Nahl Süresi Meal Ve Tefsiri 24-44
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۙ قَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَۙ ﴿٢٤﴾
24: Onlara: “Rabbiniz size ne indiriyor?” diye sorulduğu zaman, “Öncekilerin masallarını!” diye karşılık verirler.
لِيَحْمِلُٓوا اَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۙ وَمِنْ اَوْزَارِ الَّذ۪ينَ يُضِلُّونَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ۟ ﴿٢٥﴾
24: Onlara: “Rabbiniz size ne indiriyor?” diye sorulduğu zaman, “Öncekilerin masallarını!” diye karşılık verirler.
25: Neticede onlar kıyâmet gününde kendi günahlarını tamâmen yüklendikleri gibi, bilgisizce saptırdıkları kimselerin bazı günahlarını da yükleneceklerdir. Dikkat edin, sırtlarına ne kötü bir yük alıyorlar!
TEFSİR:
Resûlullah (s.a.s.)’in davetine şiddetle karşı çıkan müşriklerin en hileli oyunlarından biri, Kur’ân-ı Kerîm hakkında şüpheler oluşturmaktı. Mekke’ye dışarıdan gelen yabancılar tabii olarak Peygamberimiz (s.a.s.)’in, Allah’tan geldiğini ilân ettiği Kur’an hakkında araştırma yapmaya başlıyorlardı. Kâfirler ise, onlara Kur’an’ın sadece “eskilerin masalları” olduğunu söylüyorlardı. Böylece gelen yabancıları, Efendimiz (s.a.s.)’in tebliğine alaka duyup onu kabul etmelerini engellemek istiyorlardı. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XIV, 127) Onlar böyle davranmak suretiyle hem kendi günahlarını tam olarak sırtlarına almış oluyorlar, hem de Allah yolundan çevirdikleri o insanların günahlarının bir kısmını yüklenmiş oluyorlardı. Aslında bu da yine “kendi işledikleri günahlar” çerçevesinde değerlendirilebilir. Çünkü bu, onların “saptırmalarına” karşılık tahakkuk eden bir günahtır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurur:
“İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Bu durum, ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksiltmez. İnsanları sapıklığa çağıran kimseye de, kendisine uyanların günahı gibi günah verilir. Bu durum, ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksiltmez.” (Müslim, İlim 16; Ebû Dâvûd, Sünnet 6)Nitekim önceden gelip geçen kâfirlerin halleri de bunlardan farksızdı:
قَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَاَتَى اللّٰهُ بُنْيَانَهُمْ مِنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ ﴿٢٦﴾
26: Onlardan öncekiler de peygamberlerine tuzak kurmaya yeltenmişlerdi. Fakat Allah, onların tuzak kurdukları binâlarını ta temellerinden yıktı da üstlerindeki tavanlar başlarına çöktü. Hem de bu azap onlara hiç fark edemedikleri bir yerden geliverdi.
TEFSİR:
Resûlullah (s.a.s.)’e düşmanlık yapan ve onu başarısızlığa uğratmak için çeşitli tuzaklar kuran müşriklerden önce yaşamış nice kâfirler de peygamberlerine karşı aynı şekilde tuzak kurmuşlardı. Fakat Allah Teâlâ onların hiç birini muvaffak kılmadı. Yerden deprem veya gökten rüzgâr olarak azabını gönderip din ve mukaddesata düşmanlık için yaptıkları binalarını, kendileri de içinde bulunuyorken ta temellerinden yıktı. Üstlerindeki tavanlar başlarına çöktü. Böylece farkına varamadıkları ve hiç hesaba katmadıkları bir yerden gelen o azapla helak oldular. Allah, İslâm düşmanlarının kurdukları tuzakları da bu şekilde başlarına yıkıp akim kılacaktır. Yine onların yaptıkları amelleri de kıyamet günü boşa çıkaracak ve onlar, binaları üzerlerine yıkılan, böylece hem servetleri hem de canlarından olup hüsrâna uğrayan kimselerin durumuna düşeceklerdir.
Hz. İbrâhim’e düşmanlık yapan Nemrud’un durumu buna güzel bir misâl teşkil eder. O, zannınca Hz. İbrâhim’in gökte bulunan ilâhına meydan okumak için yüksek bir kule yapar. Korkunç bir rüzgar onu yerle bir eder; içindekiler de üzerlerine çöken kulenin yıkıntıları altında can verir. Nemrud’u ise daha fazla ıstırap ve acı çekmesi için öldürmez. Ona, burnundan beynine doğru giden bir sivrisinek Musallat eder. Sineğin verdiği sıkıntı ve acıyı dindirip bir an olsun rahatlayabilmek için senelerce kafasını tokmakla dövdürür ve o şekilde helak olur gider. Hâsılı, hangi zaman ve mekanda olursa olsun Allah ve Peygamber düşmanlarının âkıbetleri hep böyle hazin ve hüsran olacaktır.
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُخْز۪يهِمْ وَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تُشَٓاقُّونَ ف۪يهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّٓوءَ عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ ﴿٢٧﴾
27: Sonra kıyâmet gününde Allah onları rezil ve perişan eder de: “Hani nerede o sizin uğrunda mü’minlere düşman kesildiğiniz sözde ortaklarım?” diye sorar. Kendilerine ilim verilenler ise: “Bu gün her türlü rezillik ve azap kâfirlerin üzerinedir” derler.
اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ فَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ بَلٰٓى اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٢٨﴾
28: Melekler, böylesi kâfirlerin canlarını onlar küfür ve günah içinde bizzat kendilerine yazık ederken alırlar. Onlar, azabı görünce teslim bayrağını çeker ve mazeret bulma gayreti içinde: “Biz hiçbir kötülük işlemiyorduk” derler. Kendilerine şöyle denilir: “Hayır, hayır! Şüphesiz Allah, sizin neler yaptığınızı çok iyi bilmektedir.”
فَادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ ﴿٢٩﴾
29: “Haydi, içinde ebedî kalmak üzere girin bakalım cehennemin kapılarından içeri! Büyüklenip duranların kalacağı yer ne kötüdür!”
TEFSİR:
O gün Allah müşrikleri rezil rüsvâ edecektir. Cenâb-ı Hak: “Hani nerede o sizin uğrunda mü’minlere düşman kesildiğiniz sözde ortaklarım?” (Nahl 16/27) diye sorunca mahşer yerinde toplanan tüm insanlar ölüm sessizliği içine gireceklerdir. Kâfirlerin ve müşriklerin dili tutulacak; çünkü bu soruya verecek bir cevap bulamayacaklardır. Zira ortalıkta, zannettikleri gibi onlara yardım veya şefaat edecek hiçbir şey yoktur. Ancak kendilerine iman ve tevhid ilmi verilen peygamber ve mü’minler, görünen durumu te’yîden o günün kâfirler için çok kötü bir gün olacağını söyleyeceklerdir.
Ömürlerinin sonuna kadar küfür, şirk ve türlü türlü günahlar içinde yüzen ve bu şekilde kendi kendilerine zulmederken canlarını veren bedbahtlar, âhiret gerçeğini ve cehennemin şiddetli azabını görünce her ne kadar “dünyada hiç günah işlemediklerini” söyleseler de, bu yalanları bir fayda sağlamayacak ve haksız yere büyüklenip duranların varacakları çok kötü bir yer olan cehenneme atılacaklardır.
وَق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا خَيْرًاۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌۜ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّق۪ينَۙ ﴿٣٠﴾
30: Gönülleri Allah’a saygıyla dopdolu olup O’na karşı gelmekten sakınanlara: “Rabbiniz ne indiriyor?” diye sorulduğunda onlar: “Sadece iyilik ve güzellik indiriyor” derler. İyilik yapanlara bu dünya hayatında güzel bir mükâfat vardır. Âhiret yurdu ise onlar için daha hayırlıdır. Gönüllerinde besledikleri o derin saygıyla Allah’a karşı gelmekten sakınanların varacağı yurt gerçekten ne güzeldir!
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّق۪ينَۙ ﴿٣١﴾
31: O yurt Adn cennetleridir ki, oraya girerler, altından ırmaklar akar, orada onlar için diledikleri her şey vardır. Allah, takvâ sahiplerini işte böyle mükâfatlandırır.
اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ طَيِّب۪ينَۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُۙ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿٣٢﴾
32: Onlar ki, tertemiz bir hayat yaşarlarken melekler gelip incitmeden canlarını alırlar; bir taraftan da kendilerini: “Selam olsun size! Yaptığınız güzel amellere karşılık girin cennete!” diye müjdelerler.
TEFSİR:
Hac mevsiminde Mekke’ye gelen çevre bölgelerin sakinleri müşriklere, peygamber olduğunu duydukları Hz. Muhammed (s.a.s.) hakkında soru sorarlar, onlar da Efendimiz’le ilgili olarak: “O sihirbazdır, şairdir, kâhindir, mecnundur” gibi yaftalarda bulunurlardı. Müminlere de aynı soruyu sorarlar, onlar ise: “Allah ona iyiliği, güzelliği ve hidâyeti indirdi” derler ve bununla Kur’ân-ı Kerîm’i kastederlerdi. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XX, 20)
Gerçekten “hayır” yani iyilik ve güzellik olarak vasfedilmeye en layık nimet, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Çünkü o bütün güzellikleri, feyiz ve bereketleri içinde toplamıştır. Tüm dinî ve dünyevî iyilikler, zahirî ve batınî güzellikler ondan neş’et etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in getirdiği itikâdî, amelî ve ahlâkî hükümler istikâmetinde iyi bir kulluk yapanlara dünya hayatında bile iyilikler ve güzellikler lütfedilecektir. Onlar ilâhî yardıma nâil olacak, düşmanlarına karşı galip gelecek, can ve mallarını emniyet altına alacak, ganimet elde edecek ve daha nice maddî ve manevî güzelliklere erişeceklerdir. Âhiret yurdu ise onlar için dünyadan daha hayırlı olacaktır. Orada altlarından ırmaklar akan, içinde diledikleri her türlü nimet bulunan Adn cennetlerinde kalacaklardır. Hatta Allah Teâlâ’nın onlara bahşedeceği uhrevî nimetler henüz ruhlarını teslim ederken başlayacaktır. Melekler bir taraftan onların ruhlarını çok hoş ve güzel bir şekilde:
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ اَمْرُ رَبِّكَۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٣٣﴾
33: O inkârcılar, illâ kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin azab emrinin gelip çatmasını mı bekliyorlar? Daha önceki kâfirler de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmedip duruyorlardı.
فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ﴿٣٤﴾
34: Sonunda yaptıkları kötülüklerin cezası başlarına geldi ve sürekli alay edip durdukları gerçek onları dört bir yandan kuşatıverdi.
TEFSİR:
Hitap kâfirleredir. O kâfirler, hak dine inanıp gereğince amel etmediklerine göre, ya meleklerin gelip, küfür, şirk ve günahlar içinde kendilerine zulmederlerken canlarını almalarını veya Allah’ın emrinin gelmesini beklemektedirler. “Allah’ın emri”nden maksat ise;
› Bedir gününde olduğu gibi öldürülmek,
› Depremle yerin dibine geçirilmek,
› Firavun gibi suda boğulmak,
› Üzerlerine azap kamçısının inmesi veya taş yağmurunun yağdırılması gibi suçluları cezalandırma emridir.
Cezayı hak edenler, haksızlık yapan kulların kendileridir. Peygamberle alay etmeleri ve günah işlemeleri sebebiyle bu şekilde cezalandırılırlar. Yoksa Allah Teâlâ kimseye haksızlık yapmaz. Dolayısıyla müşriklerin, kendilerini haklı çıkarmak üzere suçu Allah’a atma çabalarının hiçbir haklı gerekçesi olamaz:
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ ﴿٣٥﴾
35: Allah’a ortak koşanlar şöyle dediler: “Eğer Allah dileseydi, biz de, atalarımız da O’ndan başka hiçbir şeye ilâh diye tapmaz ve O’nun emri olmadan hiçbir şeyi kendimize haram kılmazdık.” Daha önceki müşrikler de tıpkı böyle yapmışlardı. Bu durumda peygamberlere düşen vazîfe, apaçık tebliğden başka ne olabilir?
TEFSİR:
Müşrikler bu sözlerini alay olsun diye söylemişlerdir. Eğer onlar bunu inanarak söylemiş olsalardı, elbette mü’min olurlardı. Gerçekten de müşrikler bu sözleriyle kendilerinin doğru yolda olduklarını; yaptıklarının Allah’ın dilemesine uygun olduğunu; eğer Allah ortak koşmalarına, bir kısım şeyleri kafalarına göre haram kılmalarına razı olmasa bunları yapamayacaklarını ileri sürüyorlardı. Böylece kendilerini sorumluluktan kurtarmaya çalışıyorlardı. Halbuki Allah, gönderdiği peygamberler vasıtasıyla insanlara gerçeği bildirmiş ve onları bu gerçeği kabul veya reddetmek arasında serbest bırakmıştır. Kul düşünür, bir işi tercih eder. Allah kulunun tercih kabiliyetini herhangi bir yöne zorlamaz. Kulun yapmak istediğini Allah da diler, ona müsaade eder. Böylece iş, kulun tercihi ve Allah’ın yaratmasıyla meydana gelmiş olur. Fakat Allah, her şey sonuçta O’nun müsaade buyurması ve yaratmasıyla meydana gelse de, kulun yaptığı bir kısım işlerden razı olmakta, bir kısmından ise razı olmamaktadır. Mesela inkârı da yaratan Allah olmakla birlikte, “Allah, kullarının inkârına râzı olmaz” (Zümer 39/7) buyurur. Çünkü inkâr, Allah’ın “yapınız” diye bildirdiği emirlerine aykırıdır. Onda kulun hem kendisine hem de başkalarına zarar vardır. O halde hiç kimse, günahını Allah’a havale etmeye çalışarak sorumluluktan kurtulamaz; mutlaka cezasını görür. Bu sebeple kurtuluş için, Allah’ı kendimize göre değil, kendimizi Allah’a göre ayarlamak ve kayıtsız şartsız O’nun kulluğuna teslim olmak gerekir. O’na kul olmanın yollarını da peygamberler açıkça tebliğ etmişlerdir:
وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ ﴿٣٦﴾
36: Doğrusu biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve insanları sahte tanrılara tapmaya zorlayan şeytânî güçlerden uzak durun” diye uyaran bir peygamber gönderdik. Allah onlardan bir kısmına doğru yolu nasip etti; bir kısmı da inkârları yüzünden doğru yoldan sapmayı hak etti. Öyleyse yeryüzünde dolaşın da dîni yalanlayanların akıbeti nasıl olmuş bir bakın!
اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ ﴿٣٧﴾
37: Sen onların doğru yola gelmelerini ne kadar çok istesen de, Allah sapmalarına fırsat verdiği kimselere doğru yolu göstermez. Onlar için bir yardımcı da bulunmaz.
TEFSİR:
Hiç kimsenin, işlediği günahlar hakkında “Ne yapayım, Allah’ın dileği böyle!” diye özür beyân ederek kurtulma şansı yoktur. Çünkü Cenâb-ı Hak, her ümmete “Sadece kendisine kulluk yapılmasını ve insanları sahte tanrılara tapmaya zorlayan şeytânî güçlerden uzaklaşılmasını” tebliğ eden bir peygamber göndermiştir. Buna göre peygamberlerin vazifesi insanlara Allah’a ibâdeti emretmek, Allah’tan başka şeylere tapmaktan onları sakındırmak, onlara en doğru ibâdet şekillerini öğretmek ve bu yolla Allah’a vasıl olmalarını sağlamaktır. Bu yüzdendir ki Cenâb-ı Hak, peygamber göndermedikçe hiçbir kimseye azap etmeyeceğini haber vermiştir. (bk. İsrâ 17/15)
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ لَا يَبْعَثُ اللّٰهُ مَنْ يَمُوتُۜ بَلٰى وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۙ ﴿٣٨﴾
38: Kâfirler: “Allah, ölen kimseyi bir daha diriltmez!” diye var güçleriyle yemin ediyorlar. Hayır, elbette diriltecek! Bu, O’nun gerçekleşmesini üzerine aldığı kesin bir sözüdür; fakat insanların çoğu bunu bilmez.
لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذ۪ي يَخْتَلِفُونَ ف۪يهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِب۪ينَ ﴿٣٩﴾
39: Diriltecek ki, hakkında anlaşmazlığa düştükleri gerçekleri onlara bütün açıklığıyla göstersin ve inkâr edenler de gerçekte birer yalancı olduklarını bilsinler.
اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟ ﴿٤٠﴾
40: Biz bir şeyin olmasını dilediğimiz zaman, ona sadece “Ol!” deriz, o da hemen oluverir.
TEFSİR:
Rivayet edildiğine göre bir müslümanın müşriklerden birinde alacağı vardı. Borcunu almak için adamın yanına vardı. Konuşurken söz arasında: “Ölümden sonra beni dirilteceğini ümid ettiğim zâta yemin ederim ki alacağım şu kadardır” dedi. Müşrik: “Sen öldükten sonra diriltileceğine mi inanıyorsun?” dedi. müslüman, “Evet” deyince müşrik, var gücüyle yemin ederek “Hiç kimse öldükten sonra tekrar dirilmez” dedi. İşte bunun üzerine 38. âyet nâzil oldu. (Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 285)
Allah, ölüleri mutlaka diriltecektir. Burada bunun iki hikmetine işaret edilir:
› Böylece Allah Teâlâ, kimin mü’min kimin kâfir, kimin haklı kimin haksız, kimin doğru yolda kimin eğri yolda olduğunu kendilerine gösterecektir. Sonuçta herkes durumunu kesin bir şekilde bilecektir.
› Kâfirler de “âhiretin olmayacağı, Allah’ın ölenleri yeniden diriltmeyeceği” gibi sözlerinde yalancı olduklarını kesinlikle öğreneceklerdir.
Ölüleri diriltmek bakımından Allah için bir zorluk yoktur. Çünkü O, olmasını murat ettiği şeye sadece “Ol!” der, o da hemen oluverir. Yaratıklar için geçerli olan yorgunluk, bıkkınlık, acziyet, çaresizlik gibi noksan sıfatlar Cenâb-ı Hak için düşünülemez. O, noksan sıfatlardan pak ve uzak, tüm kemâl sıfatlarıyla muttasıf, ve mutlak kudret sahibi olan Allah Teâlâ’dır.
Bu bakımdan mü’minler Allah Teâlâ’ya sonsuz bir güven içinde zulme karşı mücadeleye devam edip, gerekirse bu uğurda tüm sevdiklerini fedâya ve İslâmı kolaylıkla yaşayabilecekleri daha uygun yerlere hicrete hazır olmalıdırlar. Nitekim İslâm’ın ilk yıllarında müslümanlar, kâfirlerin baskı ve işkenceleri yüzünden yurtlarını terk etmek mecburiyetinde kalmışlardı:Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ ﴿٤١﴾
41: Zulme maruz kaldıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri dünyada mutlaka en güzel bir yere yerleştiririz. Âhirette verilecek mükâfat elbette çok daha büyüktür. Keşke bunu bilselerdi.
اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٤٢﴾
42: O muhâcirler, Allah yolunda başlarına gelene sabretmişler ve yalnızca Rablerine dayanıp güvenmişlerdir.
TEFSİR:
Âyetler ilk planda Resûlullah (s.a.s.) ve onun ashâbından bahsetmektedir. Mekke’de müşrikler onlara zulmettiler ve yurtlarını terk etmeye mecbur bıraktılar. Sonunda onlardan bir kısmı Habeşistan’a hicret etti. Daha sonra yüce Allah onları esas hicret yurtları olan Medine’ye yerleştirdi. Ensâr-ı kirâmı onlara kardeş ve yardımcı yaptı. Bununla birlikte âyet-i kerîme dini için zulme uğrayıp Allah yolunda hicret eden herkesi şumûlüne alır. Allah Teâlâ onları dünyada elbette en güzel bir yere yerleştirecek ve onları en güzel şekilde rızıklandırıp barındıracaktır.
Düşmanlarına karşı onlara yardım edecektir. Onlar yepyeni ülkeler fethedecek ve oraların idâresine sahip olacaklardır. Öldükten sonra da geriden gelen nesiller arasında onlar övgüyle anılacaklar; izzet ve şerefleri zürriyetlerine intikal edecektir. Onlara verilecek âhiret mükâfatı ise şüphesiz daha büyük olacaktır. Bu güzel nimetlere ancak hak yolunda sabır ve Allah’a tevekkülle erilebilir. Zira Allah için yapılacak her türlü fedakârlığın temelinde bu iki mühim ahlâkî meziyet yer alır. Rivayete göre Hz. Ömer muhacirlere devletten maaşlarını ödediğinde: “Bu, Allah’ın size dünyada va‘dettiği mükâfattır. Âhirette sizin için sakladıkları ise elbette daha çoktur” der, sonra da onlara bu âyet-i kerîmeyi okurdu. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XIV, 143)
Müşrikler, peygamberin insan olmasını akıllarına sığdıramıyor; “Eğer Allah peygamber göndermek isteseydi, katındaki meleklerden birini gönderirdi” diyorlardı. Gelen âyetler, onların bu tür yanlış anlayışlarını düzeltmektedir:
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالًا نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ ﴿٤٣﴾
43: Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de, kendilerine vahyettiğimiz bir kısım adamlardan başkası değildi. Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorun.
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٤٤﴾
44: O peygamberleri apaçık delillerle ve kitaplarla gönderdik. Sana da, hikmet ve öğüt dolu bu Kur’an’ı indirdik ki, kendilerine indirilen gerçekleri insanlara apaçık bir şekilde anlatasın ve böylece onlar da Allah’ın âyetleri üzerinde sistemli bir şekilde düşünsünler.
TEFSİR:
Allah önceki peygamberleri de insanlar arasından göndermiştir. Onlara açık belgeler, deliller, mûcizeler vermiş, kitaplar indirmiştir. Aynı minval üzere Hz. Muhammed (s.a.s.)’i de ahir zaman ümmetine peygamber yapmış, ona Kur’ân-ı Kerîm’i lutfetmiş ve onu, inen ayetlerin mâna ve muhtevâsını insanlara açıklamakla vazifelendirmiştir. Onun vazifesi bununla sınırlıdır. Diğer insanların vazifesi ise, peygambere karşı gelmek değil, kendilerine tebliğ edilen âyetler üzerinde sistemli bir şekilde düşünerek gerçeği anlamaya çalışmaktır. Herkes üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirdiğinde maksat hâsıl olacaktır.
Cenâb-ı Hakk’ın, bilgi almak üzere kendilerine müracaat edilmesini tavsiye buyurduğu “zikir ehli”, ister Ehl-i kitaptan ister müslümanlardan olsun sorulan sorulara tatmin edici cevap verebilecek sahasında mahir ilim sahibi kimselerdir. Burada başta dinî meseleler olmak üzere, bir mevzuda yeterli bilgiye sahip olmayanların o hususta ehliyetli olanlara sormaları gerektiği; bir konuda doğru ve yeterli bilgi sahibi olmadan bir fikir ileri sürmenin veya iş yapmanın yanlış olacağı vurgulanmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm, en doğru hayat tarzını öğreten bir kitap olmakla birlikte, yine de ondan yüz çevirip kötü planlar peşine düşenler olacaktır: