Fussilet Süresi Meal Ve Tefsiri

#1 von Kurban , 30.08.2022 06:30

Fussilet Süresi Meal Ve Tefsiri

Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 54 âyettir. Sûre, adını üçüncü âyette geçen ve Kur’an âyetlerini niteleyen “fussilet” ifadesinden almıştır. “Fussilet”, “genişçe açıklandı” demektir. Sûre, ayrıca “Hâ Mîm, es-Secde,Mesabih” diye de anılır. Sûrede başlıca hakka davet, batılda ısrar edenlerin uyarılması, vahyin insanlar üzerindeki ahlâkî ve manevî etkileri konu edilmektedir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada kırk birinci, iniş sırasına göre altmış birinci sûredir. Mü’min (Gâfir) sûresinden sonra, Şûrâ sûresinden önce Mekke’de inmiştir. “Hâ-mîm” harfleriyle başlayan ve arka arkaya gelen yedi sûrenin ikincisidir.
Konusu
Kur’an’ın, rahmân ve rahîm olan Allah’ın katından indirilmiş bir kitap olduğunu belirten açıklamayla başlayan sûrede, Mü’min sûresinde olduğu gibi büyük ölçüde iman konuları işlenmiş ve bu bakımdan Mekke putperestlerinin durumu; Peygamber, Kur’an ve İslâm karşısındaki inkârcı, inatçı ve baskıcı tutumları, özellikle Kur’an karşısındaki peşin hükümleri ve onun sesini boğma gayretleri, nihayet bütün bu davranışlarıyla nasıl bir âkıbeti hak ettikleri üzerinde durulmuş; yer yer geçmişteki bazı kavimlerin, kendi dinleri ve peygamberleri karşısındaki haksız tavırlarıyla bu yüzden başlarına gelen felâketlere dair uyarıcı mahiyette kısa bilgiler verilmiştir. Sûrenin özellikle 30-36. âyetlerinde Kur’an’ın, Allah’a iman temeline dayanan, daima dürüst olunmasını, insanlar arasında sıcak dostluğa, barış ve uzlaşmaya dayalı ilişkiler kurulmasını amaçlayan ahlâk öğretisi özetlenmiştir.
Fazileti
İbn Âşûr’un Beyhak^’den naklettiğine göre (XXIV, 227) Hz. Peygamber’in Tebâreke (Mülk) ve Hâ-mîm es-secde (Fussılet) sûrelerini okumadan uykuya yatmadığı rivayet edilmiştir.
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ Bismillahirrahmanirrahim/Rahman Ve Rahim Olan Allahın Adıyla..


حٰمٓۜ1.
1.Ha,Mim

تَنْز۪يلٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۚ2.
2.Kur’an, çok merhametli, çok şefkatli Allah tarafından parça parça indirilmektedir.

كِتَابٌ فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَۙ3.
3.O, doğrunun ve güzelin kıymetini bilen bir toplum için âyetleri Arapça okunup rahatlıkla anlaşılan bir metin olarak iyice açıklanmış ve belli bir sistem dâhilinde dizilmiş bir kitaptır.
بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۚ فَاَعْرَضَ اَكْثَرُهُمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ4.
4.Müjdeleyici ve uyarıcı olarak! Ama ne çâre ki, insanların çoğu ondan yüz çevirmekte ve ona kulak vermemektedir.
Tefsir
Bu âyetlerde Kur’ân-ı Kerîm’in belli başlı husûsiyetleri beyân edilir:
✺ Hâ. Mîm. harfleri Kur’ân-ı Kerîm’in icaz ve tehaddî özelliğine işaret eder.
✺ Kur’ân-ı Kerîm, Allah katından parça parça indirilmiştir. O bir beşer sözü değildir.
✺ Rahman ve Rahim isimlerinin tecellisi olan Kur’an, beşeriyet için en büyük bir rahmet ve lutuftur.
✺ O, “kitap”, yani sadece okunan değil, aynı zamanda yazıya geçirilerek korunan ölümsüz bir belgedir.
✺ Kur’an’ın âyetleri detaylı bir şekilde açıklanmıştır. Lafzı itibariyle fâsılaları, sûrelerin baş ve sonları birbirinden ayrılmıştır. Mânası itibariyle de hükümleri, kıssaları, vaatleri, tehditleri, misalleri ve öğütleri ayrı ayrı belirtilerek açıklığa kavuşturulmuştur.Ömer Çelik
وَقَالُوا قُلُوبُنَا ف۪ٓي اَكِنَّةٍ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ وَف۪ٓي اٰذَانِنَا وَقْرٌ وَمِنْ بَيْنِنَا وَبَيْنِكَ حِجَابٌ فَاعْمَلْ اِنَّنَا عَامِلُونَ5.
5.Şöyle dediler(diyorlar): “Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda ağırlık, seninle aramızda da perde vardır. Artık ne yapacaksan yap; biz de bildiğimizi yapacağız.”
Tefsir
Burada onların, hakikati arayan samimi niyetli bir insan edâsıyla Kur’an’a kulak verip dinlemeye, mânaları üzerinde düşünüp zihin yormaya gerek duymadıkları anlaşılmaktadır. İşte Kur’an böyle bir zihniyeti tenkit etmekte ve bunun çok tehlikeli bir yaklaşım olduğunu haber vermektedir. Buna göre; “Artık ne yapacaksan yap; biz de bildiğimizi yapacağız” (Fussılet 41/5) sözü iki mânaya gelebilir:
› Sen kendi dîninin gerektirdiğini yap, biz de kendi dînimize göre yaşayacağız.
› Sen bize karşı elinden geleni yap, biz de seni başarısız kılmak için elimizden ne gelirse yapacağız.
Sebebi Nüzul:
Bu sözü söyleyen Ebu Cehil ve beraberindekilerdir.Daha beraberindekilerden bir kısmı iman edip müslüman oldular.Alusi,age.XXIV.97

قُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَاسْتَق۪يمُٓوا اِلَيْهِ وَاسْتَغْفِرُوهُۜ وَوَيْلٌ لِلْمُشْرِك۪ينَۙ6.
6.Rasûlüm! De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Ama bana sizin ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Şu halde dosdoğru O’na yönelin ve günahlarınız için O’ndan bağışlanma dileyin!” Gerçek ortadayken, O’na ortak koşanların vay hâline!
Tefsir
✺ O, Kur’an’dır; devamlı okunan bir kelamdır. Bu isimle zımnî olarak da “Onu devamlı okuyunuz!” emri verilmiş sayılır.
✺ Kur’ân-ı Kerîm’in dili Arapçadır. Bunun sebebi, Son Peygamber (s.a.s.)’in Arap, hitap ettiği ilk toplumun da Araplar olmasıdır. Nitekim âyet-i kerîmede: “Biz her bir peygamberi, dinî emir ve yasakları onlara en güzel şekilde anlatmaları için kendi kavminin diliyle gönderdik” (İbrâhim 14/4) buyrulur.
✺ Kur’ân-ı Kerîm akıl sahiplerine, mesajlarına kulak verip mânalarını öğrenmek isteyenlere hitap eder. Bu sebeple ona kalbini ve kulaklarını kapatanlar, o rahmet kaynağından istifade edemezler. Pırlanta ile taş arasındaki farkı ayırt edemeyen biri için pırlanta bir fayda sağlamadığı gibi, câhiller için de bu kitap bir fayda sağlamaz. Kur’an iman edip sâlih ameller işleyenleri müjdeler. İnkâr edenleri ise uyarır ve korkutur.Çünkü onlar Kur’an âyetlerini düşünerek, taşınarak değil körü körüne bir inatla reddediyorlardı

اَلَّذ۪ينَ لَا يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ7.
7.Onlar zekâtı vermezler. Âhireti de zâten büsbütün inkâr içindedirler.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ۟8.
8.İman edip sâlih ameller işleyenler için ise, ardı arkası kesilmeyecek bir mükâfat vardır.
Tefsir
Peygamber de bir insandır. Fakat ona vahiy gelmekte ve Allah’ın dinini insanlara tebliğ etmektedir. Bu dinin esası Allah’ın tek ilâh olduğunu kabul etmek, O’nun emrettiği kanunlar çerçevesinde istikâmet üzere bir kulluk yapmak ve hatalı davranışlarımız sebebiyle de O’ndan dâima bağışlanma dilemektir. Zıddını söylemek gerekirse Allah’tan başka hiç kimseyi ilâh yerine koymamak, onlara boyun eğmemek ve Allah’tan başkasının belirlediği kanunlara, nizamlara, örf ve âdetlere uymamaktır. Tevhid ehli kâmil bir mü’min ve müslüman olmaktır. Dolayısıyla bu dini kabul etmeyip şirke düşen, imandaki sadakati gösteren zekât emrini yerine getirmeyen ve dinin en çok üzerinde durduğu bir hakikat olan âhirete inanmayan kimselerin âkıbetleri berbat ve hüsrân olacaktır. Bu dini kabul edip iman ve sâlih amellerle ömrünü geçirenlerin ise mükâfatları kesintisiz devam edecektir. Bu mükafatlar için başa kakma da olmayacaktır. Ayrıca kalplerindeki kulluk niyeti sağlam olduğu sürece, hastalık, kötürümlük, yaşlılık gibi bir kısım mazeretler sebebiyle yapamadıkları ibâdet ve taatlerin sevabını da Allah onlara kesintisiz verecektir.
قُلْ اَئِنَّكُمْ لَتَكْفُرُونَ بِالَّذ۪ي خَلَقَ الْاَرْضَ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَتَجْعَلُونَ لَهُٓ اَنْدَادًاۜ ذٰلِكَ رَبُّ الْعَالَم۪ينَۚ9.
9.De ki: “Siz yeryüzünü iki günde yaratan Allah’ı inkâr edip de başkalarını ona denk mi tutuyorsunuz? Oysa O, bütün âlemlerin Rabbidir!”
10
وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ مِنْ فَوْقِهَا وَبَارَكَ ف۪يهَا وَقَدَّرَ ف۪يهَٓا اَقْوَاتَهَا ف۪ٓي اَرْبَعَةِ اَيَّامٍۜ سَوَٓاءً لِلسَّٓائِل۪ينَ
10.O, yerin üstünde sağlam sarsılmaz dağlar yerleştirdi, orayı bereketli kıldı ve isteyip arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızıkları önceki iki günle birlikte toplam dört günde takdir etti.
Tefsir
Âyetlerde bahsedilen “gün”den maksat, bildiğimiz gün değil, başı ve sonu belli olmayan uzun “jeolojik devir”dir. Kur’ân-ı Kerîm’in başka âyetlerinde de haber verildiği üzere Allah Teâlâ, gökleri, yeri ve bunların içindekileri “altı gün”de yaratmıştır. (bk. Furkan 25/59; Kâf 50/38) Bahsedilen altı gün burada tafsil edilir ve hangi günlerde neler yaratıldığı bir miktar daha detaylı anlatılır. Buna göre: Altı günden dördü yeryüzünün, yeryüzü üzerindeki dağların ve canlıların hayatlarını devam ettirmelerini sağlayacak hava, su, madenler, bitkiler, hayvanlar gibi geçim kaynaklarının yaratılıp hazırlanmasına ayrılmıştır. Cenâb-ı Hak yeryüzüne öyle bir bereket vermiştir ki, yüz binlerce yıldan beri en küçük canlıdan yüz binlerce canlı türüne mensup hadde hesaba gelmeyen mahlukât faydalandığı halde bu rızıklar bitip tükenmemektedir. Arayıp soranlar, ihtiyacı olanlar, varlığını devam ettirmek için gıda maddelerine muhtaç olan varlıklar, orada ihtiyacı ölçüsünde gıdasını bulabilmektedir. İşte yeryüzünü ve içindekileri yaratan kuvvetin sahibi Allah, ins ü cin bütün varlıkların mâlikidir; kendisinden başka bütün varlıklar da O’nun memlüküdür. O halde O nasıl inkâr edilebilir? Nasıl başka şeyler O’na ortak koşulabilir? Hiçbir şeye muktedir olamayan aciz mahluklar, nasıl kendisi üzerinde malik ve kadir olan bir varlığa denk tutulabilir?Ömer Çelik
ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْاَرْضِ ائْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًاۜ قَالَتَٓا اَتَيْنَا طَٓائِع۪ينَ11.
11. Bundan başka, gaz hâlinde olan göğe yöneldi. Hem ona, hem de yeryüzüne: “İsteseniz de istemeseniz de gelin!” buyurdu. İkisi de: “İsteyerek geldik” dediler.
Tefsir
11. âyette geçen اَلدُّخَانُ (duhān), sözlükte “duman” anlamına gelir. Tefsirlerde bu kelime “su buharı” olarak izah edilir. Günümüz ilmî gelişmeleri ışığında “hidrojen gazı” olarak yorumlanmaktadır. İşte kâinatın başlangıcını teşkil eden madde budur. Cenâb-ı Hak önce bu maddeyi yaratmış, bundan da tüm kâinatı var etmiştir. Bilim adamlarının izahına göre, gök cisimleri gazların yoğunlaşması ile yaratılmıştır. Önceleri uzayı dolduran gayet sıcak bir gaz bulutu vardı. Bu gaz kütlesinin parça parça yoğunlaşıp sıkışmasıyla yıldızlar meydana geldi. Kâinatta hâlâ bir kısım yıldızlar doğarken bir takımları dağılmakta ve başka yıldızlar tarafından yutulmaktadır. Aslında yaratılışın başlangıcını teşkil eden bu gazın hadsiz hesapsız güçteki bir enerji bulutu olduğu anlaşılıyor. Zaten maddenin de enerjinin yoğunlaşmasından oluştuğu artık bilinmektedir. İşte Kur’an’ın beyânına göre gök cisimleri, duman görünümündeki bu gaz (enerji) bulutundan yaratılmıştır. Yalnız gökleri ve yeri yaratırken Allah Teâlâ için bir zorluk ve bir yorulma söz konusu değildir. O sadece onlara “emrime gelin”, yani “olun, varlık sahnesine çıkın” diye emretmiş, onlar da belirlenen ilâhî program dâhilinde oluvermişlerdir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık. Ama bize en küçük bir yorgunluk bile dokunmadı.” (Kāf 50/38)
فَقَضٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَاَوْحٰى ف۪ي كُلِّ سَمَٓاءٍ اَمْرَهَاۜ وَزَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَۗ وَحِفْظًاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ12.
12. Böylece onları yedi kat gök olarak iki günde yarattı ve her bir göğe vazîfesini bildirdi. Dünya göğünü de kandillerle süsledik ve onu bozulmaktan koruduk. İşte bu, kudreti dâimâ üstün gelen ve her şeyi hakkiyle bilen Allah’ın takdiridir.

فَاِنْ اَعْرَضُوا فَقُلْ اَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَۜ13.
13. Hâlâ gerçeği kabulden yüz çeviriyorlarsa, onlara de ki: “Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini yıldırım gibi çarpan korkunç azabın sizi de çarpabileceği gerçeğine karşı uyarıyorum!”
اِذْ جَٓاءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ قَالُوا لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً فَاِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ14.
14. Peygamberler, onlara bütün meşrû vasıtaları kullanarak ve gerçeğin bütün delillerini sunarak, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin!” mesajını iletmişlerdi. Onlar ise: “Rabbimiz dileseydi bize peygamber olarak melekleri indirirdi. Öyle yapmadığına göre, biz de sizinle gönderildiğini iddia ettiğiniz her şeyi ret ve inkâr ediyoruz” diye karşılık verdiler.
فَاَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَقَالُوا مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةًۜ اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ 15
15. Âd kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: “Bizden daha güçlü kim varmış?” dediler. Kendilerini yaratan Allah’ın, onlardan daha güçlü olduğunu görmüyorlar mıydı? Doğrusu onlar, bizim âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı.
Tefsir
[1] Kuran’da pek çok ayette kullanılan ve “gök” diye tercüme ettiğimiz “semâ” kelimesi iki mânada kulanılır:
- Bütün kâinâtı ifade etmek için,
- Dünya göğünü ifade etmek için.
Birinci mâna dikkate alındığında, günümüzdeki bir kısım bilimsel çalışmalara göre “yedi gök”le ilgili şu izahlar yapılabilir:
Bunlardan maksat uzay sonsuzluğuna doğru devam eden yedi manyetik mekandır. Onların kuşattığı alanlar ve bu alanların büyüklüğü ile ilgili günümüz astrofiziğinin verdiği tahmini bazı bilgiler şöyledir:
1. Gök: Güneş sistemi ile birlikte temsil ettiği uzay mekânı. Burası yaklaşık olarak 6.5 trilyon km’dir.
2. Gök: Galaksimizin temsil ettiği uzay mekanı. Burası 30-100 bin ışık yılıdır.
3. Gök: Galaksi grubumuzun temsil ettiği uzay mekanı. Yaklaşık 2 milyon ışık yılıdır.
4. Gök: Galaksi gruplarının ortaklaşa temsil ettiği kâinatın merkez radio manyetik mekânı. 100 milyon ışık yılı çapındadır.
5. Gök: Kuasarların temsil ettiği evren mekanı. 1 milyar ışık yılıdır.
6. Gök: Kaçan yıldızların temsil ettiği genleşen evren mekânı. 20-100 milyar ışık yılıdır.
7. Gök: Bunun dışındaki evrenin sınırsız sonsuzluklarını temsil eden evren mekânı. Buna bir sınır tanımak mümkün olamamaktadır.
Bu göklerden birinden diğerine intikal, hem hız yetersizliği yüzünden hem de manyetik gerilimleri aşması yönünden imkânsızdır. Bu göklere intikal için ışık hızını aşmak, maddî hüviyeti terk etmek gerekir. İşte Resûlüllah (s.a.s.) Efendimiz, Mirac gecesi Allah’ın izniyle bu maddî hüviyeti terk ederek yedi kat semayı geçerek Rabbinin huzuruna çıkmıştır.
Kelimenin ikinci mânası düşünüldüğünde, Dünya göğünün, bir başka deyişle atmosferin, 7 katmandan oluştuğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Nitekim bugün dünya atmosferinin üst üste dizilmiş farklı katmanlardan meydana geldiği bilinmektedir. Kimyasal içerik veya hava sıcaklığı ölçü alınarak yapılan tanımlamalarda, dünyanın atmosferi 7 katman olarak belirlenmiştir. Bugün halen 48 saatlik hava durumu tahminlerinde kullanılan ve “Limited Fine Mesh Model” (LFMII) olarak adlandırılan atmosfer modeline göre de atmosfer 7 katmandır. Modern jeolojik tanımlamalara göre atmosferin 7 katmanı şu şekilde sıralanmaktadır: 1- Troposfer, 2- Stratosfer, 3- Mezosfer, 4- Termosfer, 5- Ekzosfer, 6- İyonosfer, 7- Manyetosfer.Ömer Çelik
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحًا صَرْصَرًا ف۪ٓي اَيَّامٍ نَحِسَاتٍ لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَخْزٰى وَهُمْ لَا يُنْصَرُونَ16.
16. Biz de, dünya hayatında alçaltıcı bir azabı onlara tattırmak için, yedi gece sekiz gün süren o uğursuz günlerde üzerlerine dondurucu bir kasırga gönderdik. Âhiret azabı ise çok daha alçaltıcı olacak; orada asla yardım da görmeyeceklerdir.

وَاَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَۚ17.
17. Semûd’a gelince; onlara da doğru yolu gösterdik, fakat onlar o apaydınlık yolu izlemek yerine cehâlet karanlıkları içinde kör olarak yaşamayı tercih ettiler. Bunun üzerine, yaptıkları günahlar yüzünden, alçaltıcı bir yıldırım azabı onları çarpıp yok etti!

وَنَجَّيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟ 18
18. Buna mukâbil iman edip Allah’a karşı gelmekten sakınanları da kurtardık.

Tefsir
Göklerin ve yerin yaratılışında serdedilen bu kadar ilâhî kudret delillerine rağmen, üstelik ardı ardına gelen peygamberlerin her yolu deneyerek ısrarla sadece Allah’a kulluk edilmesi gerektiğini bildirmelerine rağmen, inatla Allah’ın birliğini reddeden ve O’na kulluğu kabullenmeyen münkirlerin artık cezalandırılmaya müstahak oldukları anlaşılmaktadır. Burada misal olarak da Âd ve Semûd kavimleri seçilmiş; onları çarpıp helak eden kasırga ve yıldırım nazar-ı dikkate sunulmuştur:
Âd kavminin kötülüğü, yeryüzünde hakları olmadığı halde büyüklenmeleri, kendilerini çok güçlü ve kuvvetli görmeleri ve Allah’ın âyetlerini bile bile inkâr etmeleri idi. Öyle ki Allah’ı da unutarak, kendilerinden daha güçlü hiç kimsenin olmadığını söyleyecek bir küstahlık içinde idiler. Böylece gazab-ı ilâhîyi celbettiler. Üzerlerine, yedi gece sekiz gün süren ve uğradığı yeri darmadağın eden dondurucu bir kasırga gönderildi. (bk. Ahkāf 46/24-25; Zâriyât 51/42; Hakka 69/6-7) Kibirleri kırıldı, alçaldılar, burunları sürtüldü ve helak oldular. Âhirette ise daha alçaltıcı, rezil rüsvâ edici bir azaba uğrayacaklardır.
Semûd kavminin kötülüğü, Allah’ın gösterdiği doğru yolu terk edip cehâlet karanlıkları içinde küfür ve inkâr körlüğünü tercih etmeleri idi. Böyle olunca hep zulüm ve haksızlık yaptılar. Kahr-ı ilâhîyi celbettiler. Kendilerini çarpan alçaltıcı bir yıldırım azabıyla helak edildiler.
Her iki kavmin helaki sırasında da Allah Teâlâ iman edenleri, gönülleri Allah korkusu ve saygısıyla dopdolu olup günahlardan sakınanları kurtarmıştır.
Burada örnek verilen Âd ve Semûd kavimlerinin, Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’e karşı çıkan müşrik Araplarla ortak yönleri dikkat çekmektedir. Müşrikler de Âd kavmi gibi kibirli idiler. İnsandan peygamber olmayacağını ve peygamberlerin ancak meleklerden gönderilebileceğini düşünüyor, Hz. Muhammed (s.a.s.) ile birlikte bir meleğin gelmesini istiyorlardı. (bk. En‘âm 6/8-9; Hûd 11/12; İsrâ 17/94-95) Yine onlar aynen Semûd kavmi gibi, içinde bulundukları küfür, şirk ve sapıklığı Peygamber (s.a.s.)’in getirdiği doğru yola tercih ediyorlardı. İşte müşrikler, aynı özellikleri taşıyan toplumların başına gelen felâketler hatırlatılarak uyarılmakta ve İslâm yoluna çağrılmaktadırlar.
Bu âyet-i kerîmelerin, indikleri dönemdeki müşrikler üzerinde bıraktığı tesiri göstermesi itibariyle şu hâdise gerçekten dikkat çekicidir:
İslâm davetinin günden güne gelişmesi üzerine iyice telâşa kapılan müşrikler, bir toplantı yaparak bu gidişâtın önünü alabilmek için çâreler düşündüler. Mes’ele hakkında Efendimiz (s.a.s.) ile konuşması için Utbe bin Rebîa’yı gönderdiler. Utbe, müşriklerin daha önce yapmış oldukları zenginlik, evlilik, makam ve şöhret gibi teklifleri fazlasıyla tekrar ederek uzun uzun konuştu. Sözlerini bitirinceye kadar Allah Resûlü onu sessizce dinledi Sonra da:
“- Ey Ebu’l-Velîd! Söyleyeceklerin bitti mi?” diye sordu. Utbe, “Evet!” deyince Resûlullah (s.a.s.) “Şimdi de sen beni dinle!” buyurdu ve Besmele çekerek Fussılet sûresini okumaya başladı. Secde âyeti olan 37. âyeti de okuyup secde ettikten sonra:
“−Ey Ebu’l-Velîd! Okuduklarımı dinledin. Artık işte sen, işte o!” buyurdu.
Utbe kalkıp arkadaşlarının yanına dönerken, onu gören müşrikler:
“−VAllahi Ebu’l-Velîd gittiğinden çok farklı bir yüzle geliyor. Hâli çok değişmiş?!” dediler. Yanlarına geldiğinde heyecanla Utbe’ye: “Ne oldu, anlatsana?” dediler. Utbe:
“−VAllahi, öyle bir söz dinledim ki şimdiye kadar bir benzerini hiç işitmemiştim. O ne şiir, ne sihir, ne de kehânettir! Muhammed:
«Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini yıldırım gibi çarpan korkunç azabın sizi de çarpabileceği gerçeğine karşı uyarıyorum!» (Fussılet 41/13) dediği zaman, daha fazla okumasın diye elimle ağzını tutarak, akrabalığımız hakkı için yemin ettim. Muhammed’in söylediği her şeyin aynen vuku bulduğunu bildiğim için üzerimize azap ineceğinden korktum. Ey Kureyş cemaati! Gelin beni dinleyin! O’nu kendi işiyle baş başa bırakın, aradan çekilin! Eğer onu Araplar öldürürse, başkası vâsıtasıyla O’ndan kurtulmuş olursunuz. Şâyet Araplara hâkim olursa, O’nun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz, O’nun kudret ve şerefi sizin kudret ve şerefiniz demektir. Böylece Muhammed sâyesinde insanların en mutlusu olursunuz!” dedi. (İbn Hişâm, es-Sîre, I, 313-314; İbn Kesîr, Bidâye, III, 111-112)Ömer Çelik

 
Kurban
Beiträge: 1.052
Punkte: 651
Registriert am: 19.08.2010

zuletzt bearbeitet 05.09.2022 | Top

   

Fussilet Süresi Meal Ve Tefsiri 1
Şura Süresi Meal Ve Tefsiri 3

  • Ähnliche Themen
    Antworten
    Zugriffe
    Letzter Beitrag
Anfragen und Anregungen bitte direkt an tiav@hotmail.de adressieren. Vielen Dank!
Xobor Einfach ein eigenes Xobor Forum erstellen
Datenschutz