TEADDÜDÜ ZEVCÂT (Dörde Kadar Evlilik)

#1 von MCK/NAkil ( Gast ) , 24.11.2012 16:26

TEADDÜDÜ ZEVCÂT (Dörde Kadar Evlilik)

İslâm kanunlarının yürürlükten kaldırılmasından sonra hakim kılınan Roma hukuku, evlilikte tek kadını şart koşmuştur.
Gerekçeleri bir ceviz kabuğunu doldurmayacak kadar yüzeyseldir.
Meselâ, kadın-erkek eşitliğinin kabul edilmesinden sonra ailede de karı koca eşitliği de bunun tabii bir sonucu olarak görülmüştür.
Diğer bir sebep olarak da çok evli erkeklerin kadınlarından bir kısmını ihmal ettiği ileri sürülmüştür ki bu iddianın bel kemiğini teşkil eder.
Fakat insanları İslâm'ın yönettiği bir toplum içinde ve o toplumun şartları dahilinde düşünürsek yukarıdaki iddia kendiliğinden geçerliliğini yitirmektedir.
İslâm'ın hakim olmadığı bir dönemde İslâmi bir uygulamanın mahzurlar doğurması ve müslümanların zor durumda kalmaları İslâm'ın eksikliğinden değildir. Esasinde İslâm bir konuda emir verirken ortamı da ona göre düzenlmer. Yapılması imkansız olan bir şeyi kesinlikle tabilerine emretmez. Fakat düzenin değişmesiyle ortam değiştiği takdirde ve İslâmi bir hayat sorun olmaya başladığı takdirde bunun sorumlusu İslâm olmayıp İslâmi ortamın devamının sağlayamayan müslümanlardır. Bu durumda çeşitli fetvalarla kaçamak aramaları değil tüm güçlerini sarfederek İslâmi ortamın yeniden kurulmasını sağlamaları gerekir.

Burada ileri sürülen "çok evli erkeklerin kadınlarını ihmal etmesi" de sadece İslâmi şartların mevcut olmadığı ortamlarda söz konusudur.
Çağımızda bol bol vuku bulan bu ihmalkarlıktan dolayı İslâm sorumlu tutulamaz. Çünkü ihmalkarlığı önlemek için yargı yetkisi onun emrine verilmemiştir.
Teaddüdü zevcat her zaman için mümkündür. Ayrıca bir takım şatlar vardır ki bu durumda teaddüdü zevcat erkek için kadın için veya toplum için zaruri duruma geçer.

Bunlardan birincisi erkek ve kadın nüfus oranları meselesidir.
Doğumlarda erkek kadın oranı umumiyetle sabittir. Fakat tarih boyunca devam edegelen savaşlar, iş kazaları ve diğer bir çok sebeplerle erkek nüfusu daima azalmış, kadın nüfusu ise hiç bir engelle karşılaşmaksızın süratle çoğalmıştır. Bunun sonucu toplumda erkekler daima kadınlardan az olmuşlar, aralarındaki oranlamada daima kadın tarafı ağır basmış, bu durum bazan -1. ve 2. dünya savaşlarında olduğu gibi- erkeklerin 1/4 oranına düşmelerine kadar farklılaşmıştır.

Şu anda da bu fark iki erkeğe üç kadın düşecek kadar azımsanamıyacak bir farkla sürüyor.
Bu durumu çeşitli istatistiklere bakarak öğrenmek oldukça kolaydır. Modernistlerin gözden gizlemeye çalışmalarına rağmen bu fark kolaylıkla anlaşılacak bir şekilde ortadadır.

En azından şöyle basit bir gözlem size bu gerçeği isbat etmeye yeterlidir. Çevrenize baktığınızda evlenmemiş bir erkek kesinlikle göremezsiniz. Ama dul kadın yahut evde kalmış kız sayısı sayılamıyacak kadar çoktur. Bunların üzerine bir de umumhanedeki fahişelerin yekunu eklendiğinde rakam oldukça büyüyecektir.

Üstelik bu güne kadar hiç bir ülkede erkek nüfusunun kadın nüfusunu aştığı görülmemiştir.
Yarım yüzyıldır herhangi bir savaş geçirmesine ve büyük nüfus kayıplarına uğramamasına rağmen Türkiyede'de de durum böyledir.

Bu durum teaddüdü zevcât'ın toplumsal bir zaruret olduğu sonucunu doğurur.
Eğer böyle bir toplumda -ki bütün toplumlar böyledir-her erkek bir kadınla evlenecek, daha fazlası yasaktır denilirse bu söz, diğer arta kalan kadınlara; siz başınızın çaresine bakın yani, resmen fuhuş yuvalarına teslim olun demektir.

Bu durumda İslâm toplumunda kadın için iki şık sözkonusudur. Ya bir evin ikinci ve üçüncü hanımefendisi olmak, veya yalnız yaşamaya razı olmak. Cahiliyye toplumlarında ise üçüncü şık devreye girer, fahişeliğe itilmek, veya metres olarak bir erkeğin ilişki kurduğu ikinci kadın olmak ki namı diğer fahişelik!..
Fahişe veya metres olmaktansa bir evin ikinci hanımı olmak şüphesiz aklı başında her kadın için de tercihe şayan bir şıktır. Hele hele evliliğin yaygın olduğu, ikinci, üçüncü ve dördüncü kadınların aynen birinci kadının sahip olduğu haklara sahip oldukları, ihmal edilmek gibi şıkkının sözkonusu olmadığı bir toplumda bu cana minnet bir durumdur.

Olayı bir de kadının vücut yapısı açısından ele alalım. Kadın cinsel yaşamda erkeğe nazaran üç yönden eksiktir.
Birincisi her ay vuku bulan aybaşı halidir ki üçten ona kadar uzaması mümkün olan bu günlerde müslüman bir erkeğin kadınına yaklaşması haramdır.
İkincisi çocuğun doğumu esnasındaki hamilelik ve lohusalık halidir ki yine bu lohusalık hali de bir günden kırka kadar uzanabilir. Aynı şekilde bu lohusalık günlerinde de müslüman bir erkeğin kadınına yaklaşması haramdır.

Üçüncüsü de kadının ortalama elli yaşlarını aştıktan sonra hayız ve nifastan kesilme -çocuk yapma kabiliyetini yitirme-halidir.
Kadın neredeyse ömrünün yarısını işgal eden bu zaafıyet zamanlarında cinsel gücünü yitirerek kocasının arzularına cevap veremeyecek duruma düşer.

Bu durumlarda erkek cinsel yönden tatmin olamadığı için büyük bir huzursuzluğa düşer. Şayet çok evliyse bu durumlarda herhangi bir problem çıkmaz. Hem erkek tatmkin olur, hem de kadının bedenen ve ruhen dinlenmesine imkan sağlanmış olur.
Aksi takdirde erkek tatmin olabilmek için başka yollar arar. Bunlar hiç şüphesiz gayri meşru yollardır.

Bu esnada ona sabretmesi tavsiye edilebilir ama gerçekçi olarak düşündüğümüzde o erkeğin aklından hiçbir şey geçirmeden sabredebileceğini kimse garanti edemez.
Özellikle toplumun böylesine karışık olduğu kadınların kendilerini sürekli erkeklere arzettiği bu durumda erkeğin hali oldukça zordur.

Toplum yapısı müsait olduğu için doğrudan zina fiilini işlemese bile kendisini katiyyetle el zinasından, göz zinasından, dil zinasından ve kalp zinasından muhafaza edemez.
Bu aile yapısının bozulması için atılan bir adımdır. Gözü dışarıya, yabancı kadınlara kaymaya başlayan bir erkeğin ailesine sadakat göstermesi onları en saf sevgiyle severek koruması düşünülemez. Aynı şekilde kocasının gözlerinin artık kendisini görmediğini anlayan bir kadın da toplum yapısının ve karakterinin yönlendirmesiyle sadakatsizliğe doğru ilerleyecektir.

Şimdi modernistlerin teaddüdü zevcati ileri sürerek İslâm hakkındaki samimi inançlarını sarstığı zavallı bacılarımıza bakalım:
Zihni bulandırılmış zavallı bacımız, kocasının ikinci evliliğini ölüm kabul eder. Ve çoğu kez evlilikleri çocukla teyit edilmiş olsa bile böylesi durumlarda kocasından ayrılmakta tereddüt etmez.
Fakat kendi acziyeti sırasında, kocasının arzularını tatmin edemediği sırada, onun ne yaptığını arzularını nerelerde tatmin ettiğini bilemez. Onun tam birleşmeye varmayan öncül ilişkilerine ise göz yummak zorunda kalır. Hatta onu biraz da haklı görür.

Ne acı ve ne iğrenç ki kadın kocasının haram münasebetine göz yumarken helal ilişkisine kıyamet koparır.
Halbuki kocasının evlenmesine müsaade etse, hem kendinden arta kalan vaktinde onun harama gitmediğinden emin olacak hem de giderek aileden kopması mümkün olan kocasını kaybetmeyecektir.

Kadınından doyuma ulaşamayarak başka kadınlarla ilişki kuran erkekler son zamanlarda magazin gazetelerinin mahşetlerinden eksik olmayan vakıalar durumuna gelmiştir. Böyle bir durumda, kocasının helal ilişkisine izin vermeyen kadın, aile yuvasının yıkılmasıyla ortada kalacak üstelik zani bir adamın karısı olma lekesini ömrü boyu alnında taşıyacaktır. Daha da kötüsü, sahip çıkanı olmazsa aynı âkibete sürüklenebilecektir.
Başka bir açıdan düşünecek olursak bir evde en az iki kadın olması zaruridir. Kadınlardan birisinin hastalanması, hamile olması durumunda bir bakıcıya mutlaka ihtiyaç duyulacaktır.

Kumaların birbirleriyle olan geçimsizlikleri toplumumuzda darbı mesel haline geldiği için kamuoyunda umumen bir evde birden fazla kadının geçinemiyeceği sabit fikir halini almıştır. Fakat bu sabit fikir asla gerçeği ifade etmez. Bunlar yalnızca toplumumuzda yüz yıla yakın bir zamandır süren uygulamanın aksi tesirleridir. Bu izler uygulama değiştirildiği takdirde derhal silinir.

Hasta ile hizmet eden arasındaki ilişkiyi bu sebepten bir kuma olarak değil de kişi bir süre kendi hastalığında kendisine özenle bakmış vefakar bir dost olarak düşünmemiz gerekir.
Böyle durumlarda iki eş birbirine kolaylıkla yardımcı olurlar.
Böylece aile bütçesinde mühim bir iktisat yapılmış olduğu gibi hastaya iyi bir bakım da yapılmış olur.

Şu an kadınımız büyük bir buhran içindedir. Daima içinde bir yalnızlık hisseder. Her an sokağa çıkmak, insanlarla ilişki kurmak, gezmek, tozmak ister. Yahut yalnızlığını televizyonla, gazeteyle, magazinle, oyunla veya dedikoduyla geçirmeye çalışır.
Fakat bütün bunlar hiçbir zaman sonuç getirmez, İslâm toplumu bunu teaddüdü zevcatla halletmiştir.

Bilindiği gibi müslüman kadının acil sebepler dışında sokağa çıkmasına izin yoktur.
İslâm bu emri verirken, uygulama ortamını da hazırlamıştır. Evdeki kadını asla yalnız bırakmamış ona bir veya bir kaç arkadaş temin etmiştir. Böylece evdeki kadınlar birbirleri arasında tatlı bir uyumla hoş bir gurup oluşturmuş, günlerim, gecelerini başka bir eğlentiye ve sokağa ihtiyaç hissetmeksizin hoşlukla geçirmişlerdir.

Bu nedenle ondört asır boyunca teaddüdü zevcâtın uygulandığı İslâm toplumunda kadınlar hiç birzaman evde sıkıldıklarını iddia etmemişler aksine binbir gece masallarını doğuran bir huzur ortamı içinde yaşayadurmuşlardır.
Geçim meselesi de düşündüren bir konudur. Şimdi siz bana şöyle sorabilirsiniz. Erkeğin dört kadını olabileceğini söylüyorsun, üstelik kadınların çalışmasını da reddediyorsun.

Bu ne perhiz, ne lahana turşusudur?
Size önce basit bir hesap çıkaralım;
Dört kadının bir erkekle evli olmadıklarını düşünün. Erkekle bir kadın bir ev, diğer üç kadın da (namuslarını muhafaza edebilirlerse) üç ayrı ev olacaklardır.

Ev adedi çoğaldıkça masrafın da astronomik olarak artacağını hepiniz bilirsiniz veya kolaylıkla anlayabilirsiniz.
Mesela, oğlunu okumaya yollamış bir babayı düşününün. Evinin ilk masrafı yüz birimse bu oğlunun gitmesiyle hiç azalmayacak, taş çatlasa doksan birime düşecektir.

Büyük şehirdeki oğluna ise buna oranla en az otuz birim, hatta elli birim, bazan yüz birim para yollamak zorunda kalacaktır.
Çünkü, memlekette kendi evi varsa bir de giden oğlu için ek olarak ev kirası ödeyecektir. Onun için ev döşeyecek, mutfak takımı düzecektir. Evden kopan her kişi için ister büyük ister küçük olsun bir kat daha masraf yapılacaktır.

Tekrar baştaki kadınlara dönelim. En basitinden bu dört ailenin evinde dört tencere, dört dolap, (Buzdolabı, kardolabı vs.) ve dört çamaşır makinası olacaktır.
Ama ev birleştiğinde kaşık sayısı, elbise sayısı gibi şeyler azalmasa da yekun teşkil eden ağır eşyalardan büyük bir tasarruf sağlanacaktır. Böylece umumi refah dört kat daha artacak yıllardır kavgası yapılan milli gelir otomatikmen dört kat daha artacaktır.

Gelelim çalışma mevzuuna, eskiye, İslâmı aile hayatına uygulayan insanların asırlarına baktığımızda orada şimdi yabancısı olduğumuz bir çok şaheserler gözümüze çarpar.
Mesela şimdi ancak belli birkaç köye kadar inen ve özelliğini kaybeden halı sanatı -ki bu sanat o zamanlar dünya çapında meşhurdu- o zaman tüm köylerde yaygındı.

Sırf bu el sanatlarım getirdiği gelir bir çok aileleri ihya etmekteydi.
Teknolojik gelişmenin arttığı çağımızda ise kadınları evde çocuklarının yanında yapabilecekleri işler eskiye nazaran oldukça astronomik rakamlara ulaşmıştır.

Meselâ seri imalat yapılan bazı yerlerde bir toplu iğnenin takılması, (binlerce elbiseye) bir etiketin yapışması, bir kutunun montesi, evlere kaydırılabilirdi.
Böylece hem kadın sokağa çıkmaksızın geçimini sağlar hem de bu işlerin işgal ettiği binlerce atelye daha değişik şeylerde kullanılabilir.

Sadece bu boşalan atölyelerden elde edilen tasarrufu hesaplaşanız milyarlara ulaşır. Bu tasarruf, hem işçileri hem işverenleri hem de devlet bütçesini ihya eder.
Ayrıca evinde kalan kadın ufak çaplı ziraat, hayvancılık yapması, çocuklarının ve eşinin giysilerini örüp dikmesi de önemlidir. Bu da aile bütçesinde yüzde yetmişe varan bir iktisat yapılmasını sağlar.
Dört kadının ev hizmetleriyle harcamalardan yüzde yetmiş iktisat yapılsa, ayrıca mesela % 80 de yan gelir sağladığını hesaplarsanız bu kazanç erkeğin kazandığının altı misline ulaşır. Bu halde harcamalar taş çatlasa ikiyüiz birim olabilir. Geriye kalan beşyüz birimlik kazanç ise yatırım alanlarına kayar, ülkeyi imar eder, fakirleri doyurur ve istikbali güvençli insanların yetişmesini sağlar.

Şu soru da akla gelebilir: erkek kadınlardan birisini veya bir kaçını ihmal ederse o zavallıların hali ne olacak?
Kusura bakmayın ama bu sorunuz oldukça afaki ve gülünçtür.
Buna karşı ben size sorabilirim, medeni hukukta bir erkek karısını dövse zavallı kadın ne yapar?

Hemen bilgiçlik taslayarak cevap verirsiniz: Efendim, kanun var, mahkeme var, eşitlik var, ceza var, falan filan...
İşte böyle!. Biz deriz ki bir adam karısını ihmal ediyorsa sizin koyduğunuz bir caydırıcıya karşılık bizim tam iki tane caydırıcımız vardır:
1. ilahi,2. Dünyevi.
Allahu Teâlâ birden fazla kadın alınırken mümkün olduğu kadar adaletle muamele edilmesini, birine yapılan şeyin ötekine de yapılmasını ve kadınlardan birisini sanki dulmuşcasına ihmal etmesini de yasaklamıştır.

Bu bir kul hakkıdır. Ve bu hakkı yerine getirmeyen korkunç cezalarla tehdit edilmiştir. Allah kendi haklarından vazgeçebileceğini bildirmiş, fakat kul hakkına asla af olmadığını defalarca söylemiştir.
İkincisi devlet zorudur, ihmal edilen kadın devlete müracaat ederek hakkını arayabilir. Kadı şikayeti dinler. Burada erkek için iki yol gösterilir:
Ya tekrar hanımına dönüp onu memnun eder veya iki tarafında anlaşmasıyla ayrılırlar. Bu iki yol haricinde bir de uzlaşma yolu vardır.

Kadın belli bir miktar nafaka karşılığı kocasını diğer hanımlarıyla başbaşa bırakabilir.
Bu nasıl olabilir diye sorabilirsiniz. Mesela cinsel ilişkiden kesilmiş, arzusunu kaybetmiş olabilir veya kendine mahsus bir hastalığa tutulmuş olabilir... Bu şekil bir anlaşma yaptığında hem kendisi sokağa düşmeyecek bir şekilde nafakasını temin eder hem de kocasını serbest bırakarak hayatının zehir olmamasını sağlayacaktır.
Bir an için erkeğin tek evliliğe mahkum edildiğini düşünün. Erkek evlenecek, hanımıyla üç beş ay, neyse bir müddet yaşayacak, ardından hanımının çocuk yapma kabiliyyetinin olmadığı ortaya çıkacak veya bir kazayla yatalak olacak veyahut hasta olup kocasını tatmin etmekten ve ona hizmet etmekten aciz kalacak.

Bu durumda kadın olsun erkek olsun, kimin vicdanı, kocanın ömür boyu bu sakat ve hastalıklı kadınla hayatını zehir etmesine razı olur?
Hadi siz razı oldunuz diyelim. Acaba realitede bu mümkün müdür?
Şimdi kadın açısından düşünelim. Tek evlilik sisteminde erkek hayatını düzene sokmak için bu kadını boşamak zorundadır, ister yeni evlenmiş olsunlar isterse yirmi otuz senelik aile hayatı yaşamış olsunlar.

Zaten beşeri hukuk nazarında da o bu boşanmayı yapma hakkına sahiptir. Sağlamken, hiç bir kusuru yokken ve başkasıyla evlenmesi yeni bir ev kurması mümkünken boşayamadığı hanımını, sakatken, hastayken ve perişan olması yüzde yüz kesinken boşamasına kolaylıkla müsaade edilmektedir, işte bu beşer nizamlarının insanlıktan yoksun ana karekteri...
Taze gelin veya yıllarca çocuklarına analık yapmış bu emektar kadın mecburen tekmelenerek dışarı atılacaktır.

Bu acı akıbeti bilmem hangi vicdan kabul eder? Bir de İslâm'ın çözümüne bakalım:
Çeşitli sebeplerle kocasıyla cinsel ilişkide bulunma kudretini kaybeden kadın evden asla atılmayacak bilhassa, adeta bir büyük anne gibi müstesna bir yere sahip olacaktır.
Kocası ise hayatını sürdürmek ve neslini devam ettirmek için onu boşamak zorunda kalmayacak, onunla karı-koca statüsünü sürdürmekle birlikte cinsel ilişkilerini diğer hanımıyla devam ettirebilecektir. Bu durumda kusuru sadece kısırlık olan kadınlarda kocalarıyla ilişkilerini sürdürebileceklerdir. Ayrıca her an kocasına hizmet edebilecek belki kendisini üvey çocuklarının bakımına vakfedebilecektir.

Böylece toplumda bir zavallılar ve içler acısı kadınlar gurubu oluşmayacaktır.
Şöyle bir sahne tasavvur edin. iki genç birbirini sevecekler, erkek kızı isteyecek, uzun uğraşılar sonucu evlenecekler, tatlı ve mutlu bir aile hayatı kuracaklar. Ardından bir yıl geçecek, çocukları olmayacak, ikinci yıl yine olmayacak.. Sonra şüpheler başlayacak. Ameliyat, muayene derken kıyametler kopacak. Erkek bu mezar gibi sessiz evden bıkacak. Huzursuz olacak ve hanımını boşayacak. Büyük umutlarla evlenen kız ortada kalacak. Artık kimseyle de evlenemeyecek. Buhranlar içinde ömür tüketecek veya kötü yola düşecek.

Şu da mümkün:Yıllarca tatlı tatlı sürmüş bir evlilik ve bu evliliğin semeresi olan cıvıl cıvıl çocuklar ardından ani bir kaza ve kadının kocasına cevap veremeyecek ve onu tatmin edemiyecek bir şekilde hasta düşmesi... Hatta kadının bakıma muhtaç şekilde yatalak olması...
Bu durumda ne yapmalı?
Erkeğe evlenmemesini, hanımının başını beklemesini, işini gücünü bırakıp hanımının bakımı ve çocuklarının yetiştirilmesi ile meşgul olması mı tavsiye edilecek?
Yoksa vicdanının sesine perde çekerek hanımını boşayıp yeniden evlenerek yaşamın lezetini tatmasını mı?
Veya İslâm'da olduğu gibi diğer bir evlilik yapmasına müsaade ederek hem hanımının bakımını yapması, çocuklarına bakması hem de bekar bir erkek gibi perişan olması mı sağlanacaktır?
İşte İslâm böyledir. Kanunlarını hayat için koymuştur. Hayatın hiç bir yönü yoktur ki, hayatta geçmesi mümkün hiç bir olay yoktur ki İslâm kanunlarında onun için bir çözüm olmasın. Derdi ne olursa olsun İslâm'a müracaat eden bir insanın çözümsüz dönmesi mümkün değildir.

Beşeri sistemler ise ancak beşer aklının uzanabildiği sahaları kapsarlar. Problemler çeşitlendiğinde çaresiz kalarak ellerini iki yana açarlar. Önlerine gelen davada kim işini kitabına uydurursa o haklı çıkar.
Evleme meselesinde de iş böyle, İslâm asla, derde mahkum olacaksın, ölümlerden ölüm beğeneceksin demiyor. Ne kadını perişan ediyor ne de erkeği bedbaht... Meselelere evrensel bir çözüm getiriyor.

Erkeğe, öylesi bir durumdaysan bir daha evlenebilirsin diyor. Ne vicdansızlık yapmana ne de gayrı meşru yollara sapmana gerek yoktur diyor.
Bu ruhsatı beğenmekle birlikte merakını yenemeyen bazı insanlar neden dörtte üç veya beş değil diye sorarlar.
Bunun için sizi İslâm öncesi Arap alemini tanımaya çağırırız, İslâm, tek evliliğin adet olduğu bir topluma gelip onlara çok evliliği önermemiş aksine sayısız kadınla evlenebilen bir toplumda bu rakamı dört ile sınırlamıştır. Şimdiki modernistlerin dört rakamını abartmalarının aksine o zamanın kafirleri de evliliğe getirilen bu sınırlamayı hayret ve itirazla karşılamış, dört kadına mahkum olmanın imkansız olduğunu iddia etmişlerdir, işin hikmet yönünü araştırırsak şu sonuç ortaya çıkar. Dünya tarihinde evlenmeye ihtiyaç duyan kadın sayısı erkeklerin en fazla üç veya dört katına çıkmıştır. Bu bir vakıadır.

Eee, Allahu Teâlâ da kendi yarattığı bu toplumun kadın erkek oranını çok iyi bildiği için dört rakamım sınır olarak seçmiştir.
Eğer üç koymuş olsaydı zaman zaman kadınlar yine kocasız kalabilecekti. Yok beş koymuş olsaydı, oran hiç bir zaman beşi aşmadığı için bazan buhran tersine dönebilecek ve çok sayıda evlilik çığırından çıkmış olacak, bazı erkekler bekar kalabileceklerdi.
Toplumda dul, hastalıklı ve özürlü kadınların oluşturduğu ikinci bir kadın sınıfı vardır. Bunları ilk bakışta göz tutmaz, gönül sevmez. Toy gönüllü erkeklerin arzusu hep taze ve mükemmel kızlardı. Evliliklerde yüzde doksanı aşan bir oranla bakire kızlar tercih olunur. Toplumda kadın oranı sayısı erkeklerden zaten fazla olduğu için bu kadın ve kızlar evlenecek bir erkek asla bulamıyacaklardır.

Bunların içinde çehre bakımından çok güzel ahlak açısından mükemmel ve üstün bir duyguya sahip olan kadınlar çoktur.
Fakat insan tabiatının güzele ve tazeye meyyal olması sebebiyle bunlara iltifat etmez. Kendisini mutsuz edecek de olsa bakire kızlara talib olur.
Bu kadınlar toplumda evvela yalnızlığa sonra da fuhşa itilirler.

Bir yandan evlerinde ihtiyaçlarını dindiremeyen erkekler öte yandan cinsi açıdan büyük bir açlık duyan bekar kadınlar. Birincisi ateş, ötekisi barut... Şartlar bunları bir araya getirince kaçınılmaz patlamalar...
İşte söz böyle tek evlilik sistemiyle bir kadını mutlu edelim derken onu yalnız ve bezgin bırakır, kocasını zinaya sürükler ve toplumda bekar kalan bütün kadınları fahişe yaparsınız.
Toplum bir elma gibidir. Elmanın bir tarafı sağlam olsa bile içine giren ufak bir kurtçuk onu çürütmeye yeter. Toplum, içine salıverilen en ufak bir mikropla bozulacak kadar hassastır. Fakat ne acı ve ne esef verici ki Allah'ın kanunlarını bırakıp, kendi nefsinizin emirlerine uyarak aldığınız her kararla binlerce mikrobu insanlığın arasına salıveriyorsunuz.

Sonuç olarak gelin isterseniz bu tek ve çok evliliğin tarihi kökenlerine inelim.
Bizim, insanların sosyal tarihini incelediğini iddia eden sosyoloji kitaplarımıza bakarsanız, İslâm'ın önerdiği bir erkekle dört kadın evliliğini, tarihte pek az vuku bulmuş ve daima fuhuş muamelesi görmüş bir kadının çok erkekle ilişki kurması ile birlikte zikrettiklerini görürsünüz.
İsmi ne kadar değiştirilirse değiştirilsin resmen fuhuş olan bu ikinci tip birleşmeden insan tabiatı nefret eder.

Ardından da bu birleşmeyi anlatan üslübün aynısıyla İslâm'ın önerdiği çok kadınla evlilik sistemi anlatılır. Konunun sonuna ekledikleri bir kaç zihin bulandırıcı cümleyle de henüz etraflıca düşünüp fikirlerin kritiğini yapma melekesini elde edememiş saf lise çocuklarının Üzerinde ters tesir yaparlar.
Böylece yeni oluşmakta olan zihin bir kadının çok erkekle ilişki kurması sisteminden olduğu gibi bir erkeğin dört kadınla evlenmesi sisteminden de nefret eder.

Tek evlilik ise, insanların tüm evlilik deneyimlerinin sonucunu alarak o çağda varılan en ideal şekil olarak empoze edilmeye çalışır.
Halbuki emperyalist amaçlarla çarpıtılmayan dünya tarihine baktığımızda her devirde yaygın ve hakim olan evlilik tarzının çok kadınla evlilik olduğunu görürüz. Toplum olarak tek evliliğin tercihi ise bazı istisnalar dışında sadece ve sadece tahrif olunmuş şekliyle Hristiyanlığa hastır.
Miladi takvimin başlarında va'z edilen Hristiyanlığın çok geçmeden Yahudi kökenli misyoner Pavlus tarafından çarpıtılması ve Hristiyanların bir çok inançlarla birlikte bu tek evlilik sistemi de bağırlarına basmaları sonucu Hristiyan inancına yerleşmiştir.
O halde tek evliliği, dünya milletlerinin tarih boyu deneyimleri sonucu varılan ideal bir netice olarak değil de Hristiyan Avrupai düşünüşün kendisine has bir saçması olarak takdim etmek sanırım tarihe daha muvafık düşer.

Onlar bu dini emirle resmen tek kadına mahkum olmuşlardır. Tatmin olamayınca gayrı meşru yollardan tatmin vasıtası aramışlar ve tarihin hiçbir safhasında şahid olunamayacak kadar büyük bir fuhuş ortamı meydana getirmişlerdir.
Teknolojiyi getirip dünya üzerine hakimiyyetlerini yerleştirdikleri son yıllarda ise bir yandan artık gayrimeşru ilişkilerden iyice zevk almaya başlayan nefislerinin teşvikiyle diğer yandan asırlar boyu süren saçmalıklarım itirafa güç yetirememeleri sebebiyle bunu dünya milletlerine mal etmeye çalışmış, kendi içlerindeki mikrobla tüm insanlığı mahvetmekte bir beis görmemişlerdir.

İslamiyet teaddüdü zevcata izin verir yerine göre teşvik eder fakat sonuçta insanı muhayyer (serbest) bırakır.
Dileyen yani vücut ve nefis yapısı müsait olan tek kadınla yetinebilir. Dileyen iki kadınla evlenir, dileyen dörde kadar çıkabilir.
İslâmiyet dört evliliğe izin vermekle tek kadın evliliğinin yollarını kapatmamıştır.
Fakat beşer yapısı olup her on yılda bir patlak veren modern hukuk sistemi ise tek kadını önerirken çok kadınla evlilik sistemini tamamen silip atmaya çalışmıştır.

Müslüman erkeğin ilişki kurduğu kadın sayısının artması yeni bir buhran doğurmaz. Erkek ilişki kurduğu tüm kadınlarla meşru bir anlaşma (nikah) yapmış olup onların geçimlerini ve geleceklerini garanti altına almıştır.
Batı ise tek evliliği şart koşmakla adeta insanı kanunsuz ilişkilere teşvik eden bir tavır almıştır. Bu teşvik sonucu, erkek kadının kadınlığından hiçbir zahmete katlanmaksızın ve ona herhangi bir güvence vermeksizin yararlanabilecek, kadın ise gençliği ve güzelliğinin devam ettiği süre boyunca zevk ve güzelliğinin devam ettiği süre boyunca zevk ve safa içinde yüzecek, güzelliğinin yok olmasının hemen ardından tüm sevgilileri tarafından terkedilecek, sokaklara atılacaktır.

İslâm dört evliliğe izin verir fakat, her kadına tüm haklara sahib zevce sıfatını vermeyi katiyetle ihmal etmez.
Batı ise evin tek kadınını sürekli aldatılan ve bir zaman sonra da aldatmaya başlayan bir zavallı, diğer kadınları da toplum içinde hiç bir şerefi olmayan, istikbali garantisiz metresler yapar.
İslâm'ın müsaadesi kadını şereflendirir. Batının göstermelik himayesi ise onu ele ayağa düşürüp sokak kadını olmaya sürükler.

İnsana hakiki anlamda özgürlüğü yalnızca İslam vermiştir. Evlilikte dörde kadar müsaade edilmesi de bu özgürlüğün vazgeçilmez unsurlarından birisidir.

MCK/NAkil

   

`Kadiri Tarikati/Esrefiye Kolu
ÇOK EVLILILIK KONUSUNDA ISLAM PRENSIPLERI

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz