İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti: "Allah Teâla hazretleri Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'i hak (din ile) gönderdi ve O'na Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz Kitabullah'da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- süb?t bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: "Ömer Allah Teâla' nın kitabına ilâvede bulundu" demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah'a) yazardım." Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensar 46, Megâzi 21, İ'tisâm 16; Müslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (, 823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418). Soru 2: Hz. Peygamberin(A.S), zina yapanlara zina cezasını uygulamasını İslam'ın rahmet dini; Hz. Peygamber (asm) in de rahmet ve merhamet peygamberi olmasıyla bağdaştıramayan düşüncelere sahip olan kişilere, nasıl bir cevap verilmelidir?
Kur’an-ı kerimin hiçbir kelimesi ya da harfi bile değişikliğe uğramadan bize kadar geldiği konusunda İslam alimleri arasında görüş birliği vardır.
Hatta Kur’an’ın Sure ve ayetlerinin sayısı ve tertibi dahi, tıpkı elimizdeki Mushaflarda olduğu gibi vahiy ile tespit edilmiştir. Alimlerin çoğu, değişik hadis rivayetlerini de göz önünde bulundurarak bu görüşü benimsemiş ve son çalışmalar da bunu desteklemiştir. Ayetlerin Kur’an’daki mevcut tertibindeki sıralamanın, vahiy ile tespit edildiğine dair alimler arasında her hangi bir görüş ayrılığının bulunmadığı da söylenmiştir. (Bk. Suyutî, İtkan, I/76-83)
Denilebilir ki, Kur’an ayetlerinin, elimizdeki Mushaflarda olduğu gibi, var olan tertibi/sıralanışı, vahiy ile tespit edildiğine dair, bütün ümmetin ittifakı vardır.
Bilindiği gibi, Hz. Peygamber (a.s.), her sene Ramazan ayında, o güne kadar inmiş olan Kur’an’ı Hz. Cebrail ile karşılıklı olarak okurdu. Son Ramazanda, bu karşılıklı okuma, iki defa gerçekleşmiştir. Bakıllanî, İbn Enbârî gibi bir kısım alimler, Hz. Peygamber (a.s.)’in bu okuması, şu anda elimizdeki mevcut tertibe göre olup, ona temel teşkil ettiğini söylemişlerdir. (Bk. İbn Hacer, Fethu’l-Barî, IX/42.)
“Şüphesiz ki, Kur’an’ı biz indirdik ve onu koruyana da biz olacağız” (Hicr, 15/9) mealindeki ayette ifade edildiği üzere, Kur’an’ın korunması doğrudan Allah’ın hıfz ve inayetiyle sağlanmıştır.
Bu gerçeğe rağmen, eski kaynaklarda, bazı ayetlerin Kur’an’a konulmadığını ima eden bir kısım garip rivayetler söz konusu edilmiştir. Bunlardan biri sözde Recim ayetiyle ilgili olanıdır. Bu konuda iki rivayet şekli vardır.
“İçinizden kimse, Kur'an'ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur'an'ın tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur'an'ın çoğu yok olup gitmişti (doğrusu: Kur'an'dan hayli kısmı gitmiştir) şeklindeki ifade hakkında şunları söylemek mümkündür:
- Rivayete göre, Hz. Aişe anlatıyor: “Recim ayeti ve büyüklerin on defa süt emmeleri konusunda ayet inmişti. Bu ayet, karyolamın altında bir sahifede yazılıydı. Resulullah (a.s.m) vefat edince biz onunla meşgul olduk, o sıralarda bir hayvan(keçi) gelip onu yedi”(İbn Mace, Nikah, 36).
Şimdi bu rivayeti değerlendirelim:
Evvela, Hz. Aişe’nin ve İbn Ömer'in bunu söyleyip söylemediğini kesin olarak bilemiyoruz.
İkincisi, Bu konu, nesih meselesinde söz konusudur. Dolayısıyla, Hz. Aişe ve Hz. İbn Ömer' -şayet söylemişler ise- bununla Kur'an'dan bazı ayetlerin nesh olduğuna işaret etmek istemişlerdir. Yoksa, Kur’an’ın toplanması halinde bunların alınmadığını söylemek, onların akıllarından bile geçmemiştir. Çünkü, herkesin, bildiği, ezberine aldığı, sayfasına yazdığı ayetleri getirmeleri istenmiştir. Bu görevi yerine getirmek, İslam inancına göre, hem Allah’a, hem Resulüne hem de halifeye karşı bir sorumluluğun gereğidir. Durum böyle olunca, Hz. Aişe ve Hz. İbn Ömer veya herhangi bir sahabî böyle bir olayı bildiği halde, ezberinde bazı ayetler bulunduğu halde bunu ibraz etmemeleri düşünülemez.
Kaldı ki, Kur’an’ı bir araya getirenler, birer hafızdırlar. Özellikle heyet başkanı Hz. Zeyd, Hz. Peygamber(a.s.m)’in vahiy katibi, Kur’an hafızı, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in güvenini kazanmış büyük bir insandır. Böyle bir olay olsaydı, en az birkaç kişinin daha bilmesi ve bunu heyete bildirmesi kaçınılmazdı. Hz. Zeyd b. Sabit de herkesten önce bunu bilmesi gerekirdi. Bütün sahabî hafızların ve yazılı mushaf sahiplerinin de içinde bulunduğu bütün sahabe cemaati tarafından ittifakla kabul edilen Mushaf’ın eksik veya fazla olmasını düşünmek elbette makul değildir.
“Muhakka ki Kur’anı biz indirdik ve hiç şüphesiz onun koruyucusu da biziz”(Hicr, 15/9) mealindeki ayete iman eden bir kimsenin başka düşünme şansı da yoktur. Sahih olan hadis kaynaklarında yer almayan, kütübü sitteden –yalnızca-en zayıf ve hataları en çok olan İbn Mace’de bulunması ayrıca manidardır.
Hz. Peygamber(a.s.m)’e inen bütün ayetler vahiy katipleri tarafından yazıyla kaydedildiği gerçeği tartışılmazdır. Buna rağmen, Hz. Aişe’den başka kimsenin bilmediği bir ayetin varlığından söz edilebilir mi? Oysa Hz. Aişe vahiy kâtipleri arasında yer almamıştır.
Hz. Aişe, Kur’an’ın Hz. Peygamber(a.s.m)’e indiği gibi sağlam bir şekilde korunduğunu anlatmak için şunları söylemiştir:
“Eğer Hz. Peygamber(a.s.m), Kur’an’dan bir şey gizleseydi ‘Ey Muhammed! Hani bir zaman Allah’ın nimetlendirdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin (hürriyete kavuşturduğun) kimseye: “Eşini yanında tut, Allah’tan kork” diyordun. Fakat Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan da çekinerek içinde saklıyordun’(Ahzab,33/37) ayetini gizlerdi” (bk. Ahmed b. Hanbel,VI/266).
Şimdi Hz. Aişe, bu konuda açıkça düşüncesini ortaya koyduğu halde, kalkıp tam tersini gösteren bir ifade kullanması düşünülemez.
Kur’an’ın üç dönemde yapılan cemi esnasında Hz. Aişe’den bu konularda bir ses çıkmamıştır. Herkesin bildiği kadarıyla, Kur’an ayetlerini getirip ilgili jüriye teslim ettiği halde, Hz. Aişe gibi herkesin saygı gösterdiği, Kur’an’ın senasına mahzar alan pervasız bir insanın kaybolduğu söylenen ayetler hakkında bilgi vermemesi düşünülebilir mi? Halbuki onun bu konuda bir şey dediğine dair hiçbir tarihî kayıt yoktur.
Abdurrahman el-Cezerî’nin de ifade ettiği gibi, bütün ümmetin ittifakıyla, mutevatir/en sağlam bir yolla bize kadar gelen Kur’an’ın ayetleri, böyle ahad/mutevatir olmayan rivayetlerle ispat edilemez, Kur’an olarak kabul edilemez(bk. Cezerî, el-Fıkhu ala’l-Mezahibi’l-Arbaa, IV/257).
Hem vahiy kâtipleri hem de hafız olanların içinde bulunduğu Kur’an’ı toplama heyetinde hiç kimsenin böyle bir noksanlığı fark etmemesi mümkün değildir. Böyle bir şey aklın alamayacağı husustur.
İkinci misal: Müslim’in İbn Abbas’tan yaptığı rivayete göre Hz. Ömer şöyle demiştir: “Allah, Muhammed’i hak ile gönderdi. Ve ona Kitabı vahiy etti. Ona vahiy edilen şeylerden biri de recim ayetidir. Biz bu ayeti okuduk, anladık. Aklımıza koyduk. Hz: peygamber recmetti. Ondan sonra biz de recmettik. Korkarım ki, uzun bir zaman geçtikten sonra, birileri kalkıp ta; biz Allah’ın kitabında recim ayetini görmüyoruz, diyecek ve böylece Allah’ın vahiy ettiği bir farizayı/yapılması gereken bir görevi ihmal ederek dalalete düşecekler. Halbuki, zina eden evli her erkek ve kadının recmedilmesi hususu Allah’ın kitabında vardır. Yeter ki bu fiil, şahitlerle veya gebelikle yahut da suçu itiraf etmekle sabit olsun” (Müslim, Hudud, 4).
Evvela; bu hadiste, Kur’an’dan herhangi bir şeyin kaybolduğunu gösteren bir ifade yoktur. Bilakis, vurgulanan şey, recim konusunda da önceleri okunan bir ayetin bulunduğu, ancak daha sonra lafzının nesh edildiği, fakat hükmünün baki kaldığı hususudur. Hz. Ömer’in endişesi, ileride lafzı nesh edilmiş bu ayetin hükmünün de kalktığını veya böyle bir ayetin olmadığını söyleyip recmi uygulamamalarıdır.
Rivayetlerde gelen Recim ayetinin metni farklılık göstermektedir. Bu ise, bu metnin ayet olma ihtimalini zayıflatıyor.
Arapçayı bilen bir kimse, bu metinlerin -bizzat Kur’an’da geçen “Allah alimdir Hakimdir” gibi iafdelerin dışında-Kur’an’ın ayetlerine hiç benzemediğini görecektir.Hadis rivayetinin metni için (bk.Ahmed b. Hanbel, V/132,183; İbn Mace, Hudud, 9; Hakim, el-Müstedrek, IV/359).
Bu rivayetin metninde geçen “şeyh/şeyhet” kelimeleri yaşlı erkek ve yaşlı kadın demektir. Bu kelimelerin anlamına göre, evli olsun, olmasın, kırk yaşını geçenler/yani yaşlı olanlar zina ettikleri takdirde recim cezasını görürler. Yaşları kırkın altında olanlar -yaşlı sayılmadıklarından- yine evli olsun olmasın yalnız yüz değnekle cezalandırılır.
Bu ise, recim cezasını yaşlı olsun, genç olsun, evli olan herkes için geçerli olduğunu ifade eden pek çok sahih hadislerin ve cumhur-u ulemanın kabul ettiği görüşlerine tamamen ters düşmektedir(bk. Cezerî, a.g.e, IV/258-259).
Nitekim rivayete göre, Hz. Amr b. As ve Hz. Zeyd b. Sabit, Kur’an ‘ı Mushaf halinde yazarken, aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir:
Zeyd ded ki: “Ben böyle bir ayeti Hz. Peygamber’den duymuştum.”
Amr b. As şöyle cevap verdi: “Böyle şey olur mu? Görmüyor musun/hep bildiğimiz, öğrendiğimiz şu değil mi ki; bekâr olduğu takdirde -yaşlı da olsa- değnek cezasını, evli olduğu takdirde -genç de olsa- recim cezasın hakkediyor. (Bk. Ahmed b. Hanbel, V/183; Hakim, IV/360).
Bu ve buna benzer sebeplerden dolayıdır ki, ünlü fıkıh âlimi, el-Cezerî gibi bazı alimler “bu tür rivayetlerin doğru olmadığından asla şüphe etmediklerini” belirterek görüşlerini açıkça ortaya koymuşlardır. (bk. Cezerî, a.g.y).
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki; gerek Hz. Aişe’den, gerekse Hz. Ömer’den gelen rivayetlerden Kur’an’dan bazı ayetlerin eksik olduğu sonucunu çıkarmak doğru olmadığı gibi, bunu iyi niyetle bağdaştırmak da mümkün değildir.
Olsa olsa bu rivayetler, lafzı mensuh hükmü baki olan bazı ayetlerin söz konusu olduğuna işaret etmektedir, denilebilir.
Şunu da belirtelim ki, evli olanların zina suçu sabit olduğu takdirde cezalarının recim olduğuna dair pek çok sahih hadis söz konusudur. Cumhur ulemanın görüşü de bu merkezdedir. Bu hadislere dayanarak hüküm veren -Şia dahil-bütün mezhepler bu konuda görüş birliğindedir.
Not: Şu açıklamaları da okumanızı tavsiye ederiz:
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti:
"Allah Teâla hazretleri Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'i hak (din ile) gönderdi ve O'na Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz Kitabullah'da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir.
Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- sübût bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: "Ömer Allah Teâla' nın kitabına ilâvede bulundu" demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah'a) yazardım." [Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensar 46, Megâzî 21, İ'tisâm 16; Müslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (, 823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418).
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, hadis kaynaklarında farklı vecihlerle rivayet edilmiştir. Muvatta'nın bir rivayeti daha açıktır:
"Hz. Ömer (radıyallahu anh) haccdan çıkınca Medine'ye geldi. (Orada halka hitaben şunları söyledi: "Ey insanlar! Sizlere bir kısım sünnetler ve farzlar teşrî edildi. Size çok açık bir din bırakıldı. Recm âyeti hususunda kendinizi sakın tehlikeye atmayın. İçinizden biri: "Biz Allah'ın kitabında iki haddi (1) bulamıyoruz" diyebilir. Şurası muhakkak ki Resûlullah da, biz de (zinâ edenlere) recm uyguladık. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, insanlar "Ömer Kitabullah'a (onda olmayan şeyi) ilavede bulundu"demiyecek olsalar, (Kur'ân'ın sonuna) şu âyeti elimle yazardım: اَلشَّيخُ وَالشَّيْخَةُ إِذَا زَنَيَا فَارْجُمُو هُمَا اَلْبَتَّةَ "Yaşlı bir erkek ve yaşlı bir kadın zinâ edecek olurlarsa onları mutlaka recmedin."
İmam Mâlik, burada geçen yaşlı erkek ve yaşlı kadın tâbirlerini "dul erkek", "dul kadın" diye açıklar. Parantez içindeki ziyadeler başka rivayetlerden alınarak dercedilmiştir.
Nesâî'de Übey İbnu Ka'b'dan kaydedilen rivayette recm âyetinin Ahzâb sûresinde gelmiş olduğu belirtilir.
2- Neshle ilgili konulardan biri de, tilâveti mensuh, hükmü bâki âyetlerin varlığıdır. İşte Recm ayeti bunlardandır.
3- İbnu Hacer: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in korktuğu husus vukua gelmiştir. Zîra Haricîlerin büyük çoğunluğu ile bir kısım Mu'tezile, recmi inkar ettiler" der.
4- Recm cezası Hz. Peygamber tarafından erkek olan Mâîz İbnu Mâlik el-Eslemî (radıyallahu anh)'ye tatbik edilmiştir. Mâiz, bizzat gelerek, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e zinâ yaptığını itiraf etmiştir. Resûlullah, onu üç sefer reddeder. Mâiz dördüncü sefer müracaat ederek zinâ yaptığını beyan edince, yakınlarına: "Bunun aklında bir eksiklik var mıydı?" diye sorar. "Yoktu!" cevabını alınca recmedilmesini emreder ve recmedilir.
Kadın olarak da Gâmidiyye (radıyallahu anhâ) recmedilmiştir. Bu da kendisi gelip Hz. Peygamber'e "Ey Allah'ın Resûlü, beni temizle!" diye itirafta bulunmuş, Resûlullah onu: "Git!" diye geri çevirmiş, ancak o, ertesi günü tekrar gelip hâmile olduğunu da belirtmiştir. Resûlullah çocuğunu doğurmasını söylemiş, doğumdan sonra gelince "sütten kesilinceye kadar" mühlet vermiş, çocuk sütten kesilince tekrar gelen kadının recmedilmesini emretmiştir.
Gâmidiyye ile ilgili rivayette Hâlid İbnu Velid'in attığı taşın kadında açtığı yaradan yüzüne kan sıçrayınca, Halid (radıyallahu anh) kadına küfreder. Ancak Hz. Peygamber müdahele ederek:
"- Yapma! Ruhumu kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, o öyle bir tevbede bulundu ki, öylesini alışveriş sahtekârları yapsaydı affa uğrarlardı" buyurur. Kadının cenaze namazını kıldırır ve defnedilir.
Keza, Yahudilerin mürâcaatı üzerine, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapan bir Yahudi çiftine de recm tatbik eder.
5- Şarihler, "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in: "İnsanlar: "Ömer Allah'ın Kitabına ilavede bulundu" demeyecek olsalar, recm âyetini Kur'ân' ın sonuna yazardım" demesini, mübalağaya ve recmi tatbik etmeye teşvike hamlederler. "Zîra, derler, âyetin lafzı neshedilse de mânası bakidir. Hz. Ömer gibi, fıkhı, ilmi yüce bir şahsiyetin lafzı neshedilen bir âyeti, Kur'ân-ı Kerim'e yazmaya kalkması düşünülemez."
Kur'ân-ı Kerim, Ashab'ın huzurunda, bugünkü haliyle ihtilafsız olarak cem'edilmiştir. Recm âyetinin Kur'ân-ı Kerim'e lafzen girmeyeceği hususunda icma vardır. Resûlullah'a gelen vahiylerden bir kısmının lafzen, bir kısmının hükmen, bir kısmının hem lafzen ve hem de hükmen neshedildiği Ashab'ca bilinen bir husustur. Bu durumu açıklayan rivayetler gelmiş, ulema bunların değerlendirmesini yapmıştır. Daha önceki bahislerde, Resûlullah'ın her Ramazan ayında, o zamana kadar inmiş olan âyetleri önce Cebrâil (aleyhisselam)'e, sonra da halka okuyarak "arza" yaptığını, Cebrâil'e okuyarak hatası, yanlışı varsa tashih ettirdiğini, halka okumakla da onların hatalarını düzelttiğini, işte bu arzalarda, lafzı neshedilen vahiylerin de Kur'ân-ı Kerim'den çıkarıldığını belirtmiştik. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ömrünün son Ramazan'ında arzayı iki sefer yapmıştır. Buna arza-i âhire denir.
6- Zinâ eden kadın ve erkek muhsan olduğu takdirde recm edilirler. Zinâ, itiraf veya beyyine ile sâbit olur.
İtiraf : Kişinin zinâ yaptığını kadıya gelip beyan etmesidir.
Beyyine: Şehâdeti makbul dört erkeğin veya sekiz kadının zinâya şahidlik yapmasıdır. Şahidlerin sayısı bu rakamdan aşağı düşerse zinâ suçu sübût bulmaz. Âlimler bu hususlarda ittifak ederler. Ancak itirafın sayısı ve şahidlerin sıfatları gibi bazı teferruatta ihtilâf vaki olmuştur. Sözgelimi Hanefîlerle Hanbelîler itirafın dört ayrı mecliste vaki olmasını şart koşarlar. İmam Mâlik ve Şâfiî'ye göre, kişinin zinâ yaptığını bir kere ikrar etmesi kâfidir, suç sübût bulur.
7- Gebelik zinâya delil olur mu? Bu husus ihtilaflıdır. Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e göre, gebelik zinâya delildir, recme sebep olur. İmam Mâlik ve ashâbı da aynı kanaattedirler: "Kocası veya efendisi bilinmeyen bir kadın gebe olur ve zinâya icbar edildiği de bilinmezse, recmi gerekir. Ancak yabancı ise ve çocuğun kocasından veya efendisinden olduğunu söylerse beyanına itibar edilir" demişlerdir.
İmam Âzam, Şâfiî ve ulemânın cumhuruna göre, gebelik mutlak surette zinâya delil olmaz. Bu hususta, kadının kocası veya efendisi olmuş olmamış, kadın yerli veya yabancı olmuş, zinâya mecbur edildiğini söylemiş, söylememiş hüküm aynıdır. Beyyine olmadıkça veya itirafta bulunmadıkça recmedilemez. Zîra şer'î hadler şüphe ile ortadan kalkar ve sâkıt olur.
(1) İki hadden maksad celde ve recmdir. Kur'ân'da celde zikredilir, recm zikredilmez. Celde evlenmemiş zânilere tatbik edilendayak cezasıdır. (Kütüb-i Sitte Prof. Dr. İbrahim Canan)
Recm hakkında bilgi almak için tıklayınız.
Cevap 2:
Şefkat ve merhamet gibi hasletlerin güzel olabilmesi için, onların Allah ve Resulünün şefkat ve merhametinden farklı bir yola sapmamaları gerekir. Aksi takdirde, bu güzel vasıflar, çirkin bir şekil almış olurlar.
Çünkü, Allah’ın merhametinden daha fazla merhamet göstermek, asıl karakterini kaybetmiş yolsuz bir merhametin tuzağına girmek demektir. Örneğin, yüz tane koyunu boğazlamış bir kurdun öldürülmesinden rahatsız olan bir havan severin bu tavrının, ne kadar yersiz olduğu ortadadır. Onlarca adam öldürmüş, insan suretindeki bir canavarın hak ettiği idam/kısas cezasını uygun görmeyen bir hümanistin bu tutumunun, insanlık adına ne kadar zalimce bir merhametsizlik olduğu gerçeği izaha ihtiyaç duymayacak kadar açıktır.
Yıllarca, çalışıp alın teriyle kazandığı bir kuyumcunun dükkanını zorla gasp ederek, bütün servetini alıp kaçan hırsızların, cezasının hafifletilmesi yönünde çaba harcayan bir insanın doğru bir şefkat gösterdiğini söyleye bilir miyiz? Ve daha onlarca misal…
Bütün bunlar gösteriyor ki, sonsuz ilim, hikmet, adalet, şefkat ve merhamet sahibi yüce Allah’ın ve alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed(a.s.m)’in gösterdiği çizginin dışına çıkan her ölçü gibi, merhamet ve şefkat vasfı da bu çizginin dışına çıkmakla, yolunu şaşırmış kör bir bağnazlık olarak ortaya çıkmış olur.
Allah’ın isimlerinin sonsuz tecellilerini yalanlayan, yüzden fazla ilahî kitap ve sahifeleri düzmece kabul eden, 124 bin peygamberi yalancılıkla itham eden, binlerce sinyalle Allah’ın varlığı ve birliğini, ahiretin varlığını aklın gözüne sokan kâinatın bütün bu işaretlerini vurdum duymazlıkla göz ardı eden ve bu tavrıyla belki de milyonlarca hak ve hukuku ayaklar altına alan zalim bir inkârcının cehenneme girmesini şefkat adına içine sindiremeyen bir kimsenin, bu duygusal yaklaşımının doğru olduğunu söyleyebilir miyiz?
Allah, insanların şefkatlerini yanlış kullanabileceklerini bildiği için, Kur’an’da özellikle o konuya dikkat çekmiştir: “Zina eden kadın ve erkeğin her birisine yüz değnek vurun. Eğer Allah’a ve ahirete iman ediyorsanız, Allah’ın hükmünü uygulama işinde sakın acıma hissi sizi etkisi altına alıp da uygulamayı engellemesin”(Nur, 24/2).
Bize düşen, bu ayeti defalarca okuyup Allah’ın ve Resulünün adalet, hikmet, merhamet ve şefkatine teslim olmaktır.
Selam ve dua ile...
Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen |