Nahl Süresi Meal Ve Tefsiri 68-90

#1 von Kurban , 09.12.2023 07:20

Nahl Süresi Meal Ve Tefsiri 68-90

وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذٖي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ ﴿٦٨﴾
﴾68﴿ Ve rabbin bal arısına şöyle (ilham)Vahi etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine yuvalar edin.
ثُمَّ كُلٖي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكٖي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًؕ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ فٖيهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِؕ اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٦٩﴾
﴾69﴿ Sonra her türlü besleyici ürünlerden ye; rabbinin koyduğu kanunlara boyun eğerek çizdiği yollardan git!” Onların karınlarından, farklı renk ve çeşitlerde şerbet (kıvamında bir sıvı) çıkar ki onda insanlara şifa vardır. İşte bunda da düşünen bir topluluk için açık delil bulunmaktadır.
Tefsir
“İlham etti” şeklinde çevirdiğimiz evhâ fiilinin türetildiği vahiy kavramı [farklı anlamları için bk. “Tefsire Giriş” bölümü, “I. Kur’an-ı Kerîm A) Tanımı ve özellikleri 2. Vahiy” başlığı] burada “canlının kendisine yararlı olanları alması, zararlılardan sakınması ve kendi geçimini sağlaması hususunda muhtaç olduğu becerileri Allah Teâlâ’nın onda yaratması” anlamındaki ilham karşılığında kullanılmıştır (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1156). Psikolojide buna içgüdü denmektedir.
Arıya yapması ilham edilen “yuvalar”dan maksat, arıların ağaç kovukları gibi uygun doğal mekânlarda veya insanların özel olarak hazırladığı kovanlarda kendi ürünleriyle oluşturdukları petekler ve her petekte bulunan altıgen gözcüklerdir. Bal arısı, Allah’ın verdiği ilham veya içgüdü sayesinde, bizzat kendisinin ürettiği bal mumuyla kendi yuvasını yapmakta, dalak içine milimetrik ölçülerle altıgen prizma şeklinde gözcükler yerleştirmektedir. Âyetteki deyimiyle “her türlü besleyici ürünler”den nektar denilen bal ham maddesi ve çiçek tozu toplayarak bunları hem kendi tüketimi için hem de bal ve bal mumu yapmak için değerlendirmektedir. Bu arada meyve, sebze ve ekinlerde tozlaşmayı sağlama konusunda da bütün diğer böceklerin toplamından daha fazla iş görmektedir.
Âyette arının ürettiği madde için “şerâb” (şerbet) kelimesinin kullanılması ilgi çekicidir. Arı topladığı nektarı, normal midesinden ayrı, özel olarak bu maksatla yaratılmış bulunan bal midesine toplayıp kovana taşımakta; burada bir genç arı bu maddeyi hortumuyla emip kendi midesine aktarmakta ve onu şerbet kıvamına gelecek şekilde işleme tâbi tutmaktadır. Artık bal hâsıl olmuştur; bundan sonra şerbet peteklerde bir süre havalandırılarak katılaşması sağlandıktan sonra, üzeri bal mumuyla kapatılıp izole edilmek suretiyle bozulması önlenir. Böylece Allah’ın lutuf ve ihsanıyla insanlar için besleyiciliği yanında şifa değeri de taşıyan yeni bir besin daha ortaya çıkmış olur. Bütün bunlar olağan üstü bir sanat kabiliyetinin tezahürü olup Allah’ın yaratıcı kudretini ve hikmetini hesaba katmadan, basit bir hayvanın böyle bir eseri ve ürünü nasıl meydana getirebildiği sorusunu cevaplandırmak mümkün değildir. “İşte bunda da düşünen bir topluluk için delil bulunmaktadır.”
Kurtubî’ye göre âyetin “Onda (balda) insanlara şifa var” meâlindeki kısmı, bazı mutasavvıfların, “Velîlik makamına ulaşmak için belâlara razı olmak gerekir, velîye tedavi câiz değildir” şeklindeki fikrini çürütmektedir (X, 145-146). Balın şifalı olduğuna dair bazı hadisler de rivayet edilmiştir (bk. İbn Kesîr, IV, 501-503; Şevkânî, III, 200); ayrıca modern tıpta da bileşimindeki sakaroz, friktoz, protein, asit, organik ve madenî maddeler dolayısıyla balın hem şifa verici hem de koruyucu bir özelliğe sahip olduğu kabul edilmektedir.
“Rabbinin koyduğu kanunlara boyun eğerek çizdiği yollardan git!” şeklinde çevirdiğimiz cümle, arıların uçuşlarında izlediği yolların da farklılığına ve ilginçliğine dikkat çekmektedir. 1940’larda yapılan bir tesbite göre arılar, genellikle güneşin konumundan yararlanarak yönlerini ayarlamakta; ayrıca rüzgârın yönü, dünyanın manyetik alanı gibi başka imkânlardan da yararlanmaktadır. Arıların, kovan üzerinde daire veya 8 çizerek birbirlerine yol tarif ettikleri, çiçek alanları hakkında bilgi aktardıkları, bu bilgileri alan diğer arıların, bilmedikleri çiçek alanlarını kolaylıkla buldukları, dönüşlerinde ise “arı hattı” denilen en kestirme yolu kullandıkları da bilinmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 416-418
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفّٰيكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْـٔاًؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلٖيمٌ قَدٖيرٌࣖ ﴿٧٠﴾
﴾70﴿ Sizi Allah yarattı, sonra da vefat ettirecektir. İçinizden, (sahip oldukları) bilgiden hiçbir şeyi bilmeyecek yaşa, ömrün en düşkün çağına kadar yaşatılanlar da vardır. Kuşkusuz Allah ilim ve kudret sahibidir.
Tefsir
Yaratan da yaşatan da vakti geldiğinde vefat ettiren de Allah’tır; putlar vb. düzmece tanrılar değildir. İnsanın organik ve zihinsel yeteneklerinin en zayıf ve verimsiz noktaya geldiği ileri yaşlılık dönemine bu âyetin metnindeki deyimiyle, “erzel-i ömür” (ömrün en rezil, en düşkün dönemi) denmektedir. İnsan için ölmek, çok yaşayıp böyle bir hale düşmekten daha hayırlı olabilir. Son tahlilde hakkımızda neyin hayırlı, neyin hayırsız olduğunu en iyi Allah bilir; insan bilir iken bilmez olur; Allah’a gelince, O’nun ilmi de kudreti de eksiksiz, kusursuz ve sonsuzdur; mümine düşen O’nun hükmüne razı olmaktır.

وَاللّٰهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍ فِي الرِّزْقِۚ فَمَا الَّذٖينَ فُضِّلُوا بِرَٓادّٖي رِزْقِهِمْ عَلٰى مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَهُمْ فٖيهِ سَوَٓاءٌؕ اَفَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ ﴿٧١﴾
﴾71﴿ Allah kiminize kiminizden daha fazla rızık verdi. Ama kendilerine fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilerle paylaşıp da onları bu hususta kendileriyle eşit hale getirmeye yanaşmıyorlar. Peki onlar Allah’ın nimetini inkâr etmiş olmuyorlar mı?
Tefsir
İnsanlar, Allah’ın takdiri ile doğuştan getirdikleri kabiliyetlerin, ayrıca yine ilâhî takdire bağlı olarak yaşadıkları sürece karşılaştıkları imkân ve fırsatların azlığına veya çokluğuna, elverişli olup olmamasına ve bunları farklı şekillerde değerlendirmelerine göre rızıkları, kazançları farklı olmuştur ve olacaktır. İnsan, sahip olduğu servetle değil onu nasıl kullandığı ile değerlendirilir.
“Ellerinin altındakiler”den maksat, özel anlamda köleler, daha genel olarak kişinin, bakımından, geçiminden sorumlu bulunduğu yakınlarıyla çalıştırdığı, hizmetinden istifade ettiği insanlardır. Âyette servet sahibinin, bu insanları –temel ihtiyaçların karşılanması bakımından– servetinden kendisiyle aynı seviyede yararlandırması öngörülmekte; bu ilkeyi içtenlikle benimseyip uygulamakta isteksiz davranmanın, “Allah’ın nimetini inkâr” anlamı taşıdığına işaret edilmekte ve bu şekilde olumsuz davranış sergileyenler kınanmaktadır. Bu öğretisiyle âyet, İslâm’ın eşitlik, adalet, dayanışma, paylaşma gibi sosyal değerlere verdiği önemin veciz bir ifadesidir. Nitekim bu hususta Resûlullah da şöyle buyurmuştur: “Elinizin altındakiler (köleler, hizmetliler, çalışanlar) sizin kardeşlerinizdir; Allah onları size emanet etmiştir. Şu halde kimin yanında bu şekilde kardeşi bulunuyorsa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara ya güçlerinin yetmeyeceği ağır işler yüklemeyin veya yüklerseniz siz de yardım edin” (Buhârî, “Îmân”, 22; Müslim, “Eymân”, 40).
Âyette, Mekke’nin putperest ileri gelenlerinin, köleleri kendilerine eşit saymazken putlarını Allah’a ortak koşup eşit saymalarına karşı bir eleştiri anlamı bulunduğu da belirtilmektedir (Zemahşerî, II, 336; İbn Kesîr, IV, 504-505).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 420-421

وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ بَنٖينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِؕ اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّٰهِ هُمْ يَكْفُرُونَۙ ﴿٧٢﴾
﴾72﴿ Allah size kendi cinsinizden eşler yarattı, eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar türetti; sizi güzel ürünlerle rızıklandırdı. Onlar yine de bâtıla inanıp Allah’ın nimetine karşı nankörlük mü ediyorlar?
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقاً مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْتَطٖيعُونَۚ ﴿٧٣﴾
﴾73﴿ Allah’ı bırakıp da kendilerine göklerden ve yerden en küçük bir rızık sağlama imkânı olmayan, buna güçleri yetmeyen şeylere mi tapıyorlar?
Tefsir
Kadınlar da erkekler de aynı kökten, insan türündendir; dolayısıyla birbirine eşit konumda olup ilke olarak cinsiyet farkı bir ayırım sonucunu doğurmaz; hatta evlât ve torunlar da (sürüp giden nesiller) ana babalarıyla temel değerlerde eşittirler. Bu sebeple karşılıklı hak ve sorumlulukların dayanağı ontolojik değil ahlâkîdir. Şu halde cinsiyet farkı ve bunun bir sonucu olan üreme süreci, evlilik, aile kurumu ve bu kuruma bağlı olarak koca, eş, evlâtlar, torunlar şeklinde statülerin oluşması, insan hayatını geliştiren, zenginleştiren, değerlerin oluşmasına zemin oluşturan ilâhî lutuflardır, nimetlerdir. Bu sebeple Allah-insan ilişkisine ve insanların hayattaki gerçek rollerine bu şekilde bakmayan, Allah’ın birliği, irade ve kudretinin mutlaklığı inancına aykırı olarak tamamen cansız ve güçsüz nesnelere Allah’a denk bir değer yükleyen müşrikler, âyette “bâtıla inanıp Allah’ın nimetine karşı nankörlük etmek”le suçlanmaktadır.

فَلَا تَضْرِبُوا لِلّٰهِ الْاَمْثَالَؕ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿٧٤﴾
﴾74﴿ Allah hakkında (kafanıza göre) misal getirmeyiniz. Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Tefsir
Kadın-erkek, baba-evlât vb. ilke olarak birbirine eşit olduğundan bunlar birbiriyle kıyaslanabilir; hatta cismanî ortaklıkları dolayısıyla insanla maddî şeyler arasında bile benzerlikler kurulabilir. Fakat Allah ile insan ontolojik bakımdan farklı olduğu, hatta aralarında bu açıdan hiçbir benzerlik bulunmadığı için insanların kendi kafalarından Allah’a O’nun birliği ve benzersizliği inancını zedeleyici mahiyette örnek göstermeleri, yani müşriklerin yaptığı gibi O’nun dışındaki herhangi bir varlığa, yalnız O’na mahsus olan bir isim, bir sıfat veya fiil isnat etmeleri câiz değildir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 421-422

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً عَبْداً مَمْلُوكاً لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَمَنْ رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقاً حَسَناً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِراًّ وَجَهْراًؕ هَلْ يَسْتَوُ۫نَؕ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِؕ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٧٥﴾
﴾75﴿ Allah size, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının mülkü konumundaki köle ile katımızdan kendisini güzel bir şekilde rızıklandırdığımız ve bundan gizli-açık başkalarını da yararlandıran kişiyi örnek veriyor: Bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’a mahsustur ama onların çoğu bilmezler.
وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلَيْنِ اَحَدُهُمَٓا اَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلٰى مَوْلٰيهُۙ اَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍؕ هَلْ يَسْتَوٖي هُوَۙ وَمَنْ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِۙ وَهُوَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍࣖ ﴿٧٦﴾
﴾76﴿ Yine Allah şu iki insanı örnek veriyor: Biri dilsizdir, elinden hiçbir şey gelmez, efendisinin sırtında yüktür, onu nereye gönderse yararlı bir sonuçla gelmez. Şimdi bununla adaleti emreden ve kendisi de dosdoğru yolda bulunan kimse bir olur mu?
Tefsir
Bu iki âyette insanların içinde yaşadıkları tecrübelerden yola çıkılarak, onların sağ duyusuna hitap edilmek suretiyle şirk inancının anlamsızlığına ve mantıksızlığına dikkat çekilmektedir. Burada örnekleri verildiği gibi gerek ekonomik ve sosyal yönden gerekse psikolojik ve ahlâkî bakımdan farklı seviyelerde bulunan iki insan arasında bile bir denklik kurulması apaçık bir haksızlık ve mânasızlık olarak görüldüğüne göre Allah ile diğer varlıklar arasında nasıl bir benzerlik kurulabilir?
İlk âyetin asıl amacının, müminle kâfir arasında bir karşılaştırma yaparak bunların birbirlerine denk tutulamayacağını anlatmak olduğu ileri sürülmüşse de (Taberî, XI, 148-149; Râzî, XX, 83-84), müfessirlerin çoğunluğuna göre her iki âyetin de asıl amacı, Allah’ı her türlü ortaklık iddialarından tenzih edip tevhid ilkesini vurgulamaktır. Ayrıca burada dolaylı olarak yüce Allah’ın insanlar için olumlu ve gerekli gördüğü bazı imkânların ve niteliklerin de altı çizilmiş bulunmaktadır ki bunları muktedir olma, geniş maddî imkâna sahip bulunma, infak etme, ifade gücü, özgürlük, üzerine aldığı işi hayırlı ve başarılı bir şekilde sonuçlandırma, adaleti hâkim kılma ve istikamet sahibi olma şeklinde sıralayabiliriz.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 422
وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ ﴿٧٧﴾
﴾77﴿ Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. Kıyamet bir göz kırpması kadar yahut daha da kısa olacaktır. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.
Tefsir
İnkârda ve şirkte direnerek gönlünde ve hayatında gerçek bir din şuuruna, kaygısına ve sorumluluğuna yer vermek istemeyen bir zihniyete karşı Allah’ın varlığını, birliğini, ilminin ve kudretinin sınırsızlığını dile getiren ve bunlarla ilgili kanıtlar sergileyen yukarıdaki âyetler grubunun ilkinde, Allah’ın özellikle evrenin sırlarını kuşatan ilmine ve dünya hayatına son verecek kadar geniş boyutlu bir olay olan kıyametin kopmasını sağlayacak mükemmellikteki kudretine dikkat çekilmektedir.
“Göklerin ve yerin gaybı”ndan maksat, genel olarak insanın bilgi sınırını aşan evrenle ilgili konular veya özellikle kıyametin Allah’tan başkasınca bilinmeyen vaktidir (Zemahşerî, II, 338). “Daha kısa” diye çevirdiğimiz akrab kelimesinin asıl mânası “daha yakın” olmakla birlikte, müfessir Zeccâc’a göre burada “son saat”in yani kıyametin, göz kırpması kadar yakın bir süre sonra kopacağı kastedilmemiş; vakti geldiğinde ilâhî kudretin göz açıp kapayacak kadar kısa bir süre içinde kıyamet olayını gerçekleştireceği ifade edilmek istenmiştir (Râzî, XX, 88; Şevkânî, III, 206). Bu durumda âyetin doğru anlaşılabilmesi için söz konusu kelimeyi, “daha kısa” diye çevirmek isabetli görünmektedir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 424
وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـٔاًۙ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٧٨﴾
﴾78﴿ Sizler hiçbir şey bilmez bir durumdayken Allah sizi analarınızın karnından dışarı çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler, kalpler verdi.
Tefsir
“Kalpler” diye çevirdiğimiz ef’ide kelimesinin tekili olan fuâd kaynaklarda genellikle “kalp” diye açıklanmakta, kalp ise Türkçe’deki “gönül” mânasının yanında, özellikle eski kaynaklarda, bilgi olayıyla ilgili olduğu konumlarda “bilme ve kavrama gücü, akıl” anlamında kullanılmaktadır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “klb” md.; a.mlf., ez-Zerîa ilâ mekârimi’ş-şerîa, s. 178). Nitekim Taberî, “ef’ide” kelimesini “ukul” (akıllar) ile karşıladığı yorumunda (XIV, 152) konumuz olan âyeti şöyle açıklamıştır: “Hiçbir şeye aklınız ermezken, hiçbir şey bilmezken Allah Teâlâ analarınızın karnından dışarı çıkardıktan sonra size bilmediğinizi öğretti; kendisiyle bilgi elde etmeniz, iyiyi kötüyü ayırabilmeniz için size akıllar verdi... Allah size fuâdlar, yani sayesinde eşyayı tanıyıp zihninize yerleştirmeyi sağladığınız, düşüncenizi işletip derin bilgilere ulaştığınız akıllar (kulûb) verdi.” Görüldüğü gibi bu açıklamada fuâd, kalp ve akıl terimleri, “bilgi melekesi” mânasında eş anlamlı olarak kullanılmış olup Taberî’nin bu ifadeleri Kur’an semantiği bakımından son derece önemlidir.
Aslında insanın, doğuştan gelen başka eksikleri de bulunduğu halde, âyette özellikle onun “hiçbir şey bilmez” oluşuna dikkat çekilmesi ve Cenâb-ı Hakk’ın insanlara “kulaklar, gözler, kalpler (akıllar)” verdiğinin hatırlatılması insanın en değerli özelliğinin bilgi ve düşünme kapasitesi olduğuna ve nimete şükretmek gerektiğine işaret etmesi bakımından anlamlıdır. Bu hususa burada dikkat çekilmesi, muhatabın bundan sonraki âyetlerde ele alınan konular üzerinde düşünüp bunlardan hidayet ve hayra yöneltici dersler çıkarmasını sağlamak bakımından da önemli görünmektedir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 424-425
اَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ فٖي جَوِّ السَّمَٓاءِؕ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا اللّٰهُؕ اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٧٩﴾
﴾79﴿ Semanın boşluğunda buyruk altına sokulmuş kuşları görmüyorlar mı? Onları (boşlukta) Allah’tan başkası tutmuyor. Kuşkusuz bunda inanan bir topluluk için ibretler vardır.
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَناً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتاً تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ وَمِنْ اَصْوَافِهَا وَاَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا اَثَاثاً وَمَتَاعاً اِلٰى حٖينٍ ﴿﴾80﴿ .٨٠﴾
﴾80﴿ Allah size evlerinizi huzur yeri yaptı; hayvanların derisinden gerek yolculuk gününüzde gerekse ikamet gününüzde kolaylıkla taşıyabileceğiniz barınaklar yapmanızı; kezâ bir süreye kadar onların yünlerini, yumuşak tüylerini, kıllarını ev ve giyim eşyasıyla ticaret malı olarak değerlendirmenizi sağladı.
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَابٖيلَ تَقٖيكُمُ الْحَرَّ وَسَرَابٖيلَ تَقٖيكُمْ بَأْسَكُمْؕ كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ ﴿٨١﴾
﴾81﴿ Yine Allah, yarattığı şeylerden sizin için gölgelikler yaptı, dağlarda size sığınaklar yarattı; size sıcağa karşı kendinizi koruyacak elbiseler, mâruz kalabileceğiniz düşman gücünden sizi koruyacak zırhlar yapma imkânı bahşetti. İşte Allah, teslimiyet gösteresiniz diye size nimetini böyle eksiksiz vermektedir.
Tefsir
Yer çekimine rağmen boşlukta durmayı başaran kuşlar aslında Allah’ın başka bir yasasına boyun eğmektedirler. İnsanların meskenlerde barınması; soğuğa, sıcağa vb. olumsuz tabiat şartlarına karşı korunmak için ihtiyaç duyduğu şeyleri gerek tabiatta hazır bularak gerekse Allah’ın en büyük ihsanı olan kendi zihinsel yetenekleri ve becerileriyle kullanışlı hale getirerek elde etmesi de, hep O’nun tabiatta işlettiği yasaları sayesinde mümkün olmaktadır. 81. âyetteki “(Allah) mâruz kalabileceğiniz düşman gücünden sizi koruyacak zırhlar yapma imkânı bahşetti” meâlindeki ifadede, zırh örneği zikredilerek insanın korunmaya çalıştığı tehlikeler arasında onun kendi türünün de sayılması ilgi çekicidir. Gerçekten tarih, insanın en büyük düşmanının yine insan olduğunu göstermektedir. Endülüslü âlim ve düşünür İbn Hazm bu gerçeği şöyle dile getirir: “İnsanın insanlardan çektiği acılar, yırtıcı hayvanlardan, zehirli yılanlardan çektiği acılardan daha fazladır. Çünkü bütün bu söylediklerimizden korunabiliriz; fakat insanlardan tam olarak korunmak mümkün değildir” (el-Ahlâk ve’s-siyer, s. 81).
İşte insanın eski dönemlerdeki zırh benzeri çeşitli savunma araçları yaparak hemcinslerinden gelecek zararlardan korunması da âyette Allah’ın ibret alınması gereken bir lutfu olarak gösterilmiştir. 81. âyetin son kısmını açıklarken Taberî’nin de kaydettiği gibi (XIV, 156) Allah Teâlâ bütün bu nimetleri verirken ve bunları hatırlatırken insanlardan sadece şunu istemektedir: Saygıyla Allah’a yönelsinler, birliğini tanıyarak O’na teslim olsunlar, boyun eğsinler ve yalnız O’na kul olsunlar.
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُبٖينُ ﴿٨٢﴾
﴾82﴿ (Ey resulüm!) Buna rağmen eğer onlar senden yüz çevirirlerse artık sana düşen, sadece açık seçik duyurmaktır.
Tefsir
Allah resulünün insanlığa açıkladığı bütün bu uyarılara, ortaya konan açık seçik delillere rağmen gerek onun muhatapları arasından, gerekse tarihin akışı içinde ilâhî vahyin ulaştığı diğer insanlar arasından bu gerçeklere ve onu tebliğ edene sırt çevirenler olmuştur ve olacaktır. Âyete göre böylelerine karşı din adına yapılacak olan şey sadece muhatabın tam olarak kavrayabileceği açıklıkta dini tebliğ etmektir. Buna rağmen inkârda ısrar ediliyorsa sorumluluk ısrar edene aittir (Taberî, XIV, 157).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 426
يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَࣖ ﴿٨٣﴾
Meal
﴾83﴿ Onlar Allah’ın nimetlerini biliyor, ama sonra kalkıp nankörlük ediyorlar. Onların çoğu inkârcıdır!
Tefsir
Bir görüşe göre “Allah’ın nimeti”nden maksat Hz. Peygamber’dir. Çünkü o, gerek kendi halkı gerekse bütün insanlık için bir kurtarıcıdır. Muhatabı olan Mekkeliler onu tanıyor, faziletlerini yakından biliyorlardı. Buna rağmen ondan yüz çevirmeleri tam bir nankörlüktü. Başka bir yoruma göre “Allah’ın nimeti”yle, belli başlılarına bu sûrede işaret edilmiş olan O’nun maddî ve mânevî ihsanları kastedilmiştir. Aslında müşrikler bu nimetin gerçek sahibinin Allah olduğunu biliyor, fakat sorulduğunda bunlara putlarının şefaatiyle sahip olduklarını ileri sürüp onlara taparak nimetin gerçek sahibine karşı nankörlük etmiş oluyorlardı. Bu görüşleri aktaran Taberî’nin kendisi, bir önceki ve bir sonraki âyeti dikkate alarak birinci görüşü tercih etmiştir (XIV, 157-158; Râzî, XX, 94-95).
Aslında bu şekilde davrananların hepsi inkârcı olmakla birlikte âyetin sonunda “Onların çoğu inkârcıdır” denilmesiyle ilgili şu açıklamalar yapılmıştır: a) Çocuk yaşta veya akıl hastası olanlar kâfir sayılmazlar; b) “Çoğu” kelimesiyle hepsi kastedilmiştir; c) İnkârcılar içinde sırf bilgisizliğinden dolayı nimete nankörlük edenler de bulunmakla birlikte büyük çoğunluk, inatçı ve isyankâr oluşlarından dolayı bu şekilde davrandıkları için “Çoğu inkârcıdır” sözüyle özellikle bu azılı ve kararlı inkârcılar kastedilmiştir (Râzî, XX, 95; Şevkânî, III, 210). Bize göre en isabetli yorum sonuncusudur.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 426-427
وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَهٖيداً ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذٖينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ ﴿٨٤﴾
Meal
﴾84﴿ Bir gün gelecek, her ümmetten bir tanık çıkaracağız ve artık inkâr etmiş olanların, ne (olmadık) mazeretler ileri sürmelerine izin verilecek ne de onlardan Allah’ın hoşnutluğunu kazanma yönünde çaba göstermeleri istenecektir.
Tefsir
Müfessirlere göre her ümmetten çıkarılacak tanıktan maksat, tarihin çeşitli dönemlerinde gönderilmiş bulunan peygamberlerdir. Her peygamber kendi ümmeti içinde kimlerin iman ettiği, kimlerin inkâr ettiği hususunda şahitlik edecektir. Âhirette yükümlülük söz konusu olmadığı için (Zemahşerî, II, 430; Şevkânî, III, 211) artık insanların ne yapacaklarına değil, dünyada iken ne yaptıklarına bakılacaktır. Bu sebeple âyette insanlardan Allah’ın hoşnutluğunu kazanma yönünde çaba göstermelerinin istenmeyeceği ifade buyurulmuştur.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 428
وَاِذَا رَاَ الَّذٖينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ ﴿٨٥﴾
Meal
﴾85﴿ O zalimler azabı görünce artık cezaları hafifletilmez, kendilerine mühlet de tanınmaz.

وَاِذَا رَاَ الَّذٖينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذٖينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَۚ ﴿٨٦﴾
Meal
﴾86﴿ Şirke sapanlar, Allah’a ortak koştukları şeyleri gördüklerinde, “Ey rabbimiz! İşte bunlar, seni bırakıp da kendilerine taptığımız putlarımızdır” diye itirafta bulunurlar. Fakat o varlıklar, “Siz gerçekten yalancısınız” diyerek onlara gerekli cevabı verirler.
Tefsir
Müşriklerin tanrısal nitelikler yükleyip taptıkları varlıklar, Allah’ın iradesi uyarınca konuşma yeteneği kazanıp kendilerine tapanlara, “Siz gerçekten yalancısınız” diyerek aslında kendilerinden böyle bir şey istenmediği halde putperestliği onların uydurduğuna bir bakıma şahitlik edeceklerdir. Yûnus sûresinin 28. âyetinde yine âhiretteki bu sahnenin tasviri sırasında müşriklerin Allah’a ortak koştukları varlıklara isnat edilen, “Siz bize ibadet etmiyordunuz” ifadesi dikkate alınarak konumuz olan âyetteki, “Siz gerçekten yalancısınız” sözünü, “Siz aslında bize değil kendi hevâ ve hevesinize tapıyordunuz” anlamında yorumlamak da mümkündür.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 428-429
وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَئِذٍۨ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿٨٧﴾
Meal
﴾87﴿ Onlar da artık ister istemez Allah’ın iradesine boyun eğerler; tanrı diye uydurdukları ise onları yüzüstü bırakmış olur.
Tefsir
Müşrikler, putlarının kendilerini Allah’a yaklaştıracağına inanıyor, onlara bu sebeple taptıklarını söylüyorlardı (Zümer 39/3). Anlaşıldığına göre âhirette kendilerine şefaat etmelerini beklerken putları onları yüzüstü bırakacak (Taberî, XIV, 160), umduklarını bulamamanın yıkımını yaşayacaklardır.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 429
اَلَّذٖينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَاباً فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ ﴿٨٨﴾
Meal
﴾88﴿ Hem kendileri inkâr eden hem de insanların Allah yolundan gitmesini engelleyenler yok mu, bozgunculuk yapmış olmalarından ötürü işte onlara azap üstüne azap vereceğiz.
Tefsir
Allah’ın hiç kimseye hiçbir şekilde zulmetmeyeceği, günahkârlara da hak ettiklerinden fazla ceza vermeyeceği muhakkaktır. Ancak kendileri inkâr ettikleri gibi başka insanların hidayete ulaşmalarını da engelleyenler, bu tutumlarıyla insanların dinî ve mânevî hayatları için bir fesat, bir bozgunculuk unsuru haline gelenlerin suçları artık bireysel olmanın ötesine taştığı için cezaları da insanların mânevî hayatlarına verdikleri zarar ve tahribatın derecesine göre artacak, katlanacaktır; bu adaletin gereğidir. Nitekim bu hususa Ankebût sûresinde de (29/13) işaret buyurulmuş; Hz. Peygamber de iyilik yolunda öncülük edenlerin, o yolda gidenlerin sevabınca ödüllendirileceğini, kötülük çığırı açanların da bu yüzden kötülüğe bulaşanların günahları kadar günah yükleneceğini bildirmiştir (Müslim, “İlim”, 15; “Zekât”, 69; Nesâî, “Zekât”, 64; Müsned, IV, 357, 359, 360, 361).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 420
وَيَوْمَ نَبْعَثُ فٖي كُلِّ اُمَّةٍ شَهٖيداً عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَهٖيداً عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِؕ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَاناً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِمٖينَࣖ ﴿٨٩﴾
Meal
﴾89﴿ Yine o gün her ümmetin içinden kendileri hakkında birer tanık çıkaracağız; seni de bu kimseler hakkında tanık yapacağız. Bu kitabı sana her konuda açıklama getiren bir rehber, bir hidayet ve rahmet kaynağı, Allah’a gönülden bağlananlar için bir müjde olarak indirdik.
Tefsir
“Seni de bu kimseler hakkında tanık yapacağız” ifadesindeki “kim­seler”den maksat, Hz. Peygamber’in mensubu bulunduğu toplumla onun evrensel bir peygamber olarak davetinin muhatabı konumunda bulunan, kendisinden sonra gelip geçen bütün insanlardır. Bu davetin ana kaynağı olan Kur’an-ı Kerîm, insanlığın muhtaç olduğu ve ilâhî bir aydınlatma olmadan ulaşamayacağı helâl-haram, sevap-günah konularına dair bilgileri ana hatlarıyla açıklamıştır. Kur’an, hükümleriyle amel edenler için bir hidayet ve rahmet vesilesi, Allah’ın birliğini tanıyıp O’na saygıyla itaat edenler için Allah’ın cömertliğini ve lutufkârlığını bildiren bir müjdecidir (Taberî, XIV, 161).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 429-430
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَاٖيتَٓائِ۬ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٩٠﴾
Meal
﴾90﴿ Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor.
Tefsir
Özellikle bu âyetteki adalet ve ihsan kelimelerine çeşitli anlamlar verilmiş olup başlıcaları şunlardır: a) Adalet kelime-i şehâdeti benimsemek, ihsan Allah’ın buyruklarını yerine getirmek, Allah rızâsı için gerektiğinde çeşitli maddî ve mânevî sıkıntılara katlanmak; b) Adalet insanın içiyle dışının bir olması, ihsan içinin dışından daha da temiz olması;
Adalet insaflı olmak, ihsan özveride bulunmak; d) Adalet kişinin Allah’a ortak koşmaktan sakınması, ihsan Allah’ı görür gibi ibadet etmesi ve kendisi için istediği iyilikleri başkaları için de istemesi; e) Adalet tevhid, ihsan tevhidde samimiyet. Ancak hemen bütün tefsirlerde yer alan ve bu âyeti, “Kur’an’ın en kapsamlı âyeti” olarak gösteren rivayetlerin de işaret ettiği gibi (meselâ bk. Taberî, XIV, 162-163; Râzî, XX, 101; Şevkânî, III, 212-213) buradaki adalet ve ihsan kavramlarının, yukarıda sıralanan anlamların hepsini kuşattığı, bununla birlikte sosyal içeriklerinin daha da önemli olduğu anlaşılmaktadır. Râgıb el-İsfahânî’nin “Adalet, iyiliğe karşı iyilik, kötülüğe karşı kötülük olmak üzere yapılana denk bir şekilde karşılık vermektir; ihsan ise iyiliğe daha fazlasıyla, kötülüğe daha azıyla karşılık vermektir” şeklindeki tanımı (el-Müfredât, “adl” md.) İslâm âlimlerinin konuyla ilgili anlayışlarının bir özeti sayılabilir.
Sözlükte adalet, “Doğru hareket etmek, hakka ve hakikate göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak” gibi mânalara gelen bir isim olup ahlâk ve hukuk terimi olarak, “bireysel ve sosyal yapıda dirlik ve düzenliği, hakkaniyet ve eşitlik esaslarına uygun şekilde davranmayı sağlayan bir erdem veya hukuk ilkesi” anlamında kullanılır. Aynı kökten bir masdar-isim olan adl kelimesi, “adaletli” anlamında Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri olarak da kullanılmaktadır. Adalet Kur’an-ı Kerîm ve hadislerde genellikle “düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hüküm verme, doğru yolu izleme, takvâya yönelme, dürüstlük, tarafsızlık” gibi mânalarda kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerîm’de kıst kelimesi de yer yer adaletin eş anlamlısı olarak geçmektedir. Bununla birlikte adalet daha soyut bir kavram olarak kullanılırken kıst genellikle uygulamada hakkaniyeti ifade eder.
İhsan, kulun Allah’a karşı hissettiği derin saygı, bağlılık ve itaat ruhunu ve bu ruh halinin ürünü olan iyi davranışları kapsar. Hz. Peygamber’in, “Cibrîl hadisi” diye bilinen hadiste geçen “İhsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmendir; çünkü sen O’nu görmesen de O seni görmektedir” şeklindeki meşhur açıklaması (Buhârî, “Tefsîr”, 31/2; “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 5-7), bu bağlamdaki ihsanın en güzel tanımı kabul edilmiştir. İhsanın bu kapsamı bilhassa takvâ terimiyle yakından ilgili görünmektedir. Nitekim çeşitli âyetlerde bu iki kavram semantik bir bağlantı içinde kullanılmıştır (meselâ bk. Mâide 5/93; Yûsuf 12/90; Zâriyât 51/15-16)
“Hayasızlık” diye çevirdiğimiz fahşâ kelimesi, aynı kökten gelen fuhuş kelimesiyle eş anlamlı olup çirkin sözler ve fiiller için kullanılır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “fhş” md.). Daha genel bir ifadeyle fahşâ, başta zina olmak üzere edep, hayâ ve iffete aykırı her türlü söz ve davranışı ifade eder. “Kötülük” diye çevirdiğimiz münker ise genellikle mâruf kavramının zıddı olarak “aklın ve sağ duyunun çirkin bulduğu, erdemli toplumun yadırgadığı tutum ve davranışlar” anlamına gelir (bk. Nisâ 4/19, 140; daha geniş olarak A‘râf 7/157).
Fahreddin er-Râzî’nin de ifade ettiği gibi (XX, 100), “Bu âyette Allah Teâlâ yükümlülükle ilgili farz ve nâfile mahiyetindeki ilkeleri; kezâ ahlâk ve âdâba dair genel ve özel konuları bir araya getirmiştir.” Yine aynı müfessire göre (XX, 105) bu âyet, Kur’an’ı “her konuda (yani insanlığın muhtaç olduğu ve ilâhî bir aydınlatma olmadan ulaşamayacağı helâl-haram, sevap-ceza konularında) açıklama getiren bir rehber” olarak tanıtan bir önceki âyetin tasdiki mahiyetindedir. Çünkü bu âyetin buyruğuna uyarak her durumda adaletli olan, gerektiğinde özveride bulunabilen, yakınlarına cömertçe iyilik e

 
Kurban
Beiträge: 1.013
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 10.12.2023 | Top

   

Nahl Süresi Meal Ve Tefsiri 91-111
Nahl Süresi Meal Ve Tefsiri 45-67

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz