Kamer Süresi Meal Ve Tefsiri 49-55
اِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ ﴿٤٩﴾
49: Şüphesiz biz her şeyi dakik, şaşmaz bir ölçüye ve bir kadere göre yarattık.
Tefsir
Allah Teâlâ her şeyi bir kader ile yaratmıştır. Her şeyin, meydana gelmeden önce ezelde, Allah’ın ilminde takdir edilen bir kaderi, yani ilmî bir değeri vardır ki, kazasının cereyanı yani fiilen yaratılışı, o kadere göre meydana gelir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“İster kıtlık, kuraklık, deprem gibi yeryüzünde meydana gelen bir musîbet olsun, ister hastalık, açlık, ölüm gibi kendi canlarınızda, onu daha biz yaratmadan önce o bir kitapta yazılıdır. Şüphesiz bu, Allah’a göre pek kolaydır.” (Hadîd 27/22)
Resûlullah (s.a.s.), bir inanç esası olarak “kader” hakkında şöyle buyurmaktadır:
“İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayrın da şerrin de Allah’tan olduğuna iman etmendir.” (Müslim, İman 1, 5; Tirmizî, İman 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)
“Bir kimse şu dert şeye inanmadıkça mü’min sayılmaz:
Allah’ın varlığına, birliğine ve ortağı olmadığına. Benim Allah’ın rasûlü olduğuma ve beni hak peygamber gönderdiğine.
Öldükten sonra dirilmeye.Kadere, hayrın da şerrin de Allah’tan olduğuna.” (Tirmizî, Kader 10; İbn Mâce, Mukaddime 10)
İslâm’ın kader anlayışını izah açısından İbn Abbas (r.a.)’ın naklettiği şu nebevî düstûr ne kadar mühimdir:
“Bir gün Peygamber (s.a.s.)’in terkisinde bulunuyordum. Bana:
«Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim» dedi ve şöyle buyurdu: «Allah’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın rızâsını her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen Allah’tan dile! Bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir.»” (Tirmizî, Kıyâmet 59)
Bütün bunlardan çıkarılması gereken sonuç şudur ki, hiç kimse Allah Teâlâ’yı istediği gibi yönlendiremez ve bir işi yapmaya mecbur tutamaz. Buna göre suçlu, kendi keyif ve iradesine göre suçun mâhiyet ve kaderini değiştiremez. Kaderde sonucu bedbahtlık, mesuliyet ve mahkûmiyet ile cehenneme götürmek olan suç ve günahı, sevap ve mutluluk vesilesi yapamaz. Bu sebepledir ki suçlular suçlu olduklarından dolayı sapıklık ve azap içinde olacaklardır. Şunu da belirtelim ki, İslâm’ın kader anlayışı, kulun cüz’î iradesine zıt da değildir. Çünkü ihtiyârî fiilerin meydana gelmesi için cüz’î irade dahi kaderin içinde yer almaktadır. Önceden yazılan kaderin kaza ile cereyan etmesine gelince, herhangi bir şeyi yaratmak için Allah Teâlâ’nın verdiği emir, başka değil, ancak birdir. Bir kelimeden veya bir bakıştan ibarettir. Gözle bir bakış gibi, gözle seri bir bakış ânı, yani bir şuur ânı gibi ki, “Allah, bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece «Ol!» der; o da hemen oluverir” (Yâsin 36/82) buyrulduğu üzere bir “Kün!” emrinden ibarettir. Hakikatte tam sebep, bu “Kün!” emridir. Sebep meydana gelince, yani “Kün!” emri vuku bulunca, sebebin sonucu da hemen oluverir ki bu da yaratmadır. Onun için “O cemiyetler nasıl bozulacak, o kıyâmet nasıl vuku bulacak, suçlular o takdire nasıl sürüklenecek?” diye tereddüde mahal de yoktur. Allah “Ol!” deyince hepsi olur.
وَمَٓا اَمْرُنَٓا اِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ ﴿٥٠﴾
50: Olmasını istediğimiz şeyle ilgili emrimiz, başka değil, bir “Ol!” demektir; bir göz kırpması gibi hızlıdır.
Tefsir
49. âyette geçen قَدَر (kader) kelimesine iki farklı mâna vermek mümkündür:
Birincisi; ölçü, düzen ve âhenk: Allah Teâlâ tüm kâinatı ve varlıkları hikmetin gereklerine uygun bir şekilde, sağlam, şaşmaz ve dakik ölçülere göre, belli bir düzen, denge ve âhenk içinde yaratmıştır. Bugün varlıkların yapıları, özellikleri ve birbiriyle olan münâsebetleri ile alakalı yapılan bilimsel incelemeler, kâinattaki bu şaşmaz ölçü, nizam ve ahengi gözler önüne sermektedir. Akıllara hayranlık veren bir nizam ve bunlardaki çok ince ölçülere göre cereyan eden yaratılış gerçeği, Allah Teâlâ’nın sonsuz kudret, ilim ve hikmetini haykırmaktadır. Üstelik bunları yaratmak Allah Teâlâ için hiç de güçlük doğurmamaktadır. Sadece “Ol!”, demekte ve gözün süratle bir bakışı, bir kıpırdanışı kadar kısa bir zamanda dilediği her şey olmaktadır
وَلَقَدْ اَهْلَكْنَٓا اَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ ﴿٥١﴾
51: Gerçekten biz daha önce sizin gibi nice toplumları helâk ettik. Hiç düşünüp ibret alacak yok mu?
وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ ﴿٥٢﴾
52: Onların yaptığı her şey defterlerde kayıtlıdır.
وَكُلُّ صَغ۪يرٍ وَكَب۪يرٍ مُسْتَطَرٌ ﴿٥٣﴾
53: Küçük büyük her şey satır satır yazılmıştır.
Tefsir
Dünyada yapılan küçük büyük her şey satır satır bir deftere kayıt yapılmaktadır. Bu defterler bir gün açılacak, orada yazılanların hesabı görülecek ve kişinin ebedi hayatı buna göre belirlenecektir. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Biz her insanın sevabını ve vebâlini boynuna doladık; öyle ki, kıyâmet günü önüne, her şeyi açık açık kaydedilmiş bulacağı bir defter çıkaracağız. Ona: «Defterini oku; bugün sana hesap görücü olarak kendi nefsin yeter» diyeceğiz.” (İsrâ 17/13-14)
“Herkesin amel defteri önüne konulacak; sen günahkârların o defterde yazılı olanlardan dolayı ödleri patlayacak şekilde korktuklarını göreceksin. Hayretler içinde: “Yazıklar olsun bize! Bu nasıl defter ki, küçük büyük demeden, hiçbir şeyi dışarıda bırakmadan ne yapmış, ne söylemişsek hepsini saymış dökmüş!” diyecekler. Böylece yaptıkları her şeyi amel defterlerinde bulacaklar. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf 18/49)Ömer Çelik
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍۙ ﴿٥٤﴾
54: Allah’a gönülden saygı besleyen, O’na karşı gelmekten sakınıp emirlerine titizlikle uyanlar ise cennet bahçelerinde ve ırmak kenarlarındadırlar.
ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ ﴿٥٥﴾
55: Gücü her şeye yeten ve hükmü her şeye geçen Hükümdar’ın huzurunda, hoşnut olacakları çok şerefli bir hak ve dürüstlük meclisindedirler.
Tefsir
Müttakîler, gönülleri Allah’a saygıyla ve korkuyla dopdolu olan, O’nu her şeyden çok seven, bu korku ve sevgiyle O’nun razı olmadığı her şeyden uzak duran ve râzı olduğu işleri yapmaya tüm güçleriyle gayret gösteren, böylece kendilerini ebedi azaptan kurtarıp ebedî cennetleri kazanan kimselerdir. Kısacık imtihan ömrünü böyle ulvî bir hedef uğrunda dopdolu geçiren o bahtiyar kullar, şüphesiz ki âhirette Yüce Allah’ın sınırsız lütfuna nâil olacaklar; sonsuz güzellikteki cennetlere yerleşecek, orada su, süt, şarap ve baldan akan ırmakların (bk. Muhammed 47/15) başlarında oturacaklardır. “Neher” kelimesinin aydınlık ve bolluk mânaları da vardır. Bu sebeple Arapça’da gündüze “nehâr” denilmiştir. Buna göre takvâ sahiplerinin cennetlerde hep nur içinde olacakları, hatta hiç gecesi olmayan aydınlık gündüzler içinde yaşayacakları anlaşılır. (bk. Kurtubî, el-Câmi‘, XVII, 150)
Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Bu gün, iman ve yaşayışlarında doğruluktan ayrılmayanlara doğruluklarının fayda vereceği bir gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. En büyük başarı ve kurtuluş işte budur!” (Mâide 5/119)
Rivayete göre, cennet ehli her gün şanı yüce ve mübârek olan Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna girerler. Yüce Rablerine Kur’ân okurlar, herkes de kendisine ait olan mecliste oturmuş olacaktır. Oturdukları yerler inci, yakut, zeberced ve altın ile gümüşten olup amellerine göre bu yerleri tespit edilmiş olacaktır. Bundan dolayı gözleri aydın olduğu kadar hiçbir şeyle gözleri aydın olmayacaktır. Bundan daha büyük ve daha güzel hiçbir şey de işitmeyeceklerdir. Sonra da ertesi gün aynı şekilde gözlerini aydınlatacak bu hale tekrar gelinceye kadar konakladıkları yerlerine geri döneceklerdir. (Kurtubî, el-Câmi‘, XVII, 150)
Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen |