Nisa Süresi Meal Ve Tefsiri 60-74

#1 von Kurban , 28.05.2024 05:19

Nisa Süresi Meal Ve Tefsiri 60-74

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا ﴿٦٠﴾
Meal 60: Rasûlüm! Hem sana indirilene, hem de senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmedin mi? Onlar kalkıp şeytânî güçlerin hükmüne başvurmak istiyorlar. Halbuki o şeytanî güçleri bütünüyle reddetmekle emrolunmuşlardı. Çünkü şeytan onları doğru yoldan büsbütün uzaklaştırıp, korkunç bir sapkınlığa düşürmek istemektedir.
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودًاۚ ﴿٦١﴾
Meal 61: Onlara “Allah’ın indirdiği Kur’an’ın ve Peygamber’in hükmüne gelin!” denildiği vakit, münafıkların senden iyice çekinip büsbütün uzak durduklarını görürsün.
Tefsir:
Allah’a ve âhiret gününe gerçekten inananların aralarındaki anlaşmazlıkları Allah’a ve Rasûlüne götürmeleri gerektiği beyân buyrulduktan sonra, münafıkların bu hususta nasıl bir yol takip ettikleri tasvir ve tenkit edilmektedir. Rivayete göre münafıklardan birisi ile bir yahudi davalı oldular. Yahudi ihtilafı halletmek üzere Resûlullah’a gitmeyi teklif etti, münafık ise Ka‘b b. Eşref isimli İslâm düşmanı yahudiye gitmeyi istedi. Meselede münafık haksız, yahudi haklı idi. Bu sebeple münafık Resûlullah’ın ancak hak ile hüküm verdiğini bildiği için rüşvet almakla meşhur yahudi reisine gitmeyi isterken, yahudi de, hakla vereceği hükmün lehine olacağından emin olduğu için Efendimize gitmekte diretti. Neticede Resûlullah önünde muhakeme olundular. Resulullah (s.a.s.) davayı haklı olan yahudi lehinde karara bağladı. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, V, 211-213)
اَلطَّاغُوتُ (tağut) kelimesi, azgınlık ve düşmanlıkta ileri giden, şeytanca düzenler kuran azgın kimseleri ifade eder. Âyette Ka‘b b. Eşref ve onun gibi din düşmanlığında haddi aşanları belirtmek üzere kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Münafıklar, kalplerinde manevî bir hastalık taşıdıklarından merhameti sonsuz Rabbimiz, bu hastalığın tedavisi için onlara hallerine uygun davranılmasını ve tesirli söz söylenmesini istiyor:
فَكَيْفَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ثُمَّ جَٓاؤُ۫كَ يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ اِنْ اَرَدْنَٓا اِلَّٓا اِحْسَانًا وَتَوْف۪يقًا ﴿٦٢﴾
Meal 62: Önceden işledikleri günahlar yüzünden başlarına bir felaket inince halleri nice olur? Kaldı ki sonra Allah’a yemin ederek “Biz iyilik yapıp, insanların arasını uzlaştırmaktan başka bir şey düşünmedik!” diyerek sana gelirler.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يَعْلَمُ اللّٰهُ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُلْ لَهُمْ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَوْلًا بَل۪يغًا ﴿٦٣﴾
Meal 63: Allah, onların kalplerinde ne var, ne yok çok iyi biliyor. Bu sebeple sen onlara aldırma, onlara öğüt ver ve ruhlarına işleyecek tesirli sözler söyle.
Tefsir:Münafıklar, haysiyetlerini ve güvenilirlik vasıflarını yok eden kalplerindeki o büyük hastalık yüzünden sürekli bir tereddüt hali içindedirler. Resûlullah’a iman ettiklerini zahiren söyledikleri halde O’nun verdiği hükümlere uymazlar, iki tarafı da idare etmeye çalışırlar, bunun için çabalarken sık sık sahtekarlıkları, yanlış işleri ortaya çıkar. Başları sıkışınca da hemen yine Resûlullah’a koşar ve çeşitli tevillere kalkışırlar. Münafıklar kalben iman etmedikleri halde zahiren müslüman göründükleri için kendilerine iyi davranılması emredilmekte, kalplerindeki hastalığın izalesi için tesirli ve güzel sözler söylenmesi istenmektedir.
Nitekim sözün tesiriyle ilgili Mevlânâ Hazretleri şöyle der:
“Sözün üç yerden çıktığını söylerler: Nefisten, akıldan ve aşktan.
Birincisi; nefsin sözüdür. Nefisten gelen söz, bulanık ve tatsızdır. Bundan ne söyleyen bir zevk alır, ne de dinleyene bir faydası olur.
İkincisi aklın sözüdür. Bu söz akıllılarca makbuldür; birçok faydaların da kaynağıdır. Hem dinleyeni ve hem de söyleyeni zevkle doldurur.
Üçüncüsü aşkın sözüdür. Bu da söyleyeni mest ve dinleyeni de sarhoş edip neşelendirir.” (Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, I, 476)
İşte peygamberlerin mübârek ağızlarından çıkan sözler, aşkın sözüdür. Kalbi etkileyip insanı mesteder. Bu sebeple Allah Teâlâ, onların ruhları hoş eden sözlerine kulak verip kendilerine itaat edilmesi için gönderdiğini bildiriyor:
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَوَّابًا رَح۪يمًا ﴿٦٤﴾
Meal 64: Biz, her bir peygamberi, Allah’ın izniyle kendisine itaat edilsin diye gönderdik. Şayet onlar kendilerine zulmettiklerinde hemen sana gelip Allah’tan bağışlanma isteselerdi ve Peygamber de onlar için mağfiret dileseydi, onlar Allah’ın tevbeleri çok kabul edici ve çok merhametli olduğunu mutlaka görürlerdi.
Tefsir:Peygamberler Allah’ın yeryüzünde kendilerine kayıtsız şartsız itaat edilmesini emrettiği yegâne kullardır. Diğer insanlara itaat şartı, ancak peygamberlerin öğretilerinde tecelli eden ilâhî iradeye uygunluk ölçüsünde geçerlidir. Gerek müslüman, gerekse kâfir ve münafıklar için tevbe ve rahmet kapısı hayatta olduğu sürece Resûlullah (s.a.s.)’dir. Her türlü kusur ve günah sebebiyle kendisine başvuran ve samimi bir niyetle tevbe edenlerin tevbelerini Cenâb-ı Hak kabul buyuracağını va‘detmiştir. Resûlullah’ın vefatından sonra da kıyamete kadar tevbe kapısı açıktır.
Ebû Nas b. es-Sıbâğ, eş-Şâmil isimli kitabında el-‘Utebî’den şu meşhur olayı nakletmektedir: “Resûlullah’ın (sas) kabri başında bulunuyordum. Bir bedevi gelip “Esselâmu aleyke ya Resûlallah! Yüce Allah’ın;’Şayet onlar kendilerine zulmettiklerinde (Resûlum) hemen sana gelip Allah’tan bağışlanma isteselerdi ve Peygamber de onlar için bağışlanma dileseydi, onlar Allah’ın tevbeleri çok kabul edici ve çok merhametli olduğunu görürlerdi” buyurduğunu işittim ve günahlarım için bağışlanma dilemen ve Rabbim huzurunda bana şefaatçi olman için sana geldim” dedi ve şu beyitleri söyledi: “Ey toprağa defnedilenlerin en hayırlısı ve en yücesi! Senin güzelliğinle çöller de tepeler de güzel oldu, bereket doldu. Senin içinde bulunduğun bu kabre canım fedâ olsun. O kabir ki orada iffet vardır, cûd vardır, kerem vardır.” Bunları söyledikten sonra bedevi oradan döndü gitti. O esnada gözlerim hafif bir uykuyla dalar gibi oldu. Rüyamda Resûlullah’ı (sas) gördüm. Bana; “Ey ‘Utebî! Koş o bedeviye kavuş ve kendisini Allah’ın bağışladığını müjdele!”[1]
Ancak tevbenin kabulü için iman şarttır. İmanın kabulü için de Allah Resûlü (s.a.s.)’in verdiği her hükme gönüllü olarak teslimiyet şarttır:
[1] Nisâ 4:64/İbn Kesîr.
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا ﴿٦٥﴾
Meal 65: Hayır! Hayır! Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında baş gösteren anlaşmazlıklarda Rasûlüm seni hakem yapmadıkça, sonra da verdiğin hükümlere, içlerinde hiçbir sıkıntı ve itiraz duymadan tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça gerçek mü’min olamazlar.
Tefsir:Yüce Allah bir anlaşmazlık halinde Resûlullah (s.a.s.)’i hakem kılmayı ve her türlü konuda onun verdiği hükme can u gönülden, kalpte hiçbir sıkıntı ve itiraz kalmaksızın itaat etmeyi kâmil imanın ölçütlerinden biri olarak beyân buyurmaktadır. Âyetin iniş sebebi olan hadise şudur: Zübeyr b. Avvam ile komşusu arasında bahçe sulama meselesi yüzünden bir anlaşmazlık çıkmıştı. Hakem olarak Resûlullah’a başvurdular. Efendimiz suyu kullanım hakkının Hz. Zübeyr’in olduğunu anladı, ancak komşunun da mağdur olmaması için ona da bir hak verilmesini istedi ve “Zübeyr! Bahçeni suladıktan sonra suyu sal, daha sonra da komşun sulasın” buyurdu. Fakat komşusu: “Ey Allah’ın Rasûlü! O, halanın oğlu olduğu için mi böyle hükmediyorsun?” diyerek Efendimiz (s.a.s.)’in verdiği karara itiraz etti. Peygamberlik makamına gerekli saygının gösterilmediğini gören Resûlullah (s.a.s.)’in rengi attı ve Hz. Zübeyr’e su hakkını sonuna kadar kullanmasını tavsiye ederek: “Zübeyr! Tarlanı sula. Sonra suyu, hurma ağaçlarının köklerine ulaşıncaya kadar bahçende tut!” buyurdu. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (Buhârî, Musâkât 6,7; Müslim, Fezâil 129)
Bu âyet-i kerîme ve iniş sebebinden anlaşıldığı gibi, iman kuru bir davadan ibaret değildir. Aksine gönülden bağlanmak, inanmak ve kabullenmektir. Bir taraftan “Allah ve Rasûlü’ne inandım” deyip, diğer taraftan hükümlerine razı olmamak, münafıklığın açık bir alâmetidir. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” denmiştir. Acımaz; çünkü mü’minin kalbinde o acıyı unutturacak kadar kuvvetli bir iman vardır.
Hem peygamberin vereceği hükümler, insan takatinin üstünde, beklenmedik ve olağanüstü şeyler değil bilakis adâlet ve hakkaniyet ölçülerinde insan fıtratına en uygun hükümlerdir:
وَلَوْ اَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ اَنِ اقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْ اَوِ اخْرُجُوا مِنْ دِيَارِكُمْ مَا فَعَلُوهُ اِلَّا قَل۪يلٌ مِنْهُمْۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ فَعَلُوا مَا يُوعَظُونَ بِه۪ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ وَاَشَدَّ تَثْب۪يتًاۙ ﴿٦٦﴾
Meal 66: Eğer onlara “Kendinizi öldürün!” yahut “Yurtlarınızdan çıkın!” diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bu emri yerine getirmezlerdi. Halbuki onlar, verilen öğütleri tutsalardı, hem kendileri için daha hayırlı olur hem de iman, azim ve sebâtları daha da artardı.
وَاِذًا لَاٰتَيْنَاهُمْ مِنْ لَدُنَّٓا اَجْرًا عَظ۪يمًاۙ ﴿٦٧﴾
Meal 67: O zaman yanımızdan kendilerine elbette büyük bir mükâfat verirdik.
وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًا ﴿٦٨﴾
Meal 68: Ve onları mutlaka dosdoğru bir yola ulaştırırdık.
Tefsir:Allah Teâlâ daha önceki ümmetlere, ezcümle İsrâiloğulları’na, kalp katılıklarının giderilmesi, işledikleri ağır günahların affı gibi çeşitli hikmetlere binaen kimi zaman çok ağır tekliflerle sorumlu kılmıştır. İslâm ise fıtrata uygunluk ve kolaylık dini olup insan tabiatına aykırı, mutad olandan fazla teklifler getirmemiştir. Hak Teâlâ 66. âyette, daha önceki âyetlerde beyân buyrulan itaat esasının bir zeyli olmak üzere, İslâm’daki bütün emir ve yasakların kolaylıkla itaat edilebilir cinsten olduğunu dolaylı bir biçimde beyân buyurmaktadır. Daha önemlisi İslâmî emir ve yasaklara uymanın neticesi çok parlaktır:
وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ ﴿٦٩﴾
Meal 69: Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberler, sıddîklar, şehitler ve sâlihlerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştır!
ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يمًا۟ ﴿٧٠﴾
Meal 70: Bu, Allah’ın bahşettiği çok büyük bir lutuftur. Ona kimlerin lâyık olduğunu ve bunların derecesini Allah’ın bilmesi yeter!
Tefsir:Tamamen insan fıtratına uygun olan bu emir ve yasaklara itaat etmenin karşılığında da, diğer âlemde en yüksek mertebelerde bulunacak olan peygamberlerle, sıddıklarla, şehitler ve sâlihlerle beraberlik vaad edilmektedir. Şu halde Allah’a ve Rasûlü’ne gerçek mânada itaat edenler, yalnız cennete girmekle kalmayacak, aynı zamanda orada bu yüce şahsiyetlerle beraber olacaklardır.
Âyette ilâhî nimetlere nâil oldukları için tebcil ve takdir edilen yüksek rütbeli bahtiyarlar şunlardır:
› Nebîler: Allah Teâlâ’nın insanlar arasında seçip vahiy gönderdiği peygamberlerdir.
› Sıddîklar: “Sıddîk” doğru ve adil olan kimsedir. Her zaman doğruluk ve hak üzere olan, bütün işlerinde hakkı koruyan ve doğru olan, tüm kalbiyle her zaman hakkın ve adâletin yanında yer alan, hiçbir zayıflık göstermeksizin tüm haksızlıklara karşı çıkan kimsedir. Sıddîk olan kimse o derece temiz ve nefsânî kirlerden uzaktır ki, sadece dostları değil, düşmanları bile ondan tarafsızlık ve adâlet bekler.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ اَوِ انْفِرُوا جَم۪يعًا ﴿٧١﴾
Meal 71: Ey iman edenler! Düşmana karşı korunma tedbirinizi alın. Duruma göre bölükler halinde sefere çıkın veya gerektiğinde topyekün savaşın.
Tefsir:Önceki âyetlerde Allah ve Rasûlü’ne itaatın önemi izah edildikten sonra bu âyette en mühim tâlimatlardan biri olan savaş konusuna temas edilir. Burada teşvik edilen savaş büyük ihtimalle Mekke fethidir. Hudeybiye antlaşmasından sonraki sulh ve rahatlık devrinde Mekkeli müşriklerle Medineli münafıklar boş durmayıp müslümanların kökünü kazımak için planlar yapıyorlardı. Ayrıca Mekke’de ve başka yerlerde, kâfirler arasında kalmış, baskı altında yaşayan müminler, zayıf ve mazlum insanlar bulunuyordu. Hem kendilerini korumak hem de bu insanları kurtarmak için müminlerin devamlı teyakkuzda bulunmaları, tedbirli olmaları istenmekte, gerektiğinde savaşmaları ve küçük gruplar halinde taciz ve vurkaç hareketleri yapmaları yahut topyekün muharebe etmeleri emredilmektedir. Ancak savaşa çıkarken içlerinde zayıf karakterli bir kısım münafıkların olabileceğini ve bunlara karşı dikkatli olmaları gerektiğini hatırlatmak üzere buyruluyor ki:
وَاِنَّ مِنْكُمْ لَمَنْ لَيُبَطِّئَنَّۚ فَاِنْ اَصَابَتْكُمْ مُص۪يبَةٌ قَالَ قَدْ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيَّ اِذْ لَمْ اَكُنْ مَعَهُمْ شَه۪يدًا ﴿٧٢﴾
Meal 72: İçinizde öyleleri var ki, gerçekten ağırdan alır, savaşa gitmez. Savaşta başınıza bir felaket geldiğinde de: “Neyse ki, Allah bana yardım etti de onlarla beraber bulunmadım” der.
وَلَئِنْ اَصَابَكُمْ فَضْلٌ مِنَ اللّٰهِ لَيَقُولَنَّ كَاَنْ لَمْ تَكُنْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُ مَوَدَّةٌ يَا لَيْتَن۪ي كُنْتُ مَعَهُمْ فَاَفُوزَ فَوْزًا عَظ۪يمًا ﴿٧٣﴾
Meal 73: Şayet size Allah’tan bir zafer ve ganimet erişirse, o zaman da, aranızda daha önce sanki hiçbir tanışıklık yokmuş gibi, “Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir kazanç elde etseydim” der.
Tefsir:Ayetlerin ifadesine göre münafık karakterli öyle kimseler vardır ki savaş, gaza veya herhangi ictimai bir hizmet söz konusu olunca mutlaka ağırdan alır, tembel davranır ve geri kalır. Mü’minlerin başına bir musibet gelip başarılı olamadıkları, sıkıntı çektikleri veya şehîd oldukları takdirde üzülecek yerde sevinir. Hatta onlarla beraber bulunmayışını Allah’ın bir lütfu olarak görür. Fakat Allah tarafından mü’minlere bir lutuf ve ihsan ulaştığında, fetihler yaparak ganimet elde ettiklerinde sanki onunla müslümanlar arasında hiçbir tanışıklık, hiçbir sevgi bağı yokmuş gibi üzülür ve onlarla beraber bulunup büyük mükafatlara ermiş olmayı ister. Hâsılı müslümanların başarılı ve muzaffer olmasından memnun olmaz, aksine memnuniyet duyacak yerde üzülür, onlarla beraber bulunmadığına ise âhiret düşüncesiyle değil, sırf dünya sevgisiyle pişman olur. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, V, 228-229)
Âyet-i kerîmede geçen لَيُبَطِّئَنَّ (leyubettıenne) kelimesi, ağırlığı ve telaffuzu zor olması bakımından özellikle seçilmiştir. Gerçekten dil, bu kelimenin harflerini ve vurgusunu sonuna kadar telaffuz etmekte son derece zorlanmaktadır. Çünkü kelimenin zorluğu sona doğru daha bir artmaktadır. Şüphesiz zikredilen kelime, vurgusundaki bu zorluk ve ağırlık ile beraberindeki psikolojik hareketi eksiksiz bir şekilde tasvir etmektedir. Bu da tek bir kelimeyle bütün bir durumu anlatan ve tabloyu çizen Kur’an’ın edebî tasvirinin eşsiz örneklerindendir. “İçinizde öyleleri var ki, gerçekten ağırdan alır, savaşa gitmez” (Nisâ 4/72) cümlesi, bu kişilerin, ağırdan alma işini eksiksiz yerine getirdikleri,bunda ısrar ettikleri ve bu konuda çaba sarf ettiklerini göstermektedir. Bu da cümlede çeşitli tekit yöntemleriyle ifade edilmektedir. Bütün bunlar bu grubun ağırdan almayı ısrarla sürdürdüğünü, bu durumun müslüman safta olumsuz etki bıraktığını ve müslümanlara çok çektirdiğini göstermektedir. Dolayısıyla âyet-i kerîme, projektörünü onların ruhlarının içine tutmakta ve olağanüstü tasvir gücüyle iğrenç hakikatlerini resmektedir. Bunlar, Resulullah döneminde, ondan sonra da bütün zaman ve mekanlardaki durumlarıyla zayıf ve renkten renge giren münafıklardır. Bunlar, şahsî çıkarlarından daha üstün bir gaye, sınırlı ve küçük kişiliklerinden daha yüce bir ufuk tanımazlar. Bütün dünyayı bir tek mihver etrafında döndürürler ki bu da bir an bile unutamadıkları kendi şahsî menfaatleridir.Prf.Ömer Çelik
فَلْيُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يَشْرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِۜ وَمَنْ يُقَاتِلْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيُقْتَلْ اَوْ يَغْلِبْ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا ﴿٧٤﴾
Meal 74: O halde dünya hayatını verip âhireti almak isteyen samimi mü’minler Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya gâlip gelirse, biz ona pek yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.
Tefsir:Dînî hizmetleri îfada, özellikle cihad ve savaş gibi candan ve maldan fedakârlık gerektiren ilâhî buyrukları yerine getirmede ağır davranan “münafık” karakterin karşısına “mü’min” şahsiyet konur. Cihadı yalnız Allah için yapan böyle sağlam imanlı kişiler, savaşa çağrıldıklarında herhangi bir hesap kitap yapmaz ve hemen emre icâbet ederler. Çünkü onlar, her daim ebedî âhiret mutluluğu için dünyayı fedâ etmeye hazırdırlar. İster galip gelsinler, isterse şehit olsunlar, her hâlükârda Allah katında büyük mükâfatlara kavuşacaklardır.
Allah yolunda canını seve seve verecek böyle mücahidlere her zaman ihtiyaç olacaktır. Çünkü yeryüzünde haksızlıkların sona ermesi ve zulme uğramış çaresiz insanların imdat feryatlarının dinmesi zor gözükmektedir:

 
Kurban
Beiträge: 1.051
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 29.05.2024 | Top

   

Nisa Süresi Meal Ve Tefsiri 75-87
Nisa Süresi Meal Ve tefsiri 48-59

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz