Fussilet Süresi Meal Ve Tefsiri 1

#1 von Kurban , 02.09.2022 04:31

Fussilet Süresi Meal Ve Tefsiri 1

وَيَوْمَ يُحْشَرُ اَعْدَٓاءُ اللّٰهِ اِلَى النَّارِ فَهُمْ يُوزَعُونَ ﴿١٩﴾
﴾19﴿ Allah düşmanlarının ateşe doğru sevkedilecekleri gün, öncekileriyle sonrakileriyle onların hepsi bir araya getirilir.
Tefsir
“Allah düşmanları” deyimi, “O’nun buyruklarını reddeden inkârcılar” (İbn Atıyye, V, 10) veya “ilklerinden sonlarına kadar bütün inkârcılar” olarak açıklanmıştır (Zemahşerî, III, 389; Râzî, XXVII, 115). Ancak Taberî, bu deyimin özellikle Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekke putperestleri için kullanıldığına işaret eder (XXIV, 106); İbn Âşûr da aynı görüşü ısrarla savunur. Ona göre Kureyş müşriklerinin bu şekilde anılmalarının sebebi, Resûlullah’a düşman olmalarıdır. Nitekim Resûlullah’ı ve müslümanları yurtlarından çıkarmaları sebebiyle Allah Teâlâ onlardan “Benim ve sizin düşmanlarınız” (Mümtehine 60/1) diye söz etmiştir (XXIV, 264-265).
“Öncekiler ve sonrakiler”den maksat, tarihin bütün dönemlerinde inkâr ve isyanı iman ve itaate tercih etmiş olanlardır. Âyette bunların kıyamet günü, cehenneme atılmak üzere bir araya getirilecekleri, böylece inkârda birleştikleri gibi ceza görmekte de birleşecekleri bildirilmektedir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 700

حَتّٰٓى اِذَا مَا جَٓاؤُ۫هَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَاَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٢٠﴾
﴾20﴿ Nihayet oraya geldiklerinde vaktiyle yaptıklarından dolayı kulakları, gözleri ve derileri onların aleyhine şahitlik eder.

وَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ لِمَ شَهِدْتُمْ عَلَيْنَاؕ قَالُٓوا اَنْطَقَنَا اللّٰهُ الَّـذٖٓي اَنْطَقَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُوَ خَلَقَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢١﴾
﴾21﴿ Derilerine, “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?” diye sorarlar. “Her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu” derler. İlk önce sizi O yarattı, şimdi de yine O’na dönüyorsunuz.
وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ اَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَٓا اَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ وَلٰكِنْ ظَنَنْتُمْ اَنَّ اللّٰهَ لَا يَعْلَمُ كَثٖيراً مِمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٢٢﴾
﴾22﴿ Vaktiyle siz, ne kulaklarınızın ne gözlerinizin ne de derilerinizin aleyhinizde şahitlik etmesinden sakınıyordunuz; üstelik yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz.
وَذٰلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذٖي ظَنَنْتُمْ بِرَبِّكُمْ اَرْدٰيكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ مِنَ الْخَاسِرٖينَ ﴿٢٣﴾
﴾23﴿ İşte rabbiniz hakkında taşıdığınız bu kanaatiniz sizi mahvetti, sonunda kaybedenlerden oldunuz.
Tefsir
Âhirette insanların dünyadayken yapıp ettikleri ortaya konduğu sırada, kötülük işlemiş olanların bazı organlarının kendi aleyhlerine şahitlik edeceği başka âyetlerde de bildirilmektedir (Nûr 24/24; Yâsîn 36/65). Süddî, Ferrâ gibi bazı müfessirler, derilerinin onlar aleyhinde tanıklık etmesiyle, vücutlarının cinsel günahları hakkında şahitlik yapacağının kastedildiğini ileri sürmüşlerdir (bk. Taberî, XXIV, 106; Şevkânî, IV, 585). Âyette şu gerçek anlatılmaktadır: Âhirette hiç kimseye haksızlık edilmeyecek, yargı sırasında günahkârların bizzat kendi organları da Allah tarafından verilen bir tür ifade kabiliyetiyle veya işledikleri günahların onlarda bıraktığı izler vasıtasıyla suçlarını ortaya koyacaklardır.
Râzî, derinin dokunma duyusuyla ilgili olduğunu hatırlattıktan sonra âyette beş duyudan özellikle işitme, görme ve dokunma ile ilgili duyu organlarına yer verilirken tatma ve koklama duyularından söz edilmemesini özetle şöyle açıklar: Tatma duyusu bazı yönlerden dokunma duyusuyla aynıdır; çünkü tat algılaması dil derisinin tadılan nesneye temasıyla gerçekleşir. Koklama duyusuna gelince bu, insanda yükümlülüklere konu olması bakımından diğer duyular kadar önemli değildir, bununla ilgili buyruklar ve yasaklar bulunmamaktadır (XXVII, 116).

Buhârî ve Müslim’in Sahîh’leri gibi hadis kaynakları, 22. âyetin, müşriklerin Allah hakkındaki telakkilerini ifade eden “... üstelik yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz” meâlindeki bölümüyle ilgili olarak Abdullah b. Mes‘ûd’dan şöyle bir bilgi aktarırlar: “Bir ara Kâbe’nin örtüsüne tutunmuş duruyordum. Biri Benî Sakîf’ten, ikisi Kureyş’ten veya biri Kureyş’ten ikisi Benî Sakîf’ten olan üç kişi geldi. Bunların göbeklerinin eti çok ama akıllarının bilgisi azdı. O güne kadar duymadığım laflar ettiler. Biri dedi ki: ‘Ne dersiniz, Allah konuşmamızı işitiyor mudur?’ Diğeri, ‘Sesimizi yükseltirsek duyar, yükseltmezsek duymaz’, üçüncüsü ise ‘Bence açıktan konuştuğumuzu duyuyorsa gizli konuşmalarımızı da duyar’ dedi. Bu konuşmaları Hz. Peygamber’e anlattım; bunun üzerine ‘Vaktiyle siz, ne kulaklarınızın ne gözlerinizin ne de derilerinizin aleyhinizde şahitlik etmesinden sakınıyordunuz; üstelik yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz. İşte rabbiniz hakkında taşıdığınız bu kanaatiniz sizi mahvetti, sonunda umduklarını kaybedenlerden oldunuz’ meâlindeki âyetler indi” (Buhârî, “Tefsîr”, 41/2).
Taberî’nin kaydettiğine göre (XXIV, 112) Hasan-ı Basrî, “İşte rabbiniz hakkında taşıdığınız bu kanaatiniz sizi mahvetti, sonunda kaybedenlerden oldunuz” meâlindeki 23. âyeti açıklarken şöyle demiştir: “İnsanların amellerinin değeri Allah hakkındaki kanaatlerine bağlıdır. Mümin, Allah hakkında hüsnü zanda bulunur, bu sayede işini de güzelleştirir. İnkârcı ve münafık ise Allah hakkında sûizanna sahip olduğu için ameli de kötü olur.” Aynı âyet dolayısıyla Katâde, Kur’an’da biri “kurtarıcı zan”, diğeri “mahvedici zan” olmak üzere iki çeşit zandan söz edildiğini belirtmiştir. Allah’a kavuşacaklarına (Bakara 2/46) ve âhirette hesap vereceklerine (Hâkka 69/20) inananların bu inançları için kullanılan “zan” kavramı kurtarıcı zannın, konumuz olan âyetlerde geçen “zan” da mahvedici zannın örnekleridir.

فَاِنْ يَصْبِرُوا فَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْۚ وَاِنْ يَسْتَعْتِبُوا فَمَا هُمْ مِنَ الْمُعْتَبٖينَ ﴿٢٤﴾
﴾24﴿ Artık dayanabilirlerse kalacakları yer ateştir; kendilerine yeni bir fırsat verilmesini talep etseler de bu talepleri kabul edilmez.
Tefsir
Farklı kıraat şekillerine göre âyetin son cümlesi, “Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmeleri için kendilerine fırsat verilmesini talep etseler de bunu yapamazlar, bu imkânı elde edemezler” veya “Rablerinin kendilerini bağışlamasını dilemek isterlerse de buna güçleri yetmez” (Zemahşerî, III, 390); “Sevdikleri şeylere tekrar kavuşmaları için Allah’a yalvarsalar da buna lâyık olmadıkları için istekleri kabul edilmez” gibi değişik şekillerde yorumlanmıştır. Son yorumu aktaran Şevkânî âyetten şu anlamı çıkarır: “Allah’ın kendilerinden hoşnut olmasını dilerler fakat dilekleri kabul edilmez; çünkü artık ateşe atılmaları kesinleşmiştir” (IV, 586).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 701-702
وَقَيَّضْنَا لَهُمْ قُرَنَٓاءَ فَزَيَّنُوا لَهُمْ مَا بَيْنَ اَيْدٖيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ فٖٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۚ اِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِرٖينَࣖ ﴿٢٥﴾
﴾25﴿ Onların yanlarına bazı arkadaşlar verdik de bunlar, önlerinde bulunanı da arkalarında olanı da onlara şirin gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları hakkındaki hüküm onlar için de kesinleşti. Kuşkusuz onların hepsi hüsrana uğramışlardır.
Tefsir
Klasik tefsirlerde “arkadaşlar”la, Hz. Peygamber’e ve Kur’an’a inanmamakta ısrar eden müşriklere dünyada musallat olan şeytanların kastedildiği belirtilir. İbn Âşûr ise bu arkadaşların, insanın ya dışında veya içinde olabileceğini, dışındakilerin “küfür davetçileri ve öncüleri” olan insanlar, içindekilerin ise kişiye vesveseler veren, onu günah ve kötülüklere, haksızlıklara kışkırtan şeytanlar olduğunu ifade eder (XXIV, 274).

“Sonra bunlar, önlerinde bulunanı da arkalarında olanı da onlara şirin gösterdi” diye çevirdiğimiz âyetin ilgili kısmı hakkında yapılan ve müfessirlerin çoğunluğu tarafından benimsenen açıklamaları Şevkânî’den (IV, 588) yararlanarak şöyle özetleyebiliriz: Sözü edilen arkadaşları kendilerine, içinde yaşadıkları dünya işlerini, onun bayağı zevklerini çekici gösterdiler; onları tamamen dünyaya bağlayarak günah ve isyanlara boğulmalarını sağladılar; kezâ dünya hayatının ötesiyle yani âhiretle ilgili olarak da onları aldattılar; yeniden dirilme, âhiret sorgusu, cennet, cehennem gibi geleceğe dair inanç konularını inkâr ettirdiler. İbn Âşûr ise âyetin aynı bölümünü özetle şöyle açıklar: “Önlerinde bulunan” ifadesi dünya işleriyle ilgilidir ve şu anlama gelir: Kötü arkadaşları onlara putlara tapmak, evlât katli, başkasının malını yemek, el ve dil ile insanlara zarar vermek, kumar oynamak, ahlâksızlık yapmak, zina etmek gibi çirkin işleri şirin gösterdi; onları bu işlere alıştırdı. “Arkalarında olan” ise Allah’ın sıfatları, âhiret halleri gibi duyu sınırlarını aşan, gayb âlemine dahil olan konulardır. Putperestlerin Allah’a ortak koşmaları, ona evlât nisbet etmeleri, gizli yaptıkları işlerin Allah’ın bilgisi dışında kalacağı şeklindeki ahmakça kanaatleri, peygamberler gönderilmesini imkânsız görmeleri, yeniden dirilme ve âhiret sorgusu gibi inanç esaslarını reddetmeleri saptırıcı arkadaşlarının putperestlere şirin gösterdiği tavırlardan bazılarıdır (XXIV, 275). Âyet, sosyal çevrenin, arkadaşlık ve dostluk ilişkilerinin, inanç ve ahlâk telakkilerinin oluşması ve gelişmesi üzerindeki tesirine de dikkat çekmektedir.
Cin kelimesi Kur’an’da genellikle varlığı kabul edilen, insanlar gibi yükümlülük taşıyan, iyileri ve kötüleri bulunan, duyu ötesindeki ruhanî varlıkları ifade eder. Bunların kötüleri ve putperestler hakkında kesinleştiği bildirilen “hüküm”, Peygamber ve Kur’an’ın ikazlarını, irşatlarını ciddiye alacakları yerde onlara karşı mücadele açan ve böylece kendilerine musallat kılınan arkadaşların saptırıcı kışkırtmalarıyla yanlış inançlara ve kötülüklere boğulanların mâruz kalacakları dünyevî ve uhrevî ceza hükmüdür. Âyette onların bu âkıbetleri “hüsran” olarak değerlendirilmektedir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 702-703

فَلَنُذٖيقَنَّ الَّذٖينَ كَفَرُوا عَذَاباً شَدٖيداً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَسْوَاَ الَّذٖي كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٢٧﴾
﴾27﴿ O inkâra sapanlara mutlaka şiddetli bir azap tattıracağız, onları yaptıklarının en kötüsüne denk bir şekilde cezalandıracağız.

ذٰلِكَ جَزَٓاءُ اَعْدَٓاءِ اللّٰهِ النَّارُۚ لَهُمْ فٖيهَا دَارُ الْخُلْدِؕ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ ﴿٢٨﴾
﴾28﴿ İşte Allah düşmanlarının cezası: Ateş! Âyetlerimizi inatla inkâr etmelerinin cezası olarak orası onların sonsuza kadar kalacakları yer olacaktır.
Tefsir
Müşriklerin, âyetleri inkâr etmekle kalmayıp onları etkisiz hale getirmek ve bu suretle insanların Kur’an’ın sesine serbestçe kulak verip ondan yararlanmalarını engellemek için her yola başvurmalarının cezasını ağır bir şekilde ödeyecekleri bildirilmektedir. 27. âyetteki “şiddetli azap”, müşriklerin müslümanlar karşısında uğrayacakları yenilgiler, “yaptıklarının en kötüsüne denk ceza” da âhiret azabı olarak yorumlanmıştır (İbn Atıyye, V, 13). Bu son ifade iki şekilde açıklanmıştır:
a) Yaptıklarının en kötüsü Allah’a ortak koşmak olduğu için cezaları da buna uygun ağırlıkta olacaktır; b) Onların bazı iyi işleri de olmakla birlikte iman etmedikleri için âhirette iyilikleri dikkate alınmayacak, kötülüklerine göre yargılanıp ceza göreceklerdir (Şevkânî, IV, 588).
Putperestlerin Allah’ın âyetleri karşısındaki olumsuz tutumları “inatla inkâr etme (cahd)” şeklinde ifade edilmiştir. Râzî bunu şöyle açıklar: Çünkü onlar, Kur’an’ın karşı konulamaz etkisinin farkında oldukları için insanların onu dinlemeleri halinde mutlaka ona inanacaklarından korkuyor; buna karşı önlem olarak da belirtilen çirkin yola başvuruyorlardı. Bu da gösteriyor ki aslında onlar Kur’an’ın mûcize olduğunu biliyor, ancak kıskançlık yüzünden onu inkâr ediyorlardı (XXVII, 120).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 704-705
وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا رَبَّـنَٓا اَرِنَا الَّذَيْنِ اَضَلَّانَا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ نَجْعَلْهُمَا تَحْتَ اَقْدَامِنَا لِيَكُونَا مِنَ الْاَسْفَلٖينَ ﴿٢٩﴾
﴾29﴿ İnkâra sapmış olanlar şöyle diyecekler: “Rabbimiz! Bizi saptıran şu cinleri ve insanları bize göster, onları ayaklarımızın altına alalım ki herkesten daha çok aşağılanmış olsunlar!”
Tefsir
Kur’an, En‘âm sûresinde (6/112) saptırıcı güçler olarak iki tür varlıktan söz ederek bunları “cin ve insan şeytanları” şeklinde anar; Nâs sûresinde (114/4-6), insanların kalplerine vesvese veren (olumsuz veya asılsız duygu, düşünce fitleyen) iki şer kaynağının bulunduğuna dikkat çeker; Mâide (5/30), Yûsuf (12/53) ve Kaf (50/16) sûrelerinde de nefsin saptırıcı etkisine işaret eder. Böylece insan, dıştan kendi türünden olan kötü insanların saptırıcı etkileri, içten de şeytan denilen görülmez güçler ile kendi nefsinin yanıltma ve aldatmaları yüzünden doğru yoldan uzaklaştığı, inkâr ve günah yoluna saptığı için âhirette de yüce Allah’tan âyette belirtilen dilekte bulunacaktır. Bir yoruma göre inkârcıların bu husustaki duasıyla ilgili ifadenin anlamı şöyledir: Ey Rabbimiz! Gerek insanlardan gerekse görülmez varlıklardan olup da dünyada bizi yoldan saptırmış olanları göster bize; onları ayaklarımızın altına alıp öyle tepeleyelim ki bizimkinden daha aşağıdaki cehennem katlarına insinler; cehennemin en alt tabakasındaki en şiddetli azabı boylasınlar (Taberî, XXIV, 114).Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 705

اِنَّ الَّذٖينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتٖي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ ﴿٣٠﴾
﴾30﴿ “Rabbimiz Allah’tır” deyip de dosdoğru çizgide yaşayanlar, işte onların üzerine melekler şu müjdeyle inerler: “Korkmayın, kederlenmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin!
Tefsir
İbni Abbas dan rivayetin de Ata şöyle der:Bu Aeti kerime Hz.Ebu Bekr hakkında nazil olmuştur.
نَحْنُ اَوْلِيَٓاؤُ۬كُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَكُمْ فٖيهَا مَا تَشْتَـهٖٓي اَنْفُسُكُمْ وَلَكُمْ فٖيهَا مَا تَدَّعُونَؕ ﴿٣١﴾
Biz, dünya hayatında da âhirette de sizin dostunuzuz. Orada, çok bağışlayıcı, çok merhametli olan Allah’tan bir ikram olarak sizin için canınızın çektiği her şey bulunacak, yine orada umduğunuz her şeyi elde edeceksiniz.”
نُزُلاً مِنْ غَفُورٍ رَحٖيمٍࣖ ﴿٣٢﴾
Çok merhametli olan Allah’tan bir ikram olarak sizin için canınızın çektiği her şey bulunacak..
Tefsir
Yukarıda Kur’an’a karşı inatla mücadelelerini sürdürüp onun sesini boğmak ve etkisini önlemek için tertipler hazırlayan inkârcıların karşılaşacakları ağır cezalardan söz edilmişti; buradan 36. âyete kadar da müminlerin temel nitelikleri ve uhrevî ödülleri özetlenmektedir. İnancını yüreklice dile getirenleri takdirle anan bir ifade tarzının sezildiği 30. âyette, belirttiğimiz niteliklerin en önemlileri olan, hatta bir bakıma onları da kuşatan şu iki nitelik öncelikle zikredilmektedir: a) Allah’ı rab tanımak, b) Dosdoğru çizgide yaşamak. Hz. Peygamber de kendisinden sımsıkı sarılacağı temel ilkenin ne olduğunu soran bir sahâbîye, “Allah’a inandım de ve sonra dosdoğru ol” buyurmuşlardır (Müsned, III, 413; Müslim, “Îmân”, 62). Dinî terminolojide yalnızca Allah’ı rab tanımaya “tevhîd-i rubûbiyet” denmektedir. Bu tevhid, insan varlığının en yüksek amacı, bütün yetkinlik şartlarının en önemlisi kabul edilen mârifetullahı da içerir. Mârifetullahın bir ifadesi olan “Rabbim Allah’tır” ikrarı gönüllere her türlü şekten şüpheden uzak bir şekilde işleyince bu ikrar, insanın duygu, düşünce ve eylem dünyasına da yansıyarak onu doğru, iyi ve adaletli çizgiye yöneltir. Âyette bu yöneliş, “dosdoğru çizgide yaşamak” diye çevirdiğimiz istikamet kavramıyla ifade edilmiştir. Râzî, buradaki istikametin din, tevhid ve bilgiyle (mârifet) veya erdemli işlerle ilgili olduğu yönünde iki farklı görüş bulunduğunu belirtir (XXVII, 121). Ancak bize göre her iki görüş de isabetlidir. Yorumlarında Kur’an’ın ilk muhatapları olan putperest Araplar’ın dinî telakkilerini, psikolojik, sosyal ve siyasal yapılarını ve davranışlarını dikkate almaya özen gösteren Taberî de kelimeyi bu geniş kapsamına göre yorumlamıştır (XXIV, 114).
Müminlerin üzerine meleklerin inmesi ne zaman gerçekleşir? Bu soruya başlıca şu cevaplar verilmiştir: a) Sadec ölüm sırasında; b) Sadece insanlar yeniden diriltilip kabirlerinden çıkartıldıkları sırada; c) Ölüm sırasında, kabirdeyken ve yeniden dirilme sırasında olmak üzere üç defa (Râzî, XXVII, 123; Şevkânî, IV, 589). 25. âyette inkârcılara sapkınlıklarını arttıran kötü dostların musallat edildiği bildirilmişti. Burada ise müminlerin üzerine, onlara müjdeler getiren meleklerin inmesinden söz edilmekte; bu meleklerin, sadece âhirette değil, dünya hayatında da müminlerin dostu oldukları belirtilmektedir. Bundan anlaşıldığına göre bazı melekler, “Rabbimiz Allah’tır” dedikten sonra bu inanç çizgisini sürdüren ve hayatını bu inanca uygun eylemlerle bezeyen insanların iyiliklerini arttırmalarına yardımcı olmakta; bu suretle ilâhî inâyetin melekler vasıtasıyla müminler üzerine inmesi süreklilik kazanmaktadır (benzer görüşler için bk. İbn Âşûr, XXIV, 286).
Râzî’ye göre 31. âyetteki “canınızın çektiği her şey” ifadesiyle cennetteki maddî nimetler, “umduğunuz her şey” ifadesiyle de mânevî nimetler kastedilmiştir (XXVII, 123). Aynı müfessir, “ikram” diye çevirdiğimiz metindeki “nüzül” kelimesinin özellikle misafire yapılan ikram için kullanıldığını hatırlatarak, bu kelimeden, nasıl ki cömert bir ev sahibi misafirine, sahip olduğu şeylerin en değerli olanlarını ikram ederse Allah Teâlâ’nın da cennetine kabul buyurduğu mümin kullarına en güzel nimetlerini ikram edeceği anlamının çıktığını belirtmektedir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 706-708

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحاً وَقَالَ اِنَّنٖي مِنَ الْمُسْلِمٖينَ ﴿٣٣﴾
﴾33﴿ Allah’a çağıran, dine ve dünyaya yararlı iş yapan ve “Ben müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
Tefsir
“Allah’a çağırmak”tan maksat, tevhid inancına ve Allah’a itaate davet etmektir (Şevkânî, IV, 590). Bazı müfessirler, burada özellikle Hz. Peygamber’in övüldüğünü belirtmişlerdir. Övülenin müezzinler olduğu söylenmişse de ezan uygulamasına Medine döneminde geçildiğinden bu görüş isabetli değildir. Hz. Peygamber Allah’a davet eden ve Allah’ın iradesine uygun güzel işler yapan ilk müslüman olduğundan âyetteki övgünün öncelikle onunla ilgili olduğu muhakkaktır; ancak âyetin, Resûlullah’ın yolunu izleyerek aynı niteliklere sahip olan her müslümanı kapsadığını da kabul etmek gerekir.
Âyet, kendisini İslâmî kimlikle tanıtan kimsenin bu kimliğe yaraşır bir hayat yaşamasının (amel-i sâlih sahibi olmasının), insanları her şeyden önce güzel ahlâk ve örnek davranışlarla İslâm’a kazandırmaya çalışmasının önemine ve gerekliliğine de dikkat çekmektedir.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 708
Vahidiye göre Kafirler ezanı işittiklerin de hz.Peyğambere ashabının yanında geçen ümmetlerden hiç işitmediğimiz,bi şey ihdas ettin,dediler.
Hz Ayşe den yapılan bir rivayet de Bu ayeti kerime Ezan hakkında nazil olmuştur.Başka bir rivatet de müezzin olan Ebu Umame el Bahili hakkında indiği de rivayet edilmiştir.Bağavi.age.IV.114

وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُؕ اِدْفَعْ بِالَّتٖي هِيَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذٖي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَمٖيمٌ ﴿٣٤﴾
﴾34﴿ İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!
Tefsir
Mukatile göre Bu ayeti Kerime Ebu Süfyan hakkında inmiştir.İman etmezden önce Hz Peyğambere eziyet ederken daha sonra hısım ve akraba olması ve daha sonra müslüman olması üzerine bu ayet nazil olmuştur.Kurtubi.age.XV.236
وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الَّذٖينَ صَبَرُواۚ وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا ذُو حَظٍّ عَظٖيمٍ ﴿٣٥﴾
﴾35﴿ Bu sonuca ancak sabırlı olanlar ulaşabilir, yine buna ancak (erdemlerde) büyük pay sahibi olanlar ulaşabilir.
Tefsir
Zemahşerî, kötülüğün en güzel davranışla savılmasını şöyle açıklar: “Biri sana kötülük ettiğinde onu affetmen bir iyiliktir; ama bundan da iyi olanı, onun sana yaptığı kötülüğe iyilikle karşılık vermendir... Eğer bunu yaparsan amansız düşmanın sıcak bir dost haline gelir” (III, 392). Râzî, âyetin bağlamını da dikkate alarak buradaki iyilik ve kötülüğün özellikle şu anlamları içerdiğini belirtir: İyilikten maksat, Resûlullah’ın insanları hak dine davet etmesi, inkârcıların küstahça davranışlarına sabretmesi, intikam peşinde koşmaması, kötülüğe kötülükle karşılık vermemesidir. Kötülükten maksat ise putperestlerin, “Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimiz kapalıdır” (5. âyet); “Bu Kur’an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü çıkarın” (26. âyet) gibi ifadeleriyle sergiledikleri aşağılık davranışlardır. Âyette bir bakıma şöyle buyurulmuş olmaktadır: “Ey Muhammed! Sana yakışan davranış iyilik, onlara yakışan da kötülüktür. İyilikle kötülük bir olmaz; yani eğer sen iyilik yaparsan dünyada saygınlığı, âhirette de sevabı hak edersin; onlar da (kötülükleri sebebiyle) bunun tersini hak ederler. Şu halde onların kötülüklere yönelmeleri senin iyiliği sürdürmene engel olmamalıdır... Onların barbarca ve câhilce hareketlerini bütün tutumların en güzeliyle savmaya bak; eğer onların kötü huylarına karşı sabrını ısrarla sürdürür, terbiyesizliklerine öfkeyle, verdikleri zararlara eza ve cefa ile karşılık vermezsen bir gün gelir onlar da kendi kötü huylarından dolayı utanır, o çirkin davranışlarını da artık terk ederler” (XXVII, 126-127).
Hz. Âişe, bir soru dolayısıyla Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu bildirmiştir (Müslim, “Müsâfirîn”, 139); Kur’an-ı Kerîm de Resûlullah’ı müslümanlara bir davranış modeli olarak gösterdiğine göre (Ahzâb 33/21) her müslümanın iyiliğe en güzel davranışla karşılık vermek gibi yüksek erdemlerle donanması ahlâkî bir görevdir; buna göre âyet, bütün müslümanlar için bir ahlâk ilkesi koymaktadır. Nitekim 35. âyetin ifade tarzından da bu anlaşılmaktadır. Bu âyette ayrıca kötülüğe iyilikle karşılık vermenin, nefse ağır geldiğine, ama aynı zamanda yüksek bir ahlâkî hedef olduğuna da işaret edilmekte, bu hedefe ulaşmanın birinci şartının da sabır olduğu belirtilmektedir. Âyetteki “büyük pay sahibi olanlar” anlamına gelen ifade, bu bağlamda sabrın yanında onu destekleyici mahiyetteki ahlâkî erdemlerle bezenmiş olanları ifade etmektedir (İbn Âşûr, XXIV, 295). İbn Atıyye, “büyük pay” deyimiyle akıl ve erdemin kastedildiğini belirtir; aynı müfessire göre bununla cennet ve uhrevî mükâfat da kastedilmiş olabilir. Bu takdirde âyet uhrevî bir vaad içermektedir (V, 16).

Kötülüğe iyilikle karşılık vermenin düşmanlıkları sıcak dostluklara çevireceği yönündeki açıklama, ahlâk psikolojisi ve toplumsal barış açısından son derece önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır. Kuşkusuz insanların bazı kötülüklerini hukukî yaptırımlarla önlemek mümkündür; ancak hiçbir toplumu sadece bu yaptırımlarla uzun süre ayakta tutmanın, hele bu yolla insanlar arasında dostluk ve kaynaşma sağlamanın, kalıcı toplumsal ilişkiler kurmanın mümkün olmadığı hemen bütün siyaset ve hukuk felsefecileri tarafından kabul edilmektedir. Özellikle bireysel özgürlüklerin öne çıkarıldığı yönetimlerde bu özgürlüklerin anarşiye dönüşmemesi için hakkına razı olmak, bağışlamak, yardımlaşmak, sıkıntıları paylaşmak vb. feragat örneği davranışların geliştirilmesine, bunun için de insanların bu yönde eğitilmelerine büyük ihtiyaç vardır. Bu yapıcı davranışların en ileri derecesi, kişinin kendisine yapılan bir kötülüğü cezalandırması mümkün olduğu halde bunu yapmak yerine bağışlama yolunu seçmesi, hatta kötülüğü iyilikle karşılama yüceliğini gösterebilmesidir. İslâm ahlâkında bu erdemin adı hilimdir. Nitekim İbn Atıyye âyetteki kötülüğe iyilikle karşılık vermeyi öğütleyen kısmın, “bütün ahlâk güzelliklerini ve hilim çeşitlerini” kapsadığını belirtir ve selâm verme, öfke duygusunu bastırma, alacak-verecek ilişkilerinde kolaylaştırıcı olma gibi güzel davranışları bu çerçevede değerlendirdikten sonra Abdullah b. Abbas’ın şu sözünü aktarır: “Mümin kişi bu erdemli işleri yaparsa Allah onu şeytanın etkilerinden korur, düşmanının dahi ona saygı duymasını sağlar” (V, 16). Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in feragate dayalı ahlâkî tutumu ile siyasî ve sosyal başarıları arasında kesin bir ilişkinin bulunduğu görülür.
Kur’an-ı Kerîm’in affetme, kötülüğe iyilikle karşılık verme gibi öğütleri bireysel hakların ihlâliyle ilgili olup kamu haklarını kapsamadığı bizzat Hz. Peygamber’in uygulamalarından anlaşılmaktadır (meselâ bk. Buhârî, “Menâkıb”, 32; “Hudûd”, 10, 12; Müslim, “Hudûd”, 8, 9; “Fezâil”, 77); daha sonraki müslüman devlet ve hukuk adamlarının görüş ve uygulamaları da bu yönde olmuştur.Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 708-710

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 05.09.2022 | Top

   

Fussilet Süresi Meal Ve Tefsiri 2
Fussilet Süresi Meal Ve Tefsiri

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz