VE MALAYANİ´Yİ TERKETMEK:
"Kişinin İslamının güzelliğindendir: Malayaniyi terketmesi." (Tirmizi)
HADİSTEN ÇIKARILAN DERS, FİKİR VE HÜKÜMLER:
1-Kişinin İslamının kemale ermesi ancak, dünya ve ahirette faidesi olmayan
şeyleri (malayaniyi) terketmesi ile olur.
2-İnsanlık şerefini kazanmış bir kişinin konuşma ve diğer şeylerde
malayaniye dalmaması lazımdır.
3-Toplumu faziletler üzerine inşa ederek, esenliğe ulaştırmık gerekir.
4-Malayani ile iştiğal etmek, hayati zayi etmektir. Malayani: İmanı zayıf
insanların adresidir.
5-Selametin ve kurtuluşun yolu, malayaniden kaçmaktır.
6-Kalbi Allah ile meşğül olan insan,halkın malayani işlerinden kaçar.
7-MALAYANİ: Din ve dünyaya ait önemli olmayan işler, fiiller ve sözlerdir.
8-Öyle İse inanan kişinin, kendi için neyin önemli ve neyin önemsiz
olduğunu bilmesi lazımdır.Bu da ancak,"EF'ALİ-MÜKELLEFİ" bilmek-le olur. Bu
nedenle kadın- erkek herkese ilim öğrenmek farzdır.
9-İyliğe önem vermek, özel ve güzel menfaatler bulunan şeylere teveccüh
etmek.
10-Safsatalardan, manasız şeylerden, ömrü tüketen şeylerden, din ve dünya
açısından ihtiyaç duymadğı fakat, sırtında kanbur gibi taşıdığı şeylerden
uzak durmak.
11-Ümmete eza verenleri defetmek, yararına olan hayırları tahakkuk ettirmek
için hayırlı ve meşru işlerde bulunmak müslüman bireylerin sorumluluğu
içindedir.
12-Boş sözlerin çokluğu, insanların sakat ve noksan taraflarını
araş-tırmak, küçük ihtilaflarla uğraşmak, ümmetin başına çok büyük şer
kapıları açar.
13-İnsan ibadet için yaratıldı. Hayatı boşa harcamak için değil.
EF'ALİ - MÜKELLEF
İslâm dîninin bildirdiği emrlere ve yasaklara “Ahkâm-ı şer’ıyye” veyâ
“Ahkâm-ı islâmiyye” denir. Bunlara “Ef’âl-i mükellefîn” de denilmekdedir.
Ef’âl-i mükellefin sekizdir: Farz, vâcib, sünnet, müstehab, mubâh, harâm,
mekrûh ve müfsid.
1-FARZ: Allahü teâlânın, yapılmasını âyet-i kerîme ile açıkca ve kesin
olarak emr etdiği şeylere farz denir. Farzları terketmek harâmdır.
İnanmıyan ve yapılmasına ehemmiyyet vermeyen kâfir olur. Farz iki çeşiddir:
Farz-ı Ayn: Her mükellef olan müslimânın bizzat kendisinin yapması lâzım
olan farzdır. Îmân etmek, abdest almak, gusl etmek (ya’nî boy abdesti
almak), beş vakt namâz kılmak, Ramezân ayında oruc tutmak, zengin olunca
zekât vermek ve hacca gitmek, farz-ı ayndır. [Otuz iki farz ve elli dört
farz meşhûrdur.]
Farz-ı Kifâye: Müslimânlardan bir kaçının veyâ sâdece birinin yapması ile
diğerlerinin sorumlulukdan kurtulduğu farzlardır. Verilen selâmın cevâbını
söylemek, cenâzeyi gasl etmek [ya’nî yıkamak], cenâze namâzı kılmak,
Kur’ân-ı kerîmin temâmını ezberleyip hâfız olmak, cihâd etmek, san’atına,
ticâretine lâzım olandan fazla din ve fen bilgilerini öğrenmek gibi farzlar
böyledir.
2-VÂCİB: Yapılması farz gibi kesin olan emrlere denir. Bu emrin Kur’ân-ı
kerîmdeki delîli farz kadar açık değildir. Zannî (şübheli) olan bir delîl
ile sâbitdir. Vitr namâzını ve Bayram namâzlarını kılmak, zengin olunca
kurban kesmek, fitre (sadaka-i fıtr) vermek vâcibdir. Vâcibin hükmü farz
gibidir. Vâcibi terk etmek, tahrîmen mekrûhdur. Vâcib olduğuna inanmıyan
kâfir olmaz. Fekat, yapmayan Cehennem azâbına lâyık olur.
3-SÜNNET: Allahü teâlânın açıkca bildirmeyip, yalnız Peygamber efendimizin
yapılmasını övdüğü, yâhud devâm üzere kendisinin yapdığı veyâhud yapılırken
görüp de mâni’ olmadığı şeylere “Sünnet” denir. Sünneti beğenmemek küfrdür.
Beğenip de yapmıyana azâb olmaz. Fekat özrsüz ve devâmlı terk eden itâba,
azarlanmaya ve sevâbından mahrûm olmaya lâyık olur. Meselâ, Ezân okumak,
ikâmet getirmek, cemâ’at ile namâz kılmak, abdest alırken misvâk kullanmak,
evlendiği gece yemek yidirmek ve çocuğunu sünnet etdirmek gibi.
Sünnet iki çeşiddir:
Sünnet-i Müekkede: Peygamber efendimizin devâmlı yapdık-ları, pek az
terketdikleri kuvvetli sünnetlerdir. Sabâh namâzının sünneti, öğlenin ilk
ve son sünnetleri, akşam namâzının sünneti, yatsı namâzının son iki rek’at
sünneti böyledir. Bu sünnetler, aslâ özrsüz terk olunmaz. Beğenmeyen kâfir
olur.
Sünnet-i Gayr-i Müekkede: Peygamber efendimizin, ibâdet maksâdı ile arasıra
yapdıklarıdır. İkindi ve yatsı namâzlarının dört rek’atlık ilk sünnetleri
böyledir. Bunlar çok kerre terk olunursa, bir şey lâzım gelmez. Özrsüz
olarak büsbütün terk olunursa itâba ve şefâ’atden mahrûm olmaya sebeb olur.
Beş-on kimseden birisi işlese, diğer müslimânlardan sâkıt olan sünnetlere
de “Sünnet-i alel-kifâye” denir. Selâm vermek, i’tikâfa girmek gibi. Abdest
almağa, yimeğe, içmeğe ve her mübârek işe başlarken besmele çekmek
sünnetdir.
4-MÜSTEHAB: Buna, mendub, âdâb da denir. Sünnet-i gayr-i müekkede
hükmündedir. Peygamber efendimizin ömründe bir iki kerre dahî olsa
yapdıkları ve sevdikleri, beğendikleri husûslardır. Yeni doğan çocuğa
yedinci gün ism koymak, erkek ve kız çocuğu için akîka hayvanı kesmek,
güzel giyinmek, güzel koku sürünmek müstehabdır. Bunları yapana çok sevâb
verilir. İşlemeyene azâb olmaz. Şefâ’atden mahrûm kalmak da olmaz.
5-MUBÂH: Yapılması emr olunmayan ve yasak da edilmeyen şeylere mubâh denir.
Ya’nî günâh veyâ tâ’at olduğu bildirilmemiş olan işlerdir. İyi niyyetle
işlenmesinde sevâb, kötü niyetle işlenmesinde azâb vardır. Uyumak,
halâlinden çeşidli yemekler yimek, halâl olmak şartıyle türlü elbise giymek
gibi işler, mubâhdırlar. Bunlar, İslâmiyyete uymak, emrlere sarılmak
niyyetiyle yapılırsa sevâb olurlar. Sıhhatli olup, ibâdet yapmaya niyyet
ederek, yimek içmek böyledir.
6-HARÂM: Allahü teâlânın, Kur’ân-ı kerîmde, “yapmayınız” diye açıkça yasak
etdiği şeylerdir. Harâmların yapılması ve kullanılması kesinlikle
yasaklanmışdır. Harâma, halâl diyenin ve halâle, harâm diyenin îmânı gider,
kâfir olur. Harâm olan şeyleri terk etmek, onlardan sakınmak farzdır ve çok
sevâbdır.
Harâm iki çeşiddir:
Harâm li-aynihî: Adam öldürmek, zinâ, livâta etmek, kumar oynamak, şarâb ve
her dürlü alkollü içkileri içmek, yalan söylemek, hırsızlık yapmak, domuz
eti, kan ve leş yimek, kadınların, kızların başı, kolları, bacakları açık
sokağa çıkmaları harâm olup, büyük günâhdırlar. Bir kimse, bu günâhları
işlerken Besmele okusa veyâ halâl olduğuna i’tikâd etse, yâhud Allahü
teâlânın harâm etmesine ehemmiyet vermese, kâfir olur. Bunların harâm
olduğuna inanıp, korkarak yapsa kâfir olmaz. Fekat Cehennem azâbına lâyık
olur. Eğer ısrâr edip, tevbesiz ölürse, îmânsız gitmeye sebeb olur.
Harâm li-gayrihî: Bunlar asılları itibâriyle halâl olup, başkasının
haklarından dolayı harâm olan şeylerdir. Meselâ bir kişinin bağına girip,
sâhibinin izni yok iken meyvesini koparıp yimek, ev eşyâsını ve parasını
çalıp kullanmak, emânete hıyânet etmek, rüşvet, fâiz ve kumar ile mal, para
kazanmak gibi. Bunları yapan kimse, yaparken Besmele söylese veyâhud
halâldir dese kâfir olmaz. Çünki, o kişinin hakkıdır, geri alır. Beşbuçuk
arpa (bir dank) ağırlığında gümüş kıymeti kadar hak için, yarın kıyâmet
gününde cemâ’at ile kılınmış yediyüz rek’at kabûl olunmuş namâzın sevâbı,
Allahü teâlâ tarafından alınıp, hak sâhibine verilir. Harâmlardan kaçınmak,
ibâdet yapmakdan dahâ çok sevâbdır. Onun için harâmları öğrenip, kaçınmak
lâzımdır.
7-MEKRÛH: Allahü teâlânın ve Muhammed(sav), beğenmediği ve ibâ-detlerin
sevâbını gideren şeylere mekrûh denir.
Mekrûh iki çeşiddir:
Tahrîmen mekrûh: Vâcibin terkidir. Harâma yakın olan mek-rûhlardır. Bunları
yapmak azâbı gerekdirir. Güneş doğarken, tam tepede iken ve batarken namâz
kılmak gibi. Bunları kasıtla işleyen âsî ve günahkâr olur. Cehennem azâbına
lâyık olur. Namâzda vâcibleri terk edenin, tahrîmi mekrûhları işleyenin, o
namâzı iâde etmesi vâcibdir. Eğer sehv ile, unutarak işlerse, namâz içinde
secde-i sehv yapar.
Tenzîhen mekrûh: Mubâh, ya’nî halâl olan işlerine yakın olan, yâhud,
yapılmaması yapılmasından dahâ iyi olan işlerdir. Gayri müekked sünnetleri
veyâ müstehabları yapmamak gibi.
8-MÜFSİD: Dînimizde, meşrû olan bir işi veyâ başlanmış olan bir ibâdeti
bozan şeylerdir. Îmânı ve namâzı, nikâhı ve haccı, zekâtı, alış ve satışı
bozmak gibi. Meselâ, Allaha ve kitâba söğmek küfr olup, îmânı bozar.
Namâzda gülmek, abdesti ve namâzı bozar. Oruclu iken bilerek yimek, içmek
orucu bozar.
Farzları, vâcibleri ve sünnetleri yapana ve harâmdan, mekrûhdan sakınana
ecr, ya’nî sevâb verilir. Harâmları, mekrûhları yapan ve farzları,
vâcibleri yapmayana günâh yazılır. Bir harâmdan sakınmanın sevâbı, bir
farzı yapmanın sevâbından kat kat çokdur. Bir farzın sevâbı, bir mekrûhdan
sakınmanın sevâbından çokdur. Mekrûhdan sakınmanın sevâbı da, sünnetin
sevâbından çokdur. Mubâhlar içinde, Allahü teâlânın sevdiklerine “Hayrât ve
Hasenât” denir. Bunları yapana da sevâb verilir ise de, bu sevâb, sünnet
sevâbından azdır.
Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen |