıyorlar. Halbuki, bu kadar muazzam kâinatı, varlıkları ve şeref misafiri olan insanı yaratan Allah, İsrâfil’in ikinci kez üflediği korkunç bir sesle herkesi diriltecek, hepsi kabirlerinden fırlayıp sağa sola bakmaya başlayacaklar. Onlar, bu günün, Peygamber (a.s.)’ın haber verdiği hesap günü olduğunu hemen anlayacaklar. Fakat hazırlıksız yakalandıkları için “Eyvâh!” diyecek ve pişman olacaklar. Çünkü hesaplarının hiç de iç açıcı olmadığı bellidir. Bunu artık kendileri de farketmektedir.

اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ ﴿٢٢﴾
22: Allah meleklere şöyle emreder: “Toplayın o zâlimleri, onların eşlerini, zulme ortak olan taraftarlarını ve taptıkları putlarını!

مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ ﴿٢٣﴾
23: Allah’ı bırakıp da taptıkları. Sonra da hepsine o kızgın alevli cehennemin yolunu gösterin!”

وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ ﴿٢٤﴾
24: “Durdurun, tutuklayın onları! Çünkü onlar yaptılarından hesaba çekilecekler.”

مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ ﴿٢٥﴾
25: Sonra kâfirlere seslenir: “Ne oldu size; azaptan kurtulmak için neden birbirinize yardım etmiyorsunuz?”

بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ ﴿٢٦﴾
26: Hayır! Kimse kimseye yardım edemeyecek. Çünkü bugün herkes Allah’ın emrine tam teslim olmuş durumdadır.
Tefsir
Yâsîn sûresi 55-58. âyetlerde mü’minlerin eşleriyle beraber cennete girmeleri ve oranın nimetlerinden faydalanmaları söz konusu edilmişti. Burada ise müşriklerin kâfir eşleri ve yoldaşlarıyla beraber cehenneme sürüklenip orada tutuklanacakları belirtiliyor. Gerçeğin anlaşılabilmesi için bu sahne, o sahnenin tam karşısına konmaktadır. Müşriklerin taptıkları putların da kendileriyle beraber cehenneme sürülmesi, onlara tapmanın ne kadar akılsızca bir iş olduğunu gösterir. Cenâb-ı Hak hem müşrikleri hem de onların putlarını ve tâbi oldukları önderlerini mahşer yerinde durduracak. Onlara azarlayıcı bir hitapla: “Ne oldu size; azaptan kurtulmak için neden birbirinize yardım etmiyorsunuz?” (Saffât 37/25) buyuracak. Çünkü müşrikler, taptıkları putların ve peşinden gittikleri efendilerin, başları dara düştüğü zaman kendilerine yardım edeceklerini sanıyor, hep bu kuruntu ile hareket ediyorlardı. Mahşer günü bunun boş bir hayal olduğunu anlayacaklardır. Zira burada bütün ins ü cin Yüce Allah’ın emrine boyun eğecek, O’nun izni olmadan bir şey yapmak veya söylemek imkânsız hale gelecektir.
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ ﴿٢٧﴾
27: Derken birbirlerine dönüp, karşılıklı söz düellosuna başlarlar.

قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ ﴿٢٨﴾
28: Tâbi olanlar önderlerine: “Evet, siz sanki iyiliğimizi istiyormuşçasına bize yaklaşır ve bâtılı hak göstererek bizi ona çağırırdınız.”

قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ ﴿٢٩﴾
29: Onlar da şöyle derler: “Hayır, ne münâsebet! Siz zâten inanmak gibi bir niyet taşımıyordunuz.”

وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْمًا طَاغ۪ينَ ﴿٣٠﴾
30: “Hem bizim sizi zorlayacak bir gücümüz de yoktu. Aksine siz kendiniz azgın ve isyânkâr bir gürûhtunuz.”

فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ ﴿٣١﴾
31: “Artık ne desek boş! Hakkımızda Rabbimizin azap sözü kesinleşmiş bulunuyor. Hiçbir çıkış yolu yok; günahlarımızın cezasını mutlaka çekeceğiz.”

فَاَغْوَيْنَاكُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ ﴿٣٢﴾
32: “Evet, sizi baştan biz çıkardık; çünkü zâten kendimiz de azmış gitmiştik.”

فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ ﴿٣٣﴾
33: Madem öyle, o gün azabı hep birlikte çekecekler.

اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ ﴿٣٤﴾
34: Biz, inkârcı suçlulara işte böyle davranacağız.
Tefsir
Cehennemlikler birbirlerini suçlarlar. Hususiyle “müstaz’af” dediğimiz zayıflar, kendilerini doğru yoldan saptıran büyüklerine sataşırlar. “Bizi siz yoldan çıkardınız” derler. Onların; “Evet, siz sanki iyiliğimizi istiyormuşçasına bize yaklaşır ve bâtılı hak göstererek bizi ona çağırırdınız” (Saffât 37/28) sözü, burada kullanılan Arapça “yemin” kelimesine verilen mânalar dikkate alınarak şöyle izah edilir: Birincisi; “yemin”, yemin etmek mânasındadır: “Siz bize yemin ederek gelirdiniz. Doğru söylediğinize ve doğru yolda olduğunuza yemin ederek bizi kandırırdınız.” İkincisi; “yemin”, sağ taraf, uğur demektir: “Siz bize sağ taraftan gelip bizi kandırır, kendinizi uğurlu kimseler göstererek bizi aldatırdınız.” Üçüncüsü; “yemin”, kuvvetten kinâyedir: “Siz bize kuvvetle gelir, bizi zorla kendinize tabi kılardınız.” Onlar da genelde bu suçlamaları kabul etmez, artık bundan böyle yapılacak bir şeyin olmadığını ve hak ettikleri azabı çekmekten başka çârenin kalmadığını söylerler. Sonunda birlikte cehennemi boylarlar. (bk. Sebe’ 34/31-33; Mü’min 40/47-48) Buna göre, 34. âyetteki “inkârcı suçlular” şeklinde tercüme edilen “mücrimîn” kelimesinden, kâfirlerin kastedildiği anlaşılmaktadır.
Mahşer yerinden nakledilen bu manzaranın hedefi, toplumların hem idârecilerini hem de onların peşinden gidenleri uyarmaktır. İdareciler ve fikir önderleri, yarın böyle bir suçlamayla karşı karşıya kalacaklarını düşünerek insanları yanlış yollara sürükleyecek uygulamalardan kaçınmalıdır. Tâbi olanlar da başkalarının güdümüne girmeden, onurlu ve haysiyetli bir şahsiyet sergileyerek, Allah’ın huzurunda sorumlu olacakları inanç ve amel hususlarında kendi iradeleriyle hür ve şuurlu bir şekilde karar verebilmelidirler.

اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ ﴿٣٥﴾
35: Onlara: “Allah’tan başka ilâh yok” dendiği zaman büyüklük taslıyorlardı.

وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ ﴿٣٦﴾
36: “Delirmiş bir şâirin sözüne güvenerek hiç ilâhlarımızı terk eder miyiz? Olacak iş mi bu?” diyorlardı.

بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ ﴿٣٧﴾
37: Hayır! O ne delidir, ne de şâir. O gerçeği getirmiş, önceki bütün peygamberleri de doğrulamıştır.

اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ ﴿٣٨﴾
38: Hiç şüphesiz siz o can yakıcı azabı tadacaksınız.

وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ ﴿٣٩﴾
39: Fakat, fazla değil, sadece yaptığınız kötülüklerin cezasını çekeceksiniz.
Tefsir
Müşrikleri cehenneme sürükleyen sebeplerin başında şunlar geldiği anlaşılmaktadır:

Birincisi; onlar, Allah’ın birliğine inanmıyorlardı. Kendilerine “Lâ ilâhe illallah” yani Allah’tan başka ilâh olmadığı söylendiğinde büyüklük taslayıp bu inancı kabule yanaşmıyorlardı. Çünkü kelime-i tevhid, kuru bir sözden ibaret olmayıp, onu kabullendiğinde hayat tarzını buna göre tümüyle değiştirmesi gerekmekteydi. Putperestlik anlayışı üzere bina edilen câhiliye değer yargılarını ve içtimâî düzeni bırakıp, İslâm’ın istediği düzeni benimseme ve onu yaşama mecburiyeti söz konusu idi. Bu sebeple, tevhid sözü onları fevkalade rahatsız ediyordu.
İkincisi; yine aynı sebepten hareketle onlar, Resûlullah (s.a.s.)’in peygamberliğini kabul etmiyorlardı. Çünkü onun getirdiği sistem ve yaptığı düzenlemeler işlerine gelmiyordu. Peygamber (s.a.s.)’in yerleştirmek istediği hayat anlayışı, onların kurulu düzenlerini tehdit ediyor ve bir kısım nefsânî hesaplardan vazgeçmelerini gerektiriyordu. Bu ise onlara ağır geliyordu. Çıkar yol ise Peygamber’le mücâdeleye girişmek, onu davasından vazgeçirmeğe çalışmak, tesirini kırmak ve ilerlemesini durdurmaktı. Bu bakımdan başvurdukları çarelerden biri de Efendimiz (s.a.s.)’i “delilik”le suçlamaktı. İddialarına göre, ne söylediğini bilmeyen bir deli yüzünden putlarını terk etmek olacak şey değildi. Aslında bu nevi girişimlerin maksadı, insanların uyanıp gerçeği görmelerini engellemek, böylece putperest düzenin kendilerine sağladığı çıkarlardan yararlanmaya devam etmekti.
Gerçek şu ki Peygamber, deli değil, aksine geldiği toplumun en akıllı insanı idi. Getirdiği Kur’an, gerçeğin ta kendisi idi. Kendiliğinden bir din üretmediği gibi, ilk defa peygamberlik iddiasında bulunan bir şahsiyet de değildi. Onun getirdiği mesajlar, önceki peygamberlerin haber verdiklerini aynen doğrulamaktaydı. O halde, önceden olduğu gibi bundan böyle de, Peygamber’e iman ve itaat şarttır. Ona iman etmeyenler, cehennem azabını tadacaklardır. Ancak ilâhî adâlet gereğince kimseye haksızlık yapılmayacak, herkes ancak yaptığına göre karşılık görecektir.Ömer Çelik

 
Kurban
Beiträge: 1.026
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 27.09.2022 | Top

   

Saffat Süresi Meal Ve Tefsiri 3
Saffat Süresi Meal Ve Tefsiri 1

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz