Rühun Tefsiri Hakkında

#1 von Gast , 25.05.2014 21:38

Rûh'un Tefsiri Hakkında


Cenâb-ı Hak, "Kendi emri ile.. rûh ile" buyurmuştur. Bu hususta iki görüş vardır:

Birinci Görüş: Bu "rûh"dan maksad vahiydir ve vahiy, Allah'ın kelâmı demektir. Bunun bir benzeri de, "tşte biz sana da böylece, emrimizden bir rûh vahyettik" (Şûra, 52) ite "O, kulianndan dilediğine, emrinden bir rûh vahyeder" (Gâiir, 15) ayetleridir.

Muhakkikler (sofiler) şöyle demişlerdir: "Cesed, harabtır, kesiftir, karanlıktır. Ama ona rûh girdiğinde, canlt olur, iatîf olur ve nuranî olur. Böylece o nurun tesiri beş duyuda da görülür, Rûh da karanlık (zulmet) ve câhildir. Kendisine akıl verildiğinde, aydınlanır ve nurlanır. Nitekim Cenâb-ı Hak da, "Allah analarınızın karınlarından sizi hiçbir şey bilmez bir halde çıkardı. Size, şükredesiniz diye, kulaklar, gözler, gönüller verdi" Ham, buyurmuştur. Akıl da aslında, tam nûrânî, arınmış, saf ve aydın değildi. Derken o, Allah'ın zâtını, sıfatlarını ve fiillerini, ruhlar ve maddeler âlemini, dünya ve âhiret alemini tanıyınca mükemmelleşti. Sonra bu ilahî ve kıymetti bügiier, vahiy ile ve Kur'ân nuru ile mükenımeileşmiş ve saflaşmıştır.

Bunu iyice anladığın zaman deriz ki: Marifetuliah ve Rabbânî mükâşefeler, Kur'ân ve vahiy ile kemâle erer, tam olur. Akıl da, bu marifetuliah ile aydınlanır, saflaşır ve kemale erer (olgunlaşır). Rûh cevheri ise, bu akıl ile tamam olur, kemâle erer. Bedenin durumu da, bü rûh ile mükemmel olur. İşte bu noktada, hakikî, gerçek rûhur. vahiy ve Kur'ân olduğu ortaya çıkar. Çünkü bunlar sayesinde, cehalet ve gaflet uykusundan uyanılabiiir. Böylece de, behîmîlik (hayvanlık) toprağından, melekliğin evine geçmek mümkün olur. Binâenaleyh "rûh" kelimesini, vahiy manasında kullanmak son derece münasib ve uygundur. Bunu kuvvetlendiren hususlardan birisi de, Cenâb-ı Allah'ın "O (Kur'ân'ı) emin rûh senin kalbine indirdi" (Şuârâ, 193) ayetinde Cebrail (a.s)'e, "Rûhullah" tabirinde de[7] Hz. İsâ (a.s)'ya "rûh" demiş olmasıdır. Bunun bu manada kullanılışı güzel ve yerindedir. Çünkü bu ikisnin varlıkları sebebi ile kalbin hayatı demek olan hidayet ve marifetullah meydana gelmiştir. "Rûh" kelimesinin bu ikisi için, bu manada kullanılması güzel olunca, vahiy ve tenzil (Kur'ân) manasında "rûh" denilmesi daha uygun olur.

İkinci Görüş: Bu, Ebu Ubeyde'nin görüşüdür. Ona göre, bu ayetteki "rûh", Cebrail (a.s)'dir. Bunun başındaki bâ harf-i cerri de, (beraber) manasınadır. Meselâ Araplar, "Falanca elbisesi ile beraber çıktı" manasında, "Emîr, silahı ile baraber bindi" manasında, derler. Buna göre ayetin manası," "Melekleri Rûh yani Cebrail (a.s) ile birlikte indirir" şeklinde olur. [8]


Cebrail ile Birlikte Meleklerin İnmesi


Birinci görüş, doğruya daha yakındır. Bu hususun izahı şöyledir: Allah Sübhânehü ve Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.s)'e Cebrail'i tek başına indirmedi. Aksine ekseri durumlarda, Cebrail (a.s) ile birlikte fevc fevc melekler de inerlerdi. Baksana Bedir Günü ve Hz. Peygamber'in savaşlarının çoğunda, Cebrail (a.s) ile birlikte, melek cemaatleri inerdi. Hz. Peygamber (s.a.s)'e bazan dağlar meleği, bazan denizler awteği, bazan Rıdvan, bazan da başka melekler gelirdi.

Ayetteki, ifadesi, "Bu indirme ve inme, ancak Allah'ın emri ile olur" demektir. Bunun bir benzeri de, "Biz (melekler) senin Rabbinin emri olmadıkça inmeyiz "(Meryem, 64); "(Melekler) O'nun emriyle hareket eder/er"(Enbiyâ,27); "Bunlar, O'nun korkusundan titreyenlerdir' (Enbiya. 28); "Kendilerine her surette kahir ve Akim olan Rablerinden korkarak, ne emrolunurlarsa onu yaparlar" (Nahi, 50) ve "Onlar, Allah'ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler, neye de me'mÛr !rrse yaparlar"(Tahnm.G) ayetleridir. Bütün bu ayetler, meleklerin, Allah'ın emri ve izni olmaksızın herhangi bir işe yönelmediklerini göstermektedir.

Ayetteki, "Kullarından kimi dilerse ona" ifadesi ile, Teâlâ'nın kendilerine peygamberlik vermiş olduğu enbiya kasdedilmektedir, "inzar edin diye" tabiri hakkında Zeccâc şöyle demiştir: "Bu, "en" edatı, "rûh" kelimesinden bedel olup, manası, "Melekleri, inzâr edesiniz diye indirir" şeklindedir. Yani, "Yaratıklara, benden başka ilah olmadığını bildirin, ilan edin" demektir. Zira "inzâr" korkutarak bildirmektir.

Ayette birkaç fayda bulunmaktadır: [9]


Vahiy Vasıtası Meleklerdir.


Birinci Fayda: Vahyin, peygamberlere ulaşması, ancak melekler vasıtasıyla olur. Bunu teyid eden şeylerden birisi de, Cenâb-ı Hakk'in Bakara sûresinin sonunda, "Mü'minler de (iman etti). Her biri Allah'a, O'nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı"(Bakara. 285) buyurmuş olmasıdır. Böylece Cenâb-ı Hak, kendi ismi ite başlamış ve bunun peşisıra melekleri zikretmiştir. Çünkü Allah Teâla'dan vasıtasız olarak, doğrudan doğruya vahyi alanlar meleklerdir. Bu vahiy ise, kitapların tâ kendisidir. Sonra melekler, bu vahyi peygamberlere ulaştırırlar. Bundan ötürü de, şüphesiz ki doğru olan sıranın, önce Allah'ın zikredilip, sonra meleklerin, sonra kitapların, sonra da peygamberlerin zikredilmesidir.

Bunu iyice anladığında biz diyoruz ki: Allah Teâlâ, meleğe vahyettiği zaman, melek bu vahyin zarurî veya istidlale dayanan bir ilim ile, Allah'ın vahyi olduğunu bilir. Bunu istidlale dayanan bir ilim olduğunu farzede^sek, bu nasıl elde edilir? Yine melek bu vahyi peygambere tebliğ ettiği zaman, peygamber bunu getirenin, şeytan-ı racîm olmayıp da, sâdık melek olduğunu zaruri veya istidlalî bir şekilde bilir. Eğer bu bilme istidlal yolu ile ise, bu istidlal nasıl elde edilir? İşte bunlar, son derece ince ve hassas konulardır. Bunları bilmek, ancak meleğin hakikatini, Allah'ın ona olan vahyinin ve meleğin bu vahyi peygambere tebliğ etmesinin keyfiyetini araştırmakla mümkün olur. Eğer biz bu meseleleri, alışılmış kelimelerle anlatmaya kalkarsak, maksadı anlatmak zorlaşır ve düzen-intizam bozulur. Çünkü Kur'ân'ın ayetleri bu vahyin ve bunu indirmenin ancak, melekler vasıtası ile olduğunu bildirmektedir. Şöyle de diyebiliriz: Farzedeiim ki buna Kur'ân ayetleri delalet etmiyor. Fakat durumun böyle olması ihtimali, aklın bedaheti ile de anlaşılır.

Bunun iyice anladığında diyoruz ki: Biz, Cebrail (a.s)'in sadık ve yalan ile telbisten (karıştırmaktan) masum olduğunu ancak nakli delillerle (rivayetlerle) bilmekteyiz. Nakli delillerin doğruluğu ise, Hz. Muhammed (s.a.s)'in doğruluğuna dayanır. Onun doğruluğu da. bu Kur'ân'ın habis şeytan tarafından değil de, Altah Teâlâ tarafından gönderilen muciz bir kelam olmasına dayanır. Bunu anlamak ise, Cebrail (a.s)'in doğru, hakkı söyleyen, karıştırmaktan ve şeytani fiillerden uzak olduğunu bilmemize dayanır. O zaman ise bir devr-i fasid gerekir. İşte bu, zor bir noktadır. Fakat, biz nübüvvetin ve vahyin hakikatini iyice öğrendiğimiz zaman, bütün bu şüpheler ortadan kalkar. [10]


İnsanın Ruhani Kemali


Bu ayet, "O, kendi emri ile... rûh ile melekleri indirir" ifa- desi ile kendisine işaret olunan ruhun ancak, "Benden başka hiçbir tanrı yoktur. Benden ittikâ edin" ifadesi olduğuna delalet eder. Bu, doğru bir sözdür. Çünkü beşeri mutlulukların dört mertebesi vardır:

a) Nefsânî-rûhî mutluluklar,

b) Bedenî mutluluklar,

c) Zorunlu ve gerekli (tazime) olmayan bedenî sıfatlar,

d) Bedenden ayrı haller ve durumlar...

Birinci Mertebe: Bu, nefsanî-rûhî kemallerdir. Bil ki nefsin iki kuvveti vardır:

1) Gayb âleminden gelen mevcudatın şekillerini ve biçimlerini kabul etme, onları algılama istidadı... Bu, kuvve-i nazariyye (tefekkür kuvveti) diye isimlendirilen kuvvettir. Bu kuvvetin mutluluğunun temelinde marifet (bilgiler) elde etmede yatar. Marifetlerin en şereflisi ve en yücesi ise, Allah'tan başka ilah olmadığını bilmektir. Cenâb-ı Hakk'ın, 'Benden başka hiçbir tann yoktur diye uyarın " buyruğu ile, buna işaret edilmektedir.

2) Bu ikinci kuvvet, nefsin bu âlemin maddeleri üzerinde tasarrufta bulunma kabiliyetidir. Bu kuvvet, kuvve-i ameliyye diye isimlendirilen kuvvettir. Bu kuvvetin mutluluğu ise, sâlih ameller yapmaktadır. Salih amellerin en yücesi ve en şereflisi ise, Allah'a ubûdiyyet ve kulluktur. Cenâb-ı Hakk'ın, "Benden ittikâ edin" sözü İle ae, buna işaret edilmektedir. Kuvve-İ nazariyye, kuvve-i ameliyyeden daha önemli ve şerefli oldğu için, Hak Teâlâ; "Benden başka hiçbir tanrı olmadığım..." ifadesinin tşaret ettiği, kuvve-i nazariyyenin mükemmelliklerini ve kemâlâtım, "Benden ittikâ edin" ifâdesinin işaret ettiği, kuvve-i ameliyyenin kemâlatından ve mükemmelliklerinden önce zikretmiştir.

İkinci Mertebe: Bedenî mutluluklar demek olan bu mertebe de, iki kısımdır: Bedenî sıhhatin ve hayat kuvvetinin mükemmellikleri ki, ben bununla, bedene ait onyedi kuvveyi kastediyorum.

Üçüncü Mertebe: Bu, bedenî arızî (sonradan olma) sıfatlar ile ilgili olan mutluluklardır. Bu da iki kısma ayrılır: Asılların, köklerin mutluluğu ve furü'un, dalların mutluluğu ki bununla gerek babaların, ataların halinin mükemmelliğini, gerek çocukların, geriden gelen nesillerin mükemmelliğini kastediyorum.

Dördüncü Mertebe: Bu, en düşük mertebedir. Bu mertebe, insanın dışındaki sebepler ile meydana gelen mutluluklardır. Bunlar da, mal ve makamdır. Böylece, mutlulukların en kıymetli mertebesinin nefsanî-ruhanî haller olduğu sabit olur. Bu haller de, nazarî ve ametî kuvvelerin mükemmel oluşuna dayanır. İşte bundan ötürü, Cenâb-ı Hak bu ayette, bu iki kuvvenin en üstün halini zikrederek "Benden başka hiçbir tanrı yoktur" diye uyarın. Benden ittikâ edin" buyurmuştur. [11]

zuletzt bearbeitet 25.05.2014 22:25 | Top

   

Mirac Kandili Ve MİRAC’IN MANEVî HEDİYELERİ
Acıbadem Sağlık Grubu’ndan İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Soner Dileklen

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz