muderrisim@muderrisim.com Size gönderilen e-posta:~~
~ Hz. PEYGAMBERİMİZİN ŞEMAİLİ
Alemlere rahmet gönderilen son Peygamber Muhammed Mustafa Efendimizi (SAV)yakından tanıyalım.Şemail, kelime yapısı bakımından 'şimal'in çoğuludur. Arapça'da, bu köktentüreyen kelimelerin birbirinden farklı, hatta birbirine zıt değişikmanaları vardır. Bu nüanslardan birisi de; huy, tabiat, karakter, hal vehareket, tavır ve davranış anlamıdır. Şimal'in bu manalarda kullanılannüansının çoğulu şemail kalıbı ile kullanılmaktadır. İslam alimler, kelimeyi bu geniş lügat manalarından alıp, bir şahsın hayathikayesini, yani biyografisini anlatan bir terim haline getirmişlerdir.Kelime zamanla daha da özelleştirilerek, sadece "Hz Peygamber'in beşerîyönünü, yaşama üslubunu ve şahsi hayatını anlatan" bir terim hüviyetinebüründürülmüştür. Şemail'in müstakil bir dal olarak ortaya çıkışı, h. III. asrın ikinciyarısı (m. IX. asır) sonlarına doğrudur. Şemail kelimesini ilk defakullanan ve onu sistemleştirip muhtevasını tayin eden İslam alimininTirmizî olduğu bilinmektedir. Nitekim gerek ondan önceki dönemde, gerekçağdaşı muhaddis ve tarihçiler arasında bu tabiri kullanan bir başka ismerastlanmamaktadır. Tirmizî'nin "Kitab'üş-Şemail" adlı eseri, 55 bölüm (bab) ve bir hatimedenoluşmaktadır. Tirmizî'nin Şemail'i, üzerinde en çok şerh, haşiye, talik vetercüme çalışması yapılan klasik eserlerin ilk sıralarında yer almaktadır.Şemail nevine Tirmizî ile başlayan katkılar, ondan sonraki İslamalimlerince de devam ettirilmiştir.
HZ. PEYGAMBER'İN MÜHÜRLERİ
Nübüvvet Mührüİslami kaynaklar, nübüvvet mührü ile ilgili olarak; onun mahiyeti, şekli,doğuştan olup olmayışı, üzerinde bir yazının bulunup bulunmayışı ve Hz.Peygamber vefat edince mührün kayboluşu gibi hususlar üzerindedurmuşlardır. Bilindiği üzere, Hz. Peygamber, bütün insanlarla müşterekolan yaratılışı yanında, diğer insanlardan farklı ve sadece kendine has birkısım özelliklere de sahipti. O’nun bu özellik arzeden yönü, Şemail veSiyer konularından ayrı olarak "Delail" veya "Hasais" başlığı altında 1ayrı bir tür olarak ele alınmış ve bu husustaki bilgiler, Delail'ün-Nübüvveveya el-Hasais'ün-Nebeviyye adını taşıyan eserlerde toplanmış vedeğerlendirilmiştir. Öte yandan, Hz. Peygamber'in peygamberler zincirinin son halkası olduğuhususu, bizzat kendileri tarafından da ifade edilmiştir. Bu konudakihadisler arasında bir tanesi vardır ki, o, peygamberlik müessesesini ve bubütün içerisinde Son Peygamber'in yerini, tamamen edebî bir üslupla tasviretmektedir: "Benimle, benden önce geçen peygamberlerin durumu aynen şuna benzer: Adamınbirisi ev yaptırmıştır. O, bu binayı tamamlamış, süsleyip donatmış, ancakbir köşe taşı yerini eksik bırakmıştır. O şahane evi görmeye gelenler,binanın içinde gezip dolaşırken, gözleri bu eksik kalan yere ilişince:'Bina çok güzel olmuş, ama, ah bir de şu köşe taşının yeri boş bırakılmışolmasaydı!' demekten kendilerini alamazlar. İşte ben, yeri boş bırakılan oköşe taşı gibiyim. Ve ben, peygamberlerin sonuncusuyum." (Buharî,el-Cami'us-Sahih, IV, 162-163; Tecrid Tercemesi, IX, 295 vd.) Gerek Kur'ân-ı Kerim, gerek Hadis-i Şeriflerden açıkça anlaşılacağı üzere,ilk peygamber Adem (as)'dan itibaren zaman zaman insanlığa gönderilenpeygamberler kafilesinin sonuncusu, "Ahir Zaman Peygamberi" olaraknitelendirilen Muhammed (sav)'dir. Ve O'ndan sonra bir daha peygambergelmeyecektir. İşte Cenâb-ı Hak, bir yandan, Hz. Peygamber'in "peygamberlerin mührü"olduğunu ve O'ndan sonra artık bir daha peygamber göndermeyeceğinikesinlikle bildirirken, diğer taraftan da, bu "mühür"ün eserini, O'nunmübarek vücudunda tecelli ettirmiş bulunmaktadır. Ashab-ı Kiramın ve daha sonraki İslam alimlerinin, Peygamberlik nişanı içinkullanmış oldukları tabirin aslı "Hatemü'n-nübüvve"dir. Bunu; Nübüvvethatemi, Nübüvvet mührü, Peygamberlik mührü, Peygamberlik nişanı,Peygamberlik damgası, Peygamberlik beni, Peygamberlik izi... şeklindeifadelendirmek mümkündür. Kaynaklardaki bilgiler, ana hatlarıyla şöyledir: Hz. Peygamber'in mübareksırtlarında, kürek kemikleri arasında, elle hissedilecek şekilde kabarık,mühür damgasına benzeyen bir iz vardı. İslami kaynaklar, bu "Son Peygamberlik Nişanı" doğuştan mıdır, yoksa2sonradan mı oluşmuştur şeklinde nübüvvet mührünün bir başka yönü üzerindede durmuşlardır ki, kaynakların verdiği bilgiye göre; bu mühür, doğuştandeğildir. Ancak, ne zaman oluştuğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Bu mührün,çocukluğunda, göğsünün melek tarafından açılıp temizlendiği sıradabasıldığı hususu, en yaygın rivayetler arasındadır. Nübüvvet mührünündoğuştan olmadığı gibi vefat edince kaybolduğu yolunda da bir rivayetvardır. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Peygamberlik nişanı, O'nun mübarekbedenlerinin tabii bir parçası değil, peygamberlik nişanı ile alakalı ilahîbir timsal-i mücessemdir. Yüzük MührüHicret'e kadar, Hicaz bölgesinde, mühür kullanma âdeti yoktu. Hz.Peygamber, Hicret'in altıncı senesinde (m. 627), bütün komşu devletlere,resmî birer yazı yazıp, yeni kurulan İslam Devleti’ni tanıtmaya davetmektupları göndermek istedi. Yabancı devlet reislerine yazılan bu "dinedavet mektupları" yeni bir problem ortaya çıkardı. Ashabdan bazıları: "YaRasûlallah! Yabancı devlet reisleri, kendilerine gelen yazılar mühürsüzolursa kabul etmezler. Onlar, böyle mühürsüz yazıları resmî muameleyekoymazlar; boşuna göndermiş oluruz." şeklinde fikirler ileri sürdüler.Bunun üzerine hemen bir mühür sipariş edildi. Ve yazılan mektuplar,mühürlendikten sonra yola çıkarıldı. "Mühür" diye tercüme ettiğimiz tabirin aslı, "hatem"dir. Mühr-i Şerif,yüzük biçiminde yapılmış olduğu içindir ki, hatem kelimesi, umumiyetle"yüzük" şeklinde kullanılagelmiştir. Bu sebeple "Hatemü'n-Nebî" tabirini,"Peygamberimiz'in yüzük-mührü" şeklinde anlamak ve tercüme etmekgerekmektedir. Abdullah b. Ömer (ra) anlatıyor: "Rasûlullah Efendimiz, gümüşten bir yüzük edinmişti. Bununla çeşitliyerlere gönderdikleri yazıları mühürler ve onu takınmazdı." Kaynakların bize ulaştırdığı vesikalara göre, Peygamberimiz'in Mühr-iŞerifleri gümüşten mamuldü ve kaşlı idi. Onun mühür vazifesini gören yeriburasıydı. Kaşının üzerine ise, "Muhammed-Rasûl-Allah" ibaresinin üçkelimesi, birer satır halinde istif edilerek kazınmıştı: Alttan yukarıdoğru; birinci satırda "Muhammed" ism-i şerifi, ikinci satırda "Rasûl",üstte üçüncü satırda da "Allah" ism-i celali yer alıyordu.Yüzük-mühürlerinin kaşının, yüzüğün kendi madeninden olduğuna dair 3rivayetler daha kuvvetli gözükmektedir. Hz. Peygamber, adı geçen mühür-yüzüklerini yaptırıp mübarek parmaklarınatakınca, ashabından da aynı biçimde yüzük yaptırmak isteyenler çıkmıştır.Bunun üzerine Peygamberimiz, duruma hemen müdahale ederek: "Hiçbir kimse,benim mührümün yazısını taşıyan yüzük yaptırmasın!" buyurmuşlardır.Peygamberimiz, bu yasaklamalarıyla, devlet olma ciddiyetinin disiplininisağlamış oluyor ve resmiyetle özel hayatı birbirinden kesinlikle ayırmışbulunuyordu. Öte yandan, Rasûlullah’ın bütün zatî eşyaları; pabuçlarındancübbelerine, su bardaklarından kılıçlarına varıncaya kadar hepsi, ashabınaintikal edip birer hatıra olarak muhafaza edilebildiği halde, Mühr-iŞerifleri, bunun istisnasını teşkil etmiştir. Kaynakların bütün açıklığıile belirttiklerine göre, Mühr-i Şerif, kendilerinin vefatından sonra: Hz.Ebû Bekir'e, ondan Hz. Ömer'e, ondan da Hz. Osman'a intikal etmiş; Hz.Osman'ın 12 sene süren halifeliğinin -rivayete göre- altıncı senesinde ise,"Erîs Kuyusu"na düşerek kaybolmuştur. Mühr-i Şerif'in, başkasına değil de,sıra ile bu üç zata intikal etmiş olması, onun, şahsi eşya olmadığını vedevletin başkanına ait bir sembol olduğunu göstermektedir. Bilindiği üzerebu üç zat, Hz. Peygamber'den sonra sıra ile Halife olmuşlar ve devletiidare etmişlerdir. Her üçü de, devlet başkanı sıfatı ile bir evrakmühürlemek gerektiği zaman bu Mühr-i Şerif'i kullanmışlardır. Hz.Hüseyin'den nakledilen bir rivayete göre, Hz. Ali de mührüne aynı ibareyikazdırmıştır.{mospagebreak title=Giyim Tarzı} HZ. PEYGAMBER'İN GİYİM TARZIHz. Peygamber'in hayatına baktığımızda, giyim konusunda şu üç ölçüyü öneçıkardığı görülür: • İsraftan sakınmak; • Giyinmeyi, kibir, gurur, azamet ve gösteriş vesilesi yapmamak; • İçinde bulunduğu sosyal sınıfın imkan ve şartlarına uygun biçimdegiyinmek.Kaynakların bize ulaştırdığı vesikalardan anlaşıldığına göre, Hz.Peygamber'in giydiği kıyafetlerden -tek istisna ile- hiçbirisi, İslam'labirlikte ihdas (icat) edilmiş olmayıp, onların hepsi de, o günün toplumundaöteden beri giyilegelen giyim-kuşam çeşitleri idi. Nitekim4kamîs, izâr, ridâ, cübbe, kulle, nâleyn gibi isimlerle anılan bu kıyafetçeşitleri; İslam öncesinde hanifler, putperestler ve gayr-ı müslimlercegiyilebildiği gibi, İslam'dan sonra da Müslümanlarca giyilmeye devamedilmiş eşyalardır. Ancak, Rasûlullah’ın kıyafette getirdiği tek istisnai yenilik, başkıyafetinde kendini göstermektedir. Bu da "sarık"tır. Zira mübarekbaşlarına; burnus veya kalensüve adı verilen bir külah üzerine sarılmışsarık (‘imame) giyerlerdi. Üstlerine giyindikleri elbiseleri de ridâ, izâr ve kamîs şeklinde olurdu.Giyindikleri kıyafet –umumiyetle- iki parça olup; üst parçasına ridâ, altparçasına da izâr denirdi. Kamîs ismi verilen önü kapalı entari gibi uzungömlek giyinmeyi ise daha fazla tercih ederlerdi. Gerektiği zaman bunlarınüzerine; cübbe, aba, bürde gibi adlar verilen hırka nevinden bir kıyafetgiydikleri de olurdu. Ayaklarına giydikleri ayakkabı çeşidi ise; nâleyn adı verilen sandal tipipabuçla, huffeyn denen potin veya mest tipi ayakkabılardır. Kaynakların verdiği bilgilere göre; Hz. Peygamber'in bütün giyim eşyalarıbu parçalardan meydana geliyordu. Kendilerinin çorap giymedikleri hususundavesika değerini taşıyan bir kayda rastlayamadığımızı da belirtmeliyiz. Bu arada, Rasûlullah Efendimiz; giydikleri elbisede herhangi bir renküzerinde ısrar etmemişlerdir. Öyle ki; beyaz, siyah, sarı, yeşil ve kırmızırenklerden yapılmış elbiseleri çeşitli zamanlarda giymişlerdir. Ancakkendileri iklim icabı, beyaz rengi tercih ettikleri gibi Müslümanların dabeyaz giymesini tavsiye etmişlerdir. Bunun dışında, renk tercihini zevklerebırakmışlardır. Öte yandan, pamuktan yapılmış giyecekler yanında, yünden dokunmuş elbisegiydikleri de olmuştur. Ancak, hem piyasanın ithal malı en pahalı kumaşıolduğundan, hem de erkekler için fazlaca lükse kaçtığından ipek kumaşkullanmamışlardır. Bununla birlikte, özel durumları olan bazı ashabının,ipekten dokunmuş gömlek giymelerine izin vermişlerdir. Hz. Peygamber, gerek cuma ve bayramlarda, gerek yerli ve yabancı heyetlerikabul ettikleri zamanlarda, resmî kıyafet diyebileceğimiz özel bir kıyafetde kullanmışlardır. Ebû Said el-Hudrî (ra) anlatıyor: 5“Hz. Peygamber, her ne zaman yeni bir elbise giyseler, -ister sarık, istergömlek, isterse hırka olsun- onun bizzat adını söyleyerek, şöyle dua veniyazda bulunurlardı: "Allah'ım, bana bunu giydirdiğin için, sana sonsuz hamdüsenalar olsun. Onunve onu giyen azanın hayırlı olmasını niyaz ederim. Aynı şekilde, onun veonu giyen azanın şerrinden de sana sığınırım Allah'ım!
"HZ. PEYGAMBER'İN KİŞİSEL BAKIMI
Saçları Yazılı vesikalara göre Hz. Peygamber, ustura tıraşlı değil, uzun saçlıdır.Saç biçimi ise, uzunluk kısalık durumuna göre, üç şekil arzetmektedir. Enkısa şekli kulak yumuşağına kadar olup, en uzun şekli de omuzlarınadokunacak derecede olandır ki, her durum için üç ayrı tabir kullanılmıştır.Kısadan uzuna doğru, kaynaklardaki ifadeler şöyledir: Kulak yumuşaklarına kadar olan haline "vefre", kulak yumuşağını birazgeçene "limme", omuzlarına dokunacak kadar olan haline de "cümme"denmiştir. Rivayetler arasındaki değişiklik ise son derece normaldir. Herravi, kendi gördüğü andaki halini anlatmış olacağına göre, rivayetlerarasındaki farklılığı, bir çelişki olarak değerlendirmemek gerekecektir. Hz. Peygamber'in saç tarama şekline gelince: İbn Abbas (ra)'ın rivayetindenanlaşıldığına göre, Hz. Peygamber döneminde Hicaz bölgesinde iki türlü saçtarama biçimi yaygındı. Ehl-i Kitab olanlar, kaküllerini önlerine düztararlardı. O günün putperestleri ise perçemlerini ortadan ikiye ayırarakyanlara bırakırlardı. Yeni bir model getirme yoluna gitmemişler; başlangıçta Ehl-i Kitab'ınuygulamasını benimseyerek, onlar gibi perçemlerini önüne düz taramışlar;Hicaz bölgesinde putperestliğin kökü kazınıp toplumda taraftarı kalmayınca,bu defa da, saçlarını önden ikiye ayırarak sağ sola bırakır olmuşlardır. Saç BakımıPeygamber Efendimiz, saç bakımı hususunda, umumi bir tavsiyedebulunmuşlardır: "Kim saç bırakmışsa, onun bakımına dikkat etsin.", " Saçıolan, saçına ikram etsin." İslami kaynaklar, Hz. Peygamber'in daima yanlarında bulundurdukları bazızatî eşyalarını da kaydetmişlerdir. Bunlar; tarak, ayna, misvak, 6kürdan, makas, sürmedan gibi eşyalardır. Peygamber Efendimiz, üst-baş temizliğine son derece dikkat ettiği gibi,üstlerinin başlarının tertipli olmasına da o ölçüde itina gösterirlerdi. Üst başın tertipli olmasını ve buna titizlik gösterilmesini isteyenPeygamber Efendimiz, sadece süslenmekle vakit geçirmeyi ise hoşkarşılamamışlar; şık ve sade olmakla, süslenmeyi bir meşgale halinegetirmeyi birbirinden ayırmışlardır. Bize ulaşan bilgilerden anlaşılacağı üzere, Rasûlullah Efendimiz'in mübareksaçları ve sakal-ı şerifleri, göze batacak kadar ağarmamıştı. Esasen,Kainatın Efendisi'nin vücut yapılarında, son nefeslerine kadar birdeğişiklik husule gelmemiştir: İhtiyarlık belirtileri, diş dökülmesi, azgörme, yavaş işitme, saç dökülmesi, sakal ağarması, ve benzer arızidurumlar, O'nda görülmemiştir. Mevcut metinlere göre, ak düşen yerler; sakal başları, yani gözle kulakarasındaki favori yerleri, alt dudakla çene arasındaki bölge ile saçlarınındağınık yerlerinde olup, sakal-ı şeriflerindekilerin sayısı,saçlarındakinden fazla idi. Bunlar da, karşıdan fark edilecek cinstendeğildi. Ağarmaya yol açan sebepler ise, yine kendilerince şöyle izahedilmektedir: "Benim saçımı sakalımı, Hûd ve benzeri sûrelerdeki âyet-ikerimeler ağarttı." Peygamber Efendimiz, saç boyası kullanmamışlar; ancak başlarını zaman zamanzeytinyağı ile yağlamışlardır. Yağı başlarına sürdükten sonra, sarıklarınabulaşmaması için, sarığın altına bir tülbend koyarlardı. Bu tülbend, yağınfazlasını emer ve sarıklarını yağlanmaktan korurdu. İbn Sa'd'ın kaydettiği bir vesikadan anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber,başlarını, sidr ağacı yaprağının kaynatılmasıyla elde edilen bir karışımlayıkardı. Müminlerin annesi Ümmü Seleme (ra) başta olmak üzere, ashab-ıkiramdan pek çoğu, Hz. Peygamber'in mübarek saçlarını ve sakal-ışeriflerinin kıllarını, teberrüken saklamışlardır. Bunların, bir kutsalmiras ciddiyetiyle, nesilden nesile intikal ettiğini de biliyoruz. Güzel Koku SürünmeleriHz. Âişe (ra), Rasûlullah Efendimiz'in giyim kuşamı ve kılık kıyafeti ilebirinci derecede ilgilenen güzide hanımlarındandı. Kendisi, hayatının her 7safhasında Rasûlullah Efendimiz'i, "bulabildiği en güzel kokular" sürerekgiydirirdi. Peygamber Efendimiz, yanında "sükke" tabir edilen bir koku bulundurur vegerektikçe ondan sürünürdü. Özellikle yolculuklarında birlikte götürülmesimutad olan eşyaları arasında bir de "koku şişesi" yer almaktadır. Hz.Peygamber'in güzel koku ile ilgili davranışlarından biri de, O'nun ikramedilen kokuyu reddetmemesi idi. "Zira koku, külfetsiz bir ikramdır!" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 320; EbûDavud ve Nesaî). "Dünyada bana, kadın ve güzel koku sevdirildi; namaz da, gözümün nurukılındı." (Nesaî, VII,61,62; İbn Sa'd, 1, 398; el-Hakim, el-Müstedrek). Peygamber Efendimiz sokağa çıktıkları zaman, kokularının o kendine hasgüzelliği ile çevredeki insanlar tarafından hemen farkedilirdi. Bu durumu,Enes b. Malik (ra) şöyle ifade etmektedir: "Rasûlullah Efendimiz Medinesokaklarının birinden geçtiğinde O'nun misk gibi kokusu hemensezildiğinden, halk, o yoldan Hz. Peygamber'in geçtiğini söylerdi. Bizler,Peygamber Efendimiz'in gelişini, kokusunun güzelliğinden anlardık." (İbnSad, Tabakat, 398-399; Mecme'uz-Zevaid, VIII, 282; el-Metalib'ül-Âliye,IV,25; Behcet'ül-Mehafil, II, 254). Gözlerine Sürme ÇekmesiPeygamber Efendimiz, hıfzısıhha dediğimiz koruyucu hekimliğe son dereceönem verirlerdi: Saçlarını yağlaması, dişlerini misvakla temizlemesi,gözüne sürme çekmesi, suyu dinlene dinlene içmesi, fazla kireçli vekalitesiz suları içmeyip Medine dışındaki pınar ve kuyulardan içme suyugetirtmesi, yediği gıdaların vücut ihtiyaçlarına göre ayarlanması ve dahapek çok tatbikatı, hep sıhhati korumak için almış olduğu tedbirlerdendi. Hz. Peygamber, sürmeyi, gece yatacağı zaman kullanırlardı. Yatmadan önce,üç defa sağ gözlerine, üç defa sol gözlerine çekerler; ondan sonrayataklarına girerlerdi. Gerek sürmeyi kullanma zamanı, gerek sürmeninfaydalarına dair bilgilerden, sürmenin, süslenmek için değil, gözünsıhhatini korumak için kullanıldığı anlaşılıyor. İbn Abbas rivayet ediyor: 8Peygamber Efendimiz: "Gözlerinizi ismid ile sürmeleyiniz. Zira ismid ilesürmelemek göze cila verir ve kirpik bitirir." buyurmuşlardır. İbn Abbasder ki: "Hatta Rasûlullah Efendimiz'in bir sürmedanı olup, her geceyatmadan önce bu sürmedandan üç kere sağ gözlerine, üç kere de solgözlerine sürme çekerlerdi." {mospagebreak title=Beden Dili ve Üslubu}
HZ. PEYGAMBER'İN BEDEN DİLİ VE ÜSLUBU
Yürüyüş Tarzları Kaynakların verdiği bilgiye göre Hz. Peygamber; yürürken ayaklarınısürümezler, adımlarını atarken yerden sertçe kaldırırlardı. Hareket halindeiken sağa sola sallanmazlar, inişli yokuşlu engebeli bir arazideyürürcesine hafifçe önlerine eğilirlerdi. Dimdik durup göğüslerinikabartarak yürümedikleri gibi, koşar adımlarla yürürcesine hızlı dayürümezlerdi. Fakat, Allah'ın kendilerine bir lutfu olarak, uzun mesafelerikısa zamanda katederlerdi. Oturuş Tarzları Peygamber Efendimiz'in oturuş şekillerine dair bize intikal eden vesikalarise, hadis metinleri arasına serpiştirilmiş durumda olup, şu şekillerdenoluşmaktadır: 1-Kurfesâ biçiminde oturuş: Türkçe karşılığını tam olarak bulamadığımız buoturuş biçimi şöyledir; insanın oturağı üzerine oturarak, dizlerini,karnına doğru iyice çekip kolları arasına aldıktan sonra ellerinin öndenbağlanması şeklinde bir oturuştur. Buna, bir nevi destekli oturuşdenebilir. Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in zaman zaman bu şekilde oturduğunungörüldüğüne dair rivayetler bulunmaktadır. 2-İhtibâ yaparak oturma: İhtibâ, bir önceki oturuş şeklinin aynıdır. Ancak,orada dizler el ile bağlandığı halde, burada kemer veya kuşak gibi bir eşyaile bağlanmaktadır. 3-Bağdaş Kurma: Ebû Davud'un kaydettiği bir rivayete göre, "Hz. Peygamber,sabah namazını kıldırdıktan sonra, güneş iyice doğuncaya kadar bağdaşkurarak otururdu". 4-Çömelme: "İhtifâz" veya "ik'â" kelimeleriyle ifade edilen bu oturuşşeklinin, daha çok yemek yerken kullanıldığı görülmektedir. 5-Sırtüstü Uzanıp Ayak Ayak Üstüne Atma: Kaynaklarda, 9Hz. Peygamber'in Mescid-i Şerif'te, sırtüstü yatıp ayak ayak üstüne koyarakistirahat ettiklerinin görüldüğüne dair rivayetler yer almaktadır. 6-Ayağını Sarkıtarak Oturma: Hadis metinleri arasında, Hz. Peygamber'in birkısım ashabı ile birlikte, bir kuyu bileziğine oturarak ayaklarını kuyuboşluğuna sarkıttıklarına dair rivayetlere de rastlanmaktadır. 7-Diz Çökme: Hz. Peygamber'in oturuş tarzlarına yer veren kaynaklarda,diğerleri gibi ayrı bir başlık altında, diz çökerek oturduklarına dairrivayetlere rastlanmamaktadır. Ancak, hadis metinlerinin sebeb-i vürûdkısımları ile ashabın hayatını anlatan Tabakat kitaplarının satırlarıarasında bu durumu tesbit etmek mümkün olabilmiştir.Diz çökme, Zat-ı Risalet'in mutad oturuş tarzıdır. Bu sebeple ashabdanbirisinin: "Ben, Peygamber Efendimiz'i diz çökmüş vaziyette gördüm" demesi,bilineni tekrar bildirmek olurdu ki, bunun da ilgi çekici bir yönükalmazdı. İşte ashabın görüp anlattığı diğer oturuş tarzları, onların zamanzaman ve nadiren Rasûlullah'ın şahsında müşahade ettikleri oturuşşekilleridir. Peygamber Efendimiz, hayatının çeşitli safhalarında yerinegöre, yukarıda yedi madde halinde sıralanan şekillerin hepsi ile de oturmuşve böylece O’na her açıdan benzemek isteyen ümmetini, belli bir şekillebağlamamış ve onları tek tip oturuşla sınırlamamıştır. Dayandığı EşyalarPeygamber Efendimiz: "Üç şey vardır ki, geri çevrilmez: Yastık, güzel kokuve süt!" buyurmuşlardır. Rasûlullah Efendimiz, sohbet meclislerinde ve uzun müddet oturma durumundakaldıkları hallerde, kollarının altına bir "yastık" alarak yaslanırlardı. Hz. Peygamber'in, yerden biraz yüksekçe ve hurma yaprağından örülmüş"serir" adı verilen bir eşya üzerine oturduklarına dair bilgilere de sahipbulunuyoruz. Peygamber Efendimiz'in, demir veya tahta ayaklı bir kürsü üzerineoturduklarının görüldüğüne dair belgeler de bulunmaktadır. Hz. Peygamber, o günün toplumunda revaçta bulunup da varlık gösterisinekaçmamak kaydıyla kendisine ikram edilen bütün eşyaların üstüne oturmayıreddetmemiştir. Nitekim, misafirliğe gittikleri yerlerde,10yerine göre, altına atılan halı veya keçeden mamul minder üstüne oturmuş,yerine göre ikram edilen mindere oturmayarak, kuru tahta veya çıplak topraküzerine ilişivermiştir. Konuşma TarzlarıHz. Peygamber'in en bariz özelliklerinden biri de, O'nun konuşmasındakigüzellik ve mükemmellikti. Peygamber Efendimiz: "Ben, az-öz söz söyleme(cevami'ul-kelim) özelliği ile donatılmış olarak gönderildim." (Buharî,VIII, 76, 168 "Bü'istü bi-Cevâmi'il-kelim."; en-Nihaye, I, 295)buyurmuştur. Yetiştiği çevre de, Peygamber Efendimiz'in fasih konuşmasındabüyük rol oynamıştır. Hz. Peygamber tane tane, açık-seçik ve herkesin anlayabileceği bir tarzdakonuşurlardı. O kadar ki, dinleyenler eğer kelimelerini saysa, onları tekerteker sayabilirlerdi. Yerine göre de, konuşması sırasında geçen önemlicümlelerini üçer defa tekrar ederlerdi. Yerine göre bir vaiz, bir müftü, bir hakim; yerine göre bir muallim, birterbiyeci, bir aile reisi; duruma göre bir diplomat, bir kumandan, birfatih, bütün bunların yanında geniş dostluk çevresi olan bir cemiyet adamıgibi sıfatlarla karşımıza çıkan Hz. Peygamber; dost-düşman, müslim-gayr-imüslim, zengin-fakir, büyük-küçük, kadın-erkek her kesimle muhatapolmuştur. Peygamber Efendimiz, sohbet ederlerken; ashabına karşı daima mütevazı birkardeş, şefkatli bir öğretmen ve merhametli bir baba gibi davranmış; bazımuaşeret kaidelerini (görgü kuralları) öğretmeyi arzu ettikleri zaman da,onlara, tatlı bir üslupla hitab etmiştir. Söyleyeceklerini bazen şakacı birtarzda; bazen gönül alıcı, sevindirici, ümit verici ve teşvik edici birbiçimde; yerine göre kinayeli, teşbihli, ufuk açıcı ve düşündürücü birüslupla söylemişlerdir. Hz. Peygamber'in topluluk karşısındaki konuşmalarının tonu da üslubu da çokfarklıdır. Kaynaklar, bu tür konuşmalar için "hutbe" kökünden türetilmiştabirler kullanırlar. "Veda Hutbesi" dışında diğer hitabe tarzındakikonuşmaların içerisinde bu kadar uzununa rastlanmamaktadır. Halka hitaben yaptığı konuşmalarda, gözleri kızarır, sesinin tonu yükselirve heyecanı iyice artar; konuşmalarını yaparken, elinde, hem dayanmakta,hem de öteye beriye işaret etmekte kullanılan "mıhsara" 11denen (asa, baston, değnek, cöp türünden) bir çubuk bulundururlardı. Hz. Peygamber, bilhassa lüzumsuz aşırılıkları, İslam'a söz getirebilecekölçüsüz davranışları ve temel prensipleri zedeleyici hareketleri hiç hoşkarşılamazlar; bu türden olaylar kendisine intikal ettikçe üzülürler,öfkelenirler, açıktan tavır takınırlar ve sert bir dille ikaz ederekbunları önlemeye çalışırlardı. Hz. Peygamber'in değişmez bir tavrı vardı: Normal insanda bile hoşkarşılanmayan; kaba, kırıcı, küçük düşürücü, hakaret edici, ölçüyü kaçırıcıtürden bir konuşma ve hitap tarzı, O'nun şahsiyetinde hiç yer bulmamıştır. Gülüş TarzlarıKaynakların ittifakla kaydettiklerine göre, Rasûlullah Efendimiz,yaradılıştan beşûş çehreli, yani güleç yüzlü idi. Tebessüm denen"gülümseme", O'nun mübarek yüzünden hiç eksik olmazdı. En sıkıntılıanlarında bile, üzüntülerini belli etmezler, yanındakilerin içlerinikarartacak bir tavır sergilemezlerdi. Bilhassa sevdikleri kimselerlekarşılaştıklarında, öylesine tebessüm ederlerdi ki, böyle anlarda, yüzleriay gibi parıldardı. Bu tabii halleri dışında, Rasûlullah Efendimiz'in, bir de gülüşleri vardı.Hadis kaynakları, O'nun nelere ve nasıl güldüklerine dair pek çok vesikakaydetmişlerdir. Özellikle Âişe (ra) validemiz, Peygamber Efendimiz'ingülüş tarzlarını şu şekilde anlatmışlardır: "Rasûlullah Efendimiz'in küçükdili gözükecek şekilde, kendinden geçercesine güldüklerini hiç görmedim.O'nun gülüşü, tebessüm şeklinde idi." (Buharî, el-Cami'us-Sahih, VII,94-95; el-Edeb'ül-Müfred, s.97, nu:251). Hz. Peygamber'in diğersahabelerinin bir çoğu da, çeşitli münasebetlerle, O'nun bu gülüş tarzınıanlatırlarken "...öyle ki, azı dişleri gözükecek derecede güldüler!"şeklinde bir ifade kullanmışlardır. Bu gülüş tarzında, dişler gözükür;fakat ses işitilmez. İşte bu, Peygamber Efendimiz'in gülüş tarzıdır. ŞakalarıEnes b. Malik (ra): "Rasûlullah Efendimiz, çocuklara karşı, insanların ençok şaka yapanı idi." (Taberanî, el-Mucemu's-Sagir, II, 39; İbnu'l Esir,en-Nihaye. III, 466). "Peygamber Efendimiz, insanlar içinde, hanımlarına ençok şaka yapan kimse idi." (İbn'ul Esir, en-Nihaye. III,12466; Gazali, İhya, III, 129) der. Peygamber Efendimiz; daha çok, çocuklara; hanımlarına; fakir fukarazümresine ve çevresinden sevgi bekleyenlere şaka yapmıştır. "Arkadaşınlaağız kavgası yapma; ona şaka da yapma; bir söz verip tutmamazlık da etme!"buyurunca, çevresindekiler tarafından: "Ama ya Rasûlallah, siz de şakayapıyorsunuz!" diye sorulduğunda: "Evet, ben de şaka yaparım; fakat ben(şaka yaparken bile) sadece hakikati söylerim." (Buharî, el-Edeb'ül-Müfred,s.102, nu:265; Tirmizî, Sünen IV, 357, nu:1990). cevabını vermişlerdir. Enes b. Malik (ra) anlatıyor: "Peygamber Efendimiz bana, "İki kulaklı!"diye hitabetti." (en-Nihaye, I, 34). Tirmizî'nin hocası Mahmud b. Gaylan, kendi hocası Ebû Üsame'nin bu haberiaçıklayıcı mahiyette: "Yani Hz. Peygamber, Enes'e şaka yapmıştır." dediğinisöylemiştir.HZ. PEYGAMBER'İN YEME-İÇME ADABI"Ben, sıradan bir insanın yediği gibi yer ve sıradan bir kulun oturduğugibi otururum." Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in, sofrada nasıl oturduklarından ziyade, nasıloturmadıkları üzerinde durulmuştur. Sofrada oturma biçiminin genellikleçömelerek oturma şeklinde olduğu belirtilmektedir. Bu konuda ilk devirkaynakları, konu ile ilgili olarak, ittifakla tek metin kaydetmişlerdir: "Bana gelince, ben, katiyyen iyice yerleşip oturarak yemek yemem!" (Buharî;VI, 201; Tecrid Tercemesi;XI, 423-424; İbn Sa'd, I, 380; Ebû Davud, III,476, nu:3769, Darimî, II, 32 nu:2077; Tirmizî; IV, 273, nu:1830; İbn Mace,II, 1086, nu:3262) hadisidir. Allah'ın bahşettiği nimet karşısında bir mahviyet havasına bürünenPeygamber Efendimiz, sofrada, hep şükür hali içinde bir tavırtakınmışlardır. Hz. Peygamber ve O'nu rehber edinenler, sofrada, yedikleriyemeğin nasıl bir harekete vesile olacağının endişesini taşımışlar; onun,daima hayırlı ve faydalı işler yapmaya vesile olacak bir enerjiye dönüşmesiiçin Cenâb-ı Hakk'a şükür ve niyazda bulunmuşlardır. Hz. Peygamber'in yemek yiyiş tarzlarına temas eden klasik İslami13kaynaklar, bir başka hususa daha yer vermişlerdir. Bu da, "yemekten sonraüç parmağın yalanması" (la'k'ul-esâbi') dır. Hz. Peygamber'in hem kenditatbikatları, hem de sözlü tavsiyeleri yer almaktadır. "Zira, yemeğin esasbereketinin (vücuda yarayışlı kısmının) hangisinde olduğunu bilemezsiniz!"(Buharî; VI, 213; Ebû Davud, III, 499, nu:3847-3848; Tirmizî; IV, 258,nu:1801; Şemail; İbn Mace, II, 1088, nu:3269-3270; Darimî, II, 22nu:2031-2032). Peygamber Efendimiz, israf ekonomisine yol açan bütün yolları kapama veAllah'ın lütfettiği nimetlerin -bir pirinç tanesine varıncaya kadar- boşagitmemesine gayret etmişlerdir. Yedikleri EkmekEldeki vesikalara göre Hz. Peygamber, daima "arpa unu"ndan yapılmış ekmekyemişlerdir. Kepeği iyice ayıklanmış "has un"dan mamul ekmek yememişlerdir.Bilindiği üzere, Asr-ı Saadet dönemi Hicaz bölgesinde buğday, ithal malı veoldukça pahalı bir gıda maddesidir. Halkın büyük çoğunluğunun bütçesineağır gelen bu gıda maddesine ilgi göstermemekle birlikte, PeygamberEfendimiz, lükse karşı kesin tavrını ortaya koymuş ve her hususta olduğugibi, bu konuda da çevresine karşı örnek olma vasfını korumuştur. Ekonomiksebepler yanında, arpa ekmeğinin doyurucu ve besleyici oluşunun da rolüvardır. Hz. Peygamber, yemek sırasında meşinden veya bezden yapılmış "yer sofrası"kullanmışlar, masa veya ayaklı sini gibi bir eşya kullanmamışlardır. Öte yandan sofralarında, çok yemeyi sağlayan salata, turşu, baharat... gibiiştah açıcı yiyecekler bulundurmamışlardır. Peygamber Efendimiz, hiçbirzaman, alışılmışın üzerinde yemeyi de düşünmemişlerdir. İlk devir metinlerinde, yemek için "iki öğün"den bahsedilmektedir.Bunlardan, sabah yemeği "gadâ", akşam yemeği ise "aşâ" kelimeleri ile ifadeedilmiştir. Peygamber Efendimiz, en fazla iki öğün yemek yemişlerdir. İkiöğününden biri ise, daima hafif yiyecekler şeklinde olmuştur. Hz.Peygamber'in hafif yiyeceklerini ise "hurma" teşkil etmiştir. Rasûlullah Efendimiz, akşam öğününün ihmal edilmemesini tavsiye ederek:"Bir avuç hurma ile de olsa, akşam yemeklerinden14vazgeçmeyiniz, zira akşam öğününün ihmali, insanı ihtiyarlatır, bünyeyiyıpratır." (Tirmizî; IV, 287, nu:1856; İbn Mace, II, 1113, nu:3355)buyurmuşlardır. Hz. Peygamber bir taraftan: "Ya Rabbi, açlıktan sana sığınırım; o, insanıhareketsiz bırakan ne kötü bir haldir!." (İbn Sa'd, I, 408-409; Nesaî,VIII, 263; İbn Mace, II, 1113, nu:3354) buyurarak açlığın insan üzerindekivahim etkisi üzerinde durmuşlar; bir yandan da dengesiz ve aşırı yemeninzararlarına dikkatimizi çekerek: "İnsanoğlu, midesinden daha kötü bir kap doldurmuş değildir. Esaseninsanoğluna, belini doğrultacak kadar, birkaç lokma yemesi yeterlidir. Yok,illa daha fazla yemesi gerekirse, o takdirde, midesinin üçte biriniyemekle, üçte birini içecekle doldursun, üçte birini de nefes payı olarakboş bıraksın!" (İbn Sa'd, I, 410; Müsned, IV, 132; Tirmizî; IV, 590,nu:2380; İbn Mace, II, 1111, nu:2349; el-Müstedrek, IV, 331-332)buyurmuşlardır. Hz. Âişe (ra) validemiz anlatıyor: "Peygamber Efendimiz'in aile efradı,O'nun hayatının sonuna kadar, üst üste iki öğün, arpa ekmeğini doyuncayakadar yemediler." İbn Abbas (ra) anlatıyor: "Peygamber Efendimiz'in arka arkaya birkaç gecehiçbir şey yemeden yattığı olurdu da; O ve hane halkı, akşam sofrasındayiyecek bir şey bulamazlardı, yedikleri ekmek ise arpa ekmeği idi." Rasûlullah Efendimiz'in yemekte aradığı başlıca özellik, onların, helal vetemiz oluşu, vücuda yarayışlı olup olmayışıdır. Yemek seçme ve yemeğe kusurbulma âdetleri ise kesinlikle yoktur. Ebû Hureyre (ra) der ki: "PeygamberEfendimiz, hiçbir yemeği katiyyen seçmezlerdi. Önüne konan yemeği, eğeriştahı varsa yer, yoksa yemezlerdi." Peygamberimiz'in (as), hiçbir yemeğe karşı aşırı düşkünlüğü olmadığı gibi,"canı çekme" diye bir halleri de görülmemiştir. "İnsanın, canının çektiğiher şeyi yemeye kalkışması israftan sayılır." Özellikle misafir oldukları sırada, kendilerine takdim edilen yemeklerdendolayı, ev sahibinin gönlünü hoş tutmuşlar ve ikram edilen yemekleri sonderece sevdiklerini ifade etmişlerdir. Hz. Peygamber'in katık olarak yediği yemeklerin bir kısmı şöylecesıralanabilir: Koyunun ön kolu ve sırt eti, pirzola, kebap, tavuk, toy 15kuşu, et çorbası, tirit, kabak, zeytin yağı, çökelek, kavun, helva, bal,hurma, pazı, hays, anber balığı. Daha bir kısım ilavelerin yapılabileceğibu liste, aynı zamanda, Asr-ı Saadet dönemi mutfağı hakkında da bir fikirverecek niteliktedir. Yemeklerinde de sadelik hakimdir. Sadelik iseolgunluğun ifadesidir. Yemek İçin Ellerini Yıkamalarıİnançlı insanların sıradan bir temizlikle yetinmeyip, her sahadakitemizliklerini nezafet derecesine vardırmalarını isteyen RasûlullahEfendimiz, yemek yeneceği sırada da bu kurala uyulmasını arzu etmişlerdir.Namaz için abdest ne ise, yemek için de el yıkamak odur. Diğer dinlerdeolmayan bu yemekten önce el yıkama âdetini, ilk defa Peygamber Efendimizicad ve ihdas etmişlerdir. "Elindeki yemek bulaşığını yıkamadan yatan kimse, şayet gece başına birmusibet gelirse bu durumda, kabahati başkasında değil, bizzat kendisindearasın!" Selman-ı Farisî (ra) anlatıyor: "Yemeğin bereketi; hem yemekten önce, hemde yemekten sonra elleri yıkamaktır." buyurdular. Yemek Öncesi ve Sonrası Okuduğu DualarHz. Peygamber, her güzel işe başlarken yaptıkları gibi, bir şeyi yemedenönce de daima "besmele" çekerlerdi. Besmele, şayet başta unutulmuşsa,hatırlandığı an çekilir. Peygamber Efendimiz yemekten sonra da daima "dua" ederlerdi. En kısa duası,"Elhamdülillah" diyerek yapılanı idi. "Zikrin en faziletlisi 'Lâ ilâheillallah'; duanın en üstünü de 'Elhamdülillah' demektir." buyurmuşlardır.Duanın tek bir formülü yoktur. Herkes, gönlünden koptuğunca, dilinindöndüğünce, uzun veya kısa ifadelerle duasını yapabilir. Rasûlullah Efendimiz'in yaşadığı dönemde yemek, "yer sofrası"nda ve "tekkap"tan yenirdi. Bu yüzden herkesin kendi önünden almasını istemiştir.Birlikte yeme yanında, "birlikte kalkma" da Peygamber Efendimiz'in sofraadabı konusundaki tavsiyelerindendir. Şöyle buyurmuşlardır: "Sofra konduğuzaman, hiç kimse, sofra kaldırılıncaya kadar kalkmasın. Ve karnı doysabile, sofrada bulunanları mahcup etmemek için, herkes doyuncaya kadar elinisofradan çekmesin. Yani,16doyduğunu hissettiren bir davranışta bulunmasın. Zira erken kalkmakla, kişiarkadaşını mahcup etmiş olur; o da, yemekten elini çekmek mecburiyetindekalır. Ola ki, onun karnı henüz doymamıştır!" Buna göre, sofraya davet edilen veya yemek teklif edilen kimse, karnı açolduğu halde; "karnım tok... yeni yedim" gibi gerçek dışı ifadelerle,teklifi geri çevirmemelidir. "Bir kişinin yemeği iki kişiye yeter. İkikişinin yemeği dört kişiye yeter. Dört kişinin yemeği de sekiz kişiyeyeter." buyurmuşlardır. Ömer b. Ebî Seleme (ra) anlatıyor: Rasûlullah Efendimiz'in evine gitmiştim.Kendileri sofrada imişler. Beni görünce: "Yavrucuğum; sofraya buyur,besmele çek, yemeği sağ elinle ye ve daima kendi önünden al." buyurdular. Ebû Said el-Hudrî (ra) anlatıyor: Peygamber Efendimiz, yemeği yeyipsofradan kalkacağında: "el-Hamdü lillâlillezi et'ameâ ve sekanâ ve ce'alenâmin'el-muslimîn" yani "Bizi yedirip içiren ve Müslümanlar zümresinden kılanAllah'a hamdolsun!" diyerek dua ederdi. Ebû Ümame (ra) anlatıyor: Rasûlullah Efendimiz, önlerinden sofrakaldırılacağı sırada: "el-Hamdu lillâhi hamden kesîran tayyîben mübârekenfîhi ğayra müvedde'ın velâ müstağnen 'anhü Rabbenâ" yani "Ya Rabbi, sana;sonsuz, gösterişten uzak, ardı arkası kesilmeyen bir hamdle hamdederim;Dergah-ı İzzet'inde kabul görmemiş ve kendisinden yüz çevrilmiş bir hamdledeğil Rabbim!" şeklinde dua ederlerdi. Yedikleri MeyvelerHz. Peygamber'in kavun, karpuz ve salatalık yediklerini ve bunları çoksevdiklerini öğreniyoruz. Üzüm, ayva, acur ve misvak ağacının kebâs adıverilen meyvesi de Hz. Peygamber'in yediği diğer meyveler arasındabulunmaktadır. Hz. Peygamber, alınan gıdaların sıhhati bozmamasına çok dikkat ederdi.Meyveyi "meyve" olarak değil, vücudun hararetini dengelemek için, yemekesnasında veya yemek sonrasında yemişlerdir. Ebû Hureyre (ra) anlatıyor: Rasûlullah'ın ashabı, her ne zaman birmeyvesinin turfandasını elde etseler, onu hemen Rasûlullah'a getirirlerdi.Peygamber Efendimiz de o turfanda meyveyi mübarek ellerine alır ve şöyledua ederlerdi: "Ya Rabbi! Bizim meyvelerimize, şehrimize, sâ' ve17müdd tabir edilen ölçeklerimize bereket ihsan eyle! Ya Rabbi! İbrahim (as)senin kulun, dostun ve peygamberindir. Ben de, senin kulun vepeygamberinim. O, sana, Mekke için dua etmişti. Ben de, onun Mekke hakkındayaptığı dua kadarıyla ve hatta onun bir misli fazlasıyle, sana Medine içindua ediyorum!" buyururlar ve sonra da, çevrede görebildiği en küçük çocuğuçağırıp, o turfanda meyveyi bu yavrucağa verirlerdi. İçecekleriAsr-ı Saadet döneminin meşrubat çeşitleri; bal şerbeti, hurma ve kuru üzümşırası ve süt gibi içeceklerden oluşmakta idi. Düğün ziyafetlerinde ise,genellikle "hurma şerbeti" ikram edilirdi. Rasûlullah'ın içecekleriarasında "süt"ün önemli bir yeri vardır. Bazen süte soğuk su karıştırarakiçtikleri de olurdu. Özellikle sıcak havalarda, şayet temini mümkünse, birmiktar soğuk su ilave etmek suretiyle sütü serinletirlerdi. İçtikleri suyunkalitesine titizlikle dikkat etmişler; çok mecbur kalmadıkça, rastgele hersuyu içmemişlerdir. Hz. Âişe; "Rasûlullah Efendimiz için Medine'ye ikigünlük mesafedeki Buyût'üs-Sükyâ denilen pınardan tatlı su getirilirdi."buyururlar. Peygamber Efendimiz, içme suyunun tatlı oluşunun yanında, onun, "dinlenmiş,gecelemiş" olmasına da itina gösterirlerdi. İlgili kaynaklarda yer yer,"testide dinlenmiş su" dan bahsedilmektedir. Efendimiz suyu, dinlene dinlene, yudum yudum içerlerdi. Bu dinleniş, çoğuzaman üç soluk, bazen de iki nefes alma şeklinde olurdu. "Dinlene dinleneiçmek; hem hazmı kolaylaştırır, hem susuzluğu çabuk keser, hem de dahasıhhidir." buyurarak bu tarzda içmenin, insan sağlığı bakımından önemine deişaret etmişlerdir. İbn Abbas (ra) şöyle anlatmaktadır: "Rasûlullah Efendimiz, su kırbelerininağızlarını kıvırıp veya testiyi başımıza dikip su içmekten bizi menetmişti. Peygamberimiz'in bu ikazından sonraki bir zamanda, adamcağızınbirisi, geceleyin kalktığı gibi testiyi başına diker. Testinin içinden birde ne çıksın: Yılan!" Kadeh-i ŞerifleriRasûlullah Efendimiz'in sayıları on bir civarında gönüllü hizmetlilerivardı. Enes b. Malik ve Abdullah b. Mesud (ra) gibi sahabeler, bunlarınileri gelenlerindendi. Mesela Abdullah b. Mesud (ra), Hz. Peygamber'in18"pabuç"larını, "misvak"larını ve "yastık"ını taşır; onları kullanmaya hazırvaziyette bulundururdu. Rasûlullah Efendimiz ayağa kalktıklarında, hemenpabuçlarını getirip eliyle giydirir; oturacakları zaman da çıkarır veonları kucaklarında tutardı. Enes b. Malik (ra) ise, Rasûlullah Efendimiz'in subaşısı olarak karşımızaçıkmaktadır. "Su kadehi"ni büyük bir itina ile taşır, bakımını yapar veEfendimiz'in meşrubatını hazırlardı. Hz. Peygamber'in, su dahil bütün meşrubatı içtiği tek su bardağı vardı. Bukadeh, Hicaz bölgesinde bulunan ve kap imalatında kullanılan ılgın ağacınabenzer "nudar" adı verilen bir ağaçtan yapılmıştı. Bahis konusu kadeh, birara kenarından çatlayıp yarılmış; bu defa da, "gümüş çerçeve" ilepervazlanarak yine kullanılmıştır. Genişliği derinliğinden daha fazla olanbu kadehin, duvara asılmak için takılan, bir de "demirden halka"sı vardı.Sonraki tarihlerde Enes (ra), bu demir halkayı değiştirip yerine altın veyagümüş halka takma teşebbüsünde bulunmuşsa da, üvey babası Ebû Talha (öl.34/654): "Sakın ha; Rasûlullah'ın yapmış olduğu bir şeyi katiyyendeğiştirmeye kalkma!" diyerek, onu bu niyetinden vazgeçirmiştir. Enes (ra)de o kadehi, eski haliyle bırakmış ve orijinal şekliyle muhafaza etmiştir. Hususi eşyalarının büyük bir bölümü de ashab tarafından özel olarakmuhafaza edilerek, bu yolla nesilden nesile intikal ettirilmiştir. Hz. Peygamber'in aziz hatırasını taşıyan bütün eşyalara ve O'nun oturupkalktığı, yatıp uyuduğu, ibadet edip dinlendiği bütün yerlere karşı,ashab-ı kiramın sonsuz hürmeti ve muhabbeti vardı. Bu eşyalar; hürmet,muhabbet, tazim, teberrük ve şifa etme maksadıyle onlar tarafındansaklanmış ve mevkilere abideler yapılmıştır.
19 -- Sitemize kaydoldugunuz icin tesekkürler ederim.
Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen |