Kamer Süresi Meal Ve Tefsiri 35-48
نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَاۜ كَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ شَكَرَ ﴿٣٥﴾
35: Tarafımızdan bir nimet olarak. İşte şükredenleri biz böyle mükâfatlandırırız.
وَلَقَدْ اَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ ﴿٣٦﴾
36: Lût onları bizim şiddetli azabımıza karşı uyarmıştı. Fakat onlar uyarıları şüpheyle karşılayıp, bunları yalanladılar.
وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِه۪ فَطَمَسْنَٓا اَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَاب۪ي وَنُذُرِ ﴿٣٧﴾
37: Üstelik Lût’tan, genç erkek suretinde gelen misâfirlerini, çirkin ve hayâsız emelleri için kendilerine teslim etmesini istediler. Bunun üzerine biz de onların gözlerini silme kör ettik. “Haydi tadın azabımı ve uyarılarımın sonucunu!” dedik.
وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّۚ ﴿٣٨﴾
38: Bir sabah vakti, önüne geçilemez ve yakalarını bir daha bırakmayacak bir azap onları kıskıvrak yakalayıverdi.
فَذُوقُوا عَذَاب۪ي وَنُذُرِ ﴿٣٩﴾
38: Bir sabah vakti, önüne geçilemez ve yakalarını bir daha bırakmayacak bir azap onları kıskıvrak yakalayıverdi.
فَذُوقُوا عَذَاب۪ي وَنُذُرِ ﴿٣٩﴾
39: Haydi tadın azabımı ve uyarılarımın sonucunu!
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْاٰنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ۟ ﴿٤٠﴾
40: Andolsun biz bu Kur’an’ı, iyice anlaşılıp öğüt alınabilmesi için kolaylaştırdık. O halde düşünüp öğüt alacak kimse yok mu?
Tefsir
Lût kavminin helaki de önceki sûrelerde anlatılmıştı. (bk. A‘râf 7/80-84; Hûd 11/77-83; Hicr 15/57-77; Şuarâ 26/160-175) Bunlar gerçekten ahlâkî bir sefâletin içine yuvarlanmış ve çok kötü bir cinsî sapıklığa mübtelâ olmuşlardı. Hatta insan suretinde gelen meleklere bile tecavüz etmeye kalkışacak derecede azgınlaşmışlardı. Hz. Lût’tan onları kötü emelleri için istemek üzere gidip geldiler. O sırada Allah Teâlâ onların gözlerini silme kör etti. Rivayete göre Cebrâil (a.s.) kanadıyla onlara vurmuş, onlar da kör olmuşlardı. Gözleri de yüzlerinin diğer tarafları gibi dümdüz olmuş ve göz çukurları görünmez hâle gelmişti. Eve girdikleri halde hiçbir şey göremez oldular. Nereden çıkacaklarını da bilemediler. Hz. Lût onları tuttu, çıkardı. Neticede bir sabah vakti üzerlerine taş yağdıran bir kasırga gönderildi. Yaşadıkları şehirler altı üstüne getirilerek helak edildiler. Bunların hali de gerçekten ibret vericidir.Ömer Çelik
وَلَقَدْ جَٓاءَ اٰلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُۚ ﴿٤١﴾
41: Firavun hanedanına da kendilerini uyaran peygamberler gelmişti.
كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا كُلِّهَا فَاَخَذْنَاهُمْ اَخْذَ عَز۪يزٍ مُقْتَدِرٍ ﴿٤٢﴾
42: Onlar âyetlerimizin hepsini yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli bir zâtın şânına yaraşır bir tarzda yakalayıp helâk ettik!
Tefsir
Firavun ve hanedanına da uyarıcılar geldi. Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn gibi peygamberler geldiler, mûcizeler getirdiler ve onları ilâhî azap ile uyardılar. Fakat onlar Allah’ın birliğini ve peygamberlerin doğruluğunu gösteren bütün âyetleri, mûcizeleri yalanladılar. Bu mûcizeler asâ, beyaz el, kıtlık yılları, tufan, çekirgeler, haşerat, kurbağalar ve kandır. (bk. A‘râf 7/107, 108, 130, 133) Allah Teâlâ, اَلْعَز۪يزُ (Aziz) “mağlup edilemez bir kuvvet sahibi olması” ve اَلْمُقْتَدِرُ (Muktedir) “her şeye gücü yetmesi” sıfatlarına yaraşır bir tarzda onları yakalayıp helak etmiştir. Bunda da anlayanlar için ciddî ikazlar vardır.
اَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ اُو۬لٰٓئِكُمْ اَمْ لَكُمْ بَرَٓاءَةٌ فِي الزُّبُرِۚ ﴿٤٣﴾
43: Şimdi söyleyin ey müşrikler! Sizin kâfirleriniz, bahsedilen o kâfirlerden daha mı üstün ve güçlü? Onlar cezalandırılırken siz kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz? Yoksa kutsal kitaplarda sizin Allah’ın azabından muaf olduğunuza dâir bir senediniz mi var?
اَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَم۪يعٌ مُنْتَصِرٌ ﴿٤٤﴾
44: Yoksa onlar “Biz tam bir dayanışma içinde, yenilmez bir topluluğuz” mu diyorlar?
سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ ﴿٤٥﴾
45: Yakında o topluluk bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar.
بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ اَدْهٰى وَاَمَرُّ ﴿٤٦﴾
46: Hayır! Onlara va’dedilen asıl ceza vakti, kıyâmet günüdür. Kıyâmet gününün azabı, dünyadakinden çok daha korkunç ve çok daha acıdır!
اِنَّ الْمُجْرِم۪ينَ ف۪ي ضَلَالٍ وَسُعُرٍۢ ﴿٤٧﴾
47: Şüphesiz inkârcı suçlular, cennetin çok uzağında ve alevli ateşler içinde olacaklardır.
يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلٰى وُجُوهِهِمْۜ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ ﴿٤٨﴾
48: O gün ateşte yüzleri üstü süründürülecekler. Kendilerine: “Cehennem alevlerinin dokunuşunu, okşayışını tadın, bakalım!” denilecek.
Tefsir
Hitap, öncelikle Mekke kâfirlerine, sonra da kıyamete kadar gelecek tüm İslâm düşmanlarınadır. Anlatılan kıssalarda haber verildiği üzere Allah Teâlâ, nasıl önceki toplumların kâfirlerini helak etti ise şimdiki kâfirleri de aynı şekilde helak etmeye kadirdir. Bunların Allah katında helaklerini engelleyecek ne bir ayrıcalıkları, ne hayırlı bir durumları, ne de üstün bir kuvvetleri vardır. Üstelik Allah’ın indirdiği ilâhî kitaplarda bunların azaptan emin olduklarını garantileyen bir beraat belgeleri de bulunmamaktadır. Eğer bu kâfirler büyük bir gurur ve kibir içinde mevcut güç ve kuvvetlerine güveniyor, birbiriyle yardımlaşan asla mağlup edilemez bir topluluk olduklarını iddia ediyorlarsa, onların hakkından Cenâb-ı Hak gelecek; çok yakında o düşman topluluğu hezimete uğrayacak, dağılacak, arkalarını dönüp kaçacaklardır.
Nitekim bu âyetler Mekke kâfirlerine hitap eden yönüyle ele alındığı zaman, Kur’an’ın istikbâle ait haber verdiği bu gaybî mûcizenin çok zaman geçmeden gerçekleştiği görülür. Şöyle ki:
Bu âyetlerin inişinden altı yedi sene sonra gerçekleşen Bedir savaşında Resûlullah (s.a.s.) kendisine ait çadırda iken: “Allahım! Senin bana olan ahdini ve va’dini gerçekleştirmeni diliyorum. Eğer dilersen bugünden sonra ebediyen sana ibâdet olunmayacak” diye dua ediyordu. Hz. Ebubekir (r.a.) elinden tutup: “Ey Allah’ın Rasûlü, bu kadar sana yeter, çünkü Rabbine gerçekten ısrarla dua etmiş bulunuyorsun” dedi. O sırada Efendimiz (a.s.) zırhını giyinmişti, çıkarken de şöyle diyordu: “Yakında o topluluk bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar. Hayır! Onlara va’dedilen asıl ceza vakti, kıyâmet günüdür. Kıyâmet gününün azabı, dünyadakinden çok daha korkunç ve çok daha acıdır!” (Kamer 54/45-46) âyetlerini okuyordu. (Buhârî, Tefsir 54/7)
Bedir günü öğleye doğru savaş mü’minlerin zaferiyle sonuçlandı. Ebû Cehil de dâhil olmak üzere yetmiş müşrik öldürülmüş, yetmiş kadar da esir alınmıştı. Böylece bedbaht müşrikler, arzu ettikleri zafer şarabı yerine ecel kadehlerinden ölümü yudumladılar. Câriyeleri, şarkı söylemek yerine ağlaşarak yas tuttular. Kendi saflarındaki Arapların karınlarını doyurmak yerine, onları acıkmış cehennem çukurlarına doldurdular. Allah Resûlü (s.a.s.) yine zırhı üzerinde olduğu hâlde:
“Yakında o topluluk bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar” (Kamer 54/45) âyetini okuyarak çadırından çıktı. (bk. Buhârî, Cihâd 89)
Hz. Ömer (r.a.) şöyle der:
“Bu âyet Mekke’de nâzil olduğu zaman kendi kendime; «Acabâ hangi topluluk bozguna uğrayacak? Kime galebe çalınacak?» demiştim. Bedir günü gelip de Resûlullah (s.a.s.)’in bu âyeti okuduğunu duyunca, bozguna uğrayacağı bildirilen topluluğun Kureyş müşrikleri olduğunu anladım. Âyetin tefsîrini o gün öğrendim.” (İbn Sa‘d, et-Tabakât, II, 25; İbn Kesîr, Bidâye, III, 312)
Kur’ân-ı Kerîm’in bu hitabı, kıyamete kadar her devirdeki muhataplarına yöneliktir. Dolayısıyla Mekke kâfirlerinin yaşadığı aynı âkıbet, kıyâmete kadar tüm İslâm düşmanları için geçerlidir. İnkârcılık temeline dayanan güçler, içinde yaşadıkları zamanın askerî, iktisadî ve siyasî imkânlarına göre ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, mutlaka birlikleri bozulacak ve İslâm karşısında hezimete uğrayacaklardır. Hâsılı İslâm’ın belirlediği doğru iman temelleri üzerine oturmuş faziletli bir hayat anlayışı, bütün bâtıl inançları, ahlâkî bozuklukları, haksız ve zâlim uygulamaları mutlaka yenecek, ortadan kaldıracak ve hakkın gür sesi tüm dünyaya hâkim olacaktır. Hak gelince, bâtıl yok olup gidecektir. Çünkü ârızî bir durum olan bâtılın hakkı, zaten yok olup gitmektir. (bk. İsrâ 17/81)
Kâfirlerin dünyada başlarına gelen azaplar, âhiret azabı yanında elbette çok basit kalır. Onların müstahak oldukları asıl ceza âhirette verilecek; cehennem azabı çok daha korkunç ve dehşetli, çok daha acı olacaktır. Günaha dalmış inkârcı suçlular, dünyada büyük bir sapıklık, şaşkınlık ve çılgınlık içinde oldukları gibi, âhirette de cehennem ateşinin içinde olacaklar ve orada yüzleri üstü süründürüleceklerdir. Günahlarına uygun bir ceza göreceklerdir.Ömer Çelik