Nisa Süresi meal Ve Tefsiri 117-126

#1 von Kurban , 10.06.2024 11:56

Nisa Süresi Meal Ve Tefsiri 117-126

اِنْ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اِنَاثًاۚ وَاِنْ يَدْعُونَ اِلَّا شَيْطَانًا مَر۪يدًاۙ ﴿١١٧﴾
Meal 117: Onlar, Allah’ı bırakıp, kendilerine dişi isimler verdikleri putlara taparlar. Böyle yapmakla aslında başkasına değil, ancak hayırsız ve azgın şeytana tapmış olurlar.
Tefsir:Müşrikler, taptıkları putları daha ziyade kadın şeklinde tasvir ediyor, onlara kadınların kullandıkları zînet eşyaları takıyor ve onlara Lât, Menât, Uzzâ gibi kadın isimleri veriyorlardı. Melekleri de “Allah’ın kızları” diye isimlendiriyor (bk. Necm 53/27) kendileri için Allah katında şefaat edeceklerine inanıyorlardı. Bu sebeple âyette özellikle اَلْإنَاثُ (inâs) “dişiler” ifadesi kullanılmıştır. Onlar, yanlış düşüncelerine uygun olarak ürettikleri putlarından hem bir kısım menfaatler elde etmeye çalışıyor, hem de onları duygusal yönden bir tatmin vasıtası olarak görüyorlardı. Özellikle ruhlarında kadına karşı duydukları derin alakayı, kadın suretinde putlar edinerek ortaya koyuyorlardı. Onlar, bu şekilde bir davranışla başka değil ancak şeytana tapıyorlar, ondan medet umuyorlardı. Çünkü buna onları teşvik eden ve yaptıran hayırsız, isyankâr, azgın ve inatçı şeytandan başkası değildir. Gerçekten de gönüllerindeki kulluk duygularını ve en yüksek sevgilerini Allah’a yönlendirmeyip de putlara, kadınlara, makam ve şöhrete tahsis edenler, şeytana aldanmış ve ona kul olmuşlardır.
Halbuki:
لَعَنَهُ اللّٰهُۢ وَقَالَ لَاَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَص۪يبًا مَفْرُوضًاۙ ﴿١١٨﴾
Meal 118: Allah o şeytana lânet etmişti. O da bunun üzerine şöyle demişti: “Yemin olsun ki senin kullarından bana uyup neticede bana ait olacak bir pay edineceğim.”
وَلَاُضِلَّنَّهُمْ وَلَاُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ اٰذَانَ الْاَنْعَامِ وَلَاٰمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّٰهِۜ وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُب۪ينًاۜ ﴿١١٩﴾
Meal 119: “Onları mutlaka doğru yoldan saptıracağım. Onları boş ümitler ve yalan sevdâlarla oyalayacağım. Onlara emredeceğim, hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığı şekli değiştirecekler.” O halde kim Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinirse, elbette o, açıktan açığa büyük bir zarara uğramış olur.
يَعِدُهُمْ وَيُمَنّ۪يهِمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُورًا ﴿١٢٠﴾
Meal 120: Şeytan onlara bir takım vaatlerde bulunur ve onları boş ümitlerle oyalar. Zâten şeytanın onlara olan va‘di, boş bir aldatmadan başka bir şey değildir.
اُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ وَلَا يَجِدُونَ عَنْهَا مَح۪يصًا ﴿١٢١﴾
Meal 121: İşte onların barınakları cehennemdir; oradan kaçıp kurtulacak bir yer de bulamayacaklardır.
Tefsir:Emrine isyân etmesi sebebiyle Allah Teâlâ şeytanı lânetlemiş, azametine yaraşır bir kahır ve gazap ile onu huzurundan kovmuş, rahmetinden uzaklaştırmıştır. Buna mukâbil şeytan, yemin ederek kıyamete kadar insanları Allah yolundan saptırmak üzere harekete geçmiştir. Onlardan belli bir pay almaya azmetmiş ve ihlâsa erenler hariç herkesi aldatacağını söylemiştir. (bk. Sād 38/83) Gerçekten de insanlık tarihi boyunca görülen manzara şeytanın bu iddiasını tahakkuk ettirdiğini göstermeye kâfidir. Nitekim şu âyet-i kerîme işin hazîn neticesini şöyle haber vermektedir:
“Gerçekten de İblîs’in insanlar hakkındaki zan ve temennîsi doğru çıktı. Çünkü bir kısım mü’minler dışında herkes ona uyup gitti.” (Sebe’ 34/20)
Şeytanın elde etmek istediği payla alakalı olarak Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Allah Teâlâ kıyamet günü:
«- Ey Âdem! Cehenneme gidecek kâfileyi gönder» buyuracak, Âdem:
«- Cehennem kâfilesi de nedir?» diyecek, bunun üzerine Cenâb-ı Hak:
«- Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişi» buyuracaktır.” (Müslim, İman 379)
Şeytan akıl, irade ve imanı zayıf olan kimseleri doğru yoldan saptırmaya çalışır. Onları gerçekleşmesi mümkün olmayan dipsiz emeller, boş ümitler ve temennîlerle oyalar, uğraştırır durur. Her insanı yaşı, bilgisi, mevkisi, ihtiyaçları, arzu ve isteklerine göre ümitlere boğar. Özellikle günahta ısrar etmelerini sağlamak üzere ömürlerinin uzun olacağını, iyilik yapacak daha çok zaman bulabileceklerini, ileride tevbe edip Allah’a dönebileceklerini söyler ve bu düşünceyi onların zihinlerine yerleştirmeye çabalar. Onları daima Allah’ın razı olmayacağı yanlış işlere yönlendirir. Buna âyet-i kerîmede iki muşahhas misal verilmektedir:
Birincisi; putlara adanan veya belli vasıfları taşıyan hayvanların kulaklarını yarmak, gözlerini çıkarmak. Bu misal, din ve akıl dışı bütün yanlış anlayış ve hurafelerin şeytanın bir aldatmacası olduğuna işaret etmektedir.
İkincisi; Allah’ın yaratışını ve yarattıklarını değiştirmek. Bu misal de fıtrata ve selim tabiata uymayan sapmalara işaret etmektedir. Örnek olarak şu hususlara temas etmek mümkündür:
› İnsanların faydalanması için yaratılan güneş, yıldız, ay, taş ve ateş gibi yaratıkları putlaştırmak.
› Helâle haram, harama helâl, iyiye kötü, kötüye iyi demek; hayır yerine şer işlemek, imar edilmesi gerekeni yıkıp, yıkılması gerekeni imar etmek.
› Yaratılış kanunu zıddına işler yapmak; kadını erkek, erkeği kadın yapmaya çalışmak; kadın yerine erkek, erkek yerine kadın çalıştırmak.
› Erkekleri iğdiş edip hadım ağası yapmak; uzuvları yaratılış görevlerinin dışında kullanmak; nikâh yerine zina etmek, temizi bırakıp pisliklere koşmak.
› Bıyıkları sakalları yolmak, yüzleri boyamak, kılıklarını değiştirmek; kulak, burun kesip göz çıkarmak.
› Menfaati bırakıp zararı seçmek, ciddilikleri atıp eğlenceye heves etmek, doğruluğu budalalık, eğriliği hüner saymak.
› Ruhların yaratılışındaki selamet ve saflıklarını bozmak; hidâyet yolunu ve Allah’a kulluğu terk etmek; yaratılanı yaratıcı yerine koymak, tevhitten uzaklaşıp bâtıl dinler ve fikirler arkasında koşmak ve şeytanın peşinden gitmek.
İşte dünya hayatında insanlara apaçık düşman olan, akıllarını şaşırtan, kalplerine nüfuz ederek onları hak ve hayırdan uzaklaştıran melun bir kuvvet vardır ki, o şeytandır. Dolayısıyla Allah’ı bırakıp da şeytanı dost ve amir edinenler, Allah’ın emrini dinlemeyip şeytana itaat edenler, artık çok açık ve büyük bir ziyan içindedirler. Zira şeytan onlara devamlı boş vaatlerde bulunur, nefsânî arzularını kamçılar, ağızlarının suyunu akıtır. Fakat o melunun vesveseleri ve telkin ettiği kuruntular apaçık aldanıştan başka bir şey değildir. Bütün bu ikazlara rağmen şeytanın izini takip edenler, eğer tevbe edip bundan vazgeçmez iseler, yürüdükleri yolun tabii bir neticesi olarak cehenneme varacak ve oradan asla bir çıkış kapısı bulamayacaklardır.
İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ وَعْدَ اللّٰهِ حَقًّاۜ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ ق۪يلًا ﴿١٢٢﴾
Meal 122: İman edip sâlih ameller işleyenleri, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere yerleştireceğiz. Bu, Allah’ın gerçek va‘didir. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?
Tefsir:İmanla beraber sâlih amellerin zikredilmesi, küfürle beraber taatin fayda vermeyeceği gibi, imanla beraber taatsizliğin ve masiyetin de kişiye zarar vereceği gerçeğine işaret etmektedir. Allah, imanıyla ameliyle emrine uygun kulluk hayatı yaşayan mü’minleri cennetlerle mükâfatlandıracaktır. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın değişmesi mümkün olmayan gerçek bir va‘didir. Allah’tan daha doğru sözlü olan ve vaadini tutan başka bir kimse olamaz. Allah’ın haber verdiği gerçekler, insanların şahsî düşüncelerine göre değişmez:
لَيْسَ بِاَمَانِيِّكُمْ وَلَٓا اَمَانِيِّ اَهْلِ الْكِتَابِۜ مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءًا يُجْزَ بِه۪ۙ وَلَا يَجِدْ لَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا ﴿١٢٣﴾
Meal 123: Gerçek, ne sizin boş temennîleriniz ne de Ehl-i kitabın asılsız kuruntularına bağlıdır. Gerçek şudur ki; kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görecek ve Allah’tan başka da ne bir dost bulabilecek ne de bir yardımcı.
Tefsir:
Rivayete göre yahudilerle hıristiyanlar: “Cennete bizden olandan başkası girmeye­cektir” dediler. Kureyşliler: “Biz, öldükten sonra diriltilmeyeceğiz” dediler. Bunun üzerine 123. âyet nâzil oldu. Diğer bir rivayete göre ise mü’minlerle Ehl-i kitap birbirlerine karşı övün­meye koyuldular. Kitab ehli: “Peygamberimiz sizin peygamberinizden önce­dir. Kitabımız kitabınızdan öncedir ve biz sizden daha çok Allah’a yakınız” dediler. Mü’minler de: “Peygamberimiz peygamberlerin sonuncusudur. Kita­bımız ise, diğer kitaplara karşı hakem mevkiindedir” dediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (Kurtubî, el-Câmi‘, V, 396)
Dinî gerçekler, hiç kimsenin asılsız temennî ve boş kuruntularına bağlı değildir. Allah Teâlâ, nasıl bir ilâhî kanun koymuşsa onun hükmü câridir, onu engelleyecek hiçbir güç yoktur. Bu açıdan kötülük yapan cezasını çekecek, iyilik yapan da mükâfatını görecektir. İyilik yapanlar, güzel güzel işler başaranlar cennete girecek ve onlar en küçük bir haksızlığa uğramayacaklardır.[1]
Hz. Ebubekir şöyle anlatır: Birgün Resûlullah (s.a.s.)’in yanında bulunurken “Gerçek şudur ki; kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görecek ve Allah’tan başka da ne bir dost bulabilecek ne de bir yardımcı” (Nisâ 4/123) âyeti nâzil oldu. Efendimiz:
“- Ebubekir, bana indirilen bu âyeti sana okutayım mı?” buyurdu. Ben:
“- Tabii ki ya Rasûlallah” dedim. Bana bu âyeti okuttu. Sanki belimin kırılıp ayrıldığını hissettim ve öylece kasılıp kaldım.
Peygamberimiz:
“- Neyin var, ne oldu?” diye sordu. Ben:
“- Anam babam sana fedâ olsun ya Rasûlallah, hangimiz günah işlemez ki! Şimdi biz işlediklerimiz yüzünden mutlaka cezalandırılacak mıyız?” diye üzüntümü ifade ettim. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s.) şu açıklamayı yaptı:
“- Ey Ebubekir! Sen ve diğer mü’minler hatalarınız sebebiyle dünyada bazı sıkıntı ve meşakkatlere uğratılarak cezalandırılırsınız. Öyle ki Allah’a günahsız olarak kavuşursunuz. Diğerlerine gelince onların yaptıkları biriktirilir ve cezaları kıyamet gününe bırakılır.” (Tirmizî, Tefsir 4/3039)
Yine bu âyetin tesiriyle sarsılan müslümanlara Allah Resûlü (s.a.s.) şu teskin ve teselli edici nasihatte bulunmuştur:
“İtidali kaybetmeyin, doğruluktan ayrılmayın. Şunu bilin ki, müslümanın kar­şı karşıya kaldığı her bir musibette -ayağının sürçmesi, parmağının kanaması gibi küçük sıkıntıları ve herhangi bir tarafına batan bir diken de dâhil olmak üzere- günahlarına bir kefaret vardır.” (Müslim, Birr 52)
Şunu ifade etmek gerekir ki:
[1] Hurma çekirdeğinin üstündeki, hurma fidanının kendisinden neş’et edip büyüdüğü çok ince beyaz çukurcuğa اَلنَّق۪يرُ (nakîr), yarığındaki ipliğe اَلْفَت۪يلُ (fetîl), çekirdeğe yapışık ince kabuğa da اَلْقِطْم۪يرُ (kıtmîr) denilir. Bu kelimeler, en küçük ölçü ve miktarları belirtmek için kullanılır.
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ نَق۪يرًا ﴿١٢٤﴾
Meal 124: İster erkek ister kadın olsun, kim mü’min olarak sâlih ameller işlerse, işte onlar cennete girecek ve hurma çekirdeğinin küçücük oyuğu kadar bile haksızlığa uğramayacaklardır.
Tefsir:
Rivayete göre yahudilerle hıristiyanlar: “Cennete bizden olandan başkası girmeye­cektir” dediler. Kureyşliler: “Biz, öldükten sonra diriltilmeyeceğiz” dediler. Bunun üzerine 123. âyet nâzil oldu. Diğer bir rivayete göre ise mü’minlerle Ehl-i kitap birbirlerine karşı övün­meye koyuldular. Kitab ehli: “Peygamberimiz sizin peygamberinizden önce­dir. Kitabımız kitabınızdan öncedir ve biz sizden daha çok Allah’a yakınız” dediler. Mü’minler de: “Peygamberimiz peygamberlerin sonuncusudur. Kita­bımız ise, diğer kitaplara karşı hakem mevkiindedir” dediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (Kurtubî, el-Câmi‘, V, 396)
Dinî gerçekler, hiç kimsenin asılsız temennî ve boş kuruntularına bağlı değildir. Allah Teâlâ, nasıl bir ilâhî kanun koymuşsa onun hükmü câridir, onu engelleyecek hiçbir güç yoktur. Bu açıdan kötülük yapan cezasını çekecek, iyilik yapan da mükâfatını görecektir. İyilik yapanlar, güzel güzel işler başaranlar cennete girecek ve onlar en küçük bir haksızlığa uğramayacaklardır.[1]
Hz. Ebubekir şöyle anlatır: Birgün Resûlullah (s.a.s.)’in yanında bulunurken “Gerçek şudur ki; kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görecek ve Allah’tan başka da ne bir dost bulabilecek ne de bir yardımcı” (Nisâ 4/123) âyeti nâzil oldu. Efendimiz:
“- Ebubekir, bana indirilen bu âyeti sana okutayım mı?” buyurdu. Ben:
“- Tabii ki ya Rasûlallah” dedim. Bana bu âyeti okuttu. Sanki belimin kırılıp ayrıldığını hissettim ve öylece kasılıp kaldım.
Peygamberimiz:
“- Neyin var, ne oldu?” diye sordu. Ben:
“- Anam babam sana fedâ olsun ya Rasûlallah, hangimiz günah işlemez ki! Şimdi biz işlediklerimiz yüzünden mutlaka cezalandırılacak mıyız?” diye üzüntümü ifade ettim. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s.) şu açıklamayı yaptı:
“- Ey Ebubekir! Sen ve diğer mü’minler hatalarınız sebebiyle dünyada bazı sıkıntı ve meşakkatlere uğratılarak cezalandırılırsınız. Öyle ki Allah’a günahsız olarak kavuşursunuz. Diğerlerine gelince onların yaptıkları biriktirilir ve cezaları kıyamet gününe bırakılır.” (Tirmizî, Tefsir 4/3039)
Yine bu âyetin tesiriyle sarsılan müslümanlara Allah Resûlü (s.a.s.) şu teskin ve teselli edici nasihatte bulunmuştur:
“İtidali kaybetmeyin, doğruluktan ayrılmayın. Şunu bilin ki, müslümanın kar­şı karşıya kaldığı her bir musibette -ayağının sürçmesi, parmağının kanaması gibi küçük sıkıntıları ve herhangi bir tarafına batan bir diken de dâhil olmak üzere- günahlarına bir kefaret vardır.” (Müslim, Birr 52)
Şunu ifade etmek gerekir ki:
[1] Hurma çekirdeğinin üstündeki, hurma fidanının kendisinden neş’et edip büyüdüğü çok ince beyaz çukurcuğa اَلنَّق۪يرُ (nakîr), yarığındaki ipliğe اَلْفَت۪يلُ (fetîl), çekirdeğe yapışık ince kabuğa da اَلْقِطْم۪يرُ (kıtmîr) denilir. Bu kelimeler, en küçük ölçü ve miktarları belirtmek için kullanılır.
وَمَنْ اَحْسَنُ د۪ينًا مِمَّنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۜ وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰه۪يمَ خَل۪يلًا ﴿١٢٥﴾
Meal 125: Allah’ı görürcesine iyilik yapan bir kimse olarak bütün varlığıyla Allah’a teslim olan ve şirkten uzak dupduru bir tevhid inancıyla İbrâhim’in dînine uyan kimseden daha güzel bir dine kim sahiptir ki? Üstelik Allah, İbrâhim’i dost edinmiştir.
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطًا۟ ﴿١٢٦﴾
Meal 126: Göklerde olanlar da yerde olanlar da hepsi Allah’ındır. Allah, ilim ve kudretiyle her şeyi kuşatmıştır.
Tefsir:Bir insanın dinini en güzel şekilde yaşamasının ve yüksek seviyede dindâr bir kişiliğe sahip olmasının en mühim şartları şunlardır:
› İnanılması gereken esaslara kâmil mânada iman edip kalbini, ruhunu ve benliğini her türlü mânevî kirliliklerden arındırıp tam olarak Allah’a teslim etmek.
› İbadet, ahlâk ve muamelâtla alâkalı vazifelerini ihsan kıvamında yerine getirmek. Allah Resûlü (s.a.s.) ihsanı: “Allah’ı görüyormuş gibi ona kulluk etmendir. Zira her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir” (Buhârî, İman 37; Müslim, İman 57) şeklinde tarif etmektedir.
› Gerçek bir müvahhid olarak, tevhid esasına dayanan Hz. İbrâhim’in dinine tâbi olmak. Zira Hz. İbrâhim’in dini, bütün dinler arasında sıhhati ve makbûliyeti hususunda ittifak edilen ve İslâm’a en uygun olan bir dindir. Hz. İbrâhim de peygamberler arasında üstün bir yeri olan ve “Ebu’l-Enbiyâ” diye yâd edilen bir peygamberdir. Cenâb-ı Hak, onun getirdiği dine uymaya teşvik için, mümeyyiz bir vasfını öne çıkararak “Allah, İbrâhim’i dost edinmiştir” (Nisâ 4/125) buyurmuştur.
Âyette geçen اَلْخَل۪يلُ (halîl), dost demektir. Dosta bu ismin verilmesi, onun sevgisinin kalbin en ücra köşelerine sızıp yerleşmesi ve doldurmadığı en ufak bir gedik bırakmamasından dolayıdır. Dolayısıyla halîl, muhabbetinde en küçük bir halel, eksiklik bulunmayan kimse demektir. İşte İbrâhim (a.s.) yüce Allah’ı çok seven ve Allah tarafından da çok sevilen bir peygamber idi. Onun Allah dostu oluşuyla ilgili dikkat çekici misallerden ikisi şöyledir:
Rivayete göre Allah Teâlâ, Hazret-i İbrâhim’e sayılamayacak kadar koyun sürüleri ihsân etmişti. Cebrâil (a.s.) insan sûretinde gelerek: “Bu sürüler kimin? Bana sürülerden birini satar mısın?” diyerek sordu. İbrâhim (a.s.): “Bu sürüler Rabbimindir. Şu anda benim elimde emânet olarak bulunuyor. Bir kere zikredersen, üçte birini; üç kere zikredersen hepsini al, götür!” dedi. Cebrâil (a.s.) üç defâ: سُبُّوحٌ قُدُّوسٌ رَبُّنَا وَ رَبُّ الْمَلٰئِكَةِ وَ الرُّوحِ (Subbûhun kuddûsun rabbunâ ve rabbu’l-melâiketi ve’r-rûh) “Bizim Rabbimiz, Rûh’un ve melâike-i kirâmın Rabbi, bütün kusurlardan münezzeh, cümle eksikliklerden pâk ve yücedir” diye zikredince Hz. İbrâhim: “Al hepsi senin olsun, al götür!” dedi. Hz. Cebrâil: “Ben insan değil, meleğim, alamam” dedi. İbrâhim (a.s.) da: “Sen meleksen, ben de halîlim; Allah’ın dostuyum. Verdiğimi geri almak bana yakışmaz” diyerek karşılık verdi. Nihâyet Hz. İbrâhim, sürülerinin hepsini sattı. Mülk alıp vakfetti. (Bursevî, Ruhu’l-Beyân, II, 356-357)
Diğer bir rivayete göre Hz. İbrâhim, kâfirlerin elebaşılarını misafir etmiş, kendilerine birtakım hediyeler vermiş, onlara ihsanda bulunmuştu. Onun bu misafirperverliği ve cömertliği karşısında hayran kalan misafirler kendisine herhangi bir ihtiyacı olup olmadığını sormuşlar, o da: “Rabbime bir defa secde et­menizi istiyorum” demişti. Bunun üzerine onlar secde ettiler, o da yüce Allah’a şöylece dua etti: “Allahım! Ben ancak elimden gelen bir işi yaptım. Allahım sen de sana layık olanı yap.” Yüce Allah, bunun üzerine onlara İslâm’la şereflenmeyi lütfetti. (Kurtubî, el-Câmi‘, V, 401- 401)
İbrâhim (a.s.), canı, evlâdı ve malı ile ağır bir imtihan geçirmiş, hepsinde de Rabbine büyük bir teslîmiyet ve muhabbetle râm olmuştur. Allah’ın halîli, sevgili bir dostu olarak kulluğun zirvesine erişmiştir.
Allah, İbrâhim’i güzel kulluğu ve itaati dolayısıyla dost edinmiştir. Emirlerine harfiyen uyma­sı vesilesiyle ona büyük bir ikramda bulunmuştur. Yoksa, -hâşâ- bir ihtiyacı sebebiyle, yahut da bununla mülkünü artırması ya da desteğini alması kastıyla onu dost edinmiş değildir. Zira göklerde ve yerde bulunan her şey hem mülkiyet hem de yaratma itibariyle Allah’a ait iken böyle bir şey olması mümkün değildir.
Unutmamak gerekir ki, Allah’ın sevdiği bir kul olabilmek ve O’nun dostluğu istikâmetinde mesafe alabilmek için kul hakları hususunda titiz davranmak; hele yetimler, zayıflar ve çaresiz kadınlar gibi ezilen kesimlerin hukukuna son derece dikkat etmek lazımdır. Bu sebeple buyruluyor ki:
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

 
Kurban
Beiträge: 1.051
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010


   

Nisa Süresi Meal Ve Tefsiri 127-139
Nisa Süresi Meal Ve Tefsiri 107-116

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz