Fussilet Süresi Meal Ve Tefsiri 3

#1 von Kurban , 05.09.2022 06:16

Fussilet Süresi Meal Ve Tefsiri 3

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ ﴿٤٥﴾
Karşılaştır 45: Biz Mûsâ’ya da kitap vermiştik; senin halkın Kur’an konusunda nasıl farklı tutumlar içinde ise, o kitap konusunda da farklı tutumlar içine girilmişti. Eğer azabın ertelenmesine dâir Rabbin tarafından verilmiş bir söz olmasaydı, azaplarına hükmedilerek işleri çoktan bitirilmiş olurdu. Buna rağmen, onlar hâlâ Kur’an hakkında derin bir şüphe ve kararsızlık içinde bocalayıp durmaktadırlar.
Tefsir
İnsanların ilâhî gerçekler karşısında ayrılığa düşmeleri, bir kısmı inanırken bir kısmının inkâr etmesi sadece Kur’an’a mahsus bir durum değil, önceki peygamberler dönemi için de geçerlidir. Nitekim Tevrat hakkında anlaşmazlığa düşen yahudiler buna misal verilmektedir. Cenâb-ı Hakk’ın münkirleri hemen cezalandırmaması ise, sonsuz merhameti sebebiyle onlara tevbe için fırsat vermesi olarak değerlendirilmelidir.
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِه۪ وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ ﴿٤٦﴾
Karşılaştır 46: Kim sâlih amel işlerse kendi iyiliğinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi zararınadır. Yoksa Rabbin kullarına kesinlikle zulmetmez.
Tefsir
“Amel-i sâlih” Allah’ın varlığına, birliğine inanıp O’nun hükümlerine göre yaşamak; Allah rızâsını arayarak mümkün olduğu nispette insanlara ve hatta diğer canlılara faydalı olabilecek işler yapmak; meşrû ölçüler çerçevesinde herkesle iyi geçinmeye çalışmak gibi hep güzel ve yapıcı davranışları içine alır. Bunun zıddı olan işler de kötülüklerdir. Âyete göre iyilik yapan mutlaka mükâfatını alacak, kötülük yapan da cezasını çekecektir. Bunun gerçekleşeceği kıyamet gününün vakti de meçhul bırakılmıştır:
اِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِۜ وَمَا تَخْرُجُ مِنْ ثَمَرَاتٍ مِنْ اَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ اَيْنَ شُرَكَٓاء۪يۙ قَالُٓوا اٰذَنَّاكَۙ مَا مِنَّا مِنْ شَه۪يدٍۚ ﴿٤٧﴾
47: Kıyâmetin ne zaman kopacağının bilgisi sadece Allah’a aittir. O’nun bilgisi ve izni olmadan ne bir meyve tomurcuğundan çıkabilir, ne bir dişi hâmile kalabilir, ne de hâmile olan biri doğum yapabilir. O, “Nerede bana şu ortak koştuklarınız?” diye sesleneceği gün, müşrikler: “Sana açıkça söyleyelim ki, içimizde senden başka boyun eğilecek bir ortağın bulunduğuna şâhitlik edecek hiç kimse yoktur” diyecekler.
وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَدْعُونَ مِنْ قَبْلُ وَظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ ﴿٤٨﴾
48: Böylece, vaktiyle yalvarıp yakardıkları bütün sahte ilâhlar onları yüzüstü bırakıp kayboluverecek; artık hiçbir kurtuluş çârelerinin kalmadığını da anlayacaklardır.
Tefsir
Cenâb-ı Hak burada, kıyâmetin vaktini soranların dikkatlerini, boş şeylerle uğraşmaktan uzaklaştırıp, o dehşetli günde verecekleri hesaba çekmektedir. Nitekim Resûlullah (s.a.s.) de, yolda rastlayıp: “Yâ RasûlAllah! Kıyâmet ne zamandır?” soran kişiye: “Kıyâmet için ne hazırladın?” diyerek aynı noktaya dikkat çekmiştir. (Müslim, Birr 163) Buna göre meyvelerin tomurcuğundan çıkması, dişilerin hamile kalması ve doğurması gibi en detay şeyler bile ilmi hâricinde kalmayan Allah’tan korkmalı ve hep O’nu hesaba katarak bir hayat sürmelidir. Çünkü kıyâmet günü ancak Allah’a ihlasla yapılan kulluk fayda verecek, şefaati umulan putlar kaybolup gidecek, onlara umut bağlayanlar çaresiz ve perişan kalacaklardır.
لَا يَسْـَٔمُ الْاِنْسَانُ مِنْ دُعَٓاءِ الْخَيْرِۘ وَاِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُ۫سٌ قَنُوطٌ ﴿٤٩﴾
49: İnsan nefsi hesâbına iyi ve güzel şeyler istemekten usanmaz. Kendisine bir kötülük dokunduğunda ise ümidini büsbütün kaybeder, üzüntü ve karamsarlık hâli yüzünden okunur.
Tefsir
Bu ayeti kerimenin el Velid ibnul Muğire ve Şeybe ibn Rabia hakkında nazil olduğu söylenir.Kurtubi,age.XVI,11
Davetinden vazgeçmesi ve atalarının yoluna geri dönmeleri karşılığında mal ve kız teklif ettikleri bilinmektedir.

وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ رَحْمَةً مِنَّا مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ هٰذَا ل۪يۙ وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ وَلَئِنْ رُجِعْتُ اِلٰى رَبّ۪ٓي اِنَّ ل۪ي عِنْدَهُ لَلْحُسْنٰىۚ فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِمَا عَمِلُواۘ وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ ﴿٥٠﴾
50: Başına gelen kötülükten sonra ona tarafımızdan bir rahmet tattıracak olsak, bu defa da: “Bu, zâten benim hakkımdır. Kıyâmetin kopacağını da sanmıyorum. Ama olur da Peygamber’in haber verdiği gibi kıyâmette Rabbimin huzuruna çıkarılacak olsam bile, mutlaka O’nun yanında benim için bundan daha güzeli vardır” der. Hayır, biz o kâfirlere dünyada yaptıklarını haber verecek ve onlara kesinlikle pek şiddetli bir azap tattıracağız.
وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَٓاءٍ عَر۪يضٍ ﴿٥١﴾
51: Biz ne zaman insana bir nimet versek, kibirle gerçeği kabulden uzaklaşarak o nimeti veren Rabbine şükürden yüz çevirir. Başına bir kötülük gelince de uzun uzadıya yalvarır durur.
Tefsir
Bu âyetlerde sıhhatli bir dinî terbiye almamış, iman ve sâlih amellerle ruhunu olgunlaştırmamış sıradan insanların, kendilerine ulaşan dünyevî faydalar ve zararlar karşısında sergiledikleri psikolojik halleri tasvir edilir. Bu haldeki insanlar zenginlik, sağlık, mevki, itibar, güç gibi dünyevî imkân ve menfaatlere çok düşkündürler. Açgözlüdürler, doymazlar. Bitmez tükenmez bir hırs ve iştahla çıkarlarına olan şeylerin peşine koşar dururlar. Yine bu tür insanlar, manevî terbiye ve ruhî kıvamlarının noksanlığı sebebiyle hayatın belâ ve sıkıntılarıyla karşılaştıklarında hemen endişeye kapılır, ümitlerini büsbütün kaybederler. Öyle ki bu ümiitsizlik ve karamsarlık hali yüzlerinden okunacak duruma gelir. Sıkıntıdan sonra bolluğa ve rahata kavuştuklarında ise Allah’a şükredecekleri yerde, iyice şımarır, bu nimetlerin kendi hakları olduğunu söyler, âhiretin varlığına dair içlerindeki küfrü kusar, üstelik imanî mevzularla alay ederler. Bu nevi tutum ve davranışlar, büyük bir cehâletin, sefâhetin, iman ve ahlâk yoksunluğunun, ahmakça kendini beğenmişliğin göstergeleri; son derece sorumsuz ve ciddiyetsiz bir ruh halinin yansımalarıdır. Buna karşılık İslâmî terbiye ile yetişmiş, iman ve ahlâkta kemale ermiş mü’minler ise, her zaman ve zeminde Allah’a kulluğun şuuru içinde helâlinden bulduklarına şükreder, kaybettiklerine sabreder, yoklukta olduğu gibi varlıkta da Allah’a kulluk ve niyazlarını sürdürürler. Allah’ın rahmetini umar, azabından korkar ve büyük bir âhiret endişesi içinde Allah’ı râzı edecek bir kulluk için var güçleriyle gayret gösterirler.Ömer Çelik

قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ثُمَّ كَفَرْتُمْ بِه۪ مَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ ﴿٥٢﴾
52: Rasûlüm! De ki: “Söyleyin bana; ya Kur’an Allah katından gelmiş de, fakat siz onu ret ve inkâr ediyorsanız, o takdirde haktan iyice uzaklaşmış olan sizlerden daha şaşkın, daha sapık kim olabilir?”
سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ ﴿٥٣﴾
53: Yakında biz onlara hem dış dünyada hem de insanların kendi iç âlemlerinde âyetlerimizi göstereceğiz; tâ ki Kur’an’ın gerçeğin tâ kendisi olduğu onlar için de gün gibi ortaya çıksın. Aslında, Rabbinin her şey üzerinde şâhit olması ve her şeyin O’na işaret etmesi en büyük delil olarak yetmez mi?
Tefsir
Bu ayet de geçen Afak(Ufuklar)kelimesini insanı çevreleyen dış alemi,kendi nefisleri,ifadesinden de insanın kendi biyolejik ve ruhi yapısını manevi iklimini anlamak mümkindir.Mutesavvifların büyük alem ve küçük alem dedikleri bu iki kelime(Afak ve Enfüs)den işaret yollu çıkarılmaktadır.

اَلَٓا اِنَّهُمْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓاءِ رَبِّهِمْۜ اَلَٓا اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطٌ ﴿٥٤﴾
54: Haberiniz olsun ki, onlar Rablerinin huzuruna çıkıp hesâba çekileceklerine dâir derin bir şüphe içindedirler. Ama şunu da iyi bilin ki, Allah ilmi ve kudretiyle her şeyi çepeçevre kuşatmıştır.
Tefsir
Bu âyetlerde Kur’an’ın Allah katından gelmiş bir kelam olduğu ve zamanla bunu ispatlayacak delillerin ortaya çıkışından bahsedilir: Birincisi, Allah insanlara delillerini gösterecektir. İkinci olarak bu gösterme işi, istikbalde, yani Kur’an’ın inişinden sonra, ileriki bir zamanda olacaktır. Üçüncüsü bu deliller hem dış dünyada, hem de insanların kendi öz varlıklarında olacaktır. Dördüncü olarak bu deliller ve belgeler, Kur’an’ın vahy eseri olduğunu ispatlayacaktır. Son olarak bu işin teminatı ve kefili de her şeyi hakkiyle gören Yüce Allah olacaktır.
Allah kelamı olduğunda şüphe bulunmayan Kur’an, insanlar için bir ibâdet ve hayat nizamı talim eder. Onun Allah kelamı olduğunun ispatı, diğer bilimlere ihtiyaç göstermez. Ancak Allah Teâlâ, kuşatıcı bilgisiyle, Kur’an’ın inişinden birkaç asır sonra bazı kimselerin çıkıp “iman çağı bitmiş ve bilim çağı başlamıştır” diyeceklerini bildiğinden, onları acziyet içinde bırakacak bazı hususları Kur’an’a yerleştirmiş ve bilim çağı diye söz ettikleri şeylerin asırlarca önce Kur’an tarafından haber verildiğini ispatlamıştır. İnsan aklının yeni yeni keşfettiği şeyleri Kur’an önceden ortaya koymuş ve evrendeki pek çok gerçeği dile getirmiştir.
Kur’an’ın insana verdiği bilgiler daima yenilenmektedir. İşte O’nun sürekli yenilenen bu verileri, Kur’an’ın i’cazına süreklilik kazandırmaktadır. Bu yenilenme olmadığı takdirde Kur’an donuklaşmış olacaktır. Oysa Kur’an asla donuklaşmaz. Her nesle, o neslin gücü nisbetinde bir şeyler verir; kıyamete kadar bu durum böyle devam edecektir. Nitekim yukarıda zikrettiğimiz ayette, “Kur’an’ın gerçekliği ortaya çıkıncaya kadar ayetlerimizi, varlığımızın ve kudretimizin delillerini, belgelerini onlara hem dış dünyada hem de kendi iç âlemlerinde göstereceğiz” buyrulmuştur.
Bu ayette geçen سَنُر۪يهِمْ (senürîhim) “onlara göstereceğiz” kelimesindeki س (sin) harfi Arap dilinde gelecek zaman için kullanılır; gelecek ise son bulmaz. Bu gösterme işi, kıyamete kadar her nesilde devam edecektir. Bununla Allah Teâlâ, her neslin Kur’an’da keşfedeceği bir takım hakikatlerin bulunduğunu bize haber vermektedir. Dolayısıyla Kur’an’da daima yenilenen bu mûcize, bu ilâhî kitabın gerçek olduğunu gösterir şekilde dış âlemde delillerle sürekli ortaya çıkmakta, açık ve net olarak bu deliller, Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğine şehâdet etmektedir.
Yine bu ayete göre hem insanın dışında kalan âlemde: dünyada, yer altında, yer üstünde, denizlerde, havada, uzayda hem de insanların iç âlemlerinde, vücutlarında ve iç dünyalarında Kur’an’ın gerçek kitap olduğunu gösteren işaretler vardır. Allah onları Kur’an’ın inişinden sonraki gelecek zamanlarda peyderpey göstermektedir, gösterecektir. Fakat hidâyetten nasibi olmayanlar, bu kadar açık delillere göz ve gönüllerini kapatarak Kur’an’ın haber verdiği üzere mahşerde yeniden dirilip Allah’ın huzuruna çıkacaklarından derin bir şüphe içinde bulunurlar. Bir türlü bu şüphe ve gaflet kabuğunu çatlatarak Kur’an’ın hidâyetiyle buluşamazlar. Ancak onların bu gafletleri sadece kendilerini bağlar, Allah’ın hiçbir fiil ve tasarrufunu değiştiremez ve engeleyemez. Bu sebepledir ki, ilmi ve kudretiyle her şeyi kuşatmış olan Allah, onların tüm yaptıklarından haberdar olduğu ve hepsi O’nun kudret eli altında bulundukları için bu şüpheci kâfirlere gereken cezayı verecek; binbir türlü muhteşem delillerle Kur’an’ın gerçekliğini ortaya koyarak onun mesajının çağları aydınlatmasının yolunu açacaktır.Ömer Çelik

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010


   

Mümin(Ğafir)Süresi Meal Ve Tefsiri
Fussilet Süresi Meal Ve Tefsiri 2

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz